21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 HAZİRAN 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bombalı Demokrasinin İflası... Haçlı Seferleri 1005 yılında başlamış, 1252’de sona ermiştir. 250 yıl süren bu savaşlar tarihin ilk emperyalist etkinliğidir. Papanın yönetiminde, Avrupalı kral ve derebeylerin komutasında Hıristiyan ordularının başlattıkları savaşlara verilen addır Haçlı Seferleri. Ve Hıristiyanların yenilgisiyle sona ermiştir. PENCERE Aaaa!.. Hani ‘Faiz Haram’ İdi?.. Bizim İslamcı, takıyyeci, Hamasçı, Müslümancı geçinen iktidarımız faizleri arttırdı... Cümlenin parmağı ağzında kaldı!.. Merkez Bankası’nın başına faizi haram bilen bir başkan atamak isteyen iktidar, AKP değil miydi?.. İmam okulunda dirsek çürütmüş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan faizin haram olduğunu bilmez mi?.. Hem biliyorsun.. Hem bile bile günah işliyorsun.. Bu tür işlem ‘günahı kebair’den sayılır. ? Sureta türban davası peşinde koşarak saf Müslüman halkımızı aldatanların, daha doğrusu iğfal etmeye çalışanların, ‘tesettür’de sureti haktan görünüp İslamcı siyaset pazarlaması yaptıktan sonra faizciliğe soyunmaları ne anlam taşır?.. Kuranı Kerim faizi kesinlikle yasaklar... Bakara suresi.. Âli İmran suresi.. Nisâ suresi.. Rum suresi.. Bu surelerde yer alan 275, 276, 278, 130, 161, 39’uncu âyetlerde faiz öylesine sert ahkâmla yasaklanır ki, faiz yiyen, faizden çıkar sağlayan, parasını bankada faize yatıran, faizcilik yapan kişi, Allah ve peygamber indinde cehennemliktir. ? Bakara suresi, âyet 275: ‘‘Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar...’’ ‘‘Allah alışverişi helâl, faizi haram kıldı...’’ ‘‘Kim faizciliğe dönerse cehennemliktir...’’ ‘‘Onlar orada (cehennemde) temelli kalacaklardır...’’ ‘‘Ey müminler!.. Allah’tan sakının! İnanmışsanız, faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin!..’’ ‘‘Böyle yapmazsanız, bunun, Allah’a ve Peygamberi’ne karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin!..’’ ? Âli İmran suresi, âyet 130132: ‘‘Ey müminler (inananlar)!.. Yemeyin faizi!.. Kat kat (faizi) alarak!.. Tanrı’ya karşı gelmekten korkup sakının!.. Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de sakının!.. Ve Allah’a, Peygamber’e boyun eğin!..’’ ? Lafı uzatmak yerine kısa keserek diyelim ki, bir Müslüman için faiz kesinlikle haramdır... Tartışmasız bir Kuranı Kerim gerçeği bu!.. Türban dalgasını öne çıkarıp Müslümanları oyalayan takıyyeci iktidar, faizcilik yaparak, üstelik faiz oranını arttırarak Kuranı Kerim’in emirlerine karşı çıkarken müminlerin yüzüne nasıl bakıyor?.. Merkez Bankası’nın başına faizi haram bilen bir kişinin atanması girişimi nasıl bir oyundu?.. Halkı koyun sayanların İslamcılık oyunuydu!.. ? Kadının tesettürü, daha Türkçesiyle örtünmesi faslı Kuranı Kerim’de açık seçik tanımlanarak yer almış değildir, yorumlara açıktır; ama, faiz konusu kılıçtan kesinlikle yasaklanmıştır... Bizim İslamcılar neden faiz konusuna hiç ilişmiyorlar?.. Çünkü İslamcının (Müslümanın değil) Müslümanlığı siyasaldır... Bu adamları siyasette tepelemek, iktidardan düşürmek; yalnız insani, laik, demokratik, ulusal bir görev değildir; gerçek Müslümanın da dini vazifesi ve vecibesidir... Çünkü samimi (içtenlikli) olmayan, İslamı kullanan İslamcıdan bu ülkeye hayır gelmez!.. Sistem Kargaşası CUMHURBAŞKANINI doğrudan doğruya halka seçtirme tezini savunanların böyle bir değişiklikle devlet sisteminde ne gibi sonuçlara gidileceğini etraflıca düşünmedikleri bellidir. Düşünselerdi, bu durumla birlikte anayasa düzeninde yapılacak ayarlamalara ilişkin öneriler getirmeleri gerekirdi. Çünkü, bu ayarlamalar yapılmazsa, devlet düzeninin parlamenter sistemden başkanlık sistemine doğru kayması önlenemeyecektir. Temel sorun şudur: Devlet başkanını halkın seçmesi, böyle seçilecek olan kişiye müthiş bir güç kazandırmak demektir. Anayasa kuralları bu gücü hafifletmek için ne gibi frenler getirirse getirsin ve o kişi anayasayla ne denli yetkisiz kılınırsa kılınsın, kendisini halk seçtiği için sabah tıraş olurken aynaya baktığı zaman, arkasında milyonlarca oyun verdiği gücü duyacak ve bütün bu sınırlamaları geçersiz saymaktan kendini alamayacaktır. Dıştan bakıldığında da öyle: Özellikle ‘‘ulusal egemenlik’’ kuramının öne çıkarılıp uygulandığı sistemlerde doğrudan doğruya seçimden gelen parlamento yanında ulusal egemenliği temsil iddiasına bir ortak daha ortaya çıkmış demektir: Parlamento ne kadar halkı temsil ediyorsa, devlet başkanı da hatta tek kişi olduğu için daha da yoğun ölçüde, aynı temsile hak kazanmış sayılmaz mı? imdiki durumda bile Meclis, cumhurbaşkanının yasama sürecindeki rolünü, yani yasaları bir daha görüşülmek üzere geri çevirebilmesini, anayasaya aykırılık sezmişse Anayasa Mahkemesi’ne gidebilmesini ve bazı kararnameleri imzalamayarak önleyebilmesini bile kolay kolay sindiremiyor. Bir de halkın seçtiği cumhurbaşkanıyla parlamento arasında çıkacak gerginliği düşünün. Ya da tam tersini: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini sağlayan parti aynı zamanda parlamentoda da çoğunluğu elde etmişse, bu bütünleşmenin oluşturduğu gücün çoğulcu demokrasi için yaratacağı tehlikenin büyüklüğünü düşünebiliyor musunuz? Değişikliğin yandaşları, cumhurbaşkanı iki turlu bir sistemle seçileceği için böyle bir tehlikenin söz konusu olmayacağını savunurlar ama, gerçek bunun tam tersidir: Birinci turda kimse yüzde 50’yi geçmemişse, ilk turda en çok oy alan iki aday arasında yapılacak olan ikinci turda bütün oylar bu iki aday çevresinde kilitlenerek kamuoyunda o noktaya kadar görülmemiş kesinlikte bir kutuplaşma ortaya çıkmış olmayacak mıdır? arıbaşkanlık sistemi, bütün bu sakıncaları önlemek amacıyla düşünülmüştür ama, ortalarında yer aldığı iki sistemin, yani parlamenter sistemle başkanlık sisteminin netliğinden yoksundur. Hiçbir melez sistem, doğruluğu zaman içinde sınanmış temel sistemler kadar dayanıklı olamaz. M. İskender ÖZTURANLI emokrasinin bombalısı olur mu, diye soracak olursanız, hiç düşünmeden ‘‘olur’’ yanıtını veririm size. Örneğin Amerika ve İngiltere önce demokratik düzene kavuşmuşlar, ama emperyalist düşüncelerinden vazgeçmedikleri için, daha sonra türlü çıkar hesaplarıyla o güzelim demokrasiyi bombalı hale getirmişlerdir. Bilindiği gibi insanoğlu doğası gereği bencil bir yaratıktır. İnsanın doğasında soydaşına iyilik etmekten çok, ondan yararlanma eğilimi vardır. Bu eğilim, giderek kişisel olmaktan çıkmış, toplumsal hale dönüşmüştür. Çağdaş Batı’nın değil, emperyalist Batı’nın yarattığı bir olgudur bu. Ve yüzyıllar önce olduğu gibi, günümüzde de tüm çirkinliğiyle sürüp gitmektedir. Emperyalist olmayan toplumlar bu duyguyu kendi ülkelerinde etkisiz hale getirebilmişlerdir. Bu ülkelerden biri de Atatürk Türkiye’sidir. Haçlı Seferleri 1005 yılında başlamış, 1252’de sona ermiştir. 250 yıl süren bu savaşlar tarihin ilk emperyalist etkinliğidir. Papanın yönetiminde, Avrupalı kral ve derebeylerin komutasında Hıristiyan ordularının başlattıkları savaşlara verilen addır Haçlı Seferleri. Ve Hıristiyanların yenilgisiyle sona ermiştir. Bu dönem içinde sekiz Haçlı Seferi düzenlenmiş, insanlık birbirinden kanlı savaş sahnelerine tanık olmuştur. Bu seferlerin düzmece nedeni, Hıristiyanlığın kutsal kenti Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmaktır. Ne var ki asıl amaç, zengin topraklar elde etmek, D Ş Y yeni sömürgeler bulmak umududur. Nitekim savaşın sona ermesiyle birlikte bu devletler Amerika’ya yönelmişler, Asya’yı, Afrika’yı ve dünyanın çeşitli ülkelerini sömürmeye başlamışlardır. Haçlı Seferlerine İngilizler, Almanlar, Belçikalılar ve Hollandalılar katılmıştır. Türkler, bu savaşlarda İslam dünyasına büyük katkılarda bulunmuş, önemli başarılar elde etmişlerdir. Henüz savaş kurallarının oluşup gelişmediği bir dönemde, Selçuklu Sultanı Kılıç Aslan, ordularına şu buyruğu vermiştir: ‘‘Kadınlara, kızlara, rahip ve rahibelere hiçbir suretle dokunulmayacaktır.’’ Bu buyruk uygulanmış, bu kişiler savaş dışı sayılmışlardır. Ne var ki Hıristiyanlar, aynı olgunluğu göstermemişlerdir. Selahattin Eyyubi, savaş verdiği alanlarda hiçbir adaletsizlik yapmadığı halde Hıristiyan ordularının yapmadığı kötülük, yağma ve talan kalmamıştır. Anadolu’yu yakıp yıkmışlardır. Sekizinci Haçlı Seferi sonunda tam bir yenilgiye uğrayan Batılılar, bir daha da Doğu’ya karşı böyle bir saldırıya geçme yürekliliğini gösterememişlerdir. Haçlı Seferleri, Batı’nın toprak kazanma, yeni sömürgeler elde etme çabasından başka bir şey değildir. Ve emperyalist Batı, yüzyıllar boyunca bu emelinden vazgeçmemiştir. Amerikan emperyalizminin yaptıklarını saymaya kalkışsak, sayfalara sığdıramayız. Bugüne değin Vietnam’da, Bosna’da, Somali’de, Guantanamo’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde Amerikan emperyalizmi kol gezmiştir, kol gezmektedir. Gü nümüzde de aynı yöntem uygulanmaktadır. Kimi zaman zor kullanılarak, kimi zaman da Büyük Ortadoğu gibi projeler üretilerek ve ılımlı İslam düşüncesi ortaya atılarak, amaca ulaşılmak istenmektedir. Bilindiği gibi 1960’lı yıllarda ABD, Vietnam saldırısında başarı elde edememiş, gerilla savaşında yenik düşmüş, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Savaş yıllarında B. Russell tarafından oluşturulan özel bir mahkemede Amerika savaş suçlusu ilan edilmiştir. Bu nedenle ABD, sabıkalı bir devlet sayılmaktadır. Şimdi ise İngiltere’yi de yanına alarak, Afganistan ve Irak’ta çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden tüm insanların üstüne bombalar ve yıldırımlar yağdırmıştır, yağdırmaktadır. Bir yandan da Doğu’ya özgürlük ve demokrasi götüreceği yalanlarını uydurmaktadır. Oysa gerçek amaç Ortadoğu’yu ele geçirmek, o yörede egemenlik kurmaktır. Ayrıca bugüne değin dünyanın hiçbir yerine bombalarla, füzelerle, toplarla ateş ve kanla demokrasinin götürüldüğü görülmemiştir. Nitekim bu kez de götürülememiştir. Şimdi Amerikan ve İngiliz emperyalizmi ne yapacağını bilemez durumdadır. Irak halkının direnişi karşısında bombalı demokrasi girişimi fiyasko vermiş, iflas etmiştir. Halkın direnişi tüm gücüyle sürmekte ve işgalci devletleri kara kara düşündürecek boyutlara uzanmış bulunmaktadır. Emperyalizm, Irak’a özgürlük ve demokrasi götürmek isterken, ülkeyi bir iç savaşın eşiğine sürüklemiştir. Irak halkının yarısını direnişçi, yarısını da terörist yapmıştır. Bir ülkede laik anlayış egemen olmadan orada demokrasinin kurulamayacağı göz ardı edilmiştir. Şimdilik yapılan tek şey, din kurallarına dayalı bir anayasanın yürürlüğe konulduğu, SünniŞii çatışmasının başlatıldığıdır. Bu nedenle demokrasi çok uzaklardadır. Son oturumunu İstanbul’da gerçekleştiren özel ‘‘Irak Dünya Mahkemesi’’ 28 Haziran 2005 tarihinde Amerikan Başkanı J. W. Bush ile İngiltere Başbakanı Blair’i savaş suçlusu ilan etmiş, ‘‘tarihin en haksız ve ahlaksız savaşlarından birini gerçekleştirdikleri’’ sonucuna varmıştır. ABD’nin Irak’ı ve Afganistan’ı işgali ‘‘uluslararası hukuka uygun olmayan bir saldırı’’ sayılmıştır. Bugün dünyanın en güçlü iki emperyalist devleti, dünya barışını engelleyen saldırganlar olarak nitelenmektedir. Bu nedenle sevgi ve hoşgörü kuralları ayaklar altındadır. Bu yüzden dünya, yaşanmaz duruma getirilmiştir. Bugün dünyanın her yerinde ateş, savaş, kan ve gözyaşından başka bir şey görmek olanaksızdır. Ve ‘‘İnsanlık savaşı yok edmezse, savaş insanlığı yok edecektir’’ özdeyişi hepimizi düşündürmeli, tüm gücümüzle barışı yakalamaya çalışmalıyız. Bunun için de her şeyden önce dünya yüzünden zorbalık ve bencillik düşüncesini, emperyalist emelleri kaldırmak gerekmektedir. Aksi takdirde insanlar birbirini yiyecek, devletler birbirini bitirecektir. Böyle bir oluşuma seyirci kalmak, insanlıkla bağdaşır mı hiç? Bu, olsa olsa insanlıktan uzak bir düşüncesizlik ve yabanıllık olabilir.Ne var ki son günlerde başta Amerika’nın aklı başında kişileri olmak üzere tüm dünya uyanmaya başlamış, kitleler ayağa kalkmıştır. Bugün dünyanın hemen hemen her yerinde Amerikan ve İngiliz emperyalizmi kınanmakta, her ülkede barış türküleri söylenmektedir. Bu bilinç güçlenerek sürdürüldüğü takdirde dünya, emperyalizminin zulmünden, zorbalığından kurtulacak, kandan, ateşten ve savaştan uzak bir insanlık özlemi gerçekleşmiş olacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle