27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 TEMMUZ 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Lozan’ın Dünü, Bugünü... Sevr’in karanlığı, Lozan Antlaşması’nın saygın varlığı karşısında yok edilmiştir. Bu antlaşmadaki etkin özellik; dosta düşmana karşı tek başına bir varoluş yanıtı vermenin yanı sıra, bir ülke ve onun ulusunun evrensel yerini sağlam esaslara bağlamış olmasındandır. PENCERE AKP Türk Gibi Düşünebilir mi?.. Irak, Bağdat, Filistin, Gazze, Lübnan, vesaire... Ortadoğu neredeyse cehennem... Irak, Amerika ve İngiltere işgalinde... Yıl 2006!.. Biraz geriye gidelim, Mart 1917’ye uzanalım... ‘‘Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’’ndan aktaracağım birkaç satırla, Türk ordusunun Bağdat’tan çekilişini ve kentin İngilizlerin eline düşmesini anlatmak istiyorum. ? ‘‘Bağdat gece boşaltılacak. Kolordu ve devlet teşkilatı gece yarısından sonra şehri bırakacaklar... Biz hepimiz ağlamaklıydık. 1011 Mart (1917) akşamında müthiş bir kasırga başlamıştı. Ve biz bu kasırga içinde Bağdat’ı terk ettik... Sabaha karşı şehrin kuzey ucundaki Kâzımiyye mahallesinden çıkarken büyük bir vâveylâ ile karşılaştık... Biz Ordu’nun yaralılarını, başlarında subay ve doktorları olduğu halde hastanelerde bırakmıştık... Askerlikte usul buydu. Ne var ki Albay Bekir Sami’nin tümeni tam Kâzımiyye mahallesinden geçerken duyduğu feryatlar üzerine kasabaya girmiş ve görmüş ki, hastanelere hücum eden Araplar, kolu bacağı kırık yaralıları, yataktaki Türk hastaları, birer ip takarak sokakta sürüyorlar, hastaneleri yağma ediyorlar, hastaları soyuyorlar... Halkın ‘Türk Ordusu gitti’ diye korkusu kalmamış...’’ ? Peki, sonra olanlara ne demeli?.. ‘‘Biraz sonra ateş sesi duyuldu. Bir de ne görelim. Albay Bekir Sami dört yüz kişiden fazla olan Kâzımiyye halkını kurşuna diziyor... Kazım (Karabekir) Paşa sordu: Bekir Bey ne yapıyorsun?.. Albay Bekir Sami yanıtladı: Dört yüz yıllık Osmanlı tarihinin hesabını görüyorum...’’ ? Herkesin bildiği gerçeği anımsamakta yarar var: Savaş bir tragedyadır... Osmanlı çekilirken Araplar İngilizlerle birleşerek Birinci Dünya Savaşı’nda Türkleri arkadan vurmuşlardır... Müslümanlık para etmemiştir... Peki, İslamın 2006’daki işlevi Arapları nasıl güdülüyor?.. Gazze’de, Lübnan’da, Yahudi Müslümanı öldürürken Amerikan işgali altındaki Irak’ta Şii ile Sünni birbirini boğazlıyor... ? AKP iktidarının üst yönetimi ‘Türk gibi’ düşüneceğine, Müslümanlık şartlanmasında benliğini yitirmiş görünüyor... Müslümanlık şartlanması, inancı belirleyeceğine, aklı ipotek altına alırsa, İslam coğrafyasının bugünkü topoğrafyası ortaya çıkar... İktidar yönetiminin Müslümanlık şartlanmasından ve cemaatçilikten bir gün önce bağımsızlaşıp her şeyden önce Türkiye’yi, yurttaşları, halkı, kişiyi düşünmesi gerekir... Yoksa bu gidiş gidiş değil... Biz Esir miyiz? ‘‘Sen kendini savunamazsın!’’ Yıllardan beri hemen her gün birkaç şehit veren bir ülkeyiz... Sınırlarımızda bir düşmanlık kaynağı var. Gün geçmiyor ki bir polisimiz, bir jandarmamız, bir erimiz, bir subayımız kahpe kurşunlara hedef olmasın... Yaşıyoruz, biliyoruz, tanıyoruz! Bu düşmanlıkların nedenini, niçinini, kimler tarafından kışkırtıldığını, silahlandırıldığını, hepsini, hepsini... Ama bize diyorlar ki: ‘‘Sen kendini savunamazsın. Sınır ötesine geçmek sana yasak.’’ Ama onlar, ama yollara, köylere, kasabalara, karakollara saldıranlar, her türlü özgürlüğe sahip! Öldürecekler, vuracaklar, ama biz kendimizi korumaya kalkarsak karşımıza dikilecekler! ABD’ler, AB’ler, ‘‘Ordunu bu işte kullanamazsın’’ diyecekler... Mahallenin kabadayıları eşkıya kesilmiş! Vuruyor, çalıyor, saldırıyor, eve, ocağa baskın yapıyor, kadını kızı kaçırıyor, ne bulduysa cebe atıyor, olmazsa bıçaklıyor, kurşunluyor... Sen silahlanıp karşı çıkmaya davranınca egemen bir güç dikiliyor karşına, ‘‘olmaz’’ diyor, senin yaptığın adaletsizlik sen kendini savunamazsın! Petersburg’da Sekizler toplandı. Tam da İsrail ordusunun Beyrut’u yakıp yıktığı, kadına kıza yaşlıya çocuğa acımadan, füzeleriyle halkın üstüne saldırdığı günler... Bir yandan da Filistin halkı eziliyor, Hamas yok edilecek! Çünkü onlar terörist, Lübnandakiler de terörist, Irak’ta her gün kırk elli ölü verenler de... Sana karşı, İsrail’de, Amerika’ya, kısacası emperyalist güçlere karşı çıkmaya kalkışırsa hepsi terörist!.. Gel de, o unutulmaz eski zamanları anımsama! ‘‘Bana çizmelerimi giydirmesinler’’ ‘‘Beni bir ulusal davranışın başına geçirtmesinler’’ sözleri o kadar uzakta değil... O, 30’lu yıllarda Mussolini faşizmine karşı Mustafa Kemal’in söyledikleri bir masal mı? ‘‘Sen kendini savunamazsın’’ gibi bir sözü Türkiye Cumhuriyeti’ne söylemek... On beş milyonduk, savaşlardan yorgunduk, perişan durumdaydık, ama uyanıktık, diriydik, canlıydık. Askerin papucu yoktu, silahı azdı, soluğu tükenmek üzereydi, ama yüreği vardı, bileği vardı, inancı vardı... Ülkeyi yönetenlere güvenci vardı her şeyden önce!.. Mustafa Kemal’ler, İsmet İnönü’ler ülkesiydi burası... Sakarya’ları, Lozan’ları yaratan bir ülke, bir halk... Şimdi kalkıyor ABD elçisi bay falanca ‘‘Sen tek başına sınırı aşmaya kalkma’’ diyebiliyor! Her gün ülke kentlerinde şehit cenazeleri kalkarken, binlerce insan gözyaşları dökerken!.. Ülke yönetimine yüzde yirmi beş oyla seçilmiş dinci takımı, Bush adlı bir kovboy taslağının ağzından çıkacak her söze göre, ne yapacağını bilmezken... Bu ülkenin, bu halkın sahibi yok mu? Bir garip düşte mi geçti seksen yıl? Boşuna mı sınırı bekledi bir milyon asker? Demokrasi diye diye bu ülkeyi batırmak mıydı amaç?.. Biri ne demişti, ‘‘Demokrasi benim için bir araçtır, amaç değil’’. İşte o aracı kullanan kafayla geldik onursuzluk çıkmazına! ‘‘Herkes kendini savunabilir. Ama sen iznimiz olmadan, hiçbir zaman...’’ Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu ‘‘Kadeş’’ Antlaşması’ndan sonra en uzun leriyken Lozan, ezilmiş halklar adına tutsak ömürlü uluslararası ‘‘akit’’ olarak tarihte olmayı kaldırıp atan onur verici bir metinyer tutan Lozan’ın dününü onurla, bugünü dir. ise sonsuz bir elemle değerlendiriyoruz. Lozan’ın özü Şanlı Anadolu İhtilali; antiemperyalist ve Lozan’daki konferans, sadece ‘‘Küçük antikapitalist bir büyük mücadeleden geçerek; bağımsızlık, egemenlik ve özgürlük Asya’’ etrafındaki siyasal haritaya dayalı bir haklarını Lozan’da hukuken onaylatmıştır. paylaşım olayı değildir. Kapitülasyonlar, Bu öylesine kalıcı ve yankılı bir sonuçtur yüz yıllar öncesinde sağlanan ekonomik ki, tüm ‘‘mazlum’’ ulusların saldırganlık ve saldırmacılığın Türkiye karşısına çıkarılasömürüye karşı umut ve dirençlerini alabil rak sürekliliğini sağlama gayretidir. Tam bir zafere karşın, yeni Türkiye’nin diğine pekiştirerek yeni bir çığır açmıştır. Siyasal tarihte; hem kendi antlaşma gü karşısına Anadolu yenilgisiyle düşülen henünün koşullarına ve hem de gelecek yılla zimeti Lozan’da onarmak için ‘‘hem suçlu rın olası gelişmelerine keskin yanıtlar ve ve hem de güçlü’’ bir tavırla; uyarı, sindirrebilmiş bir belgenin saptanması zordur. me ve korkutma yöntemleri deneyen emperMustafa Kemal’in deyişiyle; ‘‘Yüzyılların yalizmin sözcüleri, İsmet Paşa’nın temsil ethesaplaşması’’ niteliğindeki Lozan çekiş tiği onurlu bir yeni özgörevden (misyondan) mesine Mustafa İsmet’in attığı imza, ‘‘Ver gerekli dersi daha ilk günde almışlardır. say’’ ile onun tamamlayıcısı ‘‘Sevr’’ antlaş Uluslararası sermaye ve onun ardındaki simalarını hükümden kaldırarak Asya, Afri yasal güç, eskiden olduğu gibi hazırladıkka halklarına, Güney Amerika’yı da peşi ları bir ‘‘dikte antlaşma’’yı TBMM Başdene takan ‘‘tam bağımsızlık’’ kalkışmasının legesi’nin önüne uzattıklarında en güçlü isyan ve diretmeyi karşılarında bulmuşlardır. yolunu açmıştır. Doğu Trakya’dan Doğu ve Güneydoğu’ya, Birinci Dünya Savaşı, emperyalist yayılmacılığın kanlı bir kapışmasıdır. ‘‘İttifak’’ Akdeniz Bölgesi’nden Ege kıyılarına kadar ve ‘‘İtilaf’’ devletleri adı altında ikiye ayrı halkın egemenlik hakkını gasp eden kukla lan savaş cephesi, milyonlarca insanı Galiç Osmanlı sultanına birkaç ili büyük bir çiftya’dan Çanakkale’ye, Marn’dan Süveyş Ka lik olarak kabul ettirdikten sonra; adalet, nalı’na kadar heder etmiştir. ‘‘Viyana önle savunma, maliye, tarım, sanayi alanlarına karinden, Turan’daki Kızılelma’ya kadar uza dar tüm kurum ve kuruluşları kendisine nan’’ hayaller, Osmanlıları Wilhelm Alman bağlayan, kabotaj hakkını yok sayan Sevr yası’nın yedeğinde ezip geçmiştir. Gerek Antlaşması’nın alçaltıcı hükümleri, Lo‘‘Versay’’ ve gerekse ‘‘Sevr’’ antlaşmaları, zan’da kaybolup gitmiştir. Lozan’da elde en üst düzeyde emperyalist sömürge belge edilen başarının boyutu o kadar önemlidir ki, ‘‘özüne ve sözüne güvenilir bir devlet adamı’’ kimliği çizen İsmet Paşa’nın ‘‘teminat mektupları’’, antlaşma metniyle eşdeğer tutularak günümüzde bile geçerliliğini korumuştur. Devletlerarası hukuk tarihi açısından çok ilginç bulunan bu durum, TBMM başdelegesinin kişiliğinde yer eden yeni ve saygın bir ülkeye duyulan onursal inançtan kaynaklanmaktadır. Sonuç ‘‘Kuvayı Milliye Destanı’’, Nâzım Hikmet’in kendine özgü dizeleriyle Kurtuluş Savaşı’ndan gerçekçi kesitler verir. Şimdilerde bazı kötücül odaklarca yok sayılmak istenen İnönü Savaşları’ndan Sakarya’ya uzanan bir kahramanlık panoraması, gözler önüne serilir. Anadolu ihtilalcilerinin şanlı mücadelesi, günümüzdeki ‘‘Sevr’’cilerin hıyanet dolu saldırılarından elbette hiç değer yitirmeyecektir. Çünkü o değer, var olan Cumhuriyet Türkiyesi’dir. 24 Temmuz 1923, bu ülke ve halkın uluslararası nitelikteki hukuksal kimliğini onaylatan antlaşmasının tarihidir. Kemalist Aydınlanma Devrimi’nin de başlangıç dönemidir. ‘‘Sevr’’in şimdi karanlıklarda kalmış onursuz ve kasıtlı hükümlerini diriltmeye ise ABABD dahil hiçbir güç yetmeyecektir. Kapitülasyonların yanı sıra, görkemli keyif sarayları yaptırmak için Batılı tefecilere borçlanan ve bir de ‘‘şan olsun’’ diye sömürge savaşlarında ‘‘nasip arayan’’ Osmanlıların batık varlığı, Lozan’da bertaraf edilerek saygın bir devlet binası kurulmuştur. Lozan Antlaşması’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olduğu gerçeğinden hareketle, ömürlerini bu ülke ve bu ulus için engin hizmetlerle geçiren; büyük devrimci Mustafa Kemal ile gerçek devlet adamı İsmet İnönü’nün saygın anılarında Anadolu İhtilali’nin adı sanı bilinmez kahramanlarına sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Bir Sanat Kurumundan Beklenmeyen Gürol SÖZEN G KOOPC’DEN DUYURU Kooperatifimizin 2006 yaz dönemi kültür etkinliklerinden üçüncüsü Çantaköy Cumhuriyet Mahallesi Kır Kahvesi’nde TÜRKİYE CUMHURİYETİ PARÇALANACAK MI? konu başlığı altında 23 Temmuz 2006, Pazar günü saat 14.00’te yapılacaktır. Kooperatifimiz Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İLHAN SELÇUK’un yapacağı söyleşiye kooperatif ortaklarının yanı sıra tüm Cumhuriyet okurları davetlidir. Not: Etkinlik günü saat 12.00’de AKM (Taksim) önünden otobüs kaldırılacaktır. ünümüzü ya da yaşanılanı tanımlayan en iyimser sözcük ‘çelişki’ olmalı. Yazboz, yapyık, kurtarbatır, alkışlayuhala, göklere çıkarayaklar altına al, söz versözünden cay, yaşatyok et ve daha niceleri... Yaşamın neredeyse her kesimindeki umarsızlık, kocalarak devrile devrile geliyor: Alev topu gibi. Ama işin garibi, her şeyin olağan karşılanması; ihanetin bile!.. Hatta, tüm bunlar övünç kaynağı bile olabiliyor, iş bitirici adına prim de diyebiliriz! Yakınmanın yararı yok ama ‘güven’ sözcüğünü de tutup atamayız ki yaşamımızdan! Sanki güven, kuşkunun yanına gelip oturdu. Bulaşıcı hastalık gibi! Ve bunlara paralel, kültürsanat adına aylardır dilden dile dolaşan, ‘Aksanat Teknosa oluyor’ haberi ekleniverdi. 21 Haziran 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de Turgay Fişekçi, eleştiri ve kınama dolu bir yazı yazdı: ‘Aksanat Teknosa olurken’ başlıklı köşe yazısına, ‘‘Duyunca şaşırıp kaldım’’ diye başlıyordu. Kültür ve sanat çevresinin çok yakından bildiği ve tanık olduğu Aksanat ya da yeni adıyla ‘Akbank Sanat’ın konumunu bilmeyenlere sunalım: Aksanat ya da Akbank Sanat, İstanbul’un Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne girince, sağdaki köşe başında, mimari özelliği tartışılan, sanatla bütünleşmiş hatta simgeleşmiş, Beyoğlu’na göre de büyükçe bir yapıdır. Yapıların özelliği ne olursa ol sun, öncelikle kendisine verilen kimlikle anılırlar: Yaparken ve bozarken de. Üstelik yapılanı bozarken buna tanık olmak daha acıdır. Bu nedenle, yılların içinde kamuoyunu etkilemiş bir sanat merkezinde yapılmak istenenler de herkesi etkiler. Fişekçi’nin de dediği gibi, ‘‘Duyunca şaşırılacak’’ bir olgu; Aksanat’ın girişindeki çok amaçlı sergi salonunda dükkân açmak! Belki yanılıyoruz: Bir kültür merkezinde gerçekleştirilmesi planlanmış, bakkaliye (bakkalları çok severim) belki yeni bir sanat akımının yorumudur! Örneğin, ‘‘Copyshop exhibition / Akbank Art Center’’ niçin olmasın?.. Dikkat edilmesi, özenle korunması gereken, kişilere değil de topluma mal olmuş ve simgeleşmiş bir yapıya başka bir işlev vermeye çalışmak; üstelik, kültür ve sanat ile hiç bağı olmayan bir işlev. Acı olan, işin farkında olmamak ya da umursamamak. Çünkü bu yanlışlık, kültür evi ya da merkezi önerisini getiren ve kurumun on altı yıl boyunca ‘kültür ve sanat danışmanlığı’nı yürütmüş biri olan beni de sorumluluk altında tutuyor. Eğer ticaret yapan bir firma, adını kamuoyunda duyurmak ve prestij kazanmak için, kendini sanata yaslayıp bir mekân yaratmış ve sonra da zarar edip o mekâna bakkaliye ya da yeni tanımı ile süpermarket açsaydı, söylenecek söz olmayabilirdi! ‘‘Günümüz nasıl olsa böylesine olaylara alışık’’ der geçerdik. Oysa kimliği ile büyük bir kurumun ve ‘Sanatın ve sanatçının yanında’ sloganı olan bir kurumun, böylesine yaklaşıma gereksinimi hiç yok sanırım. ‘Akbank kültür ve sanat merkezi’nin konumu, yapımı, işlevi için ilk ayrıntılı öneri, kurumun danışmanlığını yükümlendiğim tarihten bir yıl sonra, yani Kasım 1988’de sunuldu. İleriye dönük iki yıllık program yapıldı. Zaten, kültür ve sanatın içinden gelen ve o dönemde genel müdür olan Hamit Belli Bey’in öncülüğü ile konu tartışılarak oluşturulmuştu. Üstelik kurum, koleksiyonu, yayınları, galerileri ile önemli bir yapıya sahipti. Yönetim kurulunu oluşturan Naim Talu, Sakıp Sabancı, Erol Sabancı, Hamit Belli ve kurum yetkilileri ile uzun ve sıcak görüşmeler sonrası onay alındı. Tasarımı Metin Deniz ve mimarlık bürosundan mimar Can Çakmakçıoğlu’na verildi. Anıtlar Kurulu projeyi onayladı. Kültür Sanat Merkezi’nin tanıtım kokteyli Vitali Hakko’nun önerisiyle Vakko’da yapıldı. Ve o günün basınından notlar: ‘Akbank’ın Beyoğlu’na armağanı’ / Sabah, ‘Aksanat heyecanı’ / Hürriyet, ‘Sabancı’nın gururu: İstanbul kentine kalıcı bir armağan vermek istedik. Benim iki kolum vardır. Birisi sanayici, ikincisi ise kültürel kolum.’/ Sabah. ‘Kültürsüz paranın değeri yok.’/ Barometre. ‘‘Bundan 7080 yıl önce mondenliğin nabzının attığı Beyoğlu’nda kimin aklına gelirdi ki, Adana’dan ‘Ağam’ diye konuşan bir pamuk işçisinin oğulları İstan bul’a gelecekler ve Beyoğlu’na Paris’in, Londra’nın havalarını estirecek bir mimari katkı sağlayacaklar!’’ / Güneri Civaoğlu. O denli çok belge var ki... Sakıp Sabancı, her hafta birkaç kez arıyordu. ‘‘Bir sözüm vardı; kültür evine harcanan para, ilk yılında yazılı ve sözlü basındaki haberlerle geri dönecek.’’ Her haber ve yorum belgelendirildi. Garip ama reklam gideri üzerinden çarpılıp bölündü. Sakıp Sabancı’ya götürüldüğünde, ‘‘Ağam, bunu sen önce üçle çarp. Bu gizli reklam. Biz tam sayfa ilan versek okumaz kimse. Sonra on ile çarp. Çünkü dedikodu en büyük reklam. Sağ ol.’’ Aksanat adı, sanatın her dalındaki etkinliklerle, bize göre o küçük mekânda çoğaldı ve öncü oldu. Kadriye Kulin yönetici olarak atandı. İlk aylarda (haftanın iki günü tatil) dört bin, dört bin beş yüz olan izleyici, ileriki yıllarda on iki bin, on üç bine ulaştı. Bu ilgi nedeniyle Sakıp Sabancı’nın önerisi ile Zambak Sokak’taki yan giriş kapısı ana caddeye de açıldı. Kuraldır: Ağaç çiçeğe durduğunda dalı budanmaz. Kuraldır: Zarar eden şirket kapatılır. Ama Aksanat, hiç zarar etmedi. Getirdiği imaj küçümsenmez sanırım. Yakından tanığım, dostluklar kurduğum kurum yöneticilerinin hiçbirinin böylesine bir olguya evet diyeceğini sanmıyorum. Kültür ve sanattan da sorumlu genel müdür yardımcısı Hayri Çulhacı, sanırım bu konuda basına bir açıklama yapar. Çünkü, hiçbirimizin hakkı yok; toplumda katmanlar oluşturan kültür ve sanatı yaralamaya. Efes’te, kendi adını verip, ölümünden sonra da elyazmalarının bakımı için para ayıran Celsus Kitaplığı’nı çerçi olarak düşünmeye kimsenin hakkı yok. Şakir Eczacıbaşı’nın Oscar Wilde kitabından bir alıntı: ‘‘ Sanayisiz bir yaşam verimsizdir; ama sanatsız bir sanayi barbarlıktır.’’ CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle