19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 MAYIS 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Azgelişmiş ülkelerde emperyalizmle işbirliği yapan küçük azınlıklar memnun, geniş bir toplum kesimi ise sömürülmekte Küreselleşme yoksulluk getirdi . yüzyılın son çeyreğinde dünya çapında yeni bir ekonomik düzen ortaya çıktı. Bu yeni dünya düzeninin üç temel unsuru olduğunu görüyoruz. Üretken olması, rekabet gücünün olması ve bilgiye dayalı olması itibarıyla enformasyonel, Üretimin, tüketimin ve dolaşımın küresel bir ölçekte örgütlenmesi itibarıyla küresel, Ayrıca ağ örgütlenmesine dayalı olması. Bilindiği üzere; bu ekonomik yapılanmada sermaye piyasaları küresel olarak birbirine bağımlıdır. Bu kapitalist ekonomi düzeninde sermaye tarihte ilk kez bu boyutlarda örgütlenmiştir. Ancak küreselleşme, dünyada var olan ticari bloklar arasında gerilim yaratmıştır. Üretim ve dağıtımın giderek küresel temelde örgütlenmesi, emeğin de küresel anlamda örgütlenmesini kaçınılmaz hale getirecektir. Bilindiği üzere bugün dünyada 200 milyon insan göçmen durumundadır ve bunun 1/3’ü Avrupa’dadır. Ancak Avrupa’da dışarıdan gelenlere karşı ciddi bir isteksizlik ve reaksiyon oluşmuş, hatta bu durum milliyetçiliğin ötesinde ırkçılığın güçlenmesine sebep olmuştur. Küreselleşmenin kaçınılmaz olduğu düşüncesi, haberleşme ve iletişim açısından bakıldığında doğru olabilir. Ancak ekonomik açıdan bakıldığında, küreselleşmenin, kapitalizmin ve emperyalizmin son aşaması olduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Amaç; çokuluslu şirketlere ve onların arkasındaki güçlere ekonomik ve siyasi egemenlik sağlamaktır. Büyük şirketler dünya pazarlarına egemen olarak kâr marjlarını yükseltmektedirler. Yeni yayımlanan Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre küreselleşmenin ana ekseni serbest ticaret ve demokrasidir. Serbest ticaretin ne anlam ifade ettiğine yeteri kadar temas ettiğimi düşünüyorum. Demokrasiden ne anlamamız lazım geldiğini, Amerika’nın dünyadaki uygulamalarından görüyoruz. Sonuç olarak küreselleşme olgusu ile gelişen; fikir özgürlüğü ve onun uygulamaları sonunda, ırkçılık ve dini değerlerin yükseldiğini görüyoruz. Ancak fikir özgürlüğü ve temel haklarını sınırlarının netleşmemesi, pratikte ciddi problemler yaratmıştır. (Kanaatimce fikir özgürlüğünün sınırları empati kültürünün gelişmesidir.) Bunun sonucu olarak biz ve öteki anlayışı küresel anlamda ciddi sorunlar yaratmaya başlamıştır. 21 Büyük güçlerin refah paylarını arttırabilmek amacı ile; geliştirdikleri küreselleşme ve onun uygulama alanı özelleştirme; ilk defa 1969 yılında Peter Drucker tarafından ‘‘tekrar özelleştirme’’ şeklinde kullanılmıştır. Bu ihtiyaç tahmin edileceği gibi sermayeden kaynaklanmış, Washington Uzlaşması (WU) ile kendisine yeni faaliyet ve kâr alanı açma imkânı bulmuştur. Washington Uzlaşması’nın en önemli sonucu; devleti ekonomiden çekmek ve kamu faaliyetini özelleştirmek olmuştur. Bütün bu gelişmelere rağmen Avrupa’nın kendi içinde siyasi ve ekonomik birliğini yeterince sağlayamadığını görüyoruz. Nitekim, Avrupa Reform Merkezi bir manifesto yayımladı (Nisan 2006). Bu manifestoda, Avrupa’da ciddi bir güvensizlik ve istikrarsızlığın olduğunu görüyoruz. Manifestoda, gizli anayasa, esnek entegrasyon, kuruluşların saltanatı gibi birçok konuya temas edilmektedir. Avrupa’nın eski yapısına geri dönmesi, entegrasyondan vazgeçmesi gerektiği vurgulanmaktadır. (Bu şartlar altında Türkiye’nin üyeliğinin ne kadar gerçekçi olduğunu takdirlerinize sunmak isterim, hatta Bulgaristan ve Romanya’nın durumları bile münakaşa edilebilmektedir.) Kültürel değerler amuel Huntington, ‘‘Biz Kimiz’’ isimli kitabında konu ile ilgili olarak şunları söyler: ‘‘Küreselleşme, çok kültürlülük ve göçler, alt milliyetçilik ve karşı milliyetçilik Amerikan bilincini yıprattı, etnik kimlik, ırki kimlik ve cinsiyet kimliği ön plana geçti ve Amerika’nın dil ve kültürüne yönelik birçok soru işaretini gündeme getirdi. Ulusal tarih eğitimi yerini etnik tarih ve ırki tarih eğitimine bıraktı. Amerikalıların ortak değerlerine verdikleri önem, çeşitliliğe gösterilen ilginin gerisinde kaldı. Ulusal bütünlük ve ulusal kimlik duygusu erozyona uğradı. Ulusal çıkarlar ulusal kimlikten doğar. Çıkarlarımızın ne olduğuna karar vermeden önce kim olduğumuzu bilmek zorundayız. Demokrasi gelişmeden önce Batı toplumlarında kimlik genelde dinsel bir temele dayanıyordu. Ancak bugünkü hâkim düşünce yurttaşlık anlayışıdır. Bizde de böyle düşünülmelidir.’’ S DİN OLGUSUNUN SINIRI HAÇLI SEFERLERİ Bunun en belirgin örneği; içi boşalan Hıristiyanlık değerleri karşısında çeşitli yöntemlerle ezilen İslam dünyasındaki fanatik Müslümanlık değerlerinin yükselmesidir. Acaba bu durum Batı dünyasının ekonomik bir çıkar etrafında birleşmesini sağlamak amacına mı yönelikti? Çünkü hatırlanacağı üzere, Haçlı Seferleri de belli ölçüde ekonomik sebeplere dayanıyordu. 21. yüzyılın kısa tarihi ‘Dünya Düzdür’ isimli kitabında Thomas Friedman; ‘‘Amerikan yaşam biçiminin ve liberalizmin tüm dünyada geçerli en iyi sistem olduğunu, küreselleşme ile bu sistemi yaygınlaştırarak ABD’nin diğer kapitalist ülkelerden daha zengin olmasını’’ vurgulamıştır. Azgelişmiş ülkelerde emperyalizmle işbirliği yapan küçük azınlıkların memnun, geniş toplum kesiminin ise daha yoksullaşmakta, sömürülmekte, bunların yarattığı artık değer ile zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaktadır. Küreselleşme barış değil, güçlü ülkelerin çıkarları uğruna savaş ve yoksulluk getirmiştir ve getirmektedir. Bu nedenle; günümüzde küresel eşitsizliğin kabul edilemez olduğunu ve ciddi anlamda eleştiri konusu olabileceğini gözden uzak tutmamalıyız. Bu sebepten küresel sosyal adalet konularında çözüm üretmek mecburiyetindeyiz. Küreselleşmenin egemen güçlerin ekonomik ihtiyaçlarını karşıladığını, yukarıda ifade etmeye çalıştım. Ancak ekonominin yanı sıra, eğer küreselleşme devam edecekse insan unsurunun ve hukuk sisteminin de mutlaka küreselleşmesi gerekmektedir. Esasen problemin burada başladığını düşünüyorum. Daha açık bir ifade ile yeni bir kolonileşme dönemi yaşıyoruz. İşgal yerine küreselleşme projesi sunuluyor hedef ülkelere. Yukarıda ifade ettiğim gibi, kapitalizmin son aşaması olan küreselleşme olgusu adına tek ideoloji dayatmanın sonuçlarının ağır bedelini ekonomileri gelişmemiş ülkeler ödüyor. Bu kötü gidişin karşısında daha güçlü bir sosyal demokrasi hareketi getirebilmek mecburiyetindedir ezilen ve sömürülen ülkeler. Avrupa’da dışarıdan gelenlere karşı ciddi bir isteksizlik ve reaksiyon oluşmuş, hatta bu durum milliyetçiliğin ötesinde ırkçılığın güçlenmesine sebep olmuştur. Alt kimliklerden ve çok kültürlülükten yakınan, bunun ulusal kimliğe ve ulusal bilincin oluşmasına zarar verdiğini iddia edenlerin, ülkemizdeki alt kimlik ve çok kültürlülüğe yaptıkları vurgu ciddi bir çelişki değil midir? İçinde bulunduğumuz bilgi çağında toplumsal davranışlarda yaratıcı düşüncenin önemi her geçen gün biraz daha fazla kabul görmektedir. Diğer taraftan yaşadığımız modern çağda din olgusunun toplum ve devletle ilişkisinin sınırlarının çizilmesi de büyük bir önem taşımaktadır. Bu sınırın iyi çizilmediği ve ilişkilerin dengeli olarak belirlenmediği durumlarda toplumsal yapıda huzursuzluklar başgöstermektedir. Burada sorun, dinin doğru veya yanlışlığının ortaya çıkarılması konusu değildir. Asıl sorun, dinsel öğretilerin toplumsal yapıda ve günümüzün modern devlet yapısı içerisindeki yerinin çok açık bir şekilde belirlenmesidir. Esasen din her zaman var olan düzeni meşrulaştırmak için kullanılan en önemli ideolojik araç olmuştur. Bunu en çok fark edenler büyük filozoflardır. (Aristoteles ve Platon gibi.) Yeniçağda bunu en iyi Machiavelli fark etmiştir. Mesela Machiavelli dini hiç sevmediği halde dinin mutlaka hükümdar tarafından kullanılmasını ister. Machiavelli ‘‘İnsanlığı yönetmek için hem zor gücüyle, hem de din gücüyle korkutmaya ihtiyaç vardır’’ diye düşünür. Napolyon’un da hayatının çeşitli dönemlerinde dini amaçları istikametinde kullandığını görüyoruz. Türkiye’de durum farklı değildir. Bir yandan İslamcı fundamentalizm, öte yandan laik devlet yapısı arasında ciddi bir mücadele devam etmektedir. Batı’ya baktığımızda; Türiye’nin laiklik konusundaki temel görüşlerini algılama ve anlama yeteneğinden mahrum olduğunu görüyoruz. Batı’ya göre evrensel diye tanımlanan değerler aslında Batı’nın malıdır ve öyle kalmalıdır. Batı uygarlığının kazanımları, siyasi ve demokratik haklar Müslümanlarla paylaşılmamalıdır. Batı değerleri, Batı ilkeleri, Batı’nın laik yasaları Batı’nın malı kalmalıdır. Doğu bu değerlerle gelişemez ve bu değerleri paylaşamaz. Demokrasi ve özgürlükler konusunda da Türkiye için kabul edilen ölçüler Batılı demokrasi kriterleri değil, İslami demokrasi kriterleridir. Laiklik, şeffaflık, basın özgürlüğü, hukuk devleti gibi kavramlar, Batı için köklü siyasi dinamiklere sahip, uzun geçmişi olan içi dolu kavramlardır. Türkiye için ise bu kavramların içi boştur. Bunların içini doldurmak Batı’nın isteğine terk edilmelidir. Prof. Dr. Faruk Şen yönetiminde ‘‘Türkiye Araştırmalar Merkezi’’nin yaptığı bir kamuoyu yoklaması, hem Almanya’daki Türkler, hem TürkiyeAlmanya ve dolayısıyla TürkiyeAB ilişkileri açısından önem taşıyan özellikler ihtiva etmektedir. Araştırmaya göre Almanların yüzde 47’si İslam kültürünün Batı ile uzlaşmadığını, yüzde 24’ü terörle İslamın bağlantılı olduğunu, yüzde 58’i ise kültürel farklılıklar yüzünden iki tarafın çatışacağını, yüzde 55’i de Almanya’da din gerginliğinin çıkacağını düşünüyor. Almanların yüzde 40’ı kültürler arası bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu kanısında. Benzeri araştırmalar Hollanda’da, Fransa’da ve Belçika’da yapılırsa ortaya buna yakın sonuçlar çıkacaktır. Kültür uyuşmazlığına bir diğer örnek de Hannover’de bir sünnet düğününde yaşanmıştır. Sünnet düğününde yirmi kadar araç, elde bayraklarla trafiğe çıkılıyor. Konvoy sürekli korna çalarak, havaya kurusıkı ateş ederek ilerliyor. Alman polisi müdahale edince polisle çatışıyorlar. 7 polis yaralanıyor. 6 Türk tutuklanıyor. DİLİN ÖNEMİ Atatürk, Batı’nın bir çağa sığdırdığı Rönesans ve Aydınlanma’yı on yılda başarmıştır. Bilimin ve güzel sanatların gelişmesi ve halkın günlük yaşamında bir ölçüde yer alabilmesi Atatürk’ün kültür politikalarının muhteşem bir ürünüdür. Dolmuş kalıplar içinde kalan insanlarımız bu sayede dinamik bir evreye girmişler, ancak bu olumlu gelişme 1950’li yıllardan sonra din eksenli politik alan ile hedefine ulaşamamış, toplumumuz geri bıraktırılmıştır. Atatürk, Batı uygarlığı konusunda, ulusalcı, gerçekçi bir yaklaşımla çağdaşlaşmayı hedef göstermiş, ancak hiçbir zaman emperyalizmin emellerine hizmet edilmesini istememiş, bunu tüm yaşamı boyunca reddetmişti. Tarihsel ve toplumsal bir kalıt olan kültürü; yeni kuşaklara ancak dil ile anlatabiliriz. Dil ulusallığı sağlayan ana etkenlerden biridir. Ancak dilimizin bugün içinde bulunduğu kötü durum ile gerek ulusallık gerekse tarih bilincinin giderek zayıflamasını görmekten ciddi endişe duyuyoruz. 1950 yıllarında sonra aydınlanmanın umut ışıkları söndürülmüş ve halkımız tekrar taassup ve cehaletin acımasız kollarına terk edilmiştir. Yüzyıllar boyunca büyük devletler ve uygarlıklar kuran halkımızın derin kavrayış, sağduyu ve fedakârlık duygularıyla, bu kötü ve umutsuz görünen durum ve koşullar içinde bile uygun bir çıkış yolu bulacağından hiç şüphemiz yoktur. Çünkü Anadolu, davetli davetsiz herkese kucak açmış, çok özel bir coğrafyadır. Geçmişte yaptığı sentezi bugün de yapacaktır. Huntington BİTTİ TEŞEKKÜR Annemiz FAZİLET ÇALIŞLAR’ın tedavisi sırasında ona özen gösterip yeniden sağlığına kavuşmasını sağlayan; başta Mersin Üniversitesi Rektörü SİNEMA ve KİTAP DÜNYASININ İKİ ÇINARI Prof. Dr. Uğur ORAL ATICI, olmak üzere; Tıp Fakültesi Başhekimi ATIF YILMAZ ve Prof. Dr. Aytuğ Sıradışı tatilinizde, kent yorgunluğunuzu atmak için öncelikle tercih edebileceğiniz. Tarih, Dağ, Deniz ve Oksijeni ile Kazdağı eteklerinde sizi karşıladığı otantik mekan. Adatepe Köyü Küçükkuyu Çanakkale Türkiye Rez Tel : +90 286 752 65 81 Faks : +90 286 752 20 66 Çanakkale İrtibat TelFaks : +90 286 217 47 07 1 Oda 2 Kişi Y.P. 150 YTL. Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Ahmet KIYKIM, Yrd. Doç. Dr. Gültekin GENÇTOY, Uzm. Dr. Mehmet HOROZ, Dr. Emre YENGEL, Dr. Eda ASLAN, Dr. Sema ÇAKMAK, servis sorumlusu Elif Soylu, hemşireler; Havva AYDIN, Fatma YAŞAR, Tuğba ÜNAL, Hanife ELBİR, Berna AKBAŞ, Yasemin DENLİ, Sıdıka ÜĞÜT ve Mersin Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Murtaza BÜYÜKKINACI, Başhekim Yardımcısı Dr. Mehmet Emin BAHÇE, Başhekim Yardımcısı Dr. Mehmet Ali ULU’ya teşekkür ediyoruz… Çocukları: Oral Çalışlar, Serpil Çalışlar Ekici ve Fatih Çalışlar ERDAL ÖZ’ü KAYBETTİK. ANISI ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUZ. KİTAPSAN/KAREETİK YAYINLARI CUMHURİYET 09 K www.hunnaphan.com email: Info?hunnaphan.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle