21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 TEMMUZ 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR ERDAL ATICI Gereği Yapılacak Lozan’ı dışlamakla yetinmeyen emperyalizm, aslında Kurtuluş Savaşımızdaki asli nedeni Sevr’in işgalci koşullarını çizgileriyle sürekli olarak yinelemiş ve sıra günümüzdeki oyunlarına gelmiştir. Bu oyunlarla yetinmeyen gericiliğin, bağnazlığın iktidarına ne olursa olsun geçit verilmeyecektir. Atatürk gençliği için aşılamayacak engel yoktur. PENCERE ikliğin yaratıcısı, bir gerçek uygarlığın yaratıcısıdır. 30 Ağustos’un üretim sürecinde bizzat kendisini de üreten Mustafa Kemal Atatürk, tarihsel oluşumun nesnel gerçeğini göstermiştir Türkiye’ye, toplumuna. Osmanlı’dan kalan topraklarda artık, bütün şeyler bir şeyde ve bir şey de bütün şeylerde birleşecektir. Efendi ya da halife egemenliğinde değil bazzat bağımsız, laik ulusumuzun egemenliğinde bir birleşim olacaktır. Hem dünyadan habersiz yaşamayı önleyen, halkımızın kültür tarihini ve uygarlığını eylem içinde geliştiren, aydınlanma devrimleri ile geliştiren, dehalar dehası Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal’in aydınlanma devrimlerini ve çağdaş uygarlığını Batıcılık ve işbirlikçilik olarak belirleyen güçler, dün olduğu gibi bugün de sahnededirler. Laik ve bağımsız Türkiye’nin yücelmesini değil, şeyleşmesini, ‘‘dinci’’leşmesini kurgulamak peşindedirler. Ne ki, tarih bilincinden yoksunlukları, onları unutturmaktadır ki: Biz, önderimizin gösterdiği devrimci hedeften hiç şaşmadık. Atamızdan, vatanımızdan, bayrağımızdan, bağımsızlığımızdan, laikliğimizden hiçbir güç döndüremez bizi. Atatürk bilincimiz buna yeter de artar bile!.. Anadolu Köyleri... Osmanlı devletinde Anadolu köylüsü kendi yazgısına terk edilmiş, yoksulluk içinde ilkel bir yaşam sürmüştü. 40 bin köyün 35 binine yol bile yapılamamıştı. Verem, trahom ve sıtma gibi hastalıklar köylünün korkulu rüyasıydı. Uzun süren savaşlar, erkeklerin savaşlara gidip dönmemesi sonucu üretim durma noktasına gelmişti. Bütün yük kadınların sırtındaydı. Anadolu kadını bir yandan çocuklarını büyütüyor, bir yandan da tarlasında üretimi sürdürüyordu. Karanlıktı Anadolu bir baştan bir başa. Dağlar eşkıya doluydu. Anadolu topraklarında, köylü bir başına umarsız kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa, daha Kurtuluş Savaşı’nın başlarında 1 Mart 1921’de TBMM’nin II. Toplantı yılını açarken yaptığı konuşmada milletvekillerine, ‘‘Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi kimdir’’ diye soruyor ve yanıtı kendisi veriyordu: ‘‘...Yedi yüzyıldan beri cihanın dört bir köşesine göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp harcadığımız ve buna karşılık her zaman hakaret ve aşağılama ile davrandığımız ve bunca özveri ve bağışlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak düzeyine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda bugün utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım...’’ Cumhuriyetten sonra köylerimize ulaşmak, halkımızı bu ilkel koşullardan kurtarmak için hızlı hareket edildi. Atatürk’ün ‘‘Köylü milletin efendisidir’’ sözleri doğrultusunda, devlet üretme çiftliklerinin kurulması, ziraat fakültelerinin açılması, tarım ve kredi kooperatiflerinin kurulması, Aşar vergisinin kaldırılması gibi büyük reformlar gerçekleştirildi. Ziraat Bankası’nın kredi vermesi köylüye soluk aldırdı. Halkevleri, halkodaları ve Köy Enstitüleri; köylülerimizin aydınlanması için açıldı. Aydınlanma yolunda büyük savaşımlarla geçti Cumhuriyetin ilk yılları... ??? Ne yazık ki emperyalistler, yerli işbirlikçileriyle aydınlanma ateşini söndürdüler. 1950’li yıllardan başlayarak köylerimiz Osmanlı’da olduğu gibi kendi yazgısına terk edildi. Köylerde açlık tehlikesiyle karşılaşan halk kentlere akın etti. Umut içinde kentlerin varoşlarına sığındı çileli köylüler. Anadolu köyleri ıssızlaştı. Kentin eteklerine tutunan yoksul halk geldikleri köylerden daha ilkel, daha yoksul bir yaşama terk edildi. Gecekondular hızla çoğaldı. Siyasetçiler oy hesabıyla gecekondulara ruhsat verdiler. Görevi kaçak yapıları önlemek olan belediye başkanları, kendileri kaçak yapılarda oturdular. (Gazetelerin yazdığına göre İstanbul’da 12 belediye başkanı kaçak yapıda oturuyormuş.) Cumhuriyetin ilk yıllarında köyleri kentleştirmek savaşımı vardı, bugün ise kentler köyleştirildi. Köyde kalanlara ne oldu? Haberler hiç de iyi değil. Köylülerimiz perişan. Gazeteler yazdı; ‘‘Narenciye, pamuk, zeytin, buğday üreticisinden sonra domates üreticisi de perişan!’’ diye. Anadolu köylerinin yok olmaması ve tarımın sürmesi için; hükümetin acil önlem alması gerekiyor. Ancak, hiçbir çaba yok... Çalışma yok, önlem yok. Duyarlılık yok. Anadolu köylüsü, çiftçisi, emperyalizmin küresel saldırılarına karşı yalnız bırakılmış. Tek başına savaşıyor, ekmek mücadelesi veriyor. Ekmek IMF’nin ağzında. Halk çektiği acılara, sıkıntılara duyarsız kalanları, er geç sandıkta cezalandıracaktır! Siyasi tarihimizde bunun örnekleri çoktur. Akıl Dışında Bir Ülke.. Geçen akşam ülkede öncelikle turistik bölgeleri içine alan büyük bir elektrik kesintisi oldu, 13 ilde ortalık karanlığa gömüldü... Ertesi günü medyada çıkan haberler ve yorumlar bir sürü fasafisodan gayrı bir şey söylemiyordu. Yaşanan olay nedir?.. Türkiye’de enerji politikasının keşmekeşi, yanlışlığı, çarpıklığı su yüzüne vurdu... Dışa bağımlı enerji.. Pahalı enerji.. Çıkarcılık.. Akılsızlık.. ? Ertesi gün öteden beri bilinen eşdeğerli bir kepazeliğin bilmem kaçıncı kez medyaya yansıdığına tanık olduk... Gazetelerde başlıklar: Dünyada en pahalı benzin Türkiye’de!.. Çok güzel!.. Son dönemde benzin 15 kez zam görmüş... AKP Hükümetinin siyaseti bu!.. ? Saf yurttaşın kafatasını açıp bilmesi gereken şu çarpıcı bilgiyi huniyle içine akıtmalı mı bilemem... Benzin ya da mazot ne demek?.. Otobüs, otomobil, kamyon demek... Yani?.. Karayolları... Yani?.. Ulaşım!.. Ülkede ulaşım politikası karayollarına bağlanmış!.. Uygar dünyada ulaşım demiryolu ile karayolu arasında yüzde 50 50 iken bizde yüzde 90 karayolu, yüzde 10 demiryolu... Ve de dünyada en pahalı benzin Amerikan Doları’na bağlı Türkiye’de... ? AKP iktidarı dört yıldan beri ülkenin Cumhuriyet döneminde yaptığı yatırımları satarak durumu idare ediyor; iletişimi de Araba çoraba havale etti; ‘Telekom’ artık Türklerin elinde değil; bu satışlardan gelen paralar da dış borçlara gidiyor... Bu arada ‘Neoliberal’ ya da ‘Neoliboş’ denen bir kesim türedi; bunlardan özelleştirmelere alkış, alkış, alkış... Medyada ne diyorlardı bu ekonomi siyasetine: Serbest piyasa ekonomisi!.. Peki, ne oldu? Para piyasasında neoliberal rejim Türk Lirası’nı vurdu... Ülke göz açıp kapayıncaya kadar denilecek bir sürede fakirleşiverdi... Artık Türkiye, benzinini de, mazotunu da, doğalgazını da daha pahalıya alacak... Dünyanın en pahalı benzini bizde miydi?.. Şimdi daha da pahalı olacak... İktidar akaryakıtı dışardan daha pahalıya alacak, üstüne bindirip halkı kazıklayacak... Halk türbanla, tesettürle, dincilikle, Emine Erdoğan’la, RTE ile oyalanacak... ? Dünyanın en pahalı benzinini kullanan sözüm ona laik devletin okullarında öğrencilere Müslümanlığın Sünni mezhebi belletiliyor, aşılanıyor... Kaç yıldan beri imam okullarının temel öğretime dönüştürülmesi iç politikada tartışma nedeni olarak eğitimi de allak bullak ediyor... Dünyada benzini halkına en pahalıya satan ve enerji politikasındaki çarpıklığın kazığını fakir fukaraya ödeten iktidar akılbilim temel öğretimi yerine dinciliği yeğliyor... Enerji.. Ulaşım.. Öğretim.. Türkiye her şey gibi bu üçünün de çarpıklığında çarpılmış... ? Bu çarpık yapıdan kurtulabilir miyiz?.. Çok zor... RTE’nin AKP’si Merkez Bankası’nın başına faizi haram sayan bir kafayı oturtmak için ortalığı velveleye verdi.. Ardından Amerikan Doları Türkiye’den kaçmaya başladı... Bu kez Amerikan Doları kaçmasın diye RTE’nin AKP’si faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldı... Faizi haram sayıp faizciliğe sığınmak zorunda kalan RTE şimdi Cumhurbaşkanı olmaya soyundu... Benzini halkına dünyanın en yüksek fiyatıyla satacak, Çankaya’da türbanlı tesettürlü Emine Hanım’la oturup dincilik siyaseti güdecek... Vedii BİLGET Emekli Amiral ‘‘Gerçek yalınkat değildir. Çözümleme bekleyen bir düğümdür. Hiçbir varlık yoktur ki, oluş düzeninde ilişkileri ile başka varlıklara bağlanmamış ve kendisi ve başka varlıklarla birlikte bir bütünün üyesi olamamış olsun. Bunun için gerçeği doğrudan doğruya somut olarak kavramak yolu, bilim açısından ilk bakışta doğru görünen yanlış bir tutumdur. Çünkü gerçek, çözümlenmesi yapılmadan, yani ilişkilerinden, parçalarından kesilip soyutlaştırılmadan somut olarak tanınamaz.’’ (B. Brecht) ‘‘Dinci’’ iktidarın somut olarak, değişmez nitelikleri belirtilerek gereği yapılacaktır. Ünlü söz: ‘‘Sokrates’i severim, ama gerçeği daha çok.’’ Gazi Mustafa Kemal, ‘‘Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeye bağlıdır. İçtimai hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için tek tekamül ve terakki yolu budur’’ diyerek gerçek laikliğimizin, uygarlığımızın, siyasamızın ve kültürümüzün gerçek boyutlarını, çağdaş boyutlarını vurgulamıştır. Saf aklın, bağımsız aklın, insanca yaşama olgusunu bağrında yaşatan aklın, kültürün ve uygarlığın temel konularını kapsayan aklın, gerçekçi ve bilimsel yaklaşımları bir bütün olarak kucaklamış bir aklın, egemen ve sömürücü sınıflara karşı dur diyen bir aklın, ilerici demokrat, devrimci ve laik düşünceyi yeğ tutan aklın, büyük sermayelerin dünyasal sömürüsünü örgütleyen emperyalizmin vahşetine bağımsızlık savaşları ile karşı çıkanların ‘‘Ya istiklal ya ölüm’’ kararını veren, insanca var olmanın yol göstericisi aklın, nesnel sürecin doğruları ile Türkiye’yi laik ve bağımsız Türkiye’den yöneten dehalar dehası Gazi Mustafa Kemal’in ilerici ve devrimci atılımları, çağdaşlığın anlamlı çizgileri ile gösterdiği yollardan yakın tarihimiz sürekli olarak aksaydı, Türkiyemiz bugün çağdaşlığın zirvelerinde altın bir çağ yaşardı. Halkımızın, ordularımızın devrimci eyleminde sarsılmaz ve sürekli bir kararlılık vardır. Bu kararlılık halkımızın içinden, Mustafa Kemal ordularının içinden gelme bir kararlılıktır. Mustafa Kemal ordularının neyin uğruna savaşacağını saptayan bir karardır. 30 Ağustos’ta düzenlenen ordularımızın töresel yapısına müdahaleye yeltenenlere tepkisini Kurtuluş Savaşımızın gündemini yansıtarak verecektir. Bu karar 1. Sıvas Kongresi’nde alınan Türkiye’nin kurtuluş kararıdır. Günümüzde 2. Sıvas Kongresi’nde alınan karar, Türkiye’nin kurtuluş kararıdır. Laik ve bağımsız Türkiye’yi cepheleşerek kuşatan düşmanlarımız, hain kimlikleriyle karşımızdadır ve halkımızın Mustafa Kemal orduları da o hainlere karşı hazıroldadır. Günümüzdeki kurtuluş savaşı ordularının öncül görevi, Türkiye’yi dinci siyasilere alet edenlere ve onların emperyalist yardakçılarına karşı Mustafa Kemal Türkiye’sini güvenceye almaktır. Anadolu halkımızı, Anadolu kadınlarımızı, Anadolu erlerimizi bağımsızlık ve laiklik diyalektiğini saptayarak gerçek iç ve dış düşmanlarımıza karşı gerçek kurtuluş eylemlerine yöneltecek olan, dehalar dehası Gazi Mustafa Kemal’in günümüzdeki ordularıdır. Bağımsızlığımızı, laik Cumhuriyetimizi ve bölünmezliğimizi doğru olarak yorumlayan tek adam Mustafa Kemal, yaşamı boyunca ödünsüz bir kişilik sergilemiş ve tarihimizde ilk kez ödünsüz bir Türkiye yaratmıştır. iktidarın tablosu Sonuç: Çağımızın gerisinde kalmış dinci iktidarın siyasi, iktisadi ve sosyal tablosu ‘‘barbarlık’’ın tablosudur. Vahşi kapitalizmin zirvesindeki ABD emperyalizmine, Avrupa emperyalistler birliğine ve onların sömürücüsü kuruluşları IMF’ye, Dünya Bankası’na, Dünya Ticaret Merkezi’ne teslimiyetin tablosudur. Laik Mustafa Kemal Cumhuriyeti halkına ihanetin tablosudur. Bu tabloda, vahşi kapitalizm Bay Erdoğan’a yaman bir oyun oynattırmaktadır. Bu oyunun içinde tüm istemlerini gerçekleştirecek ordularımızı ele geçirme planlarıyla birlikte her türlü istemlerine uyumlu bir cumhurbaşkanını seçtirme, ele geçirme planları da var. Bu oyunu kim kazanacak? Bu oyunu oynatanlar mı? Bu oyunu bozacak olanlar mı? Türkiye’nin en önemli hayati bir döneminin siyasal ve askersel tarihini yazanların yol göstericisi Atatürk, Cumhuriyet ve devrimlerinin koruyuculuğunu Türk gençliğine armağan etmiştir. Bağımsızlığımızı, egemenliğimizi ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘‘güvenceye alma’’ günü gelmiştir. Lozan’ı dışlamakla yetinmeyen emperyalizm, aslında Kurtuluş Savaşımızdaki asli nedeni Sevr’in işgalci koşullarını çizgileriyle sürekli olarak yinelemiş ve sıra günümüzdeki oyunlarına gelmiştir. Bu oyunlarla yetinmeyen gericiliğin, bağnazlığın iktidarına ne olursa olsun geçit verilmeyecektir. Atatürk gençliği için aşılamayacak engel yoktur. Ordularımızın temel kuvveti gençlerimizden oluşmaktadır. Gereği halkımızla birlikte yapılacaktır. Bu, demirden bir zorunluluktur. Halkın önündeki engeller Büyük Taarruz, büyük halkımızın ordularıyla birlikte Mustafa Kemal’in kişiliğinde, halkımızın önündeki tüm engellerin kaldırılması için saldırgan emperyalizmin ve Vahdettin’li, Damat Ferit’li işbirlikçilerinin, hainlerinin bütün kaleleri yıkılarak verilmiştir. Bu engelleri günümüzde halkımızın ve ordularımızın önüne, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, 30 Ağustos’un düzenlenmesinin önüne getirme gafletindeaymazlığında bulunacak olanları uyarırız. Dinci gericiliğin ayyuka çıktığı günümüzde bu bozguncu yeltenişe soyunanlar, Mustafa Kemal’in bağımsızlık ve laiklik tarihi önünde o tarihi yıkmak isteyenler, büyük bir ihanetin ve yanlışlığın bilinçli, istekli sorumluları olarak, Büyük Taarruzumuzun güncel tarihi önünde yargılanacak, Mustafa Kemal’in gençliğe emanetinin, Mustafa Kemal’in Türk gençliğinin koruyuculuğuna bıraktığı Cumhuriyet ve devrimlerinin gereği yapılacaktır. Mustafa Kemal, bilimsel atılımlarımızın, bağımsızlığımızın ve laikliğimizin aktarıcısı değil, bilimselliğin, bağımsızlığın ve la Laikliği dışlayanlar Halkımızı, bağımsızlığımızı, laikliğimizi Mustafa Kemal Türkiye’sinin siyasal, ekonomik, sosyal ve askersel iradesini yabancıların iradesine iktidarını pekiştirerek teslim eden bu dinci iktidar da başımızda olamazdı. Laikliği dışlayanlar aramızda barınamazdı ve dinci iktidarın esamisi okunamazdı, adı anılmazdı. Mustafa Kemal 1 Kasım 1924 günü, TBMM’nin ikinci yasama yılını açarken altını çizdiği gibi, ‘‘halk yönetiminin engellerden arındırılması için’’ yaptığı konuşmayla, TBMM’den laik, bağımsız ve onurlu halkımıza seslendi. Emperyalizmin efsanesini yıkan da halkımızla birlikte Mustafa Kemal’in devrimci Kurtuluş Savaşı ordularıdır. İLAN T.C. KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN 2005/908 Vas. Tayini Mahkememizce verilen 18.4.2006 tarih ve 2005/908 E 2006/270 K. sayılı karar ile Abdülhamit ve Hatem kızı 1924 doğumlu Leman Çitkaya, TMK 405. maddesi gereğince vesayet altına alınarak kendisine 1937 doğumlu Tezer Ulusoy vasi olarak tayin edilmiştir. 18.4.2006 (Basın: 33410) Yargıda Yabancı Baskısı Av. Hüseyin ÖZBEK İstanbul Barosu Genel Sekreteri anzimat öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nda üç çeşit mahkeme vardı: Müslümanların kendi aralarındaki anlaşmazlıklara bakan, geleneksel kurumlar olan şer’i mahkemeler, gayrimüslim tebaanın kendi aralarındaki davalarda yetkili cemaat mahkemeleri (Kilise mahkemeleri), üçüncü olarak da yabancıların aralarındaki uyuşmazlıklara bakacak olan konsolosluk mahkemeleri. Konsolosluk mahkemeleri, giderek Osmanlı’nın ekonomik ve siyasal prangasına dönüşen kapitülasyonların ürünü idi. Bilindiği gibi kapitülasyonlar, emperyalist Batı devletlerinin kendilerine ve uyruklarına Osmanlı, ülkesinde sağladıkları ekonomik, ticari, siyasi ayrıcalıklardır. Osmanlı’nın çöküşüne koşut olarak aleyhimize hükümleri ağırlaştırılan kapitülasyonlarla ülkede yabancı girişimciler Türklerden daha fazla ticari ayrıcalıklar edindiler. Sonuç yerli burjuvazinin gelişememesi, sermaye birikiminin sağlanamaması oldu. Devletin intiharı anlamına gelen kapitülasyon süreci sonunda Osmanlı ekonomisi tamamen çöktü, ülke yarı sömürge haline geldi. T nebiler arasında geçen ticaret davaları ekseriya avukatları ve tercümanları vasıtasıyla ecnebiler kazanarak ve Müslüman tüccarların müdafaaya vukuflu vekilleri bulunmadığından İslam ticaretine halel gelmiştir. Bundan başka Müslüman olmayan tebaamızdan birçoğu dahi yabancı devletlerin himayesine girip o vesile ile işlerini becermişlerdir...” (1) 1839 Tanzimat Fermanı sonrası hukuk alanında çeşitli düzenlemeler yapıldı. Osmanlı’nın iyi niyetle, safça, Batı’nın önerdiklerini yapması durumunda egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün onlar tarafından garanti edileceğine ilişkin inancı boşa çıktı. 1856 Islahat Fermanı, 1876 I. Meşrutiyet ve Kanuni Esasi, 1908 II. Meşrutiyet denemeleri Batı emperyalizminin Osmanlı’yı parçalama, coğrafyasını paylaşma düşüncesini hiç etkilemedi. Osmanlı’nın en uzun yüzyılı olarak nitelenen 19. yüzyıl boyunca, Osmanlı’nın çözülüş, çöküş, sömürgeleşmesi artarak devam etti. Ekonomik kıskaç Osmanlı’nın sonu, iç dinamiklere, öz kaynaklara, ulusal çıkarlara dayalı bir ekonomik model ve hukuksal düzenleme yerine, emperyalist devletlerin düşüncesine dayanan yol haritasının hazin örneği olarak tarihteki yerini. aldı... Emperyalistlerin, ekonomik kıskacın yanı sıra hukuk prangalarını da kullanarak mazlum ulusların sömürülmesini sürekli kılmak istedikleri çok açıktır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, çok önceden verdikleri idam hükmünün infazına hazırlanan emperyalistlerin oyunları, ulusumuzun Mustafa Kemal önderliğinde verdiği savaşla boşa çıkarıldı. Sömürgecilerin ulusumuza biçtiği kefen parçalandı. Sıradışı tatilinizde, kent yorgunluğunuzu atmak için öncelikle tercih edebileceğiniz. Tarih, Dağ, Deniz ve Oksijeni ile Kazdağı eteklerinde sizi karşıladığı otantik mekan. Batının dayatması Batı’nın dayatmaları sonucu Osmanlı mülkünde, Osmanlı’nın denetimi dışında oluşturulan bu mahkemelerin yargı alanı süreç içinde genişledi. Yabancılarla Türk ( Müslüman) tüccarların davalarına da bu mahkemeler bakmaya başladı. Her nedense konsolosluk mahkemelerinin baktığı davalar çoğu kez Türk tüccarların aleyhine sonuçlanıyordu. “Osmanlı tebaası olan tüccarların çoğu ticaret kanun ve usullerine vâkıf olmadıklarından pek çok zarara uğramışlardır. Hele İslam tüccarlarıyla ec Adatepe Köyü Küçükkuyu Çanakkale Türkiye Rez Tel : +90 286 752 65 81 Faks : +90 286 752 20 66 Çanakkale İrtibat TelFaks : +90 286 217 47 07 1 Oda 2 Kişi Y.P. 150 YTL. www.hunnaphan.com email: Info?hunnaphan.com Sömürgenlerin ekonomik dayatmalarının, tuzaklarının tarihin tozlu sayfalarında kaldığını, yeni dünya düzeninde bunların yerinin olmadığını düşünmek yanılgıdır. Küreselleşme masalıyla mazlum uluslara dayatılan hukuk sistemi, ülkeyi kalkındırma, çağdaşlaştırma bir yana, emperyalist sömürüye karşı direnmenin ulusal hukuk zeminini yok etmektedir. Ulusal pazarın ekonomik, fmansal denetiminin yabancıların eline geçmesinin benzeri, iç hukuk düzenini çökertip ulusüstü hukuk denetimine açarak gerçekleştirilmektedir. Günümüzde bize çok ırak olmayan Irak’ta hukuka, insan haklarına, evrensel değerlere saygılarına yakından tanık olduğumuz (!) işgalcilerden, Sevr’in başmimarı İngiltere’nin mütareke dönemi İzmir’indeki, hukuksal uygulamalarından kısa bir kesit sunalım: Mondros Ateşkesi imzalanmıştır, ama Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasına daha 3 ay vardır. İşgale direnmeyi düşünen Kolordu Komutanı Vali Nurettin Paşa görevden alınır. Yerine koyu İtilafçı Ahmet İzzet Paşa atanır. Bu atama sonrasında işbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Partisi İzmir Şubesi daha da pervasızlaşır. Ulusal direnişe hazırlananları işgalcilere ve saraya ispiyon eder. Hatta bazıları işgalden sonra Yunan yönetimiyle açıkça işbirliğine girer. “Mütareke döneminde, ceza ve infaz sistemine yapılan müdahaleler de devletin meşruiyetini ciddi bir şekilde yaralamıştı. Adliye Nezareti’nin, cinayetten tutuklu bulunanlardan ‘sadece Ermeni ve Rumların’ serbest bırakılmasına ilişkin, cezada eşitlik ilkesine aykırı kararını, I. Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere’nin İzmir konsolosu olup mütarekeden sonra albay rütbesiyle vilayete gelen Smith’in işleme koymasına razı olmak büyük bir hataydı. 20 Mart’ta ya nında Rum avukat Athinogenini olduğu halde, İzmir Merkez Hapishanesi’ne gelen Smith, 1250 Hıristiyanı serbest bıraktırmıştı.’’ (2) Aynı durumda bulunan Türk/Müslüman tutuklular da tahliye isteminde bulunurlar. “Padişahım çok yaşa” diye bağırarak bazı RumErmeni mahkumları rehin alırlar. Bunun üzerine cezaevinin etrafı çevrilir, yapılan müdahale sonucu bir Türk mahkum ölür, bir diğeri yaralanır. Daha sonra Smith aynı avukatla Urla Hapishanesi’ndeki mahkumları da bıraktırır. Çeşme Cezaevi’nde hayvan hırsızlığı ve eşkıyalıktan mahkum iki Rumu da, savaş sırasında İngiliz ordusunda hizmet ettikleri gerekçesiyle bıraktırmak ister. Çeşme’de bazı Rum ileri gelenleriyle birlikte, baskın verir gibi küstahça girdiği Hükümet Konağı’nda Kaymakam Tahir Bey’i, yolda otomobilinin çamurlandığından bahisle azarlar. Bozuk Türkçesiyle “İşitiyoruz ki teşkilat yapıp silahlanıyormuşsunuz! Türkiye’yi müttefikleriyle birlikte yendik, top ve tüfeğinizi aldık. Neyinize güveniyorsunuz? Yaptıklarınız hükümetinizin programına da aykırıdır. Sizi medeniyete davet ederim. Vahşete devam ederseniz mahvolacaksınız” diyerek tehdit eder. Irak’ ı özgürleştirme (!) gayretlerini büyük bir özenle aksatmaksızın sürdüren günümüz Smith’leri, dünkü Smith’lerin izinden gidiyorlar. Dünün Smith’lerinin bu topraklarda Türk ulusundan, Atatürk’ten aldıkları dersi ardıllarına yeterince anlatmadıkları anlaşılıyor. 1) Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi TTK 2) Doç. Dr. Engin Berber, Bir İzmir Kâbusu Mütareke ve İşgal Dönemi Üzerine Yazılar 3) Doç. Dr. Durmuş Yılmaz, Cumhuriyetimizin Fikri Temelleri CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle