19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 MAYIS 2006 SALI 6 DİZİ ‘Nükleer karşıtları vatan haini değil’ Prof. Dr. İlhan Talınlı, “Dünyanın çözemediği nükleer atık sorununu Tuzla’daki variller örneği ortadayken Türkiye nasıl çözecek” diye sordu GÖRÜŞ TÜRKKAYA ATAÖV Morgenthau’un Kitabı 27 Kasım 1913’ten 1 Şubat 1916’ya değin Osmanlı başkentinde ABD Büyükelçisi olan ve İngiliz Lord Bryce ve Alman Dr. J. Lepsius gibilerinin yayınlarına kaynaklık eden meslekten emlakçi Henry Morgenthau’un Ermenilere ilişkin kitaplarından birinin Türkçe çevirisi de yayımlanmış. Yazarı varlıklı bir emlakçi olarak başkan adayı W. Wilson’un 1912’deki seçim çalışımasına destek olmuş, karşılığında İstanbul’a büyükelçi atanmıştır. Yerli dillerin hiçbirini (diplomasi dili Fransızcayı da) bilmediği bu kentte 26 ay kaldı ve çevirmenleri Hagop S. Andonyan ve Arşak K. Şimavonyan adlı iki Ermeniden, bu kitabın yazılması da dahil, her yönden çok yararlandı. İstanbul’da çıkan ‘‘Agos’’ gazetesi, geçen 10 Mart tarihli nüshasında, kitabı şöyle değerlendiriyor: ‘‘En önemli tanıklardan biri... birinci elden gözlemci...tehcir olayının içyüzünü gözler önüne seren değerli bir kaynak...dönemin en gerçekçi gözlemcisi...Osmanlı liderlerine karşı çıkışıyla tanınır...bir soyun imhası... tarihçi ve araştırmacılar için değerli bir kaynak... Ermeni soykırımı konusunda bir iddianame...’’ Öte yandan, Morgenthau’un kişiliği, konumu, 191418 Savaşı’nın ABD için anlamı, savaş sonu için beklentiler, kitabın hazırlanış aşamaları, gerçek yazarları, siyasal hedefi ve bugün nasıl kullanıldığı gibi konuları içine alan bir kitap yazılabilir. Bunu Princeton’da Prof. Heath W. Lowry önemli ölçüde yapmıştır da. Benzer yönde değerlendirmeyi ben de yıllar önce İngilizce olarak yapmıştım. Altını çizdiğim bu koşullar dikkate alındığında, ancak ve ancak konuya ve okuyana karşı yansız davranmak olası. Yoksa, başka bir kitap için de (diyelim, Hitler’in ‘‘Kavgam’’ adlı olanı) birileri çıkıp önemli tanık, birinci elden gözlemci, araştırmacılar için değerli kaynak, savcı iddianamesi sıfatlarını kullanabilir. ??? Bir kitap konusu olabilecek eleştiri, bir gazete yazısına sığmaz. Birkaç kısa paragraflık özet deneyebilirim. Amerikan Yahudisi Morgenthau’un İstanbul’da bulunuşu onun yansızlığını, önemli kaynak oluşunu kanıtlamaz. O da nesnel ve öznel akım, hedef, etki, baskı ve özlemlerin tutsağıdır. Önce, 1914’te ABD ekonomik durgunluk içindeydi. ‘‘Savaşta yansızlık’’ çarpıcı sözüyle seçim kazanmış olan Wilson, tüm dünyayı ‘‘açık kapı’’ ilan etmek ve sömüren sermayeyle sömürülen çalışanı birleştirmek, bu arada artan ürünün kârını ilkinin cebine atmak için savaşa girdi. Bu savaş sanki ‘‘bütün savaşları sona erdirecek, demokrasiyi egemen kılacaktı’’. Daha kötüsünün tohumlarını attı. Çarpışanlardan dünyanın bölüşümünde rol almayacak olanlar Osmanlılardı. Morgenthau’un görevi başından beri belliydi. Siyonist olarak da Filistin’in Osmanlı egemenliğinden çıkmasını istiyor, yerine bir Yahudi devleti düşlüyordu. Wilson da babasının önyargılarını paylaşan bir papaz çocuğuydu. Misyonerlerin yalan, kin ve abartmalarıyla yıllardır zehirlenmiş Amerika da Osmanlı devletine ve Türklere karşı olan toplumların ön safındaydı. 1915’te Türkleri hedef alan tam 145 yazı yayımlamış olan New York Times gazetesi olaylara ilişkin kararını çoktan vermişti. Gazete zaten böylesine heyecanlı haberler sayesinde satıyordu. Gazetenin sahibi Adolph Ochs New York’un zengin Yahudilerinden biri ve Morgenthau’un yakın dostuydu. Kıyım üstüne 145 yazıya karşılık yalnız George Schreiner adlı bir muhabir 1918’de bir mektup yollayarak Morgenthau’u kınadı. ??? Böyle bir kitabı tanıtmak isteyen kişinin en azından New York’taki FDR Kitaplığı ile Washington’da Kongre Kütüphanesi’ndeki ‘‘Morgenthau Belgeleri’’ne, Illinois’da Rusnak ailesinin elindeki ‘‘Hendrick Belgeleri’’ne bakması ve yapılmış eleştirileri dikkate alması gerekir. Bu belgelerden anlaşıldığı gibi, ABD elçiliğindeki iki Ermeni görevli Morgenthau adına konuşmuş ve yazmıştır; ailesine özel mektuplarını bile. Talat ve Enver paşaların sözlerini de anladıkları ve nakletmek istedikleri gibi çevirenler de onlardır. Kitap taslağında dilediği değişiklikleri yapan ABD Dışişleri Bakanı R. Lansing’dir. Metni kaleme alan da adı kitapta görünmeyen ama satışlardan sürekli yüzde 40 alan ünlü gazeteci Burton J. Hendrick’tir. Önce 2.630.256 tirajlı gazetelerde tefrika edilmiştir. Wilson’a bir ‘‘savaş propagandası’’ olarak sunulan metnin ilk kitap baskısı 22.234’tür. Hollywood filmi girişimi Beyaz Saray’ın ‘‘Artık bu kadar da ileri gitmeyelim’’ demesi üstüne durmuş, ama Morgenthau ‘‘Irzına geçilen Ermenistan’’ adlı gene propaganda kurdelesinde Natalie Portman’la birlikte başrol oynamıştır. Bunların tümü bilinmeden ya da biliniyorsa böyle bir kaynağı okuyucuyu uyarmadan ‘‘değerli, gerçekçi ve ilk elden’’ diye önermek, çok hafif bir deyişle doğru değildir. Bu girişimi genel bir çizgiye oturtunca şunu da belirtmeliyiz. ‘‘Ermeni soykırımı’’ kavramı dünyada şimdi büyük paraların döndüğü bir endüstri durumundadır. Saçma ‘‘Ararat’’ filmi çok iyi dağıtılır da bizim ‘‘Ermeni İsyanı’’ aynı kolaylığı görmez; Balakian ve Melson gibilerinin kitapları hemen basılır da Weems ve Lewy’ninkiler peş peşe reddedilir. Ders kitaplarına ve parlamentolara giren paralı ve kandırmacı ‘‘soykırım endüstrisi’’ şimdi Türkiye piyasasına da el atmıştır. Morgenthau’un Türkçesi buna bir örnektir. Bu yayınlar bizlere ‘‘mütareke basını’’nı anımsatıyor. Gene görüşeceğiz. Boğazlar tehdit altında TÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Talınlı, nükleer enerji santrallarına, radyoaktif atıkların bertarafında yaşanan sorunlar ve Türkiye’yi dışa bağımlı kılması nedeni ile karşı olduğunu belirtti. Nükleer karşıtlarının ‘‘vatan haini’’ gibi görülmesini eleştiren Talınlı, ‘‘Benim bütün korkum, bir gün bu ülkede nükleer santral için referandum yapılırsa santrala evet diyen bir halkın çıkmasıdır’’ dedi. Prof. Dr. İlhan Talınlı, nükleer enerji türünün 1960’lardan beri büyük bir gelişme göstermesine karşın geldiği noktada temiz enerji olarak nitelenemeyeceğini söyledi. Ekosistemin yararına olmayan hiçbir şeyi destekleyemeyeceğini belirten Talınlı, ‘‘Çünkü çevre diyetini alır. Çevre politikaları diğer tüm politikaların üstündedir. Bütün politikalar çevrenin kısıtlayıcı faktörlerine bağlıdır. ‘Burada sanayileşeyim’ demenin bir bedeli vardı. İzmit Körfezi’nde sanayileşmenizin sonucunda çevre diyetini almıştır’’ dedi. Talınlı, Türkiye’ye 40 yıldır süren nükleer santral yapma planlarının; özellikle Sevr’den sonra ülkemizi alamayan emperyalist güçlerin çevre kaynaklarını kullanmak üzere topraklarımıza girme çalışmalarının sonucu olduğunu vurguladı. İzmir’e su sağlayan havzada altın madeni açılmasının, Tuzla’ya atık varillerinin gömülmesinin, Samsun’a varillerin dökülmesinin bu anlama geldiğini söyleyen Talınlı, ‘‘Bu manzaraya karşın 40 yıldır planlanan nükleer santralları kurmak istiyorlar. Uranyum parçalama teknolojisi ile tüm tedbirleri alıp ‘Şuraya reaktör kuruyorum’ diyorsunuz. Bağlı olduğu hammadde uranyum F6. Türkiye’deki rezervi 2 bin 500 ton. Uranyumun madenden çıkarılıp cevher zenginleştirmesine tabi tutulmaya başlamasından itibaren bir radyoaktif atık tehlikesi ile karşı karşıyayız’’ dedi. TIKLARIN DEPOLANMASI AReaktörden ‘‘transuranik elementler, yüksek radyoaktiviteli atıklar, düşük radyoaktiviteli atıklar ve sıvılikitgaz’’ formunda olmak üzere 4 tür atık çıktığını dile getiren Talınlı, bu atıkların ABD tarafından 1985’lere kadar okyanus diplerine gömüldüğünü anımsattı. Talınlı, nükleer atıkların İsviçre’de Alp Dağları’na depolandığının bilindiğine dikkat çekerek ‘‘Bir ara uzaya gönderme fikri de vardı. Bunların hiçbiri çevresel olarak kabul görmeyen yöntemler. Bu atıkların miktarları çok küçük olmasına karşın füzyon ürünlerinin devamlı ışıması 400500 yılı buluyor’’ diye konuştu. GÖMECEKLERDİ’ ‘T OROSLAR’A İ AB’ye ait 20 bin ton nükleer atık, 2001 yılından beri Türk Boğazları’ndan taşınarak Rusya’ya ulaştırılıyor ve burada depolanıyor. Son beş yıl içinde 8 bin ton radyoaktif atık Türk Boğazları’ndan geçti. Dünyanın en tehlikeli su yolu olarak tanımlanan Türk Boğazları’nda yapılan tehlikeli madde taşımacılığının yarattığı riskin boyutu, nükleer atıklarla daha da artıyor. AB ile Rusya arasında 2001 yılında imzalanan anlaşmaya göre, 20 bin ton nükleer atığın deniz yoluyla Rus limanlarından Sibirya bölgesine taşınması karşılığında birlik Rusya’ya 21 milyar dolar ödeyecek. Anlaşmada nükleer atıkların 2012 yılına kadar Türk Boğazları’ndan taşınarak Rusya’ya ulaştırılacağı kaydediliyor. 2001 yılından beri 8 bin ton nükleer atığın taşındığı Boğazlar’dan 2012 yılına kadar 12 bin ton atık daha geçecek. Nükleer atıkların Boğazlar’dan geçişi sırasında yaşanacak olası bir kaza hem İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nde bir çevre felaketine yol açacak hem de İstanbulluların can güvenliğini tehlikeye sokacak. melerde bile o bölgede yaşayan insanların bu atıklardan bir gün mutlaka etkilenmesi mümkün. Atık suyunu bile doğru dürüst arıtmayan bir ülkeyiz. Çöplerimizi bile doğru dürüst toplayamıyoruz. Tuzla’daki variller örneği önümüzde. O atıkları boş alanlara gömüyorsak, önlem alamıyorsak, bir nükleer santralın bütün dünyanın baş edemediği atıklarıyla Türkiye nasıl baş etmeyi düşünüyor?’’ Prof. Dr. Talınlı, nükleer santrallara, atık sorununun yanında Türkiye’yi enerji alanında dışa bağımlı bir ülke haline getireceği için de karşı olduğunu vurguladı. Talınlı, yetkililerin 2010 yılında enerji sıkıntısı yaşanacağını iddia ettiklerini anımsatarak ‘‘Elektrik Mühendisleri Odası ve konunun uzmanları, Türkiye’de 2010 yılına kadar enerji açığı yok diyor. Enerji açığı olduğunu iddia eden gruplar petrol kartelleri. Bir nükleer santralın teknolojisi ne olursa olsun ortalama 5 milyar dolara kuruluyor. Kuruluş süresi de 5 yıla yayılıyor. Etrafı ile ideal olarak halkın sağlığı, garantilerin alınması, altyapısının oluşturulmasının garanti edilmesi ile 1012 milyar dolara kadar çıkıyor. 5 yılda kurulan bu reaktör 2 bin 500 tonluk uranyum rezervi ile ancak 8 yıl süre ile hizmet verecek. 5 reaktör yaptığımızı düşünelim: 60 milyar dolar maliyet çıkıyor’’ dedi. ORYUM BİLMECESİ TTalınlı, uranyum bittiğinde toryuma geçileceğinin söylendiğini ifade ederek ‘‘Bize bu reaktörlerin hiçbir şekilde toryum ile çalışabileceğini söyleyen yok. Toryum diye bir rezervimiz olduğu söyleniyor. Ben daha toryum rezervini görmedim’’ dedi. Talınlı, Almanya’nın 7 yıl önce başladığı bir program sonucunda temiz enerjiye geçiş kararı aldığını anlattı. Talınlı, bu doğrultuda Almanya’nın bütün nükleer santralları 2017 yılında kapatma kararı aldığını, şu ana kadar da 5 tanesini kapattığını belirtti. Bu sürede Almanya’nın 20 bin megavatlık rüzgâr enerjisine sa hip olduğuna dikkat çeken Talınlı, ‘‘Türkiye’nin enerji ihtiyacı 30 bin megavatt. Rüzgârdan bu ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 50’si karşılanabiliyorsa, sadece yüzde 10’unu karşılayacak nükleer santrallara bu kadar rağbet edilmemeli. Rüzgâr potansiyelimiz Almanya’dan daha az değil’’ dedi. Türkiye’nin güney bölgelerini güneş pilleri, Orta Anadolu’yu rüzgâr gülleriyle donatacak bir enerji politikası olmamasını eleştiren Talınlı, bu potansiyeli kullanmak yerine ABD, Kanada ve Almanya’nın bize satmaya çalıştığı nükleer teknolojiye ilgi gösterildiğini vurguladı. SONUCU ÜRKÜTÜCÜ OLABİLİR’ ‘REFERANDUM Talınlı, hükümetin nükleer enerjiyi programına alırken halka hiç danışmadığını belirterek şöyle devam etti: ‘‘Her gelen hükümet, ben yaptım oldu, diyor. Faşizmin bundan daha kötü bir tanımı yoktur. Ama benim bütün korkum, bir gün bu ülkede nükleer santral için referandum yapılırsa santrala ‘evet’ diyen bir halkın çıkması. Sanıyorlar ki nükleer enerji santralına ‘hayır’ diyenler vatan haini. ‘Bizim de nükleer santralımız olsun, biz de dünyaya başkaldıralım’ diye düşünüyorlar. Milliyetçilik damarları kabarıyor. Ben rüzgâr güllerimle, güneş panellerimle enerjimi üretir, hatta dış pazara satarım. Basit bir enerji açığını nükleer santralla kapatmaya çalışarak 3. dünya ülkelerinin cehaleti ile Türkiye’yi eşdeğer tutuyorlar. Terör yasasının 11. maddesine göre radyoaktivite yaymak, tehlikeli atık yaymak, halkın zehirlenmesine neden olmak terör suçuna giriyor. Bu durumda ülkeme nükleer santral getirmek isteyenler teröristtir. Çünkü atığın yok edilmesi mümkün değil, radyoaktivite yayılacağı kesin. Buna neden olma terör suçudur. Bunu davet edenler teröristtir. Ben Enerji Bakanı’nın yerinde olsam derhal istifa ederdim.’’ PROF. DR. SELVİ, ÇEVREYE EN AZ ZARARI NÜKLEER ENERJİ TESİSLERİNİN VERDİĞİNİ SÖYLEDİ Fosil yakıtlardan ucuz’ E ge Üniversitesi Fen Fakültesi Nükleer Fizik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Saim Selvi, Avrupa Komisyonu’nun, nükleer enerjiyle üretilen elektriğin fosil yakıtlarla üretilenden daha ucuz olduğunu açıkladığına dikkat çekerek ‘‘Kalkınmak zorunda olduğumuzdan her yıl artan miktarda enerji ham maddesi ithal etmek zorunda kalacağız. Bir çözüm yolu bulunmazsa, enerji üretimimizi hidroelektrik dışında, doğalgaz ve kömürle karşılamaya devam edeceğiz’’ dedi. Prof. Dr. Selvi, Türkiye’nin toplam ekonomik hidrolik potansiyelinin, elektrik ihtiyacının ancak yüzde 29’unu karşılayabileceğini, 140 jeotermal alandan sadece üçünün toplam 200 megavat enerji üretebilecek durumda olduğunu söyledi. Enerji ihtiyacının yerli üretimle karşılanma oranının 1996 yılında yüzde 39.5, 2000 yılında yüzde 34.2 olduğunu anlatan Selvi, ‘‘Bu oranın 2010 yılında yüzde 27.6 ve 2020 yılında da yüzde 26.3 olması bekleniyor’’ dedi. Selvi, yapılan planlamaya göre yüzde 28’lik enerji açığının yüzde 9’un 2020 yılına kadar kurulacak nükleer santrallarla sağlanacaSaim Selvi ğını söyledi. 2010 yılında 1997’deki elektrik üretiminin 3 katına çıkılmak zorunda olduğunu dile getiren Selvi, 8 milyar tonluk linyit rezervinin ısı kalorisinin düşük, üretim maliyetinin yüksek olduğunu, ayrıca BM’nin bu rezervin belli bir değerinden fazlasının kullanılmasına çevre kirliliği ve sera etkisi nedeniyle izin vermeyeceğini kaydetti. Güneş, rüzgâr ve jeotermal gibi kanaklardan elde edilebilecek enerjinin hiçbir ülkede toplam ihtiyacın yüzde 5’ten fazlasını karşılamaya yetmediğini söyleyen Selvi, ‘‘Bu kaynaklar uzun sürede enerjinin yüzde 10’unu sağlamayacak gibi görünüyor’’ dedi. tesislerin, çok büyük kazalara bile dayanabilen en güvenilir kaynaklar haline geldiğini, çevreye en az zararı verdiğini söyledi. Selvi, ‘‘Dünyada 40 yıl boyunca enerji üretiminde kullanılan 442 reaktörden üçünde, eski teknolojiyle kurulduğundan, ciddi kaza oldu. 31 ülkede 442 reaktör enerji üretiyor, 15 ülkede de 48 reaktör kurulma aşamasında’’ dedi. 10 yıl önce Akkuyu’da nükleer santral için ihale açıldığında atıkların Toros Dağları’na gömülmesinin düşünüldüğünü söyleyen Talınlı, şöyle devam etti: ‘‘Nükleer enerjinin teknolojisine hiçbir lafımız yok. Taşıdığı riskleri de giderecek yeni bir teknolojinin 2050’lerde mümkün olabileceği söyleniyor. Nükleere, atık yönetiminin mümkün olmaması nedeni ile karşıyız. ABD okyanus diplerine boşaltmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Ama Fransa, Japonya ve Almanya okyanus diplerine gömmeye devam ediyor. Dünya üzerinde nükleer enerji teknolojisinin atıklarının nasıl yönetildiği hâlâ bilinmiyor. 4 tür atığın da arıtımı mümkün değil, sadece bir uzaklaştırma yapılıyor nükleer atıklara. Uzaklaştırmanın riskleri de yok edilemiyor. Su erozyonu ile, sızma ile içme suyu akiferlerini etkiliyor, rüzgârla partiküllerin saçılmasıyla ağaçlar üzerinde birikme, bitkide birikme, doğrudan insana bulaşma riski var. 3001000 feet derinliklere göm ‘FOSİL YAKIT ÇEVREYE ZARARLI’ Selvi, uranyum yerine fosil yakıtların enerji üretiminde kullanılması halinde bir yılda 2.3 trilyon ton karbondioksit, 42 milyon ton kükürt dioksit, 9 milyon ton azot oksit, 1.2 milyar ton karbon ve 210 milyon ton külün atmosfere karışacağına dikkat çekti. Selvi sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Kyoto Protokolü’ne göre ülkelerin, karbondioksit yayılımını, 20082012 yılları arasında 1990 yılı değerinin yüzde 5.2’sinin altına indirmesi gerekiyor. Yani, daha fazla fosil yakıtından enerji üretmemiz de bu şekilde mümkün olamayacak. Ayrıca karbondioksit yayılımı vergisi de gündemde.’’ Prof. Saim Selvi, 1000 megavatlık güç üretmek için, 2 milyon 600 bin ton kömürün veya 2 milyon ton petrolün ya da 30 ton uranyumun kullanılması gerektiğini belirtti. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre fosil yakıtların her yıl yaklaşık 3 milyon kişinin ölümüne yol açtığını dile getiren Selvi, ‘‘Nükleer santralların işletilmesiyle deniz, göl ve nehirlerin kirlenmediği birçok araştırmayla doğrulandı.” dedi. 2 HAZİRAN’DA VERİLECEK TÜBA ödüllerinin sahipleri belli oldu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) sosyal bilimler alanındaki Bilim, Hizmet ve Teşvik ödülleri ile ‘‘Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı’’ ödüllerini kazananlar belli oldu. TÜBA’dan yapılan açıklamaya göre, 2006 yılı Bilim Ödülü’ne, Massachusetts Institute of Technology (MIT) Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. K. Daron Acemoğlu değer görüldü. Hizmet ödülü de ‘‘yurtiçinde ve yurtdışında ciddi araştırma ve yayınlarıyla tanınıyor olması, 1971 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nü ve 1982 yılında aynı üniversitenin Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nü kurması, her iki enstitüde seçip yetiştirdiği genç bilim insanlarının yetişmesine örnek bağımsız kişiliği, davranışları ve hizmetleri’’ nedeniyle Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ercüment Kuran’a verildi. Plaket, berat ve paradan oluşan Bilim, Hizmet ve Teşvik ödülleri, 2 Haziran’da Ankara’da düzenlenecek törenle verilecek. ‘NÜKLEER GÜVENLİ’ Prof. Selvi, OECD ve Uluslararası Enerji Ajansı’nın, nükleer enerji hızla yaygınlaşmazsa, dünyanın giderek artan enerji ihtiyacının temiz olarak karşılanamayacağına ve nükleer enerjinin gerekliliğine karar verdiğini anımsattı. Bir rüzgâr santralının ömrünün 20 yıl olduğunu ifade eden Selvi, 1000 megavatlık bir güneş santralının maliyetinin de aynı güçteki nükleer reaktörden 2 kat fazlaya çıktığını belirtti. Selvi, nükleer enerjiden elektrik üreten S Ü R E C E K CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle