27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 2006 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Hindistanlı finans uzmanı Karti Sandilya Atatürk’e ve devrimlerine övgü yağdırdı Türkiye yüzyılın en önemli ülkesi SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Çoğumuz hiç kuşkusuz uluslararası finans kuruluşlarının nasıl çalıştıklarını, işleyiş biçimlerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini merak eder. Ben de onlardan birisiyim. Türkiye’nin hele de IMF’yle bu kadar içli dışlı olmasından sonra bu merak son derece doğal. Hazine ve maliye bürokrasisinde görev alıp bunları öğrenemeyeceğimize göre de oralarda çalışmış uzmanlarla konuşmak ve neyin ne olduğunu anlamak önemli. Ben de böyle yapıyorum. Dünya Bankası’nda kimi misyonlarda görev yapan bir dostumun Washington’daki evinde Hindistanlı finans uzmanı Karti Sandilya’yla tanışıyorum. Ortaya bu söyleşi çıkıyor. Sandilya, özellikle son yıllarda yükselen pazarların önemine dikkat çekiyor. Bu arada da Atatürk’ün yarattığı Türkiye’nin bu yüzyıl için karanlıkları aydınlatan yol gösterici keskin bir ışık olduğunu söylüyor. Siz Asya Kalkınma Bankası gibi uluslararası bir finans örgütünde uzun yıllar görev yapan bir kişi olarak uluslararası finans örgütlerinin nasıl çalıştıklarını anlatır mısınız? KARTİ SANDİLYA Tabii ki bu hangi uluslararası örgüt olduğuna bağlı. Ama çoğu uluslararası örgütün yönetim yapısı şöyle oluyor: Bir kere yönetim kurulları var. Üye ülkelerin sayıları çok fazla olduğu ve her ülke de yönetim kurulunda temsil edilemeyeceği için ülkeler bölgelerine göre toplanıyor. Her bölge bir ülke tarafından temsil ediliyor. Bu temsil, dönüşümlü olarak her ülkenin yönetim kurulunda görev alabileceği biçimde sürdürülüyor. BM’nin Güvenlik Konseyi üyesi beş daimi üyesinin veto yetkisi bulunmasının aksine bu tür uluslararası örgütlerin üyelerinin hiçbirinin veto yetkisi yok. Kararlar da genelde oybirliğiyle alınıyor. Oybirliği sağlanamadığı durumlarda oyçokluğuyla karar alındığı da oluyor. Eğer bir konuda farklı görüşler ortaya çıkarsa karar erteleniyor ve uzlaşma yolları aranıyor. Mümkün olduğunca kararların oybirliğiyle alınması için zemin araştırılıyor. ABD engellemiyor İyi de.. yönetim kurulundaki çok güçlü bir ülkenin temsilcisi bir karar alınması için bastırırsa ne olur? Böyle bir ülke bankaya daha fazla kaynak aktardığı için daha güçlü olur, tabii ki. Ama işler BM’deki gibi değil bir uluslararası kalkınma bankasında. BM’de tek üyenin tek oy hakkı var. Ama böyle bir kalkınma bankasına üye olmak için önce kuruluştan hisse satın alıyorsunuz. Gücünüz de ne kadar hisseniz varsa ona bağlı. Yine de dediğim gibi.. kararların oybirliğiyle alınmasına özen gösteriliyor. Bu tür uluslararası örgütlerde hisselerin en fazlasına sahip olan ABD bile veto gibi bir hak kullanamıyor. Kimi kararlar ABD’nin isteği dışında da alınabiliyor. Ama ABD bunları engellemiyor, çünkü yapamaz. Peki, kalkınma bankası derken neyi kastediyoruz? Aslında çok ilginç. Kalkınma bankacılığı zarar eden bankacılık.. ticari bankacılık ise kâr eden bankacılıktır. Öte yandan kalkınma bankacılığı, ticari bankacılığın kabul etmeyeceği proje ve girişimlere krediler açar. Bu projeler ve girişimler bir ülke, bir halkın ekonomik açıdan kalkınması amacıyla hazırlanmıştır. Peki, ticari bankalar neden bu projeler için borç vermekten kaçınıyorlar? Çünkü bunlar fiziki ya da toplumsal altyapı projeleri. Örneğin eğitim, sağlık sektörleri için hazırlanan projeler. Dolayısıyla bu projelerin getirileri ya çok uzun, otuz kırk yıl alıyor ya da doğrudan projenin Vergi kaçakçılığına dikkat Bir de Asya Kalkınma Bankası gibi kuruluşların Batılı vergi mükellefinden aldığı paraları borç olarak ihtiyaç halindeki ülkelere kredi olarak vermesi konusu var... Bu konuyu hiçbir uluslararası kuruluş dile getirmiyor. Asya Kalkınma Bankası kendi vergi mükelleflerinden para almıyor, ama Batılı vergi mükellefinin parasını kredi olarak ödüyor. Bu doğru bir davranış değil. Bu kredi, alan ülkeye verilirken bir yandan da kendi parasını kendi kendine üretmenin yollarını bulması istenmelidir. Kalkınmakta olan ülkelerde ciddi bir vergi kaçakçılığı var. Pek çok kişi vergi kaçırmanın türlü çeşitli yollarını arıyor. Bu ülkelerde hükümetlerin çok sıkı bütçe politikaları olmalı. Ancak o zaman uluslararası finans kuruluşlarının iyi bir müşterisi olabilirler. Bu durumda Türkiye sizce uluslararası finans kuruluşlarının iyi bir müşterisi mi? Ayrıca Türkiye Asya Kalkınma Bankası’nın donör ülkelerinden birisi değil mi? Türkiye’nin donör ülke olması çok kritik bir zamanda gerçekleşti. Sovyetler Birliği dağılmıştı ve Orta Asya ülkeleri bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı. Önce Asya Kalkınma Bankası’nın, ardından da EBRD’nin (Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası) üyeleri oldular. Bu da Türkiye’ye komşusu ülkeler olarak Orta Asya Türki cumhuriyetlerinin kalkınmalarında kilit rolü veriyor. Çünkü Türkiye bu iki uluslararası finans kuruluşunun da üyesi. Türkiye’nin çok başarılı bir yükselen pazar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Americas Bank gibi öbür uluslararası finans kuruluşlarına da üye olabilir. Ben Hindistan Maliye Bakanlığı’nda görevliyken Hindistan’ın Pasifik Kalkınma Bankası’na donör üye statüsünde katılması müzakerelerini yürütmüştüm. Türkiye hem yükselen pazarı, hem demokrasisi hem de kalkınma bilgisi ve deneyimi olan bir ülke. Bu bilgi birikimi ve deneyiminizi daha çok uluslararası kuruluşa katılarak paylaşabilirsiniz. Çünkü bu kuruluşlardan hisse almak için evet, para koyacaksınız, ama getirisi çok yüksek olacak. Çünkü daha fazla uluslararası temaslara sahip olacaksınız. Hep uluslararası aktörlerle dirsek temasınız bulunacak. Peki, kendi bölgeniz dışındaki bir kalkınma kuruluşuna nasıl üye olabiliyorsunuz? Size Hindistan örneğini verdim. Bakın, Çin son zamanlarda Karayipler Kalkınma Bankası üyesi oldu. Bu da çok önemli. Böylece çok daha fazla küresel deneyim sahibi oluyorsunuz. Böylece de çok daha fazla çıkar elde etme şansını elde ediyorsunuz. Formül basit. Sofraya yanaşıyorsunuz. Kararsızsınız. Ya oturup yemeği yersiniz, ya da açlıktan ölmeyi yeğlersiniz. Karar size kalmış. Sizin Türkiye’yle ilgili bir teziniz olduğunu biliyorum. 21. yüzyılda Türkiye’nin çok önemli bir dünya aktörü olacağı görüşünü savunuyorsunuz. Türkiye bunu nasıl başaracak? Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasıyla. Atatürk, zamanında nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan ülkeyi alıp laik bir demokrasi kurmuştur. Bu, dünyada görülmemiş bir başarıdır. Atatürk bunu yaptığı dönemde muazzam bir başarıydı. Bugün Türkiye dünyada çevresini, karanlıkları aydınlatan, yol gösterici, keskin bir ışık. Ama ne yazık ki bu ışığı gerisin geriye götürmek ve karartmak isteyen güçler var... Bunu yapmak felaket olur. Çünkü Türkiye, başkalarının izlemesi gereken bir örnek. Dolayısıyla da Türkiye Türkiye olarak kalmalıdır. Ancak bu şekilde insanlığın davasına hizmet edebilir. Bu nedenle de benim için Türkiye bu yüzyılın en önemli ülkesidir. kendisine değil, yoksul insanlara dönüyor. Yani, eğitim projesine para verdiğiniz zaman bunun toplumsal getirisi çok yüksek, ama ekonomik getirisi pek yok. Bu nedenle de ticari bankalar bu projeler için para vermiyorlar. Böyle olunca da bu projeleri destekleyenler kalkınma bankaları oluyor. Kimi ticari bankalar arada bir kalkınmakta olan ülkelere bu tür altyapıları için borç verirler. Ama bunun süresi altı, on, bilemediniz 12 yılla sınırlıdır. Faiz oranı ise piyasa faiz oranına eşittir. Kalkınmakta olan dünyadaki Asya, Afrika, Latin Amerika ülkelerinden pek azında yükselen pazarlar (emerging markets) var. Dolayısıyla da sermayeye açılımları var. Bunlar hangi ülkeler? Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Türkiye gibi ülkeler. Ama kalkınmakta olan dünyanın öbür ülkelerinin piyasaya (private market) açılımları yok. Hiç kimse onlara borç para vermez. Dolayısıyla ne banka, ne de sermaye piyasasına ulaşabilirler. Bankaların faizleri yüksek mi? Evet. Çünkü bu bankalar sermayelerini triple a ratingleri olan riskin aslan payını kalkınma bankası üstleniyor. Yükselen pazarlar kalkınma bankalarından kredi alırken IMF gibi kuruluşlardan da ek borçlar alabiliyorlar. Bu doğru bir uygulama mı? Duruma bağlı. Yükselen pazarların kredi notu ‘‘AAA’’ (en yüksek kredi notu) değil. Sonra aldıkları kredinin ne kadarının kalkınma bankasından, ne kadarının piyasadan olduğu önemli. Yani ne kadarı düşük, ne kadarı yüksek faizli. Borç profillerinin uygun olduğuna çok dikkat etmeleri gerekiyor. Aksi halde kediyi öldürürsünüz. IMF ile ilişkiler Kalkınma bankalarıyla IMF gibi kuruluşlar arasında, birbirlerinin alanlarına müdahale gibi çelişkiler olabiliyor mu? Kalkınma bankaları, sadece projeler için kredi vererek IMF’nin alanına müdahale etmedikleri sürece sorun yoktu. Proje iyi ve hayata geçirilebilir değerde olsa bile o ülkede belli bir kargaşa ya da istikrarsızlık varsa bunun başarısızlıkla hedefi koydunuz. Bu kadar kısa zamanda bunu nasıl başarabilirsiniz? Acaba o ülkenin koşulları bunu yapmaya elverişli mi? Bakın, Çin bunu başardı. Bundan 15 yıl sonra da bu günkü gelişmesini sürdürdüğü takdirde yine başarılı olacak. Ama emerging marketi olan çoğu ülke bunu başaramayacak. Bu sadece bir hedef. Hedeflerin toplamı sekiz. Yoksulluk hedefi dışındakilerin hepsi şöyle ya da böyle kadın sorunlarıyla ilgili. Örneğin aile içi şiddetin azaltılması, doğumda anne ve bebek ölüm oranının düşürülmesi, cinsiyet eşitliği. Bunların hiçbirisini başaramazsınız. Bu böylece sürüp gider. Size söyleyeyim. Bu konulan hedefler atın önünde havuç sallamaya benziyor. Yani at o havuca hiçbir zaman ulaşamayacak. Çünkü ulaşması mümkün olamayan bir uzaklıkta duruyor. Kalkınmakta olan ülkelerde eğitim ve enerji büyük sorunlar. Bu sorunların üstesinden gelmek için hazırlanan projeleri kim finanse edecek? Ya da bu ülkeler o finansmanı nereden bulabilecekler? Evet, finansör meselesi önemli. Bu sorunun üstesinden Monterey sizce sivil toplum kuruluşları ve özel sektör için uygun katılım ortamı var mı? Bana kalırsa kredi veren kalkınma kuruluşları, borç alan ülkelere sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün faaliyet gösterebileceği uygun ortamı yaratmasında ısrarlı olmalılar. Bu yapılmadığı takdirde borç verilen para çarçur olacaktır. Dolayısıyla oturup hükümetlerle şirket kurmanın ve yürütmenin kolaylaştırılmasının zeminini oluşturmalarını telkin etmelisiniz. Kimi ülkeler var ki yüz küsur yerden onay alıp bir şirket kurabiliyorsunuz. Artık bu katı bürokrasinin önüne geçmek lazım. Bürokrasi Peki, bürokrasinin bu katılığının önüne nasıl geçilebilir? Basit. Bir ülke sizden borç istiyor. Siz de projeyi beğendiniz ve krediyi vereceksiniz. Ama önce şu koşulu koyarsınız: Ya bu bürokrasinin önüne geçersiniz ve projenin hayata geçirilmesini kolaylaştırırsınız. Ya da bu krediyi alamazsınız. Kötü bir söz olmasına karşın söyleyeceğim: Koşul koymamak olmaz. Eğer size borç P O R T R E KARTİ SANDİLYA Hindistan doğumlu. Yükseköğrenimini Yeni Delhi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yaptı. Madras Üniversitesi’nde hukuk doktorasını aldı. Uzun yıllar Hindistan Dışişleri Bakanlığı’nda görev yaptı. Arjantin, İsviçre ve Bangladeş’teki Hindistan Büyükelçiliklerinde diplomat olarak çalıştı. Diplomatlığının yanı sıra Hindistan Ticaret ve Maliye bakanlıklarında da çeşitli görevlerde bulundu. Bunların ardından Asya Kalkınma Bankası’na geçti. Bankanın Şirket Stratejileri ve Siyasetleri programında uzun yıllar çalıştı. 1995’te Asya Kalkınma Bankası’nın yönetişim stratejisini yazdı. 1999’da bankanın Yoksulluğu Azaltma Stratejisi programını yönetti. 30 yıl süreyle çalıştığı Asya Kalkınma Bankası’nda son görevi olan bankanın Washington Bürosu direktörlüğünden kısa süre önce emekli oldu. gelişmiş ülkelerden karşılıyorlar. Bu triple a rating bu bankalara geliyor. Bankalar da piyasadan borç para alıyorlar. Borç aldıkları bu parayı, kendilerinin piyasadan almaları mümkün olmayan yoksul ülkelere kredi olarak veriyorlar. Aslında bu, parayı dolaştırmanın son derece becerikli bir yolu. Tarih bunun olumlu sonuçlar verdiğini de gösteriyor. Türkiye’ye, Çin’e, Hindistan’a, Brezilya’ya, hatta Arjantin’e bakın. Bu ülkelerin hepsi emerging marketti. Bana göre artık yükselen pazar oldular. Artık bu ülkeye borç vermekte herkes istekli. Çünkü dünyadaki ekonomik büyüme bu ülkelerde gerçekleşiyor. Hatta özel bankaların yöneticileri de bu ülkelere gitmek istiyorlar. Ama bir yandan da risklerini en aza indirmeyi hesaplıyorlar. Yani, bu pazarlara girip kalkınma bankalarına yardımcı olmayı hedefliyorlar. Çünkü kalkınma bankalarının arkasında gelişmiş ülkelerin hükümetlerinin olduğunu biliyorlar. Bu da güvence ve güvenlik anlamına geliyor. Altyapı projeleri Anladığım kadarıyla şimdi dünyada yeni bir gelişme kalkınma bankalarıyla özel bankaların bu tür projelerde ortaklaşa çalıştıkları. Yoksa yanılıyor muyum? Hayır, yanılmıyorsunuz. Olan şu: Altyapı projesi için kredi başvurusunda bulunan ülkeye kalkınma bankası bir miktar para sağlıyor. Geri kalan para ise ortak finansör olan özel banka tarafından sağlanıyor. Diyelim ki 25 yıl vadeli bir kredi verildi. Bunun 10 yılını özel banka, geri kalan bölümünü kalkınma bankası üstleniyor. Yani, özel banka alabileceği kadar riski alıyor, ama sonuçlanabileceği kaygısıyla davranan bankanın tavrı IMF’nin alanına müdahale anlamına geldiği için sorun oluyor. Çünkü o zaman banka IMF gibi koşullar öne sürmeye başlıyor. Bu da çelişkilere yol açıyor. Washington Consensus (Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerin gelişme yüzdelerine karşı nasıl bir davranış biçimi belirleyeceklerine dair G7’lerin Washington’daki zirvede aldığı bir uzlaşı kararı) gibi politikalar vardı. Bugün herkes bunun çok kötü olduğunu düşünüyor. Ama bu politikanın tek tek unsurlarına baktığınız zaman kötü gelebilir. Ama teoride gayet iyiydi. Çünkü gayet dengeliydi. Washington Consensus’un maddelerinin tümü hiçbir zaman uygulanmadı. Kötü bölümü uygulandı, iyi bölümü hayata geçirilmedi. Tümüyle uygulanmış olsaydı pek de iyi sonuç verirdi, diye düşünüyorum. Milenyum Hedefleri’ne (BM’nin 2015 yılına kadar kalkınmakta olan ülkelerde yoksulluğun yarı yarıya düşürülmesi ve okuma yazma oranının arttırılması amacıyla koyduğu hedefler) gelince... Bu biraz garip bir kavram. Bir yanda gayet güçlüler. Güçlüler çünkü bütün BM üyelerinin desteğini aldılar. Bir başka iyi tarafı da ülkelere hedefler koyması. Üstelik on yıllık bir süresi var. İyi olmayan yanı, bu hedeflerin kararının tek bir seferde verilmemiş olması. Ne yazık ki konulan bu hedeflerin çoğunun başarıya ulaşma şansı yok. Neden başarı şansları yok? Çünkü tek tek ülkelerin koşullarına uygun değiller. Ayrıca da uluslararası kuruluşun bu krediyi yeterince karşılaması mümkün değil. Diyelim ki kalkınmamış bir ülkede 2015’e kadar yoksulluğu ortadan kaldırma Konferansı’nda gelinmeye çalışıldı. Kalkınmakta olan ülkelerin hedefleri var. Buna karşılık kalkınmış ülkeler de onlara hedeflerine ulaşmaları için finansman sağlıyorlar. Ama işler böyle yürümüyor. Sorun hükümetlerin tek başlarına her şeyi yapamamalarından kaynaklanıyor. Çünkü yeterli kaynağa ve bilgi birikimine sahip değiller. Dolayısıyla her ülkede işleri sadece kamu sektörüne bırakmamak gerekiyor. Burada sivil toplum kuruluşları ve özel sektör kesinlikle devreye girmelidir. Yani, neden eğitim sisteminin bütün yükünü sadece devlet üstlensin? Size kendi ülkem olan Hindistan’dan örnek vereyim. Bugün eğitimde resmi okulların dışında özel okullar da çok ciddi olarak devrede. Özel üniversiteler, liseler, hatta ilkokullar bile açıldı. Biraz daha ileri gidip eğitimde özel sektörün çok daha düzgün ve nitelikli olduğunu söyleyebilirim. Bir kere öğretmenler ve öğretim üyeleri daha yüksek ücretler alıyorlar. Bir iyi tarafı daha var. O da yolsuzluk olmaması. Peki, ya sağlık sektörü? O da özelleşti mi? Sağlık sektöründe de aynı şeyi söyleyebilirim. Nitelik daha yüksek. Çünkü özel sağlık kuruluşlarında hekimler daha yüksek ücretler alıyorlar. İnsanlar isterlerse devlet, isterlerse de özel sağlık kuruluşlarından yararlanabiliyorlar. Tabii ki devlet hastaneleri bedava, öbürleri paralı hizmet veriyor. Dolayısıyla, demin de söylediğim gibi özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının artık devletin üzerinden kimi yükleri kaldırmaları gerekiyor. Aksi halde konulan hedeflere ulaşılması mümkün olmayacaktır. Ancak kalkınmakta olan ülkelerde para veriyorsam benim şu koşulu koymam son derece meşru kabul edilmelidir: Verdiğim parayla başarılı bir iş yapıp borcumu geri ödeyeceğine dair teminat isterim. Kalkınmakta olan ülkelerde piyasa ekonomisinin yerleşmesinin gerekli olduğu savunuluyor. Ama bunun yanı sıra bu ülkelerde artık katılımcı demokrasinin de yerli yerine oturması zorunlu değil mi? Demokrasi olmadan piyasa ekonomisi doğru biçimde nasıl işleyecek? Piyasa ekonomisi görüşüne katılıyorum da demokrasiden emin değilim. Kişisel olarak demokrasinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama önümüzde bir Çin örneği var. Çin, hedeflerden birincisi olan yoksulluğu en azına indirmeyi 20 yıl gibi kısa bir zaman içinde demokrasi olmadan başardı. Adamın karnı aç, içine girecek bir evi yok ve sırtında elbisesi bulunmuyorsa gidip oy vermek aklının ucundan geçmez. O insanı önce doyurmak, başını sokacağı bir ev sağlamak, üzerine giysi bulmak, ondan sonra da sandığa gidip oy vermesini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla demokrasi her zaman gerekli değil, ama hep arzu edilen bir sistemdir. Size başka bir örnek vereyim. O da Hindistan. Hindistan’da demokrasi var. Ama Hindistan Çin’deki gibi hızlı bir ekonomik büyümeyi yakalayamadı. Demokrasi bir uzlaşma rejimi. Bütün toplum katmanlarını ikna edip bir yerlere varmanız gerekir. Gerçekçi olalım. Diktatörlüklerde öyle mi? Diktatör bir anda karar veriyor ve uygulamaya koyuyor. Demokrasi ağır bir süreç. Tabii ki çok daha istikrarlı ve güvenli. Sonunda hedefinize kesinlikle varacağınızı bilirsiniz. Kuşadası Belediyesi haber ihalesi Ege TV’nin Baro Başkanı Özok: Teslimiyetçiliğin sonu budur LATİF SANSÜR KUŞADASI Kuşadası Belediyesi’nin, hizmetlerinin haberini yayımlatacak kişi ve kuruluşlar için açtığı ihaleyi, bölgesel yayın yapan Ege TV’yi işleten Ege Vizyon AŞ kazandı. Belediyenin şirkete, 5 aylık süre için 48 bin YTL ödeyeceği açıklandı. Belediye Başkanvekili Bahadır Yıldırım, ihalenin belediye hizmetlerinin zaman geçirilmeksizin kamuoyuna iletilmesi amacıyla açıldığını belirterek ‘‘Çoğu zaman yoğunluk nedeniyle haberlerimiz çıkmıyor veya günler sonra çıkıyor. Biz haberlerimizin anında çıkmasını istiyoruz. Şartnamede bölgesel bir yayın organını tercih sebebimiz ulusal TV kanallarının böyle bir ihaleye rağbet etmeyecekleri ve maliyetin çok yüksek olacağıydı. İhale yapıldı, tek firma katıldı. 48 bin YTL karşılığında bu hizmeti verebileceğini taahhüt etti. Ancak ihale halen komisyonda ve onaylanmış değil. Her şey belediye yasasına göre yapıldı’’ dedi. İhale şartnamesine göre yayıncı kuruluş, belediyeyle ilgili 5 ayda toplam 40 haber yayımlamak zorunda. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Özdemir Özok, İsrail’in 3 askeri için bölgeyi kan gölüne döndürmekten çekinmediği coğrafyada, Güneydoğu’da on binlerce şehit veren TSK’ye ‘‘Kuzey Irak’a giremezsin’’ diyen mantığı ve anlayışı kabul etmenin mümkün olmadığına işaret etti. Özok, ‘‘ABD ile ulusal çıkarları önde tutan bilinçli birliktelikler yerine, teslimiyetçiliği öne çıkaran birliktelikler kurarsanız olacağı budur’’ diyerek hükümete yüklendi. Özok, iktidarların ulusal değerleri arkasına almak yerine ABD’yi almayı tercih ettiğini vurguladı. Özok, Ankara Dedeman Oteli’nde gerçekleştirilen baro başkanları toplantısının açılışında yaptığı konuşmada, CMK kapsamında avukatı olmayanlar için baroların avukat görevlendirilmesi uygulamasıyla ilgili yaşanan sorunlara değinirken ödenek oranlarında değişiklik yapılmadığını söyledi. Konuya ilişkin gelişmeleri anlatan Özok, TBB’nin kendisine düşen girişimleri yaptığını belirtti. Özok, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendilerine randevu vermediğini belirterek tutumunu eleştirdi. CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle