11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 AĞUSTOS 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Dedektif Avrupa’daki Türk nasıl tanınır? Âdem’in S işleri kesat erör alarmı Almanları ürküttü. Münih’te alınan çok sıkı güvenlik önlemleri gözle görülür şekilde artık. Sayıları hızla çoğalan polis ekiplerinin ‘‘kuş uçurtmama’’ çabası günlerdir gazetelerin manşetlerinden inmeyen tek konu. Münih polisini tedirgin eden nokta, Bira Bayramı’nın yaklaşması. Olası bir saldırı kuşkusu yüzünden her yerde ister istemez bir ‘‘kontrol sistemi’’ yaratıldı gibi... Almanya’nın Dortmund ve Koblenz şehirlerinde garlarda yakalanan ‘‘bavul bombalarından’’ sonra bütün gözler şimdi istasyon ve havaalanlarına çevrilmiş halde. Giderek artan terör tehdidi yüzünden sinirleri gerilen Bavyera İçişleri Bakanı Günter Beckstein, Londra olaylarında teröristlerin farklı yöntemler uyguladığına dikkat çekerek ‘‘Almanya da benzer saldırılara uğrayabilir, dikkatli olmalıyız’’ dedi. Ancak Londra’daki olayların bir komplo olup olmadığı da bilinmiyor. Şimdilerde tatilden Almanya’ya dönenlerin havaalanlarında didik didik aranması ve uçağa sıvı alınmaması yasağına kesinlikle uyulması isteniyor. İngiltere’de terör zanlıları yakalanmasaydı ikinci bir 11 Eylül yaşanacağını söyleyen Alman uzmanlar, ‘‘terörle savaş bilgi bankası’’ kurma girişimi de başlattılar. Kısacası her şey gözetleniyor artık. 1 yıldır İngiltere’yi 4.2 milyon kamera gözetleyedursun, Münih’te de toplu taşıma araçlarında kameralar çoğalıyor. Münih gibi polisin çok güçlü olduğu kentlerde bile olaylar çığ gibi artmakta... Beckstein’ın dediği gibi, Bavyera’da 5 bin 500 İslamcının varlığı bilindiği gibi, bunlardan 500’ü MÜNİH şiddet yanlısı. Bu kişilerin arasında terör örgütleriyle bağlantılı olanlar da var. Polisi bir tarafa bırakalım, özel dedektif bürolarının sayısı da artıyor şehirde. EROL ÖZKAN Benim oturduğum mahallede bile iki tane dedektif bürosu var. Merak edip açıp baktım, şehir telefon rehberindeki dedektif ve güvenlik adresleri yığınla... Ancak bunların içinde bizden de bir Türk dedektifin olmasına ne dersiniz? Evet, Münih’in ilk ve tek Türk dedektifi Âdem Bulut’la tesadüfen geçenlerde kent dışındaki Türk kafesinin açılışında tanıştık. Öyle filmlerde gördüğünüz gibi fötr şapkalı, pardesülü, kara gözlüklü biri değildi Âdem. Son derece sempatik, 40 yaşlarında, çok dikkatli, uyanık ve konuşkan bir tip bu... Âdem’in girip çıkmadığı iş kalmadığı gibi, bu işten de eskiden çok para kazandığı ancak şimdilerde büro kirasını bile çıkaramayıp işyerini kapatacağını, internet üzerinden müşteri beklediğini anlattı. Haliyle bir Türk dedektifi ile tanışmanın keyfini gelin de anlatın. Soru üstüne soru yağdırmama aldırış etmeden sakince yanıtlıyor her şeyi. ‘‘Biz yıllardır daha çok birbirini aldatan karı kocaların takibini üstleniyoruz hocam’’ derken cin gibi gözlerindeki parıltıyı yakalıyorum. Sonra devam ediyor bıyık altından gülerek: ‘‘Eskiden eşlerini takip ettirenler çoktu, ancak son zamanlarda para ödeyemeyen müşteriler yüzünden bu mesleği neredeyse bırakacağım.’’ Âdem sonunda dayanamayıp bürosunu kapattı. Ancak internet sitesi var. Evet, ince ince yağmur çiseleyen bir akşam alacasında Âdem’in arabasıyla kent dışından Münih’e dönerken bu mesleğin sırlarını da öğrenmeden yapamadım. Ancak etrafımda Âdem’e takip ettirecek biri olmadığı için (!) İslami holdingileri, Türk mafyasının kirli işlerini, Fethullahçıların açtığı iki cami çevresinde dönen dolapları sorduğumda ise, o sadece gülümsüyor ve ‘‘Efendim, biz o işlere bakmıyoruz. Biz insan takibiyle uğraşıyoruz’’ deyip kestirip atıyor. Pazar ikindileri artık yağmurlu. Gartner Meydanı’nda tur atmaya bayılıyorum. İki adım ötede Yahudi kültür merkezi polislerce çok sıkı korunuyor. Islak, bomboş sokaklardan eve dönerken artık bitmiş bir yazın anıları ve hüznü ile doluyum. Terörden ürken yaşlı Almanlar koltuk altlarına tomarla gazeteyi tıkıştırıp evlerine dönedursunlar, bir pazar daha bitiyor... Ve Münih’in ünlü tren istasyonunda polisler tetikteler... [email protected] T evgili okurlar , sizler de biliyorsunuz ki, Türkler uzunca bir süredir Avrupa ülkelerinde yaşıyorlar. Peki diyelim ki yolumuz düştü, Avrupa’lara gittik... Nasıl tanıyacağız hemşerilerimizi? Bunun için yıllarin deneyimi ile size bir liste hazırladım... Türkler yaşadıkları yerlerde açtıkları işyerlerine bulundukları sokağın, caddenin, semtin, hatta şehrin adını verirler. (Amsterdam Kebapçısı, Rotterdam Lahmacun ya da Jordaan Pizza gibi.) Laf attıkları kız Türk çıkarsa ‘‘Afedersin bacım...’’ derler. Sigara içilmeyen yerlerde ille de sigara içerler. Sadece bizimkilerin çocukları şehrin ortasında bağıra çağıra ağlarlar... Yaşadıkları ülkenin insanlarına, kendileri değil de onlar yabancıymış, hatta turistmiş gibi davranırlar... Apartman boşluğunda kadınlar yemek yaparlar, apartmanın boş bir kısmında muhabbet edip yemek yerler... Kalorifer borularına vurarak haberleşirler... Sevdikleri kızı alamadıkları için Amsterdam’da, Köln’de, Münih’te dama çıkıp intihara kalkışırlar... Yüksekokul mezunu birine, ‘‘Keske aşçı olsaydın, hemen iş bulurdun’’ derler... Otobanın güvenlik şeridini kullanırlar... Çocuklarına kiloyla cips, çikolata almayı marifet sanırlar... ‘‘Oğullarına bizim kızı istemedi, getti yabancıyı aldı!..’’ diye arkadaşlarına küserler... Türkiye’de işlerinin daha iyi olduğunu Bulunduklari mekânlarin gerçek adlarını birbirlerine daha ilk tanışmada kullanmazlar, onlara kendileri isim anlatıverirler... verirler ve de 7’den 77’ye kendi Memleket sorarlar... verdikleri ismi kullanırlar... Konsolosluk önüne geceden gelip Dil bilmedikleri için doktora, sıraya girerler. Buna rağmen kapı çevirmenlik yapması için 78 yaşlarındaki açılınca kavga ederler. çocuklarıyla birlikte giderler. Kimin kızı evden kaçmış, kimin karısı Köyün tamamı yurtdışında olduğundan Gâvurla konuşmuş muhabbeti yaparlar. aynen köylerindeymiş gibi oturup kalkar, Camilerde ucuz yemek yaparlar, köylerini konuşur, sorunlarına çözüm ararlar. Avrupa’nın aç susuz takımının da Hatta muhtar Amsterdam’da, Köln’de, karnını doyururlar... Berlin’de görevine devam eder... Görüş ayrılığı olan camilere Köylerinin adıyla Almanca, Hollandaca dernekler, vakıflar AMSTERDAM ayak basmazlar. Kurban bayramında alacakları kurarlar. (Stichting Kümbet boğaya ortak olacak 4. ararlar... Kumbet Köyü Vakfı...) Ne alıp satarlarsa satsınlar, Kodu mu oturturlar... mutlaka birbirleriyle alışveriş Ortalık yerlerde çekirdek yerler, yaparlar. Yabancı bir ülkede geçtikleri, konup göçtükleri yaşadıkları halde bu ülkelere yerleri hemen belli ederler... YAKUP KARAHAN ait dükkânlardan alışveriş Balkonda, çatıda, bulabildikleri yapınca mutsuz olurlar. her yerde mangal yakarlar... Hatta Hangi sektörde olursa olsun, çocuk parklarını işgal edip çocukların mutlaka bu işi yapan bir Türk vardır oynamasına fırsat vermeden düşüncesiyle arar ve bulurlar... mangal yaktıkları da olmuştur... Meclis’te çıkan en son yasaları anında Kedileri, köpekleri sevmezler, milletin tüm ayrıntılarına kadar öğrenirler... gezdirmeye çıkardığı ite, köpeğe Televizyondaki bir kadına laf atarlar. ‘‘Hoşt, Kışt!...’’ diye bağırırlar. Türkiye’ye arabayla gider gelirlerse, Gittikleri bir şehirde başka Türklerin olup yol güzergâhını herkesten iyi bilir, olmadığını araştırırlar. Türk varsa rahat memleketlerinde bir semti tarif edercesine ederler, yok ise şehirden nefret ederler. rahatlıkla tüm ülkeleri, iniş çıkışları, Birbirlerine rastlayınca ve Türk ara sokakları isimleri ile anlatır, taa olduğunu anlayınca mutlaka selam Almanya’dan Türkiye’ye yol tarif ederler. verirler, hal hatır ederler. Hangi gümrükte ne kadar bekleneceğini, Avrupa’nın ne kadar kötü olduğunu, hangi ülkenin polisine ne veya ne kadar bahşiş verileceğini bilirler. İkinci kuşakları, ana babasının çayına ilaç koyup dansa gider. Bunların üst kattan çarşaf ile kaçanlarına da rastlanır. Diskoda çocuk ararlar. Tezgâhtarları, tıpkı Bodrum ya da Marmaris’teki gibi Amsterdam’da yola dizilip müşteriyi içeri çekerler. Köye ev yaparlar... Köydeki evin ihtiyaçlarını Avrupa’dan götürmeye kalkışırlar. Köydeki eve aldıkları Vestel marka televizyonun Türk malı olduğunu öğrenince çok sinirlenirler... Askerliklerini mutlaka bedelli de olsa yaparlar, yapmayana kötü gözle bakarlar... Evlendikleri Avrupalı kadınlara başörtüsü taktırırlar... Habire Avrupalıları yedirip içirirler... Karşılığını göremeyince hayal kırıklığına uğrar, ‘‘tiskinti’’ duyarlar. İlle de Türk çayı içerler, sallama çaydan nefret ederler. Çevredekiler ne denli ciddi konular konuşurlarsa konuşsunlar, bunlar büyük bir zevkle arabalarından bahsederler. Avrupa sağlık sistemine güvenmezler. Hastalara bir de Türkiye’de doktora görünmesini söylerler. Belleri ağrır... Türkiye’deki doktora hastalıklarını anlatırken bile iyileşirler, bir şeycikleri kalmaz. Havaalanında gurbetçi kervanı T Almanya’nın başkenti Berlin’de dün solcu göstericilerle polis arasında çatışma çıktı. Yüzlerce solcu, aşırı sağcıların yapacağı bir gösteriye karşı ‘‘Berlin Nazilere Karşı’’ yazılı bir levha yerleştirmek için caddeyi barikatlar kurarak trafiğe kapattı. Polisin solcu eylemcilere müdahale etmesi sonucu çatışma çıktı. Güvenlik güçleri çok sayıda göstericiyi gözaltına aldı. (Fotoğraf: REUTERS) Solcular Nazilere karşı Seçime bir ay kala dış politika çıkmazı... İ sveç’te parlamento, belediye ve il meclisi seçimleri 17 Eylül’de yapılacak. İktidardaki Sosyal Demokrat İşçi Partisi, Sol Parti ve Çevre Partisi’nin kabine dışından desteğiyle 2002’den beri ayakta durmayı başardı. Başbakan Göran Persson, seçim kampanyasına iki konuyu sokmamakta özen göstermekteydi: Ülkesinin NATO’ya üye olup olmayacağı ve Ortadoğu. İkinci konu, Persson’un başına fena halde bela olmuş durumda. Dünyanın her köşesinde olup bitenleri yakından izleyen, yüksek sesle kınayan İsveç, İsrail’in önce Gazze’ye, sonra da Lübnan’a saldırmasıyla sus pus oldu. Efendim nedenmiş? Avrupa Birliği bu konuda ortak bir çizgi izliyormuş da ondan. Batı dünyasının Filistin halkına en çok insani yardım yapan ülkesi olan İsveç, Brüksel’in aldığı karar doğrultusunda bu yardımı bile kesmişti. Şimdi ise İsveç’in Dışişleri Bakanı ve Eliasson’a hitaben yazığı ‘‘Devletler Birleşmiş Milletler’in Genel Kurul hukuku çiğneniyor’’ başlıklı yazıda şu Başkanı Jan Eliasson bile İsrail’i görüşe yer verdi: ‘‘İsveç ve Dışişleri eleştirirken son derece ılımlı bir dil kullanıyor ve topu sürekli BM’ye atıyor. Bakanı Jan Eliasson, İsrail’in tavrını değiştirmesi için elinden geleni yapma Seçim kampanyasının finişe kalktığı şu sorumluluğu altındadır. En etkili sıralar iktidar partisinin böylesine yöntem, İsrail’le diyaloğun kesilmesi ve süklüm püklüm kalması, ülke içinde de boykot uygulanması değildir. tepki yaratmaya başladı. Örneğin, İsveç’in tanınmış S T O C K H O L M Ancak, bu ülkeyle olan ilişkilerimizi değiştirebiliriz din tarihi profesörü Mattias ve buna Tel Aviv’deki askeri Gardell, Svenska Dagbladet ateşemizi geri çekerek gazetesinde 9 Ağustos günü başlayabiliriz. AB çatısı şu saptamayı yapma gereği altında, İsrail’le olan duydu: ‘‘İsveç, dış politikada ticaret anlaşmasının iptal çifte standart uyguluyor. GÜRHAN UÇKAN edilmesi için girişimde İsrail’in devlet terorizmi ve bulunabiliriz. Zaten bu BM kararlarını ihlal etmesi anlaşma, İsrail’in insan haklarına saygı pasiflik ve sessizlikle karşılanıyor ama göstermesi konusuyla imzalanmıştı.’’ Hamas’ın demokrasiye doğru yol Bu iki uzman, öyle müzmin sosyal alması, halkın oyuyla seçilen kişilerin demokrat düşmanı kişilerden değildir. boykot edilmesine, ekonomik yardımların dondurulmasına yol açıyor.’’ Yıllardır İsrail’i savunan ve bu ülkeye yöneltilen her eleştiriyi derhal Yahudi Devletler hukuku profesörü düşmanlığı olarak adlandıran bazı köşe Ulf Bjereld de doğrudan doğruya Jan yazarları bile pes etmişken, İsveçli yöneticiler bu konuya değinmemek için köşe kapmaca oynamaktalar. Bunun gerçek nedeni nedir acaba? Benim aklıma gelen nedenlerden biri şu: 2002 seçimlerinden bu yana İsveç’in silah ve savaş malzemeleri ihracatı tam iki kat artış göstererek 8 milyar 628 milyon kronu buldu (1.725 milyar YTL). İsveç’in en yağlı kuyruk müşterileri arasında ABD ve İngiltere bulunuyor ve İsrail’le de savaş malzemeleri alışverişine dayalı bir anlaşması da var. Amerikan şirketi BAE Systems, İsveç’in silah ve askeri malzeme üreten Bofors ve Hagglund şirketlerinin sahibi! Bu iki şirkette toplam 1710 kişi çalışıyor ve yıllık ciro 3 milyar 400 milyon kronu buluyor (680 milyon YTL). Ne dersiniz? Şimdi İsveç kalkıp ABD’nin gözbebeği İsrail’i eleştirebilir mi? 17 Eylül’de sandıktan bu sorunun yanıtı çıkacak. ürkiye’de tatil yaptıktan kadını: ‘‘Ay baksana bende de 4 tane var’’. Kadın ümidini sonra Avrupa’ya yine bana bağlamıştı. 40 dönüşe geçen dakikalık ağır tempolu bir gurbetçiler kafilesine bu yaz çanta geçidinin ardından sıra ben de katıldım. Hatta bana geldi. Büyük bir şansla gurbetçi kervanına bavulum ağır geldi ve kilo demeliyim. Çünkü Türkler hakkımı kullanmış oldum. Avrupa’ya İpek Yolu’ndaki Arkamdaki kadına dönerek kervanları aratmayacak ‘‘Kusura bakmayın ben kilo biçimde dönüyorlar. Atatürk hakkımı doldurdum’’ Havalimanı’na uçuş diyebildim. Kadın beni bu saaatimden 3 saat önce gruba dahil edemediğinden vardığımda aklımdan ‘‘Bu ya da ceza ödeyeceği sefer sıra beklemeyeceğim’’ derdinden olsa gerek, büyük diye geçirdim. Ne mümkün! bir hayal kırıklığıyla baktı Giriş yapacağım kontuara bana. Kervandan çıkınca doğru ilerlediğimde gördüğüm manzara karşısında pasaport kontrolü kuyruğu bile bana yüksek medeniyet ağzım bir karış açık kaldı; gibi göründü. Uçuş kapısına kontuarın önünde geldiğimde artık daha az karmakarışık devasa bir öbek çanta görmeyi umuyordum. duruyor. Biraz daha Bu sefer de çevremdeki yaklaşınca bunun bavul, insanların torbaları gözüme çanta, torba ve çuval öbeği çarptı. İnsan uluslararası bir olduğunu fark ettim. yolculukta neden eşyalarını Kuyrukta bekleyen yolcular torbacıklarda taşısın ki? neredeyse çantalardan O yuvarlak sıkı sıkıya görünmüyordu. Sanki bir bantlanmış ya da iple grup çanta sözleşip Brüksel’e gitmeye karar vermişler, el ele çevrelenmiş torbacıklarda ne havalimanına gelmişler. Sakin var, insan çok merak ediyor doğrusu. Bol bol yer davranmaya karar vererek değiştirmeli ve gürültülü bir ‘‘sıranın’’, daha doğrusu uçak yolculuğunun ardından öbeğin sonu olduğunu Brüksel tahmin ettiğim bir Havalimanı’na yerde beklemeye BRÜKSEL vardık. Şimdi başladım. sırada uçağın Yanımdaki, bagajında yalnız arkamdaki kalan ve üşüyen önümdeki çantalar o kadar fazlaydılar ELÇİN bavulları almaya ve öyle biçimsiz POYRAZLAR gelmişti. Ben başka bir milletin duruyorlardı ki, bavullarına bu diğer kontuarlara kadar bağlı olduğunu gitmek isteyen yolcuların sanmıyorum. Bizim uçağın geçmesi bir engelli koşuyu yolcuları, bagaj bantına kadar andırıyordu. Bir süre sonra ‘‘en birinci kim bavulunu kendimi çanta topluluğunun alacak’’ yarışı yaptılar. Bant bir üyesi gibi görmeye dönmeye başladığında başlamış olmalıyım ki bavulları bu sefer alıcı gözle arkamdaki kadının sesini çok izlemeye koyuldum. Çoğu en geç fark ettim. Döndüğümde az 20 kilo taşıyabilecek 6 adet devasa bavulun bavulların kimileri kilitli, arkasında duran teyze bana kimileri çamaşır ipiyle bağlı, ‘‘Türk müsün?’’ diye sordu. kimileri paket bantıyla Ben ‘‘Evet’’ dedim. ‘‘Benim çepeçevre sarılmış olarak yüküm ağır, çantalarımdan defileye çıkar gibi önümüzde birini alır mısın?’’ diye sordu. dönüp durdular. Dikkatimi Kafamda doğru yanıtı bir erkek kemeriyle belinden bulmaya çalışırken benim tek sıkılmış şişman bir bavul çantamın bu eşya yığınında çekti. Çeyizlik bir tencere seti ne kadar da komik kaldığını kutusunun ve içinde ne düşündüm. Kadın benim olduğunu çok merak ettiğim küçük bavulumu görmüş: iplerle sarılmış bir çuvalın ‘‘Bu kervana bu yakışmaz’’ ardından benim bavul da diyerek beni de bu grubun ufukta görününce bu ağır ve çok çantalı bir üyesi yolculuğun sonu gelmiş oldu. yapma yolunda harekete Ben benim tek parça geçmişti. Ben istemeyerek bavulumu çekiştirirken ‘‘Olabilir’’ dedim. Çantalar İstanbul’dan gelen kervanı ağır ağır uçağın bagajına karşılayan insanların yeni doğru ilerliyorlardı. gelenleri öptükten sonra Arkamdaki kadın yanıtımdan bavulları taşımak için nasıl tatmin olmasa gerek, bir yarışacakları aklıma geldi. yılan gibi kıvrılan sıranın Arkamda bıraktığım başka yerinde duran bir kadına ‘‘Fatooş yanımızda dur çantalara bakmayarak göçebe kervanın uyumsuz da benim çantalardan birini bir üyesi olarak kente sen al’’ diye bağırdı. Fatoş doğru yola çıktım. benden daha net yanıtladı CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle