19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Erdinç Bakla’nın ‘Hitit Rüzgârı’ başlıklı sergisi, Arkeoloji Müzesi’nde Gelip geçici olmayan rüzgâr S ergide Erdinç Bakla, ürettiği her işin arkasına, kendisine esin kaynağı olan Hitit eserinin bir fotoğrafını koymakla iyi etmiş. Böylece geçişimler, çağdaş forma dönüşen ayrıntılar açıklıkla izlenebildiği gibi, bizde sıkça tartışılan gelenekçağdaşlık ilişkisine sanatçımızın hangi ölçütlerle yaklaştığı da gözlemlenebiliyor. KAYA ÖZSEZGİN Fidel’in Mutlu Çocukları Sevil artık gezmeye başlayalım, dedi; oturup gitmek istediğimiz yerleri sıraladık, Küba ağır bastı. Bunun üzerine, birkaç girişimde bulunduk; ikisi sonuç vermedi, özel bir gezi kuruluşuyla gitmeyi kararlaştırdık, ve Sevil, Nilgün, ben uçağa atladık. Daha önce Küba’yla ilgili bütün haberleri yakından izlemiş, Oliver Stone’un Castro’yla ilgili iki filmini ve Banu Avar’ın Küba Belgeseli’ni görmüştük; yine de büyük merak içindeydik, göreceklerimiz umutlarımızı kıracak mıydı, yoksa bizi sevindirecek mi? Doğrusu, uzun bir yolculuktan sonra Havana’ya indiğimizde, daha ilk izlenim son derece olumluydu: Havaalanındaki bütün görevliler, kadınlı erkekli, güleçti. Pasaportlarımıza küçük kulübeciklere oturmuş özenli, bakımlı, güler yüzlü kızlar baktı. Gezi kılavuzumuz da onlar kadar güler yüzlü, tatlı dilliydi: Tülin Uğurlu. Kapıda bizi yerli kılavuzumuz Hoel karşıladı; havalandırmalı otobüsümüzle kalacağımız konukevine gittik. Bu işe ayrılmış özel bölgedeki konukevimizin açılışını Fidel’in kardeşi Raoul Castro yapmıştı. Odamız alabildiğine geniş, temiz, serindi. Konukevinin giriş katında şırıl şırıl akan bir su, arkasında kocaman bir havuz. Öbür yakada, yan yana sıralanmış çeşitli özel lokantalar; hepsinde kızlı oğlanlı pırıl pırıl gençler, herkesin yüzü gülüyor, her fırsatta şarkılar mırıldanıyor, dans etmeye başlıyorlar. İlk gün Havana’yı geziyoruz, belli başlı yerleri, Hemingway’in içki içtiği barları, Devrim Alanı’nı dolaşıyoruz. ??? Bir ara bir parktan geçiyoruz, ilk köşede tertemiz kırmızı etekler, beyaz gömlekler giymiş kızlar bez bir topla gürültü etmeden oynuyorlar; az ileride, sıcak taşlara oturmuş iki küçük çocuk, yapraklarla oynuyor; biraz sağında başka bir küme başka bir oyuna dalmış. Bağırıp çağırma, itişip kakışma yok. Dokuz yıllık temel eğitim, bütün öbür temel gereksinmeler gibi, parasız; ilkokul çocuklarının kırmızı etek pantolonları, ortada tütün rengi etek pantolona bırakıyor yerini; liselilerinki daha koyu renk. Bütün bu öğrenciler, günün her saatinde, kentin cıvıl cıvıl sokaklarında çok sıkı olmayan bir düzen içinde gidip geliyorlar; yine en küçük bir gürültü itişip kakışma yok. Küba yemyeşil, suyu bol; toprakların yüzde 25’i tarıma ayrılmış; bunun da yüzde 21’inde sulu tarım yapılıyormuş; konukevindeki sofra Küba’nın bütün ürün zenginliğini önümüze seriyor. Sokaklar, caddeler, kentler arası yollar düzgün, temiz; araba çok az; dolayısıyla gerçek bir sessiz cennet. Yüzü gülen insanlar, duraklarda, sabırla kamu araçlarını bekliyor. Küba’da Fidel’in bir tek yontusunu, resmini göremedik; buna karşılık, Devrim Şehidi Che hemen her yerde; ama bizdeki ürün tanıtım panolarının yerini Fidel’in halkına seslenişleri almış: Devrim nereden nereye geldi, bundan sonra nereye gidecek, anlatılıyor sayısız kez. Nilgün bunlardan birini defterine yazdı: Sorumluluk sizde, koruyun! ??? Yine bizdeki avaz avaz bağıran plak disk satan dükkânların tersine burada her köşede canlı insanlar tek ya da birkaç kişi çalıp söylüyor, çoğu kez oynuyorlar: Tadına doyulmaz bir şenlik. Ve hepsinin ceplerinde hazırladıkları diskler var, çalıp söylemeye ara verince, getirip sunuyorlar: Yalnız 10 peso. Demek ki herkesin emeği değerlendirilmiş. Bir akşam, Küba Ulusal Konukevi’nde bir gösteri izledik: Binbir renkli giysilerle, danslar ve şarkılarla Küba’da yaşamış, iç içe geçmiş halkların, Yerlilerin, Karaların, İspanyolların tarihi özetlendi. Fidel Castro, gördüğüm kadarıyla, iki büyük kuramcının, Marx’la Reich’ın tasarladıklarını eksiksiz uygulamış; halkını hem siyasalparasal, hem cinsel açıdan gerçek bir devrime kavuşturmuş bunu ne yazık ki Moskova gerçekleştiremedi, şimdi çektiğimiz, daha da çekeceğimiz acılar bundan.. Sağlanan bu genel güvenlik, eşitlik, mutluluk içinde elbet kimi eksikler göze çarpıyor; ama bu güzelim Küba halkının ve başarılı yöneticilerinin değil, bizim de içinde bulunduğumuz savurgan, sorumsuz anamalcı dünyanın kusuru: Aynı ülküyü paylaştığını savunan Putin’in neden Küba halkına yardım etmediğini ben anlayamadım, anlayan varsa beni aydınlatsın lütfen. Sözün kısası, bizde Sevgili Atatürk’ün tasarladığı, düşlediği şeyler Küba’da insanların günlük yaşamında; üstelik, onca acıdan sonra, öbür Güney Amerika ülkeleri de Fidel ağabeylerinin, dedelerinin yoluna girmekte. Darısı bütün dünyanın başına! sbonaran?yahoo/hotmail.com Dinsel inanışlarla mitoslar arasındaki yakın bağıntının kökenine inildiğinde, insanoğlunun bütün yapıp ettiklerinde bu bağıntıyı biçimlendirme isteğiyle karşılaşmak, düşünce ve yorum arasında sıkı bir ilişkiye tanıklık eder. Eski Yunan mitologyasında tanrılarla insanlar neredeyse özdeş varlıklardı, aralarındaki ayrım, birinin ölümsüz, ötekinin ölümlü olmasından başka bir şey değildi. Onun ötesinde tanrılar da insanlar gibi, tutkuları, yanlışları ya da doğruları olan, birbirlerine karşı dostluk ve düşmanlık duyguları besleyen varlıklardı. Bir bakıma tanrıları da yaratan insanlardı, insanların yaratıcı varlık imgeleriyle kurdukları düşler, doğa tasarımlarını yönlendiriyor ve onlara, bu tasarımlarını taşa ya da pişmiş toprağa dökecekleri zengin bir kültür geleneği oluşturma şansı kazandırıyordu. Müzeleri dolduran birbirinden renkli heykel objelerinin şaşırtıcı çokluğu, bu kültür zenginliğinin ürünleri olduğuna göre, insanın tasavvur gücünün uzandığı sonsuz ufuklara doğru açıldıkça, insandaki kavrama ve yansıtma merakının bitimsiz enginliğini de görmüş oluruz. Geleneğe bakış sorunu O halde, bu bitimsiz enginlik, bir şeyi daha açıklıkla ortaya koymaktadır. Anadolu gibi, kültür katmanlarının üst üste gelerek oluşturduğu benzersiz bir coğrafyada, günümüz sanatçısına esin kaynağı olabilecek birikimler var. Bu birikim kavranıp özümlendikçe, çağdaş sanat üretiminin önünü açabilecek düşünce ve biçim verileri de kendiliğinden ortaya çıkabilecek tir. Ancak, bu aşamada, geleneğe ‘‘bakış’’ sorunuyla yüz yüze geliriz. Nasıl olacaktır bu bakış? Doğrudan aktarıma yol açabilecek bir yaklaşım mı, yoksa çağdaş sanat yorumunu bütün ağırlığıyla gündeme getirebilecek sorumlu bir sa natçı yöntemi mi söz konusu olacak? Dahası, böyle bir yöntem söz konusu olacaksa, bunun arkasında, o yöntemi uygulayan sanatçının dünya görüşü, insan ve doğa kavrayışı bütün açıklığıyla görünebilecek mi? IŞIK ÜNİVERSİTESİ TİYATRO VE MÜZİKAL TOPLULUĞU Işık’tan Hisseli Harikalar Kumpanyası Işık Üniversitesi Tiyatro ve Müzikal Topluluğu, 20 yıl aradan sonra Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı yeniden sahneliyor. Müzikallerin geri dönüşünü Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı sahneleyerek kutlayan Işık Üniversitesi Müzikal Topluluğu, yıl içine yayılan çalışmalarının sonucunu bugün ve yarın saat 20.00’de seyircilerle paylaşacak. Işık Lisesi’nin Teşvikiye’deki binasında M. Benderli Salonu’nda sergilenecek gösteriyi Uğur Babürhan sahneye koydu, Serpil Günseli müzik direktörlüğünü yaptı. Dekor tasarımı Osman Şengezer’e, kostüm tasarımı Sadık Kızılağaç’a ait olan oyunun bilet fiyatı 5 YTL. (0 216 712 14 60) Seramik sanatçısı Erdinç Bakla, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin vitrinlerinde yıllar önce ufak bir antik figürle karşılaştığında, bu soruları kendine sormuş olmalı ki, onu daha sonra seramikheykel formuna yönlendirecek kişisel çözüm eşliğinde yapabileceklerinin dökümüyle karşılaştığımız şu günlerde, sorunun önemi hakkında bir fikir edinebiliyordu. Kendisinin de ifade ettiği gibi, o zamana kadar yaptıklarıyla yetinmeyerek, bir çeşit özeleştiriye girişmiş olmasının nedeni de budur. ‘‘Büyük arayış’’ bunun arkasından geliyor. Hocası Hakkı İzet’in uyarısı doğruydu ve yerindeydi: ‘‘Herkes bakar, fakat herkes göremez; bakmasını bilmek gerekir.’’ Mermer, traverten ve oniks taşı, pleksiglas ve polyester döküm, paslanmaz çelik, altın kaplama gibi farklı teknik çözümlerle, uzunca bir süredir atölyesine kapanarak oluşturduğu seramik obje ve heykeller, bütün olarak gözden geçirildiğinde, sergiye adını veren ‘‘Hitit Rüzgârı’’nın şöylece esip geçen bir yel olmadığını gözlemlemek önemli. Sergide Erdinç Bakla, ürettiği her işin arkasına, kendisine esin kaynağı olan Hitit eserinin bir fotoğrafını koymakla iyi etmiş. Böylece geçişimler, çağdaş forma dönüşen ayrıntılar açıklıkla izlenebildiği gibi, bizde sıkça tartışılan gelenekçağdaşlık ilişkisine sanatçımızın hangi ölçütlerle yaklaştığı da gözlemlenebiliyor. Öte yandan poliüretan malzemeyle oluşturduğu sofra takımları da, bu tasarım kapsamı içinde, serginin ilginç bir bölümü. Erdinç Bakla’nın 1960’lı ve 1970’li yıllarda gene Hitit kaynaklı olan ilk çalışmalarıyla yenilerini karşılaştırdığımızda, söz konusu ölçütlerin salt soyutçuluk planında kalmadığını, onu aşarak yapıtın arınmışlık düzeyine de işaret ettiğini görebiliyoruz ki, bu, çağdaşlığın ihmal edilmemesi gereken asal bileşenlerinden biridir. Eski büstlerinden gelen ayrıntıcı estetik, şimdi oldukça geride kalmıştır artık; sanatçı yeni bir aşamaya geçmiş ve bundan böyle yapacakları konusunda, kendine yeni bir yol çizmiştir. (Sergi, 3 Haziran’a kadar görülebilir. Tel: 0 212 520 77 40) LALE ÇAVULDUR’UN SERGİSİ ST. GEORGE GALERİ’DE GÖRÜLEBİLİR ANKARA’DA BİLKENT ÜNİVERSİTESİ Evrenin ritmine uymak SELCEN AKSEL Arkeoloji Müzesi’nde Mozart ? Kültür Servisi Mozart’ın doğumunun 250. yılında, ‘Kayra Ich Liebe Amadeus Konserleri’ çerçevesinde Alexei Utkin yönetimindeki Hermitage Oda Orkestrası bugün 20.30’da İstanbul Arkeoloji Müzesi Bahçesi’ndeki konserinde ünlü bestecinin yapıtlarını seslendirecek. (0 212 217 29 99) Lale Çavuldur özgün çizgisi ve bakış açısını yasıtan son dönem çalışmalarından oluşan kişisel sergisiyle St. George Galerie’de. ‘‘Ölüm Türleri 1 Malina’ya’’ adlı, Avusturyalı şair ve yazar Ingeborg Bachmann’a adadığı bu sergisinde resim, obje ve heykelleri, sanatçının bugüne uzanan yaratım deneyimi içinde duru bir bütünselliğe ulaşıyor. Disiplinlerarası bir anlatım dili, daha açık sözlerle kesin ve klasik olanaklarla sınırlı olmayan bu yapıtlar, çeşitli malzemelerle gerçekleştirilmiş: Alçı, kâğıt, sargı bezi ve uzun zamandır vazgeçmediği, öznel bakışıyla, anlamını kavramsal sanatın olanağı içinde keşfettiği ‘yumurta kabukları’... Çeşitli olanakları denemekten yana, sanat çalışmalarını ülkemizden sonra yurtdışında da sürdürmüş Çavuldur’un yarattığı kavramsal alan içinde yer alıyorlar, ‘Yaşam kaynağı’ olarak. Sanatçının vardığı anlatım birçok şeyi sorguluyor, günümüz yaşam biçimi, şiddet, saldırganlık, yapaylık ve tüketim. Bir kadın heykeli, bir obje, fazladan efektlere gerek duymayan tuval üzerine kâğıt ve yumurta kabuklarıyla gerçekleştirdiği bir iş bir arada bu sergide... ‘‘Çok arkaik bir sembol aslında, evreni sembolize eden yaşam kaynağı. Çöpte gördüğünüz yumurta bile aykırıdır o beyazlığıyla, formuyla’’... Yaşama, uzun bir süreçten damıtılarak gelen bir bakışın paylaşımı belki de. Çavuldur, sanatın ana sorunsallarından biri olarak ‘estetik, güzellik’ kavramlarının insana ulaşmak amaçlı olduğunu belirtiyor ve şu görüşünü ekliyor: ‘‘Evrenle olan ritmimi keşfettim. Bu benim kendi var oluşum, sanatım için ge avuldur’un bir sanatçı olarak en önemli sorunu ‘şiddet’. ‘‘Yok etmek ve öldürmek. Bunlar üzerine çalışmaya başladım son yıllarda çünkü. Yalnızca savaşta ortaya çıkan bir şey değil şiddet, her anımızda yaşıyoruz. rekliydi.’’ Sanat şiddete karşı Ç Görünen, bir sanatçının yaşamı içinde dürüstçe özgün anlatımını geliştirmesi, yaşama bakışının getirdiği bir arı anlatıma ulaşma çabası... ‘‘Bazı şeyleri sorguladım, belki azalttım. Ya da çoğalttım.’’ Etkiyi yakalamak için daha vurgulu öğeleri ya da donanımları kullanmadığı, tuval üzerinde özgün denemelerini oluşturduğunu söylediğimizde, ‘‘doğal malzeme’’ kullanmayı seçtiğini söylüyor sanatçı. Çavuldur’un bir sanatçı olarak en önemli sorunu ‘şiddet’. ‘‘Yok etmek ve öldürmek. Bunlar üzerine çalışmaya başladım son yıllarda çünkü. Yalnızca savaşta ortaya çıkan bir şey değil şiddet, her anımızda yaşıyoruz, trafikte bile. Bitkilere ağaçlara, doğaya, her şeye karşı uygulanıyor. Hem bir sanatçı olarak hakikaten bu evrene karşı sorumluluk hissediyorum. Ürettiğim şeyler de doğuyor yaşayacak ve ölecek... Toprağa karıştığı zaman onun toprağa zarar vermesini istemiyorum. Yaşamın o mucizevi geleceği barındıran umut vaat eden yanını anlatmaya çalışıyorum. Sanatı dünyaya verilmiş bir cevap diye düşünüyorum.” Sanatın anlatımının ana unsurları çağdaş sanatın içinde çeşitlilik kazanmışken, cesaretin ne olduğu sorusuna geliyoruz bu bağlamda. ‘‘Bireysellikle karıştı, postmodernizmin getirdiği, ‘ne istersem yaparım anlayışı’. Yani kendini, daha doğrusu insanı çok önemli hissetmek. Dolayısıyla ben cesareti daha çok söyleyeceklerimi ifade etme ya da onun içeriği anlamında kullanmak istiyorum. Her şeyi denemekten yanayım, eğitimci olarak da, yaşamımda da. Örümcek gibiyim aslında kendi ağını üreten. Bunu da seviyorum.’’ (0 212 313 49 00) Vüs’at O. Bener bugün anılıyor... ağdaş Türk edebiyatının yenilikçi öykü, oyun ve roman yazarlarından Vüs’at O. Bener (19222005), ölümünün birinci yıldönümünde Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi’nce düzenlenen bir programda anılıyor. Geçen yıl bugün yitirdiğimiz Vüs’at O. Bener’in Dost (1952), Yaşamasız (1957), Siyah Beyaz (1993), Mızıkalı Yürüyüş (1997), Kara Tren (1998) ve Kapan (2001) adlı öykü kitapları, Ihlamur Ağacı (1962) ve İpin Ucu (1989) adlı oyunları, Buzul Çağının Virüsü (1984) ve Bay Muannit Sahtegi’nin Notları (1991) adlı romanları ile Manzumeler (1994) adlı bir şiir kitabı bulunuyor. Bener’in yapıtları Ç Türk Dil Kurumu, Ab di İpekçi, Yunus Nadi ve Sedat Simavi gibi çeşitli ödül ve armağanlara değer görülmüştü. Bugün Bilkent’te yapılacak etkinlikte yazarın eşi Ayşe Bener, kardeşi Erhan Bener ve yeğeni Yiğit Bener’in yanı sıra dostları ve edebiyatçı arkadaşları, Bener’in kişiliği ve sanatı üzerine konuşmalar yapacaklar. Programda ayrıca Cemil Eren, Ayşegül Yüksel, Lütfiye Aydın, Mahmut Temizyürek, Sevil Kesimal ve Reyhan Tutumlu söz alacak. Vüs’at O. Bener’in yer aldığı bazı video kayıtlarının da gösterileceği etkinlikte yazarın yapıtları, fotoğrafları ve bazı kişisel eşyaları sergilenecek. Bilkent Üniversitesi İİSBF CBlok Amfi’de saat 18.00’de başlayacak olan etkinlik bütün edebiyatseverlere açık. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle