19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MAYIS 2006 SALI 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Çiçek, Erdoğan’ın yırttığı sayfadaki yazının ‘illegal bir örgüt bildirisine’ benzediğini ileri sürdü Yaş Sorunu ve Erdal Öz İki hafta önce cumartesi akşamı Yeni Melek’te, Galatasaraylı kardeşlerimin artık geleneksel hale getirdikleri ‘‘Eskiler şamatası’’ günündeydim. Bu okulun sıralarından geçmiş sanatçıların, yazarların, müzisyenlerin, her türlü meslekten öğrencilerin sahneye çıkıp hünerlerini sergiledikleri, hoş vakit geçirilen, eskinin anıldığı, dostlukların tazelendiği bu toplantıda, beni de Timur Selçuk gibi sahneye çağırdılar. Timur gibi sergilenecek hünerlerim yoktu. Çarnaçar, bazı anılar anlattım kısaca. Anılar... Ah anılar... Yıllar yıllar önce, Galatasaray Lisesi’nde genç bir öğrenci olarak, Tevfik Fikret Salonu’nda konuşan kişileri hayranlıkla dinler, bunca anıları olmasını kıskanırdım. Onların anıları, benim de gençliğim vardı ve bilmezdim ki anıların zenginleşmesi gençliğin geride kalmasıyla oluyordu. Artık benim de bol anılarım var. Ve anılar, dostlar bana hep yaş sorununu düşündürüyor. İki hafta sonra, Teşvikiye Camii avlusunda, Atıf Yılmaz’a veda ederken, bir kez daha düşündüm yaş sorununu. Ama bu defa, yaşın fizyolojik bir şey olmadığını yaşamıyla anlattı bana Atıf Bey. Türk sinemasının bu büyük ustası için yazılan yazılardan biri çok hoşuma gitti. Atıf Yılmaz’ın hep genç kaldığını, kendinden çok daha küçük olanlardan bile daha genç olduğunu belirtiyordu yazar. ??? Evet, her zaman güler yüzlü, her koşulda hiç değilse istencinde iyimser, kibar Atıf Yılmaz hep genç sanatçı hep genç insan olarak kalmıştı, tıpkı kendisinden 10 yaş daha genç aynı yolculuğa hemen hemen aynı zamanda çıkan Erdal Öz gibi... Yirmi yıl önce, onunla hemen hemen aynı günlerde, hemen hemen aynı yaşta, aramızdan ayrılan ve dün gece bir kez daha anılan Haldun Taner de, sürekli yeni arayışlar içinde olan, yeni yeni gençleri bulup onlara destek çıkmaya çalışan, yaşamın hiçbir yönünden kopmamış, kibarlığı ile istencinde iyimserliği kişiliğinde harmanlamış, hep olumludan, yapıcıdan yana olmuş bir delikanlıydı. Derleyip, bize sunacak meyveleri olan bir insandı son ana kadar... Deniz sürekli kıyıları yiyip duruyor, zaman yaşamları anılara çeviriyor ve biz gittikçe artan bir sıklıkla, dostları yolcu ediyoruz bıkıp usanmadan, toplanıp bir cami avlusunda, onları ve anıları anarak...! Nereye kadar?... Bir gün bizi de yolcu edecekleri, herkesin gelip bizi göreceği, bizim ise artık kimseyi göremeyeceğimiz güne kadar. ??? Bugün Teşvikiye Camii’nden, yine genç ve zamansız yitirdiğimiz bir delikanlıyı yolcu edeceğiz. Ankara’da mutlaka katılmam gereken bir toplantıda bulunmak zorunda olduğumdan, ben olamayacağım, Erdal’ı uğurlayanlar arasında. Erdal, kendininkiler ve tanık olduklarından oluşan acıları damıtıp bize hüznüyle, sevinciyle, korkusuyla, cesaretiyle yaşam olarak sunmuş bir delikanlı idi. Çiçek Arif’teki 70. yaş gününün üstünden daha çok geçmedi. Orada, Tahsin Yücel’in kendisine, bir Türk Nobel’i olarak heykelcik sunarken yaptığı konuşmayı anımsıyorum. Erdal yalnız yaratıcılığını derleyip bize sunmakla yetinmedi, dünyanın dört bir yanından özenle seçilmiş yapıtları bize ulaştırdı. Yayıncıya duyulması gereken minneti ilk kez çocuk yaşlarımda, Varlık Yayınları’nı, yine nice özveriyle çıkaran ve hayatta hiç tanımadığım, uzaktan bile olsa görmediğim Yaşar Nabi örneğinde hissetmiştim. O, yayınlarıyla bize dünyayı sunuyor, yaşamımızda olağanüstü bir pencere açılmasına neden oluyor, bizi zenginleştiriyordu. Yayıncı Erdal Öz de öyle... Yazar ve yayıncı, sıcaklığını, yaşam sevincini yalnız dostlarıyla değil, geniş topluluklarla paylaşan insandır. Dostları insan Erdal’ı hep anacaklar, hep duyumsayacaklardır. Aynı zamanda okurları da... Cismen tanımadıkları Erdal, yazar, yayıncı Erdal olarak, onların yaşamlarına değerli katkılarda bulunmuştu. Eserleriyle ve süreceğini umduğum, Can Yayınevi’nin yeni kitaplarıyla genç Erdal, bu işlevini sürdürecek. Teşekkürler Erdal Öz. İyi ki var oldun... AKP dava açmaya hazırlanıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından yırtılan Atatürk’ün evinde bulunan Şeref Defteri’ndeki yazının, ‘‘illegal bir örgüt bildirisine’’ benzediğini savundu. Çiçek, hükümeti ve AKP’lileri ‘‘hain, hırsız ve kâfir’’ olarak niteleyen “ATAM” başlıklı metin için yasal yollara başvuracaklarını söyledi. Bakanlar Kurulu toplantısının ardından soruları yanıtlayan Çiçek, Erdoğan’ın Şeref Defteri’ndeki bir sayfayı yırttığının anımsatılması üzerine metni sansürsüz okuduktan sonra şunları söyledi: ‘‘Şeref defterleri, herkesin yazı yazdığı defterler değildirler. Önüne gelen o deftere yazı yazarsa, yarın tasvip etmediğimiz, Türkiye aleyhine ifadeler de o deftere yazılır. Ben mektubu okudum. Bir şeref defterinde yer almayacak kadar edep ölçülerini aşıyor. Adeta illegal bir örgüt bildirisi gi ? Hükümet Sözcüsü Çiçek, Atatürk’ün evindeki Şeref Defteri’ne yazılan metinde AKP’lilerin “hain, hırsız ve kâfir” olarak nitelendirildiğini söyledi. Bu yazıyı fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirmenin “sorumsuzluk” olduğunu ileri süren Çiçek, “Yasal yollara başvuracağız” dedi. bi yazılmış bir metin. Buna fikir özgürlüğü demek sorumsuzluktur.’’ din. 4 yıl gibi kısa bir zamanda 7 düvel düşmanları mağlup ederek muasır medeniyetler seviyesine çıkardığın Türkiye’yi ve Türk milletine, Tanrı’nın zatı alinizi yanına aldıktan 64 yıl sonra Türkiye’nin üzerine, Türk milletinin dini duygularını yıllarca sömüre sömüre bir AKP’si çöreklendi. İslamiyet’i bir kalkan gibi kullanan bu insanlar hakikatte kâfir olduklarını Hz. Muhammed (S.A) sakalı şerifini yerinden kaldırıp Atatürk Hava Limanı’na getirip Dubaili Arap’ın gözüne girmek için sattıkları İstanbul’un en güzel yerlerinden vazgeçmesin diye Muhammed’i bile oyuncak yaptılar, bunların din anlayışı bu. Hepsi kâfir. Zamanınızda Osmanlı’ya ait olan dış borçları ödediniz R. Tayyip hükümeti nesiller boyunca altından kalkamayacak şekilde borç altına girmekle kalmadı bir de mağlup ettiğiniz devlet ve hükümet başkanları ayağınıza gelip saygılarını bildirirken, Başbakan R. Tayyip Erdoğan Avrupa ve Amerika’nın uşaklığını yapıyor. Türkiye’nin maliyesi IMF ve Dünya Bankası’nın elinde, Dış siyaseti Amerika’dan ve iç siyaset de Belçika’dan idare edilmeye kadar düştü. Tayyip kendisi uşak olduğundan Türk milletini de uşak yapmak istiyor ama muvaffak olamayacak. Uşaklığını yaptığı Amerika’da ev de satın aldı her yaptığı gayrimeşru iş gibi güya oğlu almış. 22. dönem 59. R. Tayyip Erdoğan hükümeti başta kendisi olmak üzere bakanlar AKP milletvekilleri hayatla Defterden yırtılan yazı: ATAM “19 Mayıs 1881 Pazar günü Selanik’de o zamanki ismi ile Koca Kasım Paşa İslahane Caddesi üzerindeki (eve) Tanrı’nın bir hediyesi olan mübarek vücudun dünyaya bir güneş gibi arzı endam ettiğinde yeryüzü Nurlara gark oldu. Yeniden hayat buldu insanlar ısınıp kendilerine geldiler. Ben de bugün 5. defa buraya huzurunuza gelme mutluluğunu tattım. Aynı Güneş 38 yıl sonra yine bir 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da doğup ışınlarını bütün Türkiye’ye yaydı. Atam, o mübarek varlık Tanrı tarafından gönderilmiş olan sen rı boyunca Atatürk ilke ve devrimlerini ve Cumhuriyet idaresini ortadan kaldırıp hilafet devleti kurma çabalarındalar. Ayrıca en çok korktukları Türk ordusunu zayıflatıp iş göremez hale getirmek maksatları ile emellerine ulaşmaktır. Ruhlarında uşaklık ve kölelik taşıyan bu güruh emellerine muvaffak olamayacakları gibi aslında hükümet üyeleri hırsız, sahtekâr, kâfir. Görevi kötüye kullanan, Uzakdoğu’da otel köşelerinde Avrupa’da kimsenin haberi olmadan memleketi satıp doymayan aç gözleri hırsla yalnızca küplerini doldurup memleketi satan vatan hainleri olduğundan maksatları kursaklarında kalıp tüyü bitmedik yetimlerin haklarını yiye yiye sürünüp bir gün def olup gidecekleri yakındır. Şahadetini her zaman olduğu gibi Türk milletinin, zekidir, çalışkandır, buyurduğunuz insanlarından esirgeme Atam. Mehmet Fethi Dördüncü.’’ Baykal, AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çok farklı ‘ihtirasları’ olduğunu söyledi AKP’Lİ GÜNDÜZ ‘Arınç Köşk’e çıkmamalı’ ? ‘‘Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olmasaydı bu yılın sonunda seçim olurdu’’ diyen Baykal, Arınç’ın 23 Nisan konuşmasını anımsatarak ‘‘O konuşmayı yapan insan cumhurbaşkanı olamaz, olmaması gerek’’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın 23 Nisan’da ve sonrasında yaptığı açıklamalara dikkat çekerek ‘‘O konuşmayı yapan insan cumhurbaşkanı olamaz, olmamalı’’ dedi. CHP lideri Baykal, NTV’de güncel olaylara ilişkin soruları yanıtladı. Konuşmasında Cumhurbaşkanlığı ve erken seçim tartışmalarına dikkat çeken Baykal, ‘‘Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olmasaydı, bu yılın sonuna doğru bir seçim yapılacaktı’’ dedi. Baykal, Türkiye’de genel seçimlerin en geç 4 yılda bir yapıldığını anımsatarak ‘‘Bu yıl seçim yapmıyorsa bunun nedeni Cumhurbaşkanlığı seçimi’’ dedi. AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çok farklı ‘‘ihtirasları’’ olduğunu belirten Baykal, ‘‘Hele hele Cumhuriyetle, anayasal düzenle mücadele edecek bir iktidar için bunlar büyük bir fırsattır. ‘Cumhurbaşkanlığı’nı alalım, sonra bu mevzileri biz yönlendirelim, Türkiye’nin 80 yıllık tarihindeki sıkıntılarımızı aşmak için gerekli’ deniyor’’ ifadesini kullandı. Arınç’ın 23 Nisan’da yaptığı konuşma ve sonrasındaki Cumhurbaşkanlığı’na adaylık açıklamalarını da değerlendiren Baykal, ‘‘O konuşmayı bir cumhurbaşkanı adaylığı açıklaması olarak anlamak, böyle olması durumunda Türkiye’nin ne gibi tehlikelerle karşı karşıya olduğunu anlamak lazım. O konuşmayı yapan insan cumhurbaşkanı olamaz, olmaması gerek’’ diye konuştu. ‘Apo’ya af Meclis’ten geçmez’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP Grup Başkanvekili İrfan Gündüz, Terörle Mücadele Yasa Tasarısı’nda değişiklik yapılabileceğini belirterek ‘‘Öcalan’a af getirecek bir düzenleme bu Meclis’ten çıkmaz’’ dedi. AKP Grup Başkanvekili Gündüz, dün TBMM’de gazetecilerin gündemdeki konulara ilişkin sorularını yanıtladı. TMY Tasarısı’nın tartışmalı 6. maddesinin tasarı metninden çıkarılıp çıkarılmayacağının sorulması üzerine Gündüz, ‘‘30 bin kişinin katili, memleketi yıllardır kana bulayan, çocukların üzerine bomba atarak faaliyetine devam eden bir örgütün yöneticisine af getirecek bir düzenleme bu Meclis’ten çıkmaz’’ dedi. Gündüz, tasarının 6. maddesinde böyle bir tereddüdün oluşması durumunda bunu giderici adımların atılacağını belirterek ‘‘Apo’nun affına cevaz verecek hiçbir hüküm olamaz’’ diye konuştu. Yarış daha başlamadı Baykal, ‘‘Cumhurbaşkanlığı yarışı erken mi başladı’’ sorusuna da ‘‘Daha yarış yok. Herkes niyet beyanında bulunuyor. Sonucu belirleyecek niyet beyanında bulunacak Başbakan’dır. O da niyetini beyan etmemiştir. Hiç kuşku duymuyorum, onun da niyeti vardır’’ karşılığını verdi. Baykal, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evi ziyaretinde, anı defterinden partisine yönelik eleştirilerin yer aldığı sayfayı yırtmasının, ‘‘ne kadar tepkili, hazımsız, hoşgörüsüz bir durumda olduğunu gösterdiğini’’ ifade etti. Baykal, son dönemdeki açıklamalarıyla hükümetin tepkisini çeken 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in deneyimli bir siyaset adamı olarak Türkiye’ye yönelik tehlike ve tehditlerle ilgili ciddi değerlendirmeler yaptığını ve bu açıklamalarına devam etmesi gerektiğini söyledi. Baykal, dincilerle mücadele için ‘‘dindar’’ olarak tarif edilen Demirel’in yanında yer alınması önerisini ise kendisinin doğru bulmadığını belirterek şu görüşleri savundu: ‘‘Bu mücadelede radikal İslamcılar, dinciler kazanır. Önemli olan dini siyasetin dışında bırakmaktır.’’ Ölüm orucuna destek eylemi Cezaevlerindeki tecridin kaldırılması amacıyla Adana’daki evinde ölüm orucuna başlayan Gülcan Görüroğlu’na Temel Hak ve Özgürlükler Derneği açıklama ve oturma eylemiyle destek verdi. Görüroğlu’nun ölüm orucunda 4. gününü tamamladığına dikkat çeken dernek başkanı Şemsettin Kalkan, ‘‘Cezaevlerinde tecridin kalkması, anaların gözyaşlarının dinmesi için ölüm orucuna başlayan Gülcan Görüroğlu’nun sesini yetkililerin duymasını istiyoruz’’ dedi. Kalkan, iki çocuk annesi olan Görüroğlu’nun 6 yıl önce de tecridin kaldırılması için ölüm orucuna yattığını, ancak bu direnişinin zorla kırıldığını anımsattı. (VURAL KÖSE) Sedat Demir’in onur savaşımı Rüşvet aldığı iddiasıyla hakkında açılan davadan beraat eden polis müdürü Sedat Demir, gerekçe gösterilmeden terfi ettirilmemesi nedeniyle başlattığı hukuk mücadelesini kazandı ANKARA (ANKA) ‘Söylemez Kardeşler’ çetesinden rüşvet aldığı iddiasıyla açığa alınan, tutuklanan ve cezaevine giren polis müdürü Sedat Demir, yargı mücadelesini kazandı ve mesleğindeki en üst aşama olan ‘‘1. Sınıf Emniyet Müdürü’’ rütbesini aldı. Emniyet teşkilatının ‘‘sol görüşlülerinden’’ olarak anılan, 12 Eylül öncesi polislerin oluşturduğu POLDER’in üyesi olduğu için sıkıntılı günler geçiren, İstanbul Asayiş Müdürlüğü döneminde Söylemez Kardeşler çetesine yönelik operasyon sonrasında da önce açığa alınan Demir, daha sonra da Müdür Yardımcısı Deniz Gökçetin, Emniyet Amiri Erdal Durmaz ile beraber tutuklanmıştı. Hakkında ‘‘Rüşvet alma, görevi kötüye kullanma, aranan suçlularla bağlantılı olmak’’ gibi pek çok iddia bulunan ve bu davadan beraat eden Demir, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde pasif bir göreve verildi. Aradan geçen 5 yıla rağmen aktif göreve getirilmeyen Demir’e bir darbe de terfi zamanı vurulmuştu. Geçen yıl tüm devreleri terfi ederek meslekte son nokta olan ‘‘1. Sınıf Emniyet Müdürü’’ olan Demir’e gerekçe göstermeksizin bu hak verilmedi. Durumuna itiraz eden Demir, yargı yoluna gitti. Ankara İdare Mahkemesi’ne Emniyet Genel Müdürlüğü aleyhine dava açan emniyet müdürünün durumunu aylarca değerlendiren hâkimler, sonunda 3 ay önce karar vererek, Demir’in ‘‘terfi etmemesi için hukuki bir engel olmadığını’’ belirledi. Karara itiraz eden İçişleri Bakanlığı’nın dosyasını inceleyen hâkimler, kararları yersiz bularak yargı kararıyla Demir’i terfi ettirdiler. Demir böylece Merkez Müdürü olarak Emniyet Genel Müdürlüğü Strateji Geliştirme Merkezi’ne atandı. asirmen?cumhuriyet.com.tr VEFAT ve TEŞEKKÜR Bulduk Ailesi’nin değerli varlığı, Çetindağ Ailesi’nin sevgili damadı, Azer (Ayşe) Bulduk ve merhum Süleyman Bulduk’un sevgili oğulları, Neslihan ve Perihan Bulduk’un biricik ağabeyleri, merhume Tülay Bulduk’un çok sevgili eşi, Emir Bulduk’un canı babası... Uçak Y. Mühendisi MEHMET ARSLAN BULDUK 6 Mayıs 2006 Cumartesi günü hayatını kaybetmiştir. 7 Mayıs Pazar günü düzenlenen cenaze törenine katılan, başsağlığı dileyen, çiçek gönderen, bağışta bulunan herkese teşekkürlerimizi sunarız. BULDUK AİLESİ Baki Tuğ, 12 Mart 1971 darbesi yıllarının ünlü askeri savcılarındandı. İddianame hazırlarken, mahkemelerde bizim ifadelerimize müdahale ederken militan bir tutum içindeydi. Bu militanlığının karşılığını da aldı, yazdığı DevGenç iddianamesinde en çok hedef aldığı isimlerden birisi Süleyman Demirel olmasına rağmen, onun partisi DYP’den milletvekili yapıldı. Haber Türk’te önceki gece Melih Meriç’in yönettiği Basın Kulübü programında emekli savcı Baki Tuğ yine eski günlerindeki gibiydi. Vatanseverliği kimselere bırakmıyor, vatan hainlerini parmağıyla gösteriyor, ihanet odaklarını belirliyordu. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmelerinin yıldönümünde, Melih, Baki Tuğ’a, bu gençlerin, hiçbir öldürme ve yaralama olayına karışmamasına rağmen Türk Ceza Kanunu’nun 146/1. maddesinden, yani anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek amacıyla silahlı ayaklanma düzenleme suçundan mahkum edilmelerinin doğru olup olmadığını sordu. Baki Tuğ Savcı, Ben Hükümlü Baki Tuğ, iddialarının arkasındaydı. Ancak kendisinin bir görevli olduğunu, sonuç olarak bu iddiayı mahkemenin karara bağladığını ve diğer ilgili kurumların da onayladığını söyleyerek, sorumluluğun yalnızca kendisine ait olmadığını ifade etti. Ben de Baki Tuğ’un, militan bir savcı olduğunu hatırlattım. Onun bu davalardaki tutumunun devlet görevlisi olmaktan daha öte bir militanlık taşıdığını, yaşadığım örnekleri hatırlatarak ifade ettim. Gerçek Baki Tuğ o andan itibaren sahneye çıktı. Melih’e dönerek ‘‘Ben devletin savcısıyım, Oral Çalışlar da bir hükümlü. Benim onla konuşacak bir şeyim yok’’ deyiverdi. Halbuki o emekli bir savcıydı, ben de hükümlü falan değildim. Çünkü beni mahkum ettirdiği Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesi yürürlükten kalkmıştı. Kaldı ki bir darbe mahkemesi beni mahkum etse ne olacaktı yani? ??? Baki Tuğ’un önceki gece yaptığı konuşma ve değerlendirmeler, incelenmeye ve araştırılmaya değer özellikler taşıyordu. 35 sene önce devrimcileri, sosyalistleri, demokratları hedef alan ideolojisini bütün öfkesiyle devam ettiriyordu. ‘‘Onlar asıldılar ama asıl arkalarındaki ihanet cephesi önemliydi’’ şeklinde sözler ediyor, o dönemin öğretmen örgütü Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi kurumlara olan hıncını da belirtiyordu. Deniz’leri de birilerinin arka planda kışkırttığını, ‘‘10 gün sonra kurtulacaksınız, dayanın’’ diyerek cesaret verdiklerini iddia ediyordu. Benim sorularım karşısında öfkesini bastıramadı ve Melih’e dönerek bana şu soruları sormasını istedi: ‘‘Oral Çalışlar ve arkadaşları, 12 Mart döneminde Söke dağlarında ne yapıyorlardı? 9 Mart darbecileriyle ilişkileri nelerdi?’’ Benim mensubu olduğumu Aydınlık hareketi, 12 Mart döneminde Söke’nin köylerinde örgütleniyordu, köylüleri harekete geçirmeye çalışıyordu. Maocu teorinin bir parçası olan kırlardan şehirlerin fethi siyasetini kendince uygulayabilmek amacıyla birtakım etkinliklerde bulunuyordu. Bu girişimlerde ne kimseye bir silah sıkıldı, ne de kimseye şiddet uygulandı. Biz Aydınlıkçıların o dönemde askeri darbeyle bir işi olmadı. Darbecilerle de bir temasımız yoktu. Bazı genç subayların bizim örgüt içinde yer alması, tamamen o günün koşullarının bir sonucuydu. ??? 12 Mart gelinceye kadar birçok arkadaşımız, başta Taylan Özgür olmak üzere polis kurşunlarıyla ya da Ülkücülerin kurşunlarıyla öldürülmüşlerdi. 1968 gençliğinin tamamen demokratik, kitlesel mücadelesi, ne yazık ki devlet içinden ya da devletin desteğiy le Ülkücü komandolardan gelen saldırıların hedefi olmuştu. Toplumun değişim isteği, statükonun şiddetiyle karşılaşmıştı. 12 Mart, bir anlamda toplumun değişim isteğinin bastırılması hareketiydi. Bu arada darbeciler arasında da bir çatışma yaşandı. Bunun kurbanı olarak da 1968 gençliği seçildi. ??? 12 Mart yargılamaları, tıpkı 12 Eylül ve 27 Mayıs yargılamaları gibi olağanüstü mahkemelerde yapıldı. Orada darbeyi yapanların iradesi, hukukun da adaletin de üstüne çıktı. Her olağanüstü dönemin de kendine özgü militanları çıktı. Baki Tuğ onlardan sadece bir tanesiydi. Ne düşündüğü, nasıl yargılama yaptığı, 35 sene sonraki tavrından bile kolayca anlaşılabilirdi. O savcıydı, ben hükümlüydüm. Türkiye işte bu anlayışı aşabildiği, Baki Tuğ’ların hüküm verecek yerlerden uzak tutulabildikleri bir yere ulaştığı zaman, demokrasiyi de içine sindirmiş olacaktır. Türkiye ancak o zaman bir hukuk devleti haline gelecektir. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle