25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 AĞUSTOS 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ İsrail, müthiş yıkım gücüyle bile onlara boyun eğdiremiyor, ‘zafere’ bir türlü ulaşamıyor Filistinlilerin dayanma gücü AMİRA HASS Barbarların Dönüşü mü? Londra’da 11 Eylül faciasıyla yarışacak bir ElKaide saldırısının gerçekleşmeden önlenmesiyle yüzlerce insanın hayatının kurtulmasının yanı sıra büyük bir moral çöküntüsünün de önü kesilmiş oldu. Olay henüz soruşturma aşamasında. Ama tehdidin, tüm dikkatlerin söz konusu olaya odaklandığı bir sırada, beklenmedik bir anda bir başka mekânda ortaya çıkma olasılığı da yok değil. İngiliz polisinin benzer konulardaki vahim yanlışlıklarını göz ardı etmeden Londra ve onunla bağlantılı tüm ülkelerin havalimanlarında olası bir facianın önlenmesi için gerekli tedbirler alınmıştır. Olay doğal olarak medyaların manşetlerine tırmanmıştır. O kadar ki, şu anda İsrail’in tüm hızıyla süren Gazze ve Lübnan saldırısını ikinci plana itmiş, gölgelemiştir. Gerçekleşmesi önlenen facia karşısında medyanın ve genel olarak kamuoyunun hassasiyeti ise dorukta. Bu, kuşkusuz, son derecede doğal. Doğal olmayan, aynı hassasiyetin, İsrail’in olası değil gerçek olarak bir aydan bu yana Gazze ve Lübnan’a Tanrı’nın her günü bomba yağdırarak kentleri enkaza çevirmesi, on günlük çocuklar dahil yüzlerce insanın canına kastetmesi, binlercesinin yaralanması, aç susuz, ilaçsız bırakılması karşısında gösterilmemesi, ‘‘acil bir ateşkes’’ çağrısına bile yanaşılmamasıdır. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac, sessizliğini bozarak gerçi sonunda ‘‘Ateşkes çağrısına yanaşmamak ahlaksızlıktır’’ noktasına gelmiştir ama, ne yazık ki bunu ‘‘Basra yıkıldıktan sonra’’ yapmıştır. Avrupa Birliği’nin bu konudaki olumsuz tavrı ise şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü Birliğin içinde Birleşik Devletler’in, dolayısıyIa da İsrail’in mebzul miktarda ‘‘Truva atı’’ cirit atmaktadır. W. Bush’un ortağı Blair’in İngiltere’si, Merkel’in Almanya’sı, idamın yeniden ihdası için yanıp tutuşan ‘‘ikizlerin’’ Polonya’sı Amerika’nın dümen suyunda seyreden ülkeler arasındadır. ??? Sonunda, geç de olsa, BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinin tamamının onayıyla geçen cuma akşamı Lübnanlı Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşa son verilmesi ve Lübnan’daki BM gücünün 15 bine çıkarılması konusunda karar almışlardır. Kararın İsrail ve Lübnan tarafından kabul görüleceğinin işaretleri de alınmıştır. Ama bu konuda yine de fazla iyimser olmamak gerekir. Çünkü bölgenin yakın tarihinde düzineyle uygulanmayan Güvenlik Konseyi kararının varlığı kimsenin saklısı değildir. Barışın, savaş gibi anında devreye girmesi ise beklenmemelidir. İnişli yokuşlu olacağı, dolayısıyla da zaman alacağı hemen kesindir. Ama ‘‘acil olarak sağlanacak bir ateşkes’’in barış umutlarını ciddi ölçüde arttıracağından kuşku yok. Bu arada yine aynı gün, BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail’i Lübnan’da sistematik bir biçimde sivilleri öldürmekle suçlayan bir karar suretini daha kabul etmiştir. Konsey, konunun araştırılması için bölgeye acil olarak yüksek düzey uzmanlardan oluşan bir komisyonun gönderilmesini de kararlaştırmıştır. İsrail’in BM nezdindeki büyükelçisi, sivil kıyımını ‘‘Ne yapalım, Hizbullah silahlarını sinik bir biçimde halkın içinde saklamaktadır. Bu yüzden sivillerin öldürülmeleri kaçınılmaz olmaktadır’’ şeklinde savunarak yılın sinizm rekorunu kırmıştır. ??? Aslında, bu bir aylık savaşın dileriz öyle oluren önemli özelliklerinden biri, belki de birincisi, İsrail saldırılarının şiddetidir. Birkaç gün önce gazetelerin yazdıklarına bakılırsa bilim adamları, ilkel bir geni yeniden inşa ederek evrim sürecini geriye çevirerek bir fareyi 500 milyon yıl geriye götürmüşler. Enerji kaynakları ve yollarını denetim altına almak için insanlık yasalarının tümünü hoyratça çiğnemekte sakınca görmeyen W. Bush ve neocon’ları ve onların Ortadoğu’daki taşeronu İsrail’in sorunları güç kullanarak çözüme ulaştırma saplantısına kapılmış bombacılarının, yüzlerce yıllık bir tersine evrimle tarihin barbarlarına katılmaları için bilim adamlarının genetik müdahalelerine gerek yok. Para babalarını çıldırtan petrol kokusu, başkalarının topraklarına yerleşme tutkusu, insanların insanlıklarını unutması için yetiyor. On günlük bir bebeğe on birinci günü çok gören, acımasızlığı ölçüsünde gereksiz bir hışmı, bir Tanrısal gazabı başka türlü izah etmenin olasılığı yok. Başbakan Sinyora’nın geçen hafta aktardığımız şu sözleri, bu açıdan bakıldığında çok daha anlamlı: ‘‘... Lübnan tarihinde yedi kez istilaya uğramıştır. Kana, on yıl arayla ikinci kez katliama sahne olmuştur. Ben bütün bunlarda gözü dönmüş bir hırsın izlerini görüyorum.’’ Ateşkesin gerçekleşmesi, hele bölgede barışın sağlanması kolay olmayacaktır. Savaşta umduğun bulamayan Olmert, hiç değilse barış görüşmelerinden avantajla çıkmayı deneyecektir. Zira İsrail’deki durumu hiç de parlak değildir. İsrailliler bir süredir Ehud Olmert’in stratejisini sorgulamaya başlamışlardır. Yönetim soldan ve sağdan sert eleştirilerin odağındadır. Kaybedilen asker sayısı, Hizbullah’ın engellenemeyen Katyuşa’ları, Olmert’in ve Savunma Bakanı Peretz’in popüleritesini ciddi oranda düşürmüştür. ‘‘Barış Şimdi’’ hareketinin sözcüsü Yariv Oppenheimer ise hükümeti, ‘‘İsrail ordusunu gereksiz ve tehlikeli bir maceraya sokmakla’’ suçlamıştır. Orada, Gazze’de ve Lübnan’da çocuklar katlediliyor. Kimse vahşete mazeret aramaya kalkmasın! H izbullah’ın El Manar televizyonu, halkların savaş kazanmayacakları yönündeki görüşü kadınca ve duygusal olarak nitelendirirdi. Diğer Arap gözlemcileri gibi onlar da İsrailli sivillere saldırmayı ve İsrail askerleri ile şiddetli çatışmalara girmeyi bir Arap zaferi olarak değerlendiriyorlar. Peki ama İsrail ordusunun öldürdüğü binden fazla Lübnanlı için zafer nerede? Bombalanmış ve yerlerinden edilmiş 1 milyon insan için zafer nerede? Bir gerilla örgütünün düzenli bir orduyla başa çıkabileceğini ve İsrail’in bu alandaki zayıflığını göstermek için bu kadar kayba değer mi? Diğer yandan, İsrail şu ana kadar öldürdüğü Hizbullah savaşçılarının sayısını 3’e, annelerin sayısını 2’ye katlasa bile zafer kazanmış olmayacak. İsrail hava kuvvetleri bin köyü haritadan silse bile, öldürülen İsraillileri geri getiremeyecek. Travma ve ekonomik zarar pek çok insanın yaşamını etkilemeye devam edecek. Ateşkes anlaşması Lübnan’dan çok İsrail’in pozisyonuna yakın olsa bile, hâlâ bu bir zafer değil. İsrail’in bölgedeki kuralları tek yanlı olarak belirleme konusundaki ısrarı, doğasındaki yabancılık öğesini güçlendiriyor. İsrail’in gelecek kuşakları bu inat yüzünden bedel ödemeye devam edecek. Bu savaşın bir hamlede bitmemesi kimseyi şaşırtmamalı. İsrail ordusu 6 yıldır askerlerini, işgal altındaki topraklara yönelik saldırıları ‘‘savaş’’, ‘‘çarpışma’’ olarak görmeye alıştırdı. İsrail’in 2 askerinin kaçırıldığı gerekçesiyle 6 hafta önce Gazze’ye başlattığı operasyon hâlâ sürüyor. (AFP) Askerler, gelişmiş, düzenli İsrail ordusuyla evleriyle tarlalarını yok eden tank ve helikopterler arasında koşturup duran, hafif silahlar ve kendi yaptıkları el bombalarıyla donanmış Filistinli gruplar arasında bir simetri bulunduğu efsanesine inandılar. Gerçekten de Filistinlilerin İsrail askerlerini öldürmeyi ya da yaralamayı başardıkları birkaç gerilla operasyonu var. Ama bunlar istisna. İsrail’de düzenlenen intihar saldırıları Filistinli örgütlerin ‘‘askeri’’ zayıflığının bir göstergesi. İsrail ordusu Lübnan’a, savaşı tank ve buldozerlerle mültecilerin evlerini yıkmak, çatışmayı, ellerindeki Kalaşnikoflar İsrail tanklarında bir sıyrık bile oluşturamayan savaşçılara helikopterlerden ateş açmak sanan askerleri gönderdi. Bu askerler, vatanı korumanın yollara barikatlar kurarak yüz binlerce insanın insanca yaşamasını engellemek demek olduğunu sanıyor. İsrail ordusunun geçen yıllarda oluşturduğu bir başka çarpık standart gereği, kuzeyde Katyuşa füzelerinden kaçan İsraillilerin boşalttığı evler ‘‘terk edilmiş’’ sayılacak. Oysa İsrail ordu sözcüleri Han Yunus ve Refah’ta yoğun İsrail ateşinden kaçan sivillerin evlerinin düzenli olarak yıkılmasına gerekçe olarak terk edilmiş olmalarını gösteriyordu. Buldozerler kuzeydeki İsraillilerin evlerini yıkmayacak ama söz gelimi neden hırsızlar bu evleri soymasınlar ki? Sonuç olarak bunlar terk edilmiş evler değil mi? Bunları neden mi anlatıyorum? Öncelikle, Filistinlilere karşı savaş devlet zulmüsürüyor. İkincisi, İsrail’in çifte standardı ve ‘‘bizden olmayanları’’ aşağılaması, ordunun aldığı ve almaya devam edeceği darbelerin nedenini silahların eskiliğinden ve yanlış eğitimden daha iyi açıklıyor. İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da olduğu gibi Lübnan’da da sınırsız yıkım gücünü hem caydırıcılık hem de siyasi değişimi teşvik için kullanabileceğinden emin. İnsan faktörünüyse ihmal ediyor; bizim yıkım gücümüz büyüdükçe Lübnanlılarla Filistinlilerin dayanıklılığı da artıyor. Haklı olarak İsrail’in kuzeyindeki halkın iyiliğini düşünüyoruz, cesaretlerinden gurur duyuyoruz, kaçanlara anlayış gösteriyoruz, her ölüm ve hedefi vuran her füze bizi sarsıyor. Kuzeydeki halkın 1 ayda yaşadıklarını binle çarpın, buna ekonomik abluka, elektrik ve su kesintisi ve parasızlığı ekleyin. Son 6 yıldır Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler böyle ‘‘yaşıyor’’ işte. İsrailliler ordularının Filistin topraklarındaki cinayet ve yıkımlarına izin veriyor. Lübnan’da olduğu gibi burada da asıl istihbarat ve güvenlik hatası, İsrail’in çekinmesiz ve sınırsız yıkımının boyutlarını ve Filistinlilerin dayanıklılığının inanılmaz gücünü anlamamasıdır. İsrail bu yüzden ‘‘zafer’’ sanrıları görüyor. Filistinlilerin büyük acılarına karşın hâlâ Sderot’a ev yapımı füzeler atılıyorsa, bunun nedeni onların İsrail’in yıkım gücünün Kassam füzelerini durdurmayı ya da asker Gilad Şalit’in serbest bırakılmasını hedeflemediğini anlamış olmalarıdır. İsrail’in yıkım gücü Filistinlileri bir teslimiyet anlaşmasını kabul etmeye zorlamayı hedefliyor. Filistinliler ise bunu askeri zaferlerle değil dayanma güçleriyle reddediyor. (Haaretz, İsrail, 9 Ağustos) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer İ Kİ ŞİRKETE YAPTIRIM ABD’den Rusya’ya silah cezası ? Bazı uzmanlar, iki silah şirketine uygulanan yaptırımlardan daha çok Rusya’daki Amerikan çıkarlarının zarar göreceğini dile getiriyor. Gelişmeler, Moskova ile Washington arasındaki ilişkileri daha da soğutabilir. DMİTRİY LİTOVKİN şirketine, Rosoboroneksport ve Suhoy’a karşı yaptırımların yürürlüğe girdiğini ilan etti. Gerekçe, İran’la işbirliği. Amerikan şirketlerine bu kurumlarla ilişkilerini kesmeleri, ayrıca eğer varsa söz konusu kurumların ABD’deki banka hesaplarının dondurulması gerektiği belirtildi. ABD Dışişleri’nin bu kararının arkasında başka nedenler de var. Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Rus devlet şirketlerinin, 2000 yılında kabul edilen ve İran’a kitlesel kırım silahlarının satılmasını yasaklayan ABD içi bir yasayı çiğnemekle suçlandığı, böylece bir kez daha yabancı şirketlerin Amerikan yasalarına göre yönetilmesine çalışıldığı vurgulanıyor. Mesele, yalnızca Moskova’nın Tahran’la işbirliği değil. Her şey Rusya’nın Suriye’ye Strelets adlı mobilize füze sistemlerini satma anlaşmasıyla ve İsrail’in bunun Hizbullah’ın eline geçeceği yolundaki açıklamasıyla başladı. Daha sonra Cezayir’le de başarılı bir silah anlaşması yapıldı. ABD Dışişleri açısından Moskova’ya karşı bardağı taşıran damla ise Venezüella’ya bedeli 3 milyar doları aşan silah satışıydı. Rosoboroneksport’a karşı yaptırım, özünde Rusya’ya karşı ekonomik savaş ilan etmek anlamına geliyor. Zira bu şirket, yurtdışında, ülkenin bütün savunma işletmelerinin çıkarlarını temsil ediyor. Geçen yıl silah satışlarından elde ‘A BD Dışişleri Bakanlığı, iki resmi Rus edilen gelir 6.1 milyar doları buldu (sipariş anlaşmalarının bedeli ise 30 milyar doları aştı). ‘‘Sorunun fiyatı’’ konusunda şu sayılar da fikir verebilir: ABD’nin gelişmekte olan ülkelerle askeriteknik işbirliği, toplam silah ihracatının yüzde 70’i kadar; Rusya’da ise bu oran yüzde 90’ı geçiyor. Bu arada bazı uzmanlar, söz konusu yaptırımlardan, daha çok Rusya’daki Amerikan çıkarlarının zarar göreceğini dile getiriyor. Ne Rosoboroneksport, ne de Suhoy’un ABD ile askeri anlaşması var. Ama bu şirketlerin sivil havacılık alanında ciddi projeleri bulunuyor. Suhoy’un üretmekte olduğu SuperJet 100 uçağı için ithalatçı olarak Amerikan Hamilton, Sundstrand, Honeywell ve Boeing seçilmişti. Ayrıca Kremlin, Rus havayolu şirketlerinin en az 3.5 milyar dolarlık olası Boeing ithalatını da etkileyebilir. Rusya AskeriTeknik İşbirliği Federal Servisi Genel Müdür Yardımcısı Vyaçeslav Dzirkaln şöyle diyor: ‘‘Biz bu tür darbeleri göğüslemeye hazırız. Çünkü hem gözetmemiz gereken Rusya çıkarları, hem de ortaklarımız karşısında yükümlülüklerimiz var.’’ Moskova ve Washington arasındaki siyasi soğukluk daha da artabilir. Silahlanma alanında temel belge olan Start1 Anlaşması’nın süresi 2009’da bitiyor. Son gelişmelerden sonra anlaşmanın uzatılması ihtimali azaldı. Bu durum, yeni bir nükleer silahlanma yarışının başlaması anlamına gelebilir. (İzvestiya, Rusya, 7 Ağustos) Rusçadan çeviren: Hakan Aksay Washington’ın yeni düzenlemeleri Kıbrıs sorununu da etkileyecek Ortadoğu’ya cehennem haritası ANTHOS LİKAVGİS üper güç ABD’nin önceden kesin ve net olarak belirtmiş olduğu Ortadoğu’daki yeni jeopolitik düzenlemeye yönelik stratejilerden bölgesel hiçbir ülke etkilenmeden kurtulamayacağı gibi, Kıbrıs konusu da bu çerçevenin dışında kalamaz. Gelişmeleri başka türlü ifade edersek, tarihten gelen sürtüşmelerin bütünüyle yeniden canlandığı Ortadoğu’daki kritik coğrafyada yaşananların ayrıntılarıyla belirtilmesi mümkün olmadığı gibi, gelişmelerin Kıbrıs üzerindeki etkisinin gelecek dönemde görüleceği bir gerçektir. Etrafımızdaki can sıkıcı olaylar ve bu olayların ardından kaydedilecek gelişmeler, Helenizme stratejik bir hazırlığın gerekli olduğu yönünde net mesajlar vermektedir. Söz konusu stratejinin havada kalmaması için seçeneklerin düzenlenmesi de gerekiyor. Çünkü bölgede yaşanan gelişmeler öncesinde Washington’ın ilan ettiği yeni Ortadoğu’nun nasıl biçimleneceği henüz belli değildir. Daha da önemlisi, bu yeni oluşumun Yunanistan’a olan etkileri de belli değildir. Ancak gelişmeler hangi yönde olursa olsun, yani süper güç planları tam başarıya ulaşamasa dahi, bölgedeki dengelerin eskisi gibi olmayacağını biliyoruz. Ortaya S çıkacak yeni stratejik dengeler elbette eskisinin aynısı olmayacaktır. Olası sonuçların hem geleceği belirsiz Kıbrıs konusu ve TürkYunan ilişkilerini hem de askıdaki tehlike içeren konuları etkileyeceği de biliniyor. Bu noktada, gelecek 2 ayda Ankara’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı yükümlülükleri ekseninde ABTürkiye ilişkilerinde sürtüşmelerin meydana gelmesi olasılığı göz BD’nin ilan ettiği yeni Ortadoğu’nun nasıl biçimleneceği henüz belli değil. Bu yeni oluşumun Yunanistan’ı da nasıl etkileyeceği bilinmiyor henüz. Kesin olan şeyse bölgedeki dengelerin değişeceği... önünde tutularak, Atina ve Lefkoşa’nın yeni stratejiler çizmeleri gerekiyor. Bu stratejiler, bir yandan Türklerin AB ölçütlerine uyum sağlamayı reddetmesinden, diğer yandan da olası bir jeopolitik krizin nüksetmesinden etkilenebilir. Çünkü durum daha da olumsuz yönde gelişirse veya kriz daha geniş bir bölgeye yayılırsa doğal olarak bizim sorunlarımızın da kötü yönde etkilenmesi tehlikesi baş gösterip A olumsuz koşullar yeniden biçimlenebilir. Sonuçta, Ankara’yı uğraştıran ciddi Kürt sorunu nedeniyle, Atina ve Lefkoşa’nın masalarındaki stratejiler değişebilir hale gelecektir. Gelişmelerin ne yönde seyredeceği hakkında öngörülerde bulunmak zor... Jeopolitik durumun nasıl şekilleneceği konusundaki belirsizlik de kesin sonuçlarla ilgili yorumlara izin vermiyor. Bu nedenle konulara ‘‘harita üzerinde tatbikatlarla’’ ve ‘‘olasılıklar üzerinde hesaplarla’’ yaklaşılıyor. Şu anda kesin olan, Atina ve Lefkoşa’nın aynı yaklaşımı benimsemesi ve ulusal bir strateji uygulamalarının gerekli olduğudur. Bu, hem olumsuz gelişmelerin önüne geçebilmek, hem de gerçekleşebilecek olumlu gelişmelerin sürdürülebilmesi için gereklidir. Son anda ortaya çıkacak duruma göre hareket etme eğilimi kesinlikle bir yana bırakılmalıdır. Öte yandan, kana bulanmış olan bu coğrafyada büyük güçler tarafından çizilen yeni haritanın cehennem azabı çektirilerek kabul ettirilmesi, biçimlenecek yeni sahnenin olumlu sonuçlar getirip getirmeyeceği de elbette ayrı konulardır. (Ethnos, Yunanistan, 9 Ağustos) Yunancadan çeviren: Murat İlem İLAN MENDERES ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN 2006 / 207 Es. Davacı Hazine vekili tarafından davalı Şenay AYDIN aleyhine Mahkememize açılan men’i müdahalekal davasının yapılan yargılaması sırasında verilen ara karar gereğince; Davalının adresi Mahkememizce tespit edilemediğinden dava dilekçesinin ve duruşma gününün tebliğine karar verilmiştir. Davalı Şenay AYDIN’ın duruşmanın atılı bulunduğu 05.10.2006 günü saat 09.25’te duruşmada hazır bulunması veya kendisini bir vekille temsil ettirmesi, aksi halde yargılamaya HYUY 213/2 maddesi uyarınca yokluğunda devam edilerek sonuçlandırılacağının dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği yerine geçerli olmak üzere ilan olunur. Basın: 39848 CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle