25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Gazi davasının bir numaralı sanığı Albayrak’tan Ağar, Menzir ve Kozakçıoğlu’na büyük suçlama GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Silah emrini onlar verdi’ AHMET ŞEFİK Bu Kez Durum Farklı Olabilir! IIPazartesi günü, likidite (ve kredi) genişlemesine dayanarak krizi yönetme döneminin artık kapanmakta olduğunu, mali sermayenin (uluslararası bankasanayimedya kompleksi), spekülasyon yerine, doğrudan ‘artıdeğerin’ üretiminin finansmanına yönelik yatırımları özlemeye başladığını yazmıştım. Spekülatif birikimin riskleri, sistemin tümünü tehdit eden bir düzeye gelmişti. Adem Albayrak. TRABZON İstanbul Gazi Mahallesi’nde 1213 Mart 1995’te meydana gelen ve toplam 22 yurttaşın ölümüne yol açan olaylar sırasında üç kişiyi öldürmekten hüküm giyen davanın bir numaralı sanığı Adem Albayrak, silah kullanma emrini dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in verdiğini öne sürdü. Gazi Mahallesi’nde bir kahvehanenin taranması ve bir kişinin ölümü ile başlayıp, aynı gece cemevinde toplananların üzerine panzerden ateş açılması ve 2 kişinin de burada can vermesiyle büyüyen olaylarda üç günde 22 kişi ölmüş, 400’ü aşkın kişi de yaralanmıştı. Olay sırasında yaşamlarını kaybedenlerden bazılarının hedef ? Gazi Mahallesi’nde 22 yurttaşın ölümüyle sonuçlanan olayda üç kişiyi hedef gözeterek öldürmekten ceza alan ve polislikten ihraç edilen Adem Albayrak, silah kullanma emrini dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in verdiğini öne sürdü. gözetilerek tek mermi ile öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Olay sırasında çekilen görüntüler ve tanık ifadelerinde Adem Albayrak ve Mehmet Gündoğan teşhis edilmişti. Olaylardan bir buçuk yıl sonra güvenlik gerekçesiyle Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada 20 polis yargılandı. Yaklaşık 4 yıl süren yargılama sürecinin ardından Dilek Aradan, Reis Kopal, Sezgin Engin ve Fevzi Tunç’u öldürmekten sanık Adem Albayrak toplam 6 yıl 8 ay, Zeynep Poyraz ve Mümtaz Kaya’yı öldürmekten sanık Mehmet Gündoğan ise 3 yıl 4 ay hapse çarptırıldı. Ancak ceza indiriminden ve Şartlı Salıverme Yasası’ndan da yararlanan Albayrak ve Gündoğan, daha önce yattıkları dönem de göz önüne alınarak yeniden cezaevinde girmedi. İhraç edildiler Görevini Rize Emniyet Müdürlüğü bünyesinde sürdüren Albayrak, önceki gün Trabzon Adliyesi’ne gelerek meslekten ihraç edildiğine ilişkin tebliği aldı. Mehmet Gündoğan’ın da meslekten ihraç edildiği öğrenildi. Adliyeden çıkışta karara tepki gösteren ve ‘‘Devletim için sustum ve hapis yattım. Ödülüm işimden olmak’’ di yen Albayrak, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, eski milletvekili Necdet Menzir ve eski vali Hayri Kozakçıoğlu’nu suçladı. Olaylar sırasında operasyonun başında bu isimlerin bulunduğunu öne süren Adem Albayrak şöyle devam etti:‘‘Mehmet Ağar , Necdet Menzir , Hayri Kozakçıoğlu gibi isimler söz konusu dönemde operasyonun başındaydı. Emri onlar vermişti. Hapse biz girdik. Kimileri kahraman ilan edildi. Onlar bakan ve milletvekili oldu, biz mahkum edildik. Yargılanması gereken bizler değil başımızdakilerdir.’’ Trabzon’da süren dava boyunca müdahil avukatları ve ölenlerin yakınları hep bu isimleri gündeme getirdi. Ölüm emirlerinin arkasında bu isimlerin olduğu ve yargılanmaları gerektiği vurgulandı. Ancak, yeterli belge olmadığı ileri sürülerek bu isimler yargı karşısına çıkarılmadı. Yeni paradigma Buradan, ‘‘artık bir geçiş dönemine girildi, egemen paradigmada bir çözülme başladı’’ sonucuna ulaşıyorum. Olası bir yeni paradigmaya ilişkin belirtiler de var. Örneğin, 1997 Asya krizinden sonra, Asya ülkelerinde gündeme gelen, Paul Krugman, Roach, Stiglitz gibi kimi ekonomistler tarafından da, küresel dengesizliklerin aşılması bağlamında önerilen, ‘‘iç pazarın güçlendirilmesine’’ ilişkin yaklaşımlar, finansal sermayenin serbestçe dolaşımına yönelik eleştiriler, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların iktidarsızlaşmaları, bence bu yeni paradigmaya ait. Çin’in yükselişi, sermaye açısından ucuz ve kalifiye işgücüne ulaşmanın öneminin artması (outsourcing’in hızlanması), merkez ülkelerde devletlerin ulusal ekonomiyi, stratejik sanayileri koruma eğilimleri, hatta devlet işletmelerini kullanarak başka ülkelerdeki özelleştirmelerden pay almaya çalışmaları da (bu alandaki tartışmalara örnek olarak: ‘‘Economic Nationalism’’ PINR 09/08/05, ‘‘La mondialisation du patriotisme economique’’ Le Monde 12/08/05, ‘‘Globalization may be falling out of political fashion’’ Weekly Standard 03/21/06, ‘‘How free trade pioneers are busy manning the barricades’’ The Times 22/03/06) içerde artı değer üreten yapıları koruma, ülke dışında yenilerini ele geçirme çabaları olarak yeni birikim modeli arayışları bağlamında değerlendirilebilir. Bu tartışmalar mali sermayenin gelişmekte olan ülkelere bakışının değişmeye başladığını da düşündürüyor. Değişimin ilk ipuçlarını, 1998’de Malezya’ya verilen destekte, 2001’den bu yana Tayland modeline gösterilen ilgide görebiliriz. Bir başka ipucunu da, özel çıkarlardan daha çok sistemin bekası üzerine konuşma iddiasında olan Financial Times’ın Türkiye’deki son gelişmelerle ilgili ‘‘Slamming into reverse’’ (geri vitese takmak) başlıklı yazısında bulmak olanaklı. P OLİSE GENİŞ YETKİ ‘Yargısız infazlara açık kapı’ ? Polise kayıtsız gözaltı yetkisi tanıyan yasa taslağı önerisi hukukçular tarafından tepkiyle karşılandı. Prof. Üskül düzenlemenin anayasaya aykırı olacağını söylerken TBB Başkanı Özok da, ‘Sonuçlarını tahmin etmek güç olmayacaktır’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Suçu önleme gerekçesiyle kolluk gücüne sınırsız, kayıtsız ‘‘muhafaza altına alma’’ yetkisi getirme girişimi tepkilere neden oldu. Prof. Dr. Zafer Üskül, bu yetkinin anayasaya açıkça aykırı olacağına işaret ederek ‘‘Tam bir insan hakkı ihlalidir. İnsanların akıbetlerinin ne olduğunu bilmek mümkün olmayacak. Belki de yargısız infazlara yol açacak’’ dedi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı (TBB) Özdemir Özok ise devletin duygularla hareket edemeyeceğini vurgulayarak ‘‘Her yaptığı işi hukuk çerçevesinde yapmalı’’ değerlendirmesini yaptı. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu ile İl İdaresi Kanunu’nda değişiklik öngören taslakla kolluk gücüne ‘‘kayıt dışı gözaltı’’ olanağı sağlanmasına tepki gösteren uzmanlar, düzenlemenin yaratacağı sıkıntılara işaret ettiler. Prof. Dr. Zafer Üskül, polisin görevinin suç işleyeceğini varsaydığı ya da kuşkulandığı kişiyi izlemek olduğunu belirterek ‘‘Muhafaza altına alma yetkisi olamaz. Bu anayasaya aykırı olur’’ dedi. Muhafaza altına alma işleminin kaydının tutulmayacak olmasının da tam bir insan hakkı ihlali olacağına işaret eden Prof. Dr. Üskül, şu değerlendirmeyi yaptı: ‘‘Eğer anayasaya uygun bir kurum olarak muhafaza altına alma öngörülürse bunun süresinin ve biçiminin belirlenmesi gerekir. Belirsizliklerle fiili durum yaratılmak isteniyor. Bunu insan hakları açısından son derece tehlikeli görüyorum. Kayıt altına alınmayacağı için insanların muhafaza altına alınıp alınmadığını, ne kadar kaldıklarını, akıbetlerinin ne olduğunu bilmek mümkün olmayacaktır. Bu, kayıplara yol açabilecektir. Belki de yargısız infazlara yol açacaktır. Tamamen kolluğun keyfi tutumuna bağlı kalacaktır. Yasalaşması anayasaya açıkça aykırıdır.’’ TBB Başkanı Özdemir Özok, genel güvenliğin, insan yaşamının güvence altına alınmasının temel hedef olduğunu vurgularken kamu güvenliği, insan hak ve özgürlükleriyle yaşam hakkının birbiriyle dengeli biçimde götürülmesi gerektiğini söyledi. ‘‘Devlet asla duygusallık yapmaz’’ diyen Özok, ‘‘Her yaptığı işi hukuk çerçevesinde yapmalı. Bu düzenleme çok tehlikeli. Birilerine 24 saat, karar almadan muhafaza altına alma yetkisi verirseniz bunun sonuçlarını tahmin etmek hiç de güç olmayacaktır. Hassas dengelere mutlaka dikkat etmeli’’ diye konuştu. Eğitimciler simit sattı Mağdur Öğretmenler ve Eğitim Emekçileri Derneği, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) atamalarını ve kadrolaşmayı protesto etti. Galatasaray Lisesi önünde önceki gün toplanan bir grup eğitimci ‘‘Gel vatandaş gel işsiz öğretmenin tezgâhına gel’’ diye bağırıp temsili su, kazak, simit satarak işsiz öğretmenlerin sorunlarını dile getirdi. Ellerinde ‘‘Diplomalıyız ama işsiziz’’, ‘‘Sözleşmeli ücretli öğretmenliğe hayır’’ yazılı dövizler taşıyan grup, ‘‘İşsiz öğretmen su satıyor’’ sloganları atarak Taksim Meydanı’na dek yürüdü. (Fotoğraf: SALİM HALİMOĞLU) ‘Coup de grâce’ FT, 175 puanlık faiz artışını siyasi ve sıcak para girişine bağlı ekonomik riskler bağlamında bir ‘‘aşırı tepki’’ olarak sorguladıktan sonra, alışılmadık bir biçimde, dikkatini ‘‘reel ekonomiye’’ çeviriyor, Türkiye’nin aşırı enflasyon olmadan yeterli büyüme sağlamadaki başarısızlığını, fiziki ve insani sermayeye yeterli yerli yatırımın yapılmamış olmasına bağlıyor; tasarrufların düşüklüğünü, eğitime yatırımın, işgücü kullanımının yetersizliklerini eleştiriyor. FT, bunların IMF reçetesiyle gerçekleştirilmesinin olanaksızlığını gayet iyi bilir. Öyleyse FT başyazısı aslında ne diyor? Ekonomi politiğin diline tercüme edersek, FT’nin, hükümeti artı değerin üretimine yönelik ekonomik çıkarlara öncelik vermemekle eleştirdiğini söyleyebiliriz. Gerçekten de başlayan kriz içinde 175 puanlık faiz arttırımı, büyük sıkıntı içinde olan reel ekonomiye (artı değerin üretimine) yönelik bir ‘‘coup de grâce’’ (son öldürücü darbe) olabilir. Bu faiz arttırımı belki, uluslararası bağlantıları olan büyük grupları sarsmayacak ama, döviz üzerinden borçlanmış, iç pazara çalışan özellikle orta, küçük sanayi ve ticaret işletmelerinin, ihracatçının çöküşünü hızlandıracak. Eğer kafanız benim paranoyak dostumunki gibi çalışıyorsa, bugün alkışlanan ekonomi politikalarının, mali sermayenin yerli üreticinin kimini satın alarak, kimini tasfiye ederek, pazarı ve tüm artı değer üretme sistemini ele geçirmesini kolaylaştıracağını da savunabilirsiniz. FT başyazısının önerileri de bu süreçte gayet anlamlı. Çünkü Türkiye’de de, artı değer üretim sürecini doğrudan ele geçirmeye başlayan mali sermaye önümüzdeki dönemde gereksinim duyacağı nitelikli teknik elaman ve altyapı yetersizliğinin farkındadır. Aslında, bu ‘paranoya’, ülkede ekonomik, ideolojik/kültürel ve etnik fay hatlarını iyice zorlayacak, toplumsal dokuyu çözebilecek çok sancılı bir sürecin açılmakta olduğuna ilişkin... Belki de FT, işte bu yaklaşmakta olan çözülmenin büyüklüğünü düşünerek bir başka başyazısında, AB’ye Türkiye’yi kucaklamasını, ‘‘bir jeopolitik alacakaranlığa itmemesini’’, ‘‘şiddetle’’ tavsiye ediyordu. Ne ki sistemin bekasına ilişkin projeler söz konusu olduğunda, ABDİngiltere ekseninin yaklaşımıyla, AB (AlmanyaFransa) ekseninin yaklaşımı giderek farklılaşıyor. Dahası, adeta AB, ABD’den hegemonyacı konumundan vazgeçerek ‘‘çok kutuplu’’ bir sistemi kabul etmesini talep ediyor. Özetle, Türkiye’yi, içeri almadan kapıya bağlamaya kararlı AB’ye (Rumların kolunu bükmek kolay, ama Fransız halkına evet dedirtmek...) ve militarist amaçlarla kullanmaya niyetli ABD’ye umut bağlamaktansa, kendi geleceğini kurmaya yönelik tedbirleri, bunlara uygun siyasi iktidarları düşünmesi gerekiyor. ergin.yildizoglu?gmail.com Başkentte türbanlı öğretmen Etimesgut Sağlık Meslek Lisesi’nde 11 öğretmenin derslere türbanla girdiği ileri sürüldü. Okul müdürü hem yalanladı hem de ‘Kontrol çok zor’ dedi ESRA YAZDIÇ ANKARA Ankara Etimesgut Sağlık Meslek Lisesi Edebiyat Öğretmeni Kamile Dursun’un okul içinde türbanla dolaştığı ve bu şekilde derslere girdiği iddia edildi. Okul müdürü Hüseyin Hız iddiaları yalanlamazken, ‘‘Büyük bir okul olduğumuz için öğretmenleri sürekli denetim altında tutmamız mümkün değil” dedi. Cumhuriyet’in edindiği bilgiye göre Dursun dışında okulda 11 öğretmen daha türbanla görev yapıyor. Okul müdürü Hız, sorularımız üzerine, ‘‘Okulumuz 34 bloktan oluşuyor. İdari blok ile eğitim öğretim yapılan blok birbirinden ayrı, bu nedenle nöbetçi müdür yardımcımız okulun tüm katlarını dolaşamayabiliyor. Benim de olan biteni odamdan izlemem imkânsız’’ dedi. Hız sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Okulda 146 öğretmen var. Bu durumda ne şekilde okul içinde dolaşıyor ya da derse giriyorlar belirlemek zor. Öğretmenimiz ikinci dönem boyunca raporluydu. İki hafta kadar derse girdi. Bu süre zarfında da benim bilgim dışında hareket edilmiş olabilir. Aslında her katta nöbetçi öğretmen ve müdür yardımcılarımız var, sorumlu arkadaşların bu konuyu takip etmesi gerekirdi. Böyle bir durumda mazeret belirtilemeyeceğini biliyorum. Bizim ve arkadaşlarımızın iyi niyetleri istismar edilmiştir. Gerekeni yapmaktan memnun olacağız. Konuyla ilgileneceğim.’’ Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, ‘‘Türbanla derse girmeyi bırakın okul içerisinde dolaşmak alışkanlık haline geldi. Müdürler de hükümetten aldıkları cesaretle hareket ediyor’’ dedi. Dinçer: Türbana hükümet onay veriyor Eğitim Sen Başkanı Dinçer, ‘‘Okullar kamusal alandır. Kamusal alanda belirlenen kurallara uyulması zorunluluğu vardır. Son dönemde bu tür olaylar sıkça yaşanmaya başlandı. Nedeni ise, türbana hükümet tarafından onay verilmiş olmasıdır. Kamusal alanda türbanıyla dolaşan kişi uyarı almadığını, üstüne bir de bürokratlar tarafından korunduğunu görünce istediği şekilde kuralları ezme hakkını kendinde buluyor’’ diye konuştu. Yıllardan beri bilinçli olarak tırmandırılan ve bazı çevrelerin rant elde etmesine yarayan iç gerginlik, iyice tehlikeli bir boyut kazandı. Farklılıklarla bir arada yaşamak ve ortak bir yaşam kültürü oluşturmak, Türkiye gibi dinamik bir ülkede kolay değil. Farklılıklar üzerinden siyaset yapmak ve çoğunluğun egemenlik duygularını okşayarak taraftar toplamak her zaman bazı çevrelerin hoşuna gitmiş, bu durumdan çıkarlar elde edilmiştir. Son dönemde bu konu daha fazla rant kapısı haline gelmeye başladı. Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliği’ne üyelik süreci gibi konular da bu gerginliğin temaları olarak öne çıktı. Perihan Mağden’in geçen hafta mahkemede başına gelenler, artık bu konunun iyice tehlikeli boyutlara ulaşmak eğilimi gösterdiğini kanıtladı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), bu tehlikeli duruma karşı bir sağduyu yaratabilmek amacıyla bir kampanya başlattı. Kampanya, ‘‘Özgür, Eşit ve Demokratik Türkiye’de Bir Arada Yaşamı Savunalım’’ adıyla yürütülecek. ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu bu kampanyayı hangi Bir Arada Yaşamı Savunmak amaçlarla başlattıklarını şöyle açıkladı: ‘‘Türkiye toplumu giderek bir iç çatışma sürecine doğru evriliyor. Farklı eksenler üzerinden derinleşen bu çatışma hali Türkiye toplumunun bir arada yaşama duygusunu zayıflatıyor. Özgürlük ve Dayanışma Partisi olarak bugün bu çatışma ortamına dur demenin ve bir arada yaşamı savunmanın öncelikli görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Çağrımızı başta demokratik kamuoyu olmak üzere, ülke genelinde bütün halkımızla paylaşacak, bir arada yaşamı savunma inisiyatiflerinin önünü açmayı hedefleyeceğiz. Halka ‘Ya şu, ya da bu’ dayatmasının yapıldığı kutup laşma ve çatışma eksenlerinde üçüncü bir seçeneğin varlığını ortaya koymaya çalışacağız. Ancak bu çağrı demokratik kamuoyunun, sendikaların, meslek kuruluşlarının, yurttaş inisiyatiflerinin, aydınların, sanatçıların, tek tek bireylerin katılımını sağlayabilirse amacına ulaşır. Faaliyetimizin bir adımı olarak, özgür, eşit, demokratik bir Türkiye’de bir arada yaşamı savunanlarla, 25 Haziran’da İstanbul Kadıköy’de çoksesli ve renkli bir buluşma gerçekleştireceğiz. Bir arada yaşamı bütün gücümüzle savunmaya kararlıyız. Bunun için herkesin desteğine, katkısına, el ve omuz vermesine ihtiyacımız var.’’ ??? ÖDP yönetimi de kampanyanın hedeflerini belirten bir bildiri yayımladı: ‘‘ÖDP, ‘Özgür, Eşit, Demokratik Bir Türkiye’de Bir Arada Yaşamı Savunma’ seferberliği başlatıyor. Çünkü biz TürkKürt ya da laikdindar gerilimi yoluyla yurttaşlarımızın birlikte yaşama duygusu zayıflamasın istiyoruz. Doğduğumuz topraklarda barış, hoşgörü, karşılıklı anlayış içerisinde birlikte yaşamayı arzuluyoruz. Türkiye’nin sorunlarının ancak daha fazla demokrasiyle, daha fazla özgürlükle çözüleceğine inanıyoruz. Kürt sorununda milliyetçi şiddete başvurulması, linç kültürünün yaygınlaşması karşısında ‘barıştan, hoşgörüden’ yana bir seçenek oluşturmak için harekete geçiyoruz. İzmir Kemalpaşa’daki örneklerin yaygınlaşmasından, ortak yaşam pratiğinin zedelenmesinden kaygı duyuyoruz. Devletin artık bu sorunu bir asayiş sorunu görmekten vazgeçmesini, Başbakan’ın ‘Hepiniz eşit haklara sahip yurttaşlarsınız’ sözlerine sahip çıkmasını; hükümetin bir ‘sıfır nokta’ ilan ederek herkesin demokratik, toplumsal yaşama katılmasının önünü açmasını; artık kimsenin bombadan, kurşundan, şiddetten, silahlı eylemden medet ummamasını istiyoruz. İsteyenin kendi kimliğini, kültürünü öne çıkararak, isteyenin de sade yurttaş olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye amaçlıyoruz. Hiçbir kimliğin başka kimlikleri ezmediği, her kimliğe saygı duyulduğu bir ülkede yaşamayı arzuluyoruz. Siyasal ve emeksermaye ekseninde toplumsal aidiyetlerin öne çıktığı bir ortamın da an cak böyle şekilleneceğine inanıyoruz. Özgürlükçü laiklik anlayışıyla, her insanın inanma ya da inanmama özgürlüğünü, devletin tüm din, inanç ve mezheplere eşit mesafede durmasını; kamu kaynaklarıyla, bizlerin vergileriyle hiçbir mezhebe teşvikte bulunmamasını; devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrı tutulmasını; herkesin bir diğerinin yaşam tarzına, kılık kıyafet tercihine saygı göstermesini savunuyoruz. Devlet içinde gizli kapaklı hiçbir ilişki kalmasın; Susurluk’tan Şemdinli’ye, Danıştay saldırısına kadar tüm çete ilişkileri, derin devlet bağlantıları aydınlatılsın istiyoruz. Ergenekon anayasası değil, daha sivil, daha özgürlükçü yeni bir anayasa istiyoruz. Terörle Mücadele Yasası gibi baskı yasalarıyla değil, seçim barajlarının kalkmasıyla, temsilde adaletin sağlanmasıyla bu ülkenin önünün açılacağına inanıyoruz.’’ ÖDP’nin bu çok önemli girişimini sonuna kadar destekliyorum. Umuyorum ki, diğer siyasi partiler de benzer bir duyarlık için harekete geçerler... Bombacıyı halk yakalattı MERSİN(Cumhuriyet) Mersin’in Tarsus ilçesinde kimliği açıklanmayan 30 yaşlarındaki bir kişi, öğle saatlerinde elinde bir poşetle Hükümet Konağı’na girmek istedi. Kapıdaki xray cihazını fark edince içeri girmekten vazgeçen şahıs, elindeki poşeti hükümet konağının yanında bulunan bir kırtasiye dükkânının önüne bırakarak kaçmaya başladı. Bu sırada gelişmeleri takip eden bir kişinin ihbarı üzerine devriye görevi yapan polisler, kaçmak isteyen kişiyi yakalayarak gözaltına aldı. Polis, kırtasiye dükkânının çevresinde önlem alarak halkı uzaklaştırdı. Ardından hızla olay yerine gelen bomba uzmanı, siyah poşete fünye bağlayarak imha etti. Poşetteki patlayıcının cep telefonu düzeneği kurulmuş el bombası olduğu açıklandı. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle