13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 AĞUSTOS 2006 ÇARŞAMBA 6 AVRUPA GÜRAY ÖZ Sınır Ötesi Operasyon İ ki askerinin kaçırılması karşısında, bu eylemin kaynaklandığını iddia ettiği ülkelere karşı İsrail’in takındığı tavır, her gün birkaç şehit veren ülkemizde birtakım beklentilerin doğmasına neden oldu. Ancak siyasi iktidarın ABD’den izin isteyerek ve operasyon yapacağı ülkelerden adeta randevu talep ederek yapılacak bir askeri operasyonun beklenen sonucu sağlamayacağı da anlaşıldı. Daha önce de sınır ötesi operasyonların yapılmış ve Türk askerinin karda kışta yapılan bu askeri operasyonlarda destanlar yazmış olmasına karşın, terörün önü alınamamış ve her gün şehit haberlerinin eksilmediği günlere gelinmiş olması, sorunun çözümünün ‘‘sınır ötesi’’ operasyon dışında aranması gerektiğini göstermektedir. Terör, bölücü ve gerici eylemlerin bazı dış ülkelerden kaynaklandığı bilinmektedir. Ama asıl ve önemli bir kaynağının da Türkiye’de bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Bu eylemleri destekleyen, azmettiren ve koruyan iç kaynaklar kurutulmadığı sürece, yapılacak bir sınır ötesi operasyonun hiçbir değeri olmayacaktır. Terörist ölülerini büyük törenlerle kaldıran, özel mezarlıklara gömen, teröristlerle el sıkışıp tebrik eden, Türk milletine ve devletine hakaret ve tehdit eden kişi ve kurumların bulunduğu bilinmektedir. Bu kişi ve kurumlar hem görevlerine hem de bu eylemlerine açıktan devam etmektedirler. Bir şehit babası, duyduğu büyük üzüntünün etkisi ile amacını aşarak siyasilere hakaret ettiği için mahkum edilmekte, ancak bölücü ve gerici eylemleri destekleyen kişiler hakkında bir işlem yapılmamaktadır. Üstelik eylemleri bazı çevreler tarafından övülmekte, desteklenmekte ve sahip çıkılmaktadır. Böyle bir ortam karşısında terörün asıl kaynağının, destekçi ve tetikçilerinin yurtiçinde bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumda öncelikle yapılması gereken şey, sınır ötesi operasyondan önce, sınır içinde hukukun egemenliğinin sağlanmasıdır. Hukukun egemenliği, yasaların dış baskı ve telkinlerden uzak olarak çıkarılması ve çıkarılan yasaların, hiçbir ayrıcalık tanınmaksızın uygulanmasını gerektirir. Yasaların dış baskı ve telkinlerle ‘‘paket ve torba yasalarla’’ çıkarılması, bunların halkın istek ve beklentilerinden uzak olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik, ulusal ve güvenlik sistemini koruyamaması yanında, yasalarda yer alan yaptırımların da uygulanamaması, yaşadığımız sıkıntıların baş nedenini oluşturmaktadır. Türkiye, sınır ötesi operasyondan önce sınır içi operasyonlarını tamamlamalıdır. A.Erdem Akyüz Öfkesi Tükenmişle Sinik Öfkesi tükenmiş insan biraz yitiktir. Gözlerinin önünde olup bitene, suya doymuş bir koyun gibi bakar. Denizin içinde yelkeni rüzgârsızdır onun. Cinayet yalnızca bir haber, bomba yalnızca bir gürültüdür. Yüz binlerin ölümü karşısında sessizliğini, sık sık Malthusçu teorilere sığınarak örtmeyi dener, ama asıl yuvası, derin bir uykudur onun. Derin ve gece gibi karanlık bir uyku. Uykusunun en koyu yerinde saf değiştirir. ‘‘Evet, kötüdür ölümler, savaşlar, ne yapabiliriz ki, bunlar geçecek ve sonunda, evet biraz kanlı, ama yeni bir düzene ve kuşkusuz sonsuz bir huzura kavuşacak insanoğlu.’’ Ruhunda sinsi rüzgârlar esen entelse, gecenin popkültürlü rehavetini üstünden yeni atmıştır. Mutlu bir yüzle uyanır, masasının başına geçip bilgisayarın tuşlarına eli değdiğinde, döktürmeye hazırdır artık. ‘‘Ben birinci tezkerede de savaşta yerimizi almamız gerektiğini yazmıştım. O zaman benim dediklerime uyulsaydı, şimdi çok mesafe alınmış olacaktı çok! Bari bu defa fırsat kaçmasa, hiç değilse şimdi cesur olmayı becerebilsek.’’ Sinik yazarın rüyası da, gerçeği de böyledir. Korkusu dağları bekler. Cesareti, çevresinde örülmüş zenginlik kozasında, dokunsan yırtılacak dokunulmazlık zırhındadır. Öfkesi tükenmiş insana kim dokunur ki? Sinik yazara kim dokunur? Kimse dokunmaz. ??? Öfkesi tükenmiş insan kolayca saf değiştirir. Onun huzuru, sükunu başkalarının sırtındadır. Siz onu, yazdığına inanır sanırsınız. İnanmaz aslında. Sinik olanın cesareti de yalnızca kaleminin kıvraklığında gizlidir. Biraz dikkatle okuyun, ikili anlamları keşfedeceksiniz. Siz keşfedemeseniz de, günü geldiğinde nasıl bir‘‘savaş karşıtı’’ olduğunu kanıtlayacak satırları bulup gözünüze sokacaktır o. Öfkesi tükenmiş insanın en iyi dostu, yanı başındaki dalkavuğudur: ‘‘Ne güzel yazmışsınız efendim. Bu ne derin bir bakış, bu ne akıcı bir üsluptur. İsrail’in mecburiyetlerini nasıl da ustaca sergilemişsiniz. Filistin halkının kurtuluşunun teröristleri seçmemekte olduğunu pek güzel tebarüz ettirmişsiniz. Siz yalnızca genel bilmem ne değil, aynı zamanda ülkemizin önemli bir düşünürüsünüz. Bilmem ki değeriniz biliniyor mu üst katlarda? Hiç sanmam efendim. Solcu geçmişinizin, derin Marksist bilginizin bugünkü sentezlerinize etkisini kim anlayabilir ki!’’ ??? Peki, ötekiler?.. ‘‘Sabah kalkınca insan sormalı kendine, biz bugün ABD için ne yaptık ki, şimdi ondan kendimiz için bir şeyler istiyoruz? İnsan, olmayana ergi metoduna başvurmalı sık sık, ABD olmasaydı ne olurdu şu dünyanın hali?’’ Ya çokbilmiş?.. ‘‘On Dördüncü Louis’nin maliye bakanı Fouquet... Maliye bakanı dedim, yanlış, ‘surintendant des Finances’, maliye başkethüdası demek daha doğru. Efendim, yaptırdığı muhteşem sarayda verdiği müthiş ziyafet kralı bir kızdırıyor ki, ertesi gün Fouquet’yi koydunsa bul... Yerine Colbert geçiyor tabii.’’ Ya şaşkaloz?.. ‘‘Hayretler içindeyim efendim, küçücük İsrail mucizesi bir kere daha kendini gösteriyor. Bunlar deniz suyundan tatlı su yaptılar mirim. Altı günde Mısır’a dayandılar. Elbette bizim gibi bir askeri güce sahip değildirler ama, teknolojide üstünlüklerini kabul etmek mecburiyetindeyiz.’’ Peki, Filistin; peki, üçe bölünen Irak; peki, kadınları karanlığa kapatmayı sürdüren Afganistan; peki, ya şu Ortadoğu’yu, Türkiye dahil, yeniden paylaşan harita? Sinirleri alınmış, kendi yazdıklarından bihaber öfkesi tükenmişle, sinik entel yazar bu kez öfkeyle ve birlikte bağırırlar: ‘‘Sevr paranoyası efendim, Sevr paranoyası!..’’ eposta: [email protected] Türban, başörtüsü ve laiklik U zun bir süredir ülke gündeminde tutulan bir türban tartışması var. Bu tartışma ne yazık ki bir türlü bitmiyor ve bazı yanlış yönlendirmelerle bu konuda halkımızda bir gerginlik yaratılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin benimsediği ana ilkeler vardır. Bu ana ilkeler hepimizin bildiği gibi Atatürk ilke ve devrimleridir. Devlet hem bu ana ilkeleri; hem de bu ana ilkelerini korumak adına kişileri bireysel inanç ve ibadetlerinde serbest bırakmıştır. Ancak bazı kısıtlamalara gitmiştir. Bu kısıtlamalara, bazı kesimler anayasamızın iki önemli öğesi olan özgürlüğü ve eşitliği öne sürerek karşı çıkmaktadırlar. Halbuki hiçbir yerde sınırsız bir özgürlük yoktur. Devlet bu tür kısıtlamalara gitmekte haklıdır. Fakat devlet bu tür kısıtlamalara giderken, ‘‘laik, demokratik cumhuriyet ve sosyal hukuk devletinin bekası’’nı hedeflemektedir. Ülkemizdeki anlaşmazlık, türban ile başörtüsü ayrımında yaşanmaktadır. Ali GEYİKÇİ Kandırılmaya niyetimiz yok S n. Başbakan ‘‘Sakın ola ki halkımızı başı örtülü, başı açık diye ayırt etmeyin’’ dedi. Ben ‘‘başı açık’’ sözcüğünün, öncesinde söylediği ‘‘başı örtülü’’lüğü meşrulaştıran zorlama bir ekleme olduğunu düşünüyorum. Kısaca.. bu noktada samimi olmadığını düşünüyorum. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı tanımına uygun davranmaya çalışıyor. Ayırım yapmayan bir görüntü çizmeye çalışıyor. Ancak geçmişi hatırlamakta yarar var: Partisinin il kongrelerinde haremlikselamlık uygulamasını savunan ve medyaya ‘‘Sen ne karışıyorsun’’ diyerek sert çıkışlar yapan, kısa etek giydiği için bir polis tarafından tekmelenen Meslek Liseli genç kızımızın durumuna tepki göstermeyen, biraz mürekkep yalamış biri olarak, İslamda kapanma vardır diyen bu Başbakan değil miydi? Bu bir kuzu postu politikasıdır. Aynı kuzu postunu genel seçimlerde ‘‘Değiştim ve geliştim’’ diyerek giymişti. Ama çıkarmaya niyeti de yok. Ne zamana kadar? Bunun cevabı Çankaya’dır... Fevzi KANSAK Avcı Mehmed’in Alayı Hümayunu Avcı diye anılan Sultan IV . Mehmed’in 1657 yılındaki av seferi için düzenlenen alayın resimlerinin yer aldığı ‘‘17. Yüzyılda İsveç Büyükelçisi Claes Ralamb’ın Yaptırdığı Tablolarla Avcı Mehmed’in Alayı Hümayunu’’ sergisi Pera Müzesi’nde sanatseverleri bekliyor. Yaklaşık 350 yıl sonra ilk kez Türkiye’de sergilenen ve İsveç’teki Nordiska Museet’te korunan ‘‘sinematografik’’ kaydın sergilenebilir durumdaki 16 parçalık bölümü, gerek sanatsal, gerekse tarihsel açıdan çok yönlü okumalara açık bir bilmecesergi niteliğini taşıyor. Avcı Mehmed’in, 1657 yılı sonbaharında, büyük bir kalabalık eşliğinde Edirne’ye ava gidişi çok büyük bir gösteriye dönüşmüş, o yıllarda İstanbul’da İsveç büyükelçisi olarak bulunan Claes Ralamb da, yaptırdığı bir dizi yağlıboya resimle bu yolculuğun ilk bölümünün bir ‘‘görsel kaydının’’ tarihe kalmasını sağlamıştı. Sergi, 1 Ekim’e kadar Pera Müzesi Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi’nde sanatseverleri bekliyor.(Fotoğraf: BARIŞ MUMYAKMAZ) Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet Y eni düşünsel akımları (ideolojileri) yönetilen sınıflar ya da başka bir söyleyişle ezilen, baskı altında tutulan sınıflar üretirler. Egemen kesim BAŞSAĞLIĞI Merhume Melek Bütün ile Hilmi Bütün’ün ağabeyi ve İnge Bütün’ün sevgili eşi, Ressam, Heykeltıraş ve Denizci ALİ RASİM BÜTÜN’ü kaybettik. Dostlarımız sağolsun. Bütün’ün cenazesi 02 Ağustos 2006 Çarşamba günü (bugün) Şişli Camii’nde kılınacak ikindi namazının ardından Feriköy Aile Mezarlığı’na defnedilecektir. AİLESİ durumdan hoşnuttur. Çünkü değişim onun ürktüğü bir şeydir. Egemen kesim durumun tehlikede olduğunu gördüğü anda ve elindeki güç eğer yeterli savunmayısağlayamazsa, durumu sarsılmaya başlarsa, yeni bir yol daha dener;‘‘uzlaşma’’. Nedense uzlaşma çağrısı hep onlardan gelir. Hedef; yeni düşünsel akımı ele geçirmektir. Bugün böyle bir tehlike Kemalizm için gündemdedir. Toplumun çok değişik kesimlerinden ‘‘Atatürkçü, Kemalist’’ olduğu söylenen türlü çıkışlar, savlar ortalıkta dolaşmaktadır. İçi boşaltılmış, yönü değiştirilmiş, organları köreltilmiş ve kötürümleşmiş, hatta geçmişe itilmiş bir düşünsel akım niteliğinde karşımıza çıkarılmaktadır. Bir bakıyorsunuz, Atatürk’ün, hilafete karşı olmadığı, İslam ülkeleri arasında dönüşümlü hilafet kurumu oluşturulabileceğini söylediği öne sürülüyor. Hilafetin, insanlığa ne kazandırdığını günümüz koşulları içinde değerlendirmek akıllarına bile gelmez. Akıllarına gelir de işlerine gelmez. Atatürkçü düşünsel ve eylemsel akımın egemen sınıfların istediği niteliğe dönüştürülmesi çabası için ilginç bir örnektir bu. Ama nedense devletçilik ilkesinin günümüz koşullarında da geçerliliğini koruması gerektiği, hatta daha da önemli olduğu göz ardı edilir. Devletçilik, Atatürkçülüğün orta direklerinden biridir. Bu ilkeyi de salt ‘Devletçilik’ adıyla anarak belirsizliğe itmek yerine, günümüzde ‘Devletçi Ekonomi’ biçiminde açıklanmış bir söyleme kavuşturmak gerekir. Devletçi ekonomi ‘Sosyal Devlet’ niteliğini işler kılacak, diri tutacak biricik dayanaktır, kaynaktır. Eğitimi, ulaşımı, iletişimi savunmayı, adaleti gerçek gücüyle gerçekleştirmek için bir zorunluluktur. Bu gerçeği dikkate almaz isek özelleştirmelerle yoksul ve emekli kesimi savunmasız, aç ve açıkta bırakırız. Günümüzde olduğu gibi onları kimsesiz ortada bırakırız. ‘‘Cumhuriyet nedir?’’ sorusuna Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘‘Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir’’ demesinin başka anlamı var mı? Hasan Tahsin YILMAZ Filistin yanıyor Bugün Filistin’de, Lübnan’da insanlar ölüyor, evler ocaklar yıkılıyor; analar, bebeler çaresiz ağlıyor. Filistin yanıyor. Filistin’in duyulmuyor sesi.. Filistin kadere kısmete inananların.. Filistin yoksul bırakılanların ülkesi. Bu acı, acı olduğu kadar da gerçek olan dramın senaryosunu hazırlayan Amerika, İngiltere ve İsrail gaddar. Bunlar Hitler’i aratırcasına barbar ve eli kanlı canavar. Ayrıca dünyanın birçok ülkesinde bu ülkelerin kaderini ele alan, yine bu ülkelerin baş belaları, canavarlarla işbirliği içinde paraya tapan uşaklar. Evet canavar doymuyor. Ne canavar doyuyor ne de uşakları onlara hizmet etmekten geri kalıyor. Petrol diyor, toprak diyor.. su, maden diyor... Ve siz bu kafayla bu topraklara layık değilsiniz. Çünkü siz aklın yolunu seçmediniz, siz birleşmediniz diyor. Maalesef bu sıralar ülkemizde yapılan protesto gösterileri de bunu söylüyor. Sonuç olarak Filistin’de, Lübnan’da, Irak, Afganistan’da ve daha bir çok yanda. Yarın belki bu vatanda.. olup biten bu katliamlara karşı içimdeki kan ağlayan ses ne diyor biliyor musunuz? Madem öyle, o halde birleşin siz de.. yalnız siz değil; tüm dünya sömürülen, soyulan, uyuyan, yalanlarla uyutulan, bu katliamlardan çıkarı olmayan, bu katliamlar karşısında kan ağlayan ne kadar insan varsa bunların hepsi birleşsin diyor. Evet; birleşsin, birleşsin ki bu yangın sönsün. Seyit ASLAN Cumhuriyet, sayfalarını CUMOK’lara açtı. ‘‘Söz Okurun’’ sayfamızda yayın ilkelerimize uygun tüm haberlere, duyurulara, görüşlere ve eleştirilere yer veriyoruz. CUMOK’lar bu gazetenin gerçek sahibidirler; ülke yayın yaşamına yepyeni katkılarda bulunup ufuklar açacaklarına, ülkenin yerel ve genel sorunlarını yansıtmakta önemli işlevler üstleneceklerine inanıyoruz. ADD ve ÇYDD’nin var oluşlarını hızlandıracak iletişim ağının ‘‘Söz Okurun’’ sayfasında gerçekleşmesi de olanak kazanacaktır. 2000 vuruşu aşmayacak görüş ve eleştirilerinizi bekliyoruz. posta?cumhuriyet.com.tr Mektup Adresi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul. Tel: (0/212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0/212) 343 72 64 CUMOK’ların dayanışması Bilindiği gibi biz Cumhuriyet okurları (CUMOK) olarak zaman zaman, çeşitli mekânlarda bir araya geliyor ve belirli konularda görüş ve tepkilerimizi belirtmeye çalışıyoruz. Böylece CUMOK adında bir varlık oluştu ki bu da toplumun dinamizmine küçük de olsa bir katkı anlamına gelir ve bu yönü ile de herhalde göz ardı edilmemesi gerekir kanısındayım. Yine bilindiği gibi CUMOK, bir dernek veya bir siyasi parti değildir. Aynı dünya görüşünü paylaşan, aynı dili konuşan, Cumhuriyete yürekten bağlı olan ve başta laiklik olmak üzere onun getirdiği tüm çağdaş değerlere sahip çıkan, savunan insanların spontane bir biçimde oluşturduğu, şimdilik belki küçük, fakat sevimli, içten ve dinamik bir topluluktur. Benim gönlümse, birkaç yıldır filizlenmeye başlamış bu topluluğun dağılmaması, aksine daha güçlenerek etkin bir biçimde varlığını sürdürebilmesinden yanadır ve bunun için de önerim, CUMOK olarak bizlerin, biribirimizle daha yakın temas ve iletişim kurabilmesini sağlamak, el birliği, gönül birliği ile, bu ateşi hep diri tutabilmektir. Yüksel ASLANGÜL CUMHURİYET 06 K KOŞULLAR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle