17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 HAZİRAN 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Bütün ülkelerde liberalizm denen tek bir ideolojinin, tek bir düşüncenin egemen olması amaçlanıyor; Kentleşmeler yoğunlaşıyor. İş merkezi durumunda olan ve megapol, megacity ya da majorworld city denen 10 milyonluk kentler oluşuyor. Bunlar globalleşme sürecinde başrolü oynuyorlar; Teknolojinin bir erdem olduğu savunuluyor; Bugün dünya nüfusu yaklaşık 6 buçuk milyar. Bunun dörtte biri, 1 milyar 600 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor; Devletlerin yapmak istediği işleri sivil toplum örgütleri üstleniyor; İşsiz sayısı karanlık bir tablo sergiliyor. Küçük işyerleri büyük ortaklıkların rekabetine dayanamayarak kapanıyorlar, oralarda çalışanlar da işsiz ordularına katılıyor. G loballeşme bütün ülkelerin bir tek ekonomi ve finans sistemine entegre olmaları (katılmaları) ve devletin ekonomik ve parasal yetkilerinin çoğunun çokuluslu ortaklıkların eline geçmesi anlamına geliyor. GLOBALLEŞME NEDİR? Devletin yatırım, sağlık, eğitim, kültür ve çevre koruması gibi alanlardaki yetkilerinin özel sektöre geçmesi; Ulusal pazarların yerini uluslararası pazarların yerini alması; Dünyaya artık ulusdevlet değil, ekonomik işletmelerin ve finans kurumlarının, çokuluslu bankaların yön vermesi; Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi. Böyle olunca da kentlerdeki yoksul insanlar kamu hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Koruyucu Devlet (Etatprovidence) anlayışı yok oluyor; Devletler artık pazara karşı gelemiyorlar; Egemen güçler zayıflıyor ve uluslararası finans örgütleri ülkelere egemen oluyorlar; Merkez bankalarının rezervleri özel sektörün yanında çok güçsüz kalıyor; Devletler kapitallerin gelişmesi karşısında yetkilerini yitiriyorlar; piyasa kurallarına karşı gelemiyorlar. Başrolleri uluslararası finans grupları oynuyor; Kapital ve mal dolaşımında devletin düzenleyici rolü kalmıyor, Devletlere Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (OECD), Dünya Ticaret Örgütü (OMC), Sekiz Büyükler (8G) gibi kurumlar yön veriyor; Gümrük tarifelerinin değiştirilmesi ve pazarların yabancı sermayeye açılması dış ticarette kolaylıklar sağlıyor; Kapitallere ve mallara sınır tanımadan dolaşım hakkı tanınıyor; Çok gelişmiş ülkelerle gelişme yolundaki ülkeler arasındaki uçurumlar derinleşiyor; Global Pazaryeri Demokrasisi (Global Democratic Marketplace), demokrasinin yerine geçiyor; Ulusal rekabetin yerini uluslararası rekabet, yani çokuluslu ortaklıkların rekabeti alıyor; Kentlerle kırsal kesimler arasındaki dengesizlikler ve eşitsizlikler artıyor; Devletler artık büyük devletlerden değil, uluslararası kapitallerden, finans gruplarından borç alıyorlar. Alınan kredilerin nerede, nasıl kullanılacağına onlar karar veriyor. Çokuluslu ortaklıklar ve tekelleşmeler yoğunlaşıyor. Doruktaki 200 ortaklık dünyanın dörtte birinin ekonomisine egemen oluyor; GLOBALLEŞME ÇAĞINDA İLETİŞİM SORUNLARI Hıfzı TOPUZ 1 Ulusal tekeller yok edildi A vrupa Birliği 1 Şubat 1990’da telefon pazarını özelleştirdi. Ulusal tekeller yok edildi ve işletmeler özel sektöre devredildi. İngiltere’de British Telecom, İspanya’da Telefonica ve Almanya’da Deutsche Telekom bunun ilk örnekleri oldu. Sonunda biz de Telekom’u özelleştirdik. Eskiden kültür endüstrileri haber ve çeşit çeşit eğlence programları satarlardı, şimdi reklam furmaları okuyucuları, dinleyicileri, izleyicileri ve internet kullananları satıyorlar. lar. Demokrat Parti’nin önde gelen temsilcilerinden, 1984 ve 1988 seçimlerinde başkanlığa adaylığını koymuş olan Jesse Jackson da bu konuda şunları söylüyor: ‘‘Biz medyanın gücünü küçümsedik. Neden savaş karşıtı gösteriler Avrupa’da daha büyük boyutlara ulaştı? Çünkü Avrupalılar bizden daha iyi haber alıyorlar. Burada Fox News ve Clear Channel savaşı desteklemek için gösteriler düzenliyorlar. Bizim medyamız ordunun fitili durumundadır.’’ Free Press’in müdürü, üniversite öğretim üyesi Robert McChesey’e göre de ‘‘Tekelci medyaya karşı bir an önce önlemler alarak daha demokratik bir iletişim ortamının yaratılması zamanı gelmiştir. Kurumsal televizyonlara devletin ödenekler sağlaması gerekir’’. Free Press, Fair, Media Access, Media Channel gibi yüzlerce yerel iletişim örgütü daha özgür bir iletişimin sağlanması için devletten yardım beklemektedir. ‘AMERİKAN MEDYASI DOĞRU YAZMADI’ Medyanın yeniden yapılandırılması hareketini yöneten Amerikalı gazeteci John Nichols’a göre de ‘‘Amerikan medyası doğruyu yazsalardı George Bush asla başkan seçilmezdi, Irak savaşı da çıkmazdı’’. Amerikan Kongresi üyelerinden Maurice Hinchy’e göre de medyanın reformu sorunu ilk kez bu kadar korkunç bir biçimde Amerikan halkının karşısına çıkmıştır. Bunun iki nedeni vardır; biri medyanın Irak savaşı karşısındaki tutumu, öteki de Federal İletişim Komisyonu’nun 2003’te medya tekelciliğini yumuşatan kararı. Federal İletişim Komisyonu tekellerin sınırlarını kaldırma işine giriştiği zaman TV izleyicilerinden, gazete okuyucularından ve radyo dinleyicilerinden on binlerce mektup aldı (1). Ama üyelerden yalnız ikisi tasarıya karşı çıktı, üç üye ise sınırların kaldırılmasından yana oldu ve gazete sahipleri TV sahibi olma haklarını da elde ettiler. Bunlar hep globalleşmenin etkileriydi. Tekellerin güçlenmesi şunlara yol açıyor: İletişimde çoğulculuğa yeni sınırlar getiriliyor. Hükümetin ya da çokuluslu ortaklıkların sesi yoğunlaşıyor, Medya rekabet kurallarının dışına çıkıyor, Rekabet ortadan kalkınca kalitenin iyileştirilmesi, kaynakların genişletilmesi için çaba gösterilmiyor. Böyle olunca da globalleşme kendi iletişim düzenini kurmuş oluyor, Ürün fiyatları, tarifeler düşürülmüyor, Medya reklam firmalarını da eline geçirerek piyasaya egemen oluyor. DİPNOT (1) Yasa değişikliğinden önce FCC’nin koyduğu sınırlar şöyleydi: Bir iletişim kurumu bir bölgede aynı anda bir TV kanalının, bir gazetenin, bir kablolu TV’nin ve uyduyla yayın yapan bir TV’nin sahibi olamaz. Başka bir deyişle globalleşme, çokuluslu ortaklıkların uluslararası düzene egemen olmaları demektir. Bu düzenin başka özellikleri şunlardır: Patronlar ve muhafazakâr çevreler daha bilinçli davranarak geniş kampanyalara giriştiler Dünyada globalleşme fırtınası ’li yılların başlarına kadar kapitalizm bazı ülkelerde salt egemenliğini yitirmişti. Özellikle bağlantısız ülkelerde ve 1968 Mayıs olaylarından sonra bazı Avrupa ülkelerinde işçi ücretleri yükselmiş, toplumlarda kapitalizme karşı eylemler genişlemiş ve kâr oranı azalmıştı. Patronlar ve muhafazakâr çevreler daha bilinçli davranarak işletmelerde, medyada ve uluslararası örgütlerde geniş kampanyalara giriştiler. Siyasal partileri ve devletleri bu yolda etkilemeye çalıştılar. Neoliberal globalleşme bu ortamda gelişti. Buna karşılık dünyada Globalleşme Alternatifleri Hareketi doğdu. Onlar ‘‘Başka bir dünya mümkündür’’ sloganıyla yeni bir sosyal, ekonomik, siyasal ve demokratik düzen arayışına giriştiler. Amaç dünya çapında, antiliberal ve global bir düzen oluşturmaktı. Globalleşmeye karşı alternatifler oluşturmak için neoliberal ideolojiyi çürütecek forumlar araştırıldı. Globalleşmenin sosyal bir süreç olduğu düşüncesinden yola çıkılarak globalleşmeye karşı yeni bir süreç arayışları üzerinde duruldu. Buna da Altermondialist Hareket dendi. Globalleşme her şeyden önce Kuzey’in Güney üzerindeki egemenliği ya da Anglosakson kapitalizmin öteki kapitalizm biçimleri üzerinde egemenliği olarak ele alındı. ‘GÖKTEN DÜŞMEDİ’ Globalleşme gerçekten gökten düşmedi. Globalleşmenin ekonomik sistemin doğal gelişimi içinde zaruri bir evre olduğu öne sürüldü. Bunun 1968’den sonra ele alınarak stratejik bir seçim olduğu belirtildi. Amaç Batı ülkelerinde işçileri işsizlik yoluyla yeni bir disiplin altına almak, borçlar içinde bulunan fakir ülke halklarını yeni yükümlülükler altına sokmaktı. Bu bağlamda medyanın rolü üzerinde duruldu, medyanın artık Dördüncü Güç olmadığını kanıtlayan görüşler ortaya atıldı ve şu sonuçlara varıldı: Medyanın bağımsızlığı genelde bir hayaldi. Kimler, hangi gruplar medyaya yatırım yapmışsa, kimler iletişim araçlarını yönetiyorsa medya onların çıkarları doğrultusunda yayın yapar. Noam Chomsky ve Edward Herman’a göre Amerikan medyası okuyucuya, izleyiciye ve dinleyiciye ürün satan özel ortaklıklardır. İletişim araçları topluma egemen olan seçkinlerin hizmetindedir. Dünyanın hoş görülebilen bir portresini sun 1970 İLETİŞİMİN SENYÖRLERİ İzleyenlerin sayısı arttıkça reklam tarifeleri de yükseliyor. Hatta birçok yerde haber bedava veriliyor, amaç haberi izleyecek olana reklam duyurmak ve oradan kazanç sağlamak. 2002’de internette 3000 bedava gazete vardı. Şimdi bu sayı birkaç katı olmuştur herhalde. İletişim senyörlerine göre iletişim şebekelerinde dolaşan her şey birer maldır. Yani bütün haberlerin, programların değeri parayla ölçülür. Kamu hizmetinin ve etik kuralların artık burada yeri yoktur. Amaç ilgi çekmek, heyecan yaratmak ve satmaktır. Yoğunlaşmaların ve globalleşmelerin yaratmak istediği kamuoyu hiç özgür olabilir mi? Amaç onlara parayla ölçülenlerin dışında hiçbir seçenek tanımamaktır. New York Üniversitesi profesörlerinden Eric Klinenberg’in belirttiğine göre Başkan Clinton’ın 1996’da imzaladığı bir yasaya uygun olarak Amerika’da yoğunlaşmalar büyük ortaklıklara geniş olanaklar sağlamış ve 7 yıl içinde bağımsız radyo sahiplerinin sayısı yüzde 34 azalmıştır. Böylece bazı kentlerde radyo yayınları tek bir kanalın tekeline geçmiştir. MEDYANIN TAVRI Televizyonlar da aynı ölçüde yoğunlaşmıştır. Bir zamanlar uluslararası kamuoyuna ve Birleşmiş Milletler kanallarına saygılı davranan medya, 2004’te Irak’ta ve Afganistan’daki ölü sayısını belirtmekten çekiniyormuş. O zamanki Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın belirttiği gibi ‘‘Amerikalılar ölü sayısı ile ilgilenmiyorlarmış’’! Durum o tarihten beri galiba biraz değişti. Yine Klinenberg’in yazdığına göre büyük basın organları savaşın kötü yanlarını yansıtmamak için Savunma Bakanlığı ile işbirliği yapıyorlarmış. Democracy Now radyosunda konuşan Amy Goodman o günlerde şöyle diyordu: ‘‘Eğer Amerikalılar CNN ve CNN International televizyonlarının dünyaya yaydıkları haberleri yalnız bir hafta izleseler savaştan yana olmaktan hemen vazgeçerlerdi. Ama bizdeki röportajlar, savaş araçlarının reklamlarından besleniyorlar.’’ ‘‘Weapon of Mass Deception’’ adlı kitabın yazarı John Stauber’a göre de ‘‘medyanın suç ortaklığı olmasaydı halk asla savaştan yana olmazdı’’. SIKI İŞBİRLİĞİ Demek ki büyük silah endüstrisi, hükümet ve medya arasında sıkı bir işbirliği yaşanıyor. Kamuoyunu onlar oluşturuyor mazlarsa müşterinin hoşuna gitmez. Medyanın yansıttığı dünya kendisine egemen olan satıcıların, alıcıların, özel kurumların ve hükümetin çıkarlarına uygun olmalıdır. Medyanın varlıklı seçkinlerin, yeni establishment’in egemenliği altında olması gereği, iletişim araçlarında çalışanların da onların tercihlerine ve ölçülerine uymaları gerekir. Medya çalışanları, kurulu düzeni küçümseyemez ve o düzene ters düşe mezler. Varlıklı seçkinlerin beklentilerine uygun olacak haberleri ön plana çıkartırlar. Benim gazeteciliğe başladığım yıllarda, yani 1960’lı yıllarda ‘‘iletişim’’ sözcüğü bile yoktu. Biz ona ‘‘Haber alma’’, ‘‘haberleşme’’ ya da ‘‘İstihbarat’’ diyorduk. Neydi iletişim araçları? Basın, yani gazete ve dergiler, radyo ve haber ajansları. Sinema bile iletişimden sayılmıyordu. İletişim sözcüğü bizde ‘‘communi cation’’ karşılığı olarak uyduruldu. Bu sözcük yalnız İngilizcede vardı. Fransızlar ‘‘communication’’ sözcüğünü ya bir bildiriyi, bir haberi, bir mesajı duyurmak, iletmek anlamında kullanıyorlardı ya da ilişki ve bağ kurmak anlamında. Örneğin telefon konuşmasına ‘‘communication t´el´ephonique’’ diyorlardı. ‘‘Communication’’ ulaştırma alanında da geçerliydi. Örneğin demiryol ları bir ‘‘komünikasyon aracı’’ sayılıyordu. ‘‘Communication’’ uzaktan haberleşmeydi. İletişim bakanlıklarının adı Enformasyon Bakanlığı’ydı. Benim UNESCO’ya girdiğim yıllarda Communication’dan sorumlu bir bölüm yoktu, Enformasyon Bölümü vardı. ‘HAYATIMIZA 1970’Lİ YILLARDA GİRDİ UNESCO programında da ‘‘communication’’ sözcüğü yer almıyordu. İlk kez 1961 yılında genel konferansa sunulan bir program taslağında ‘‘communication’’ sözcüğü kullanılmış ve buna o zaman Fransız Basın Enstitüsü Müdürü Fernand Terrou, ‘‘Biz Ulaştırma Bakanlığı programını değil, enformasyon programını görüşüyoruz’’ diye kıyameti koparmıştı. Bunun üzerine programın Fransızca metninden komünikasyon sözcüğü çıkartılmış ve yerine ‘‘Information’’ sözcüğü konmuştu. Bugünkü anlamıyla medya sözcüğü de ne Fransızcada vardı ne de Türkçede. Fransızlar medya yerine ‘‘iletişim araçları’’ sözünü kullanıyorlardı, 1960’lı yıllarda bu sözcük önce Fransızcaya girdi, sonra da Türkçeye. 1970’li yıllarda dünya İletişim Çağı’na girdi. O dönemdeki gelişmeler böyle bir çağa girileceğini açık açık gösteriyordu. Küreselleşmeye tepki BM Ticaret Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) 1997 yılı raporunda globalleşmenin yarattığı kötü sonuçlar şöyle özetleniyordu: Ülkeler düzeyinde bazı istisnaların bulunmasına rağmen, dünya ekonomisi çok yavaş büyümektedir, Kuzey ile Güney (gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler) arasındaki fark daha da açılmaktadır; Zenginler her yerde kazançlı çıkmıştır. Bu durum sadece toplumun en yoksul kesimleri aleyhine gerçekleşmemiştir. Ülkelerin pek çoğunda orta sınıfların durumları bozulmaktadır. Paris VII. Üniversitesi profesörlerinden Oliver Dollfus globalleşme konusunda yazdığı bir kitabı şöyle bitiriyor: ‘‘Globalizasyonun dünyayı bu yüzyılın sonunda ve XXI. yüzyılın başında felakete sürüklemesi mümkündür. Gelecek kuşaklara da dünyada yeni bir sistem yaratma görevi düşecektir.’’ Globalleşme eğilimleri 1980’li yılların başında ivme kazandı. Reagan yönetimindeki Amerika ve Margaret Thatcher yönetimindeki İngiliz hükümeti, çokuluslu ortaklıklar ve büyük yatırımcılar Neoliberal Globalleşme’nin başını çektiler. Bu alanda şu amaçlara yöneldiler: Sendikaların güçlerini zayıflatmak; Ulusal ekonomik kuruluşların boyutlarını küçülterek çokuluslu ortaklıklarının rekabet alanlarını geliştirmek; İşçi ücretlerini sınırlayarak ve vergi bağışıklıkları sağlayarak kârlarını arttırmak; Güney ülkelerinin gelişmesine katkı sağlıyormuş gibi görünerek büyük kazançlar getirecek yatırımlar yapmak; Devletlerin ekonomik alanlardaki yetkilerini kısıtlamak. İletişim teknolojisi hayatın her alanında Konuşmalar, bildiriler, metinler, görüntüler, müzik, film, oyun, sinema haberleri, spor ve her türlü veri, iletişim alanına giriyor. letişim teknolojisi birdenbire muazzam boyutlar kazandı. Bir yandan Uzay Çağı’na girdik, bir yandan da İletişim Çağı’na. Zaten ikisi baş başa gidiyordu. Önce telefax ve televizyonlar gelişti, bütün ülkeler renkli televizyonlarla donatıldı, sonra uydu haberleşmesi çıktı, arkasından videolar bulundu, arkasından bilgisayarlar iletişim hizmetine girdi, arkasından internete ulaştık, kasetçaların yerini CD çalarlar aldı. Onların arkasından nümerik teknoloji devrimi başlatıldı. Tüm mesajlar, telefon ve radyoda sesler, ajans ve gazete haberleri, fotoğraflar ve resimler, televizyon görüntüleri nümerik teknolojiyle iletildi. Nümerik medyalar klasik medyaları ezmeye ve yok etmeye başladı, DVD’ler çıktı, Multimedya endüstrileri büyük boyutlara ulaştı ve çokuluslu ortaklıkların tekeline geçti. Cep telefonları, yazılım ve bilgisayar üretimleri çokuluslu ortaklıklara sınırsız kazançlar sağladı. İletişim alanında Globalleşme Çağı böyle başladı. Şimdi işte bu İ çağı yaşıyoruz. ‘ORTAKLIKLAR BÜYÜDÜ’ Büyük ortaklıklar daha da büyüdü. Microsoft, AOL, Time Warner, VivendiUniversal, Real Networks, ABC News, Fox, Google, News Corporation, Gensta gibi firmaların bilançolarını izlemek, hangisinin önde, hangisinin ortalarda olduğunu bilmek artık kolay değil. Kıran kırana bir yarıştır gidiyor. Bir şeyler satılıyor, bir şeyler birleşiyor, bir şeyler yok oluyor. Yeni imparatorluklar kuruluyor, dünyayı onlar bölüşüyorlar. Amerika’da 2002 şubatında yoğunlaşma yasağı kalkar kalkmaz, Online ortaklığı Time dergisini, Warner Bros’u ve CNN’i satın aldı. General Electrics NBC’yi eline geçirdi, Microsoft yazılım pazarına egemen oldu. Rupert Murdoch’un News Corporation’u bir yığın İngiliz ve Amerikan iletişim organlarına sahip oldu (Times, Bus, New York Post, uydu yayını yapan SKY B, Fox ve 20th Century Fox). Ünlü Fransız gazeteci Ignacio Ramonet, ‘‘İletişim artık ağır endüstri durumuna geldi’’ diyor. ‘‘XIX. yüzyılın ikinci yarısında demir endüstrisi ya da 1970’li yıllarda otomobil endüstrisi neyse iletişim endüstrisi de bugün öyle oldu. Büyük ortaklıklar iç içe girdi. Bu kapitalist değişimlerin sloganı, karşıdakini öldürmek. Artık anlaşma, birlik diye bir şey yok, karşındakini denetimin altına alacaksın ve içinde eriteceksin.’’ Hangi firmalar var bu savaşlarda? Bir yanda iletişimin içeriğini üretenler, yani gazeteler, dergiler, haber ajansları, radyolar, müzik programları, sinema, TV , web siteleri, öte yanda da iletişim araçla rı, yani mesaj ve programlar ileten araçlar, telekomünikasyon ve bilgisayar araçları, programları izleyenler, çözenler ve yayanlar. ‘HER ŞEYİN ADI İLETİŞİM’ Artık her şey iletişim araçlarının alanına giriyor, konuşmalar, bildiriler, metinler, görüntüler, müzik, film, oyun, sinema haberleri, spor ve her türlü veri. Son 20 yılda üretilen ve iletilen verilerin, bilgilerin, haberlerin, programların beş bin yılda üretilenlerden daha çok olduğu belirtiliyor. Yine Ramonet şöyle diyor: ‘‘Büyük şebeke senyörlerinin amacı, vatandaşın tek muhatabı, yani iletişim kuracağı tek kişi ya da tek organ olmak. Vatandaş her haberi, bilgiyi, eğlenceyi, kültürü bu kaynaktan alacak. Senyör, vatandaşı bu amaçla çeşitli araçlarla kendine bağlayacak, yani cep telefonuyla, kabloyla, televizyonla, bilgisayarla, internetle, elektronik postayla...’’ S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle