19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MAYIS 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ABD İran’a Saldıracak mı? Doç. Dr. Yıldız SERTEL u soruyu herkes soruyor. Çünkü böyle bir saldırı olacaksa bizim topraklarımızdan olacak. İran zengin füze sistemiyle karşı saldırıya geçerse o füzeler bizim başımıza düşecek. ABD bütün kıyılarımızda limanlar, büyük şehirlerimizde üsler istiyor. ABD, NATO, İsrail genelkurmay başkanları, istihbarat şefleri yurdumuza gelip gidiyor. İran sınırımızda her iki tarafta da askeri yığınak yapılıyor. Böyle bir ortamda ABD Dışişleri Bakanı C. Rice, A. Gül ile bir Stratejik Ortaklık Vizyonu üzerinde anlaşıyor. Bu belgenin TBMM’ye getirilmesini önlemek için, bunun bir ‘‘anlaşma’’ olmadığı söyleniyor. İçeriği hakkında resmi bir açıklama dahi yapılmıyor. Sanki gözü kapalı, bir emperyalist devletin peşinde bir savaşa doğru gitmekteyiz. ABD’nin İran stratejisini, Fransız Le Nouvel Observateur dergisi açıklıyor. Başlık: ‘‘İran, turuncu devrim mi, bombardıman mı?’’ Dergiye göre Amerika’da değişik senaryolar yazılıyor: Sert cezalar, rejim değişikliğini isteyenleri desteklemek; hassas tesisleri bombalamak, askeri harekât ile içerde ayaklanmayı birleştirmek. Dergide belirtildiğine göre İran’ın koşulları ‘Turuncu Devrim’e pek uygun değil. Değişik etnik gruplar ise zaten hareket halinde. Güneyde Araplar, kuzeyde Azeriler ve Beluçlar değişik terörist eylemler yapıyorlar. C. Rice’ın açıkladığına göre ABD içerdeki muhalefeti desteklemeye 75 milyon dolar ayırmış. Ancak rejimi zayıflatmak için bunun yanında bazı sert cezalar uygulanması gerekiyor. İran’ın üst düzey politikacılarının Avrupa bankalarındaki hesaplarının dondu PENCERE Dindar Çoğunluk, Dinci Azınlık... Balbay sanırım kıskançlıktan çatlıyordur, son günlerde Allahlık medyamız, beni Cumhurbaşkanımızla konuştuğum için ele aldı, konuyu evirip çeviriyor, gazetelerde, köşelerde benden geçilmiyor: Mustafa’nın ise esamisi okunmuyor... Oysa kabulde hem Balbay vardı hem de Çankaya’dan bir yüksek görevli... Olay nasıl gerçekleşti?.. Bir toplantı için Ankara’ya gidiyordum, buluşma fikri Balbay’dan çıktı, Cumhurbaşkanı kabul etti; oldu, bitti... Ancak Sayın Cumhurbaşkanı Sezer’in benim için bambaşka bir anlamı var; böyle bir insanın Çankaya’da bulunması Atatürk Türkiyesi için büyük güvencedir. İşte bu kadar!.. ? Son günlerde bir de adımız 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le birlikte medyada anılıyor... Süleyman Bey yakın tarihimizin sayfalarına yazılmış bir kişilik; ama, geleceğimizde de etkin bir rol oynayacak gizilgücü elinde tutuyor; sahaya çıkar, çıkmaz; olur, olmaz; o ayrı konu... 1960’larda bu köşede Süleyman Bey’e sürekli biçimde alabildiğine yüklenmiştim; 12 Eylül 1980’den sonra her şey değişti; Evren’in başını çektiği askeri yönetim İslamcılığa prim verirken Demirel’i yasaklayıp Özal’ın önünü açınca Hanya ile Konya değişti... Süleyman Bey önceki gün gazetecilere verdiği demeçte diyor ki: ‘‘ İlhan Selçuk dostumdur...’’ Evet... Dostluğun örgüsü de Demirel’in nüktedan zekâsından kaynaklanıyor; Süleyman Bey dünyaya ve politikaya çağdaş mizah yetisiyle bakabilen bir kişi... Molla kafasında mizah barınamaz!.. Eski deyişle fıkra, yeni deyişle köşe yazısı bir olayın künhünü iki sözcükle vurgulamaya bağlıdır; Süleyman Bey’in son konuşmasından sonra Pencere’ye şöyle bir başlık atmıştım: ‘‘Dindar: Süleyman Demirel.. Dinci: RTE..’’ Olay budur!.. Vaktiyle nice imam okulu açmış, cami çalışanlarına devletten maaş bağlamış, 9’uncu Cumhurbaşkanı Demirel’in bugünkü dinci iktidara dönük düşüncesi paha biçilmez değerdedir. ? Süleyman Bey bir genç gazetecinin kendisine sorduğu soruya da şu yanıtı vermiş: ‘‘ Kaşıma!..’’ Geçmişi kaşımak, vakti zamanında sağsol kapsamında yaşanmış olayları bugün insanları birbirine düşürmek için gündeme getirmek, laik Cumhuriyet gerçeğinde buluşabilecek kesimleri mazideki kavgaların sürtüşmeleriyle oyalamaya çalışmak fasarya kurnazlığının ta kendisi... 2006’nın 23 Nisanı’ndan sonra Meclis Başkanı Arınç ve Başbakan RTE geleceğe dönük programlarını açıkça sergilediler, artık ‘takıyyecilik’ geride kaldı... Türkiye’de dindar çoğunluk dinci azınlığa teslim olacak mı?.. İşte sorun bu!.. Sait Faik’in Yaşı Yok! Sait Faik Abasıyanık, yaşasaydı bugün 100 yaşında olacaktı... Zaman nedir ki? Güneş doğar sonra batar, daha sonra yeniden doğar. Sayarsın günleri, bir de bakarsın on, yirmi, otuz, kırk derken yüz!.. Sait Faik’in 10’uncu ölüm yılında Fazıl Hüsnü Dağlarca şu unutulmaz şiiri yazmıştı: ‘‘Sait on yıl mı oldu inanmıyorum / Dün gibisin / İşte yakanı kaldırdın uzun parmaklarınla / Sarı yüzünde ak kırmızı bir ince sakal / Üşüdün gibisin / Gecelerin bitmez tükenmez / Yıldız yıldız büyüyen bir düğün gibisin / Güzelliğin iyiliğin doğruluğun düş kapılarında / Dur mu, diyorlar biraz mı, diyorlar / Büsbütün gibisin. Ama için sıcak için ta doğada / Yün gibisin / Nerede olursan ol ne olursan ol Sait / Yanında çocuklar balıklar kuşlar / Düşündüğün gibisin.’’ ??? Ben onu ilk kez 1939’da Beyazıt’taki Küllük kahvesinde gördüm. O günlerin ünlü bir buluşma yeriydi. Çok gençtim. Ataç, Tanpınar, Yahya Kemal, Abidin Dino gibi kişiler, o dönemin genç şairleri, yazarları gelirlerdi. Sonra da Nisuaz, Elit gibi yerlerde karşılaştım... Hep bir yazar kişiliği! Çevresine hem yakın, hem uzak! Konuşurken, yanınızda yürürken bir de bakarsınız çekip gitmiş. Sıkıntılı bir yapı. Ya bir sinemaya girmiş ya da bir sokağa sapmış! Yakın dostları kimlerdi? Var mıydı? Edebiyat, sanat dünyasının dışındaydı belki de, gerçek dostları... ??? Kaç kişi kaldık onu tanımış olan? Onlar da seksenlerde doksanlarda!.. Sait Faik kendi dünyasında tek başına yaşadı denebilir. Aşkları vardı elbet, biri gider biri gelirdi. Ama gerçekten bir sevdiği, onu bir seven var mıydı? Olsa belki de kırk sekiz yaşında ölmezdi diye düşünürüm. Bir yazarın yaşamı yılların çokluğuyla azlığıyla ölçülmez... Kimi yüzyıl yaşasa kimi on yıl yaşasa önemsizdir! Yaşantıyı kalıcı bir özle doldurmaktır önemli olan. Kendinden sonraya bir şeyler bırakabilmektir. Geçip giden kuşaklara yeni tatlar, yeni duyarklar sunabilmektir. Sait Faik yüz yaşında, ama öyküleri daha dün yazılmış gibi yepyeni!.. Yüz yıl daha geçse gündemde kalacak, kitaplarıyla klasikleşecek. Ama klasikliğin soğukluğunu duyurmayacak... ??? ‘‘Edebi eserler insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorsa neye yarar?’’ Dağlarca ‘‘İnanmıyorum, dün gibisin’’ demişti. Yüzyıllar geçse de hep günün içinde olacaksın Sait!.. Öykülerin gelecek kuşaklara da güzelliğin, iyiliğin, doğruluğun düşkapılarını açacak.. ‘‘Her şey bir insanı sevmekle başlar’’ bildirin, ölümsüzleşecek... B rulması gibi. Ne var ki BM Güvenlik Konseyi’nden böyle kararlar çıkarmak zor. Çin ve Rus muhalefeti olduğu gibi, petrol fiyatlarının daha da yükselmesi tehlikesi, bazı Avrupa ülkelerini korkutuyor. Bir sıcak saldırı olabilir mi? Taktik atom silahı kullanılabilir mi? Amerikan medyasına göre İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad bir ‘‘Yeni Hitler’’. Ona karşı bir haçlı seferi gerekir. Amerikalıların üçte ikisi, İran’ın ABD için en tehlikeli ülke olduğunu düşünüyor. 2008 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan bütün adaylar, Hillary Clinton dahil, Bush idaresini İran tehlikesini küçültmekle suçluyor. Bu durumda İran konusunda acele etmek gerekiyor görüşü egemen. Ama nasıl? Turuncu devrim yürümeyecekse, o vakit bombardıman alternatifi kalıyor. Kimi yıldırım saldırısından söz ediyor: 45 gece 20 kadar nükleer alanı bombalamak. Bazılarına göre bazı talim alanlarını, füze depolarını, hatta Savunma Bakanlığı’nı da bombalamalı. ‘‘New Yorker’’ dergisinin harika gazetecisi Seymour Hersh’e göre hava saldırısı planı artık hazır. Bu planda minyatür atom bombasının kullanılması da var. Genelde atom silahı kullanılmasına pek ihtimal verilmiyor. Bunun İran rejimini daha da sert davranmaya yönelteceği ve yerkürede bütün Müslümanları kızdıracağı düşünülüyor. ABD Askeri Akademisi’nde profesör, emekli albay Sam Gardiner, ‘‘Bir Atom Silahından Arınma anlaşmasının gerçekleşmesi için atom silahı kullanılması gülünç olur’’ diyor. Dergiye göre Amerikan Savunma Bakanlığı bir sıcak saldırıyı 2003 yılından beri plan lamakta. Artık kamuoyu da buna hazır. Bir seçim kampanyası konusu olması da ürkütücü. CIA (Merkezi İstihbarat Ajansı) eski başkanı şöyle konuşuyor: ‘‘Artık mollalarla anlaşılabileceği iddia edilemez. Siz Avrupalılar bunu denediniz: Onlarla konuşulamaz. Onları şu veya bu uygulamayla devirmek gerekir. Bugün bu konuda herkes bu görüşte.’’ Sorun kullanılacak metottur. Gene dergide belirtildiğine göre 2006 yılı sonuna kadar beklenecek. Bu süre içerisinde Turuncu Devrim yolu tıkanmış olacak, azınlıklar yenilmiş olacak, işte o vakit bombalar patlayacak. (Vincent Jauvert, Le Nouvelle Observateur, 2627 Nisan 2006) İşte o vakit Türkiye’de neler olacak? Türk halkından ve TBMM’den kaçırılan ‘Stratejik Ortaklık Vizyon Belgesi’ yürürlüğe girecek. ‘‘Nükleer tehdide karşı ortak hareket’’ maddesi Türkiye’nin ABD saldırısına yardımı anlamına gelecek. Topraklarımızda ABD üslerinden İran’a nasıl saldırılar yapılacağını düşünmek bile istemiyorum. Kuşkusuz İran’la beraber Türkiye de bir kan gölüne dönüşecek. Ve ne için? Bu bir çılgınlıktır. Ne yazık ki ‘‘Yeni Hitler’’ Tahran’da değil Washington’da oturuyor. Napolyon’un, Hitler’in çılgınlıkları nasıl insanlığa çok pahalıya mal olduysa, bu da öyle olacak. Bu kâbustan kurtulmanın yolu, Stratejik Vizyon Belgesi’nin kamuoyuna resmen açıklanmasını ve TBMM’ye getirilmesini sağlamak için milletçe savaşmaktır. Topraklarımızın bir emperyalist devletin savaş üssüne çevrilmesi, anayasamıza da Atatürk ilkelerine de aykırıdır. Bu ulusal güvenliğimiz sorunudur, anayasamızın tanıdığı ‘‘ulusal egemenliğimizin’’ gereğidir. Cumhurbaşkanı’ndan gereken yaptırımı yapmasını istemek hakkımızdır. Sendikaların Görünümü Dr. Cengiz ABBASGİL Hukukçu G eçen günlerde Sendikacılar Derneği’nin genel kurulu yapıldı. Dernek bir zamanların işçi sendikası önderlerinin kurdukları bir örgüt. Bir araya gelen kişiler ise geçmişte ayrı ayrı konfederasyonlarda karşılıklı olarak acımasızca savaşmış kişiler. Ayrılığın işçi ve sendikal harekete ne kadar zararlı olduğunun geç de olsa ayırdına varmış olanlar. Hazırlanan çalışma raporu örnek ve bilgi alınacak düzeyde. İçerik olarak, küreselleşme, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik yapısı, neoliberal politikalar, ulus devlet, demokrasi, anayasal değişiklikler gibi konular. Bu genel kurul nedeni ile işçi sendikalarımızın bugünkü durumları hakkında birkaç söz söylemenin yararlı olacağına inanmaktayız. İşçi sendikalarının yasal dayanağı 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’dır. Batı’da çalışan kesimin yüzyıllarca savaşımını vererek kazanılmış bulunan sendikalaşma hakkı. Altmış devriminin çalışan kesime bir anayasal kayrasıdır (lütuf). Bu yasanın tanıdığı olanakla işçi sendikaları üye ödentilerinin kaynağında kesilmesi ile ekonomik olarak epeyce gelişip serpilmişlerdir. Ancak geçen süre sonundaki sendikaların bugünkü görünümü ise hiç de iç açıcı değildir. Yasa ikinci mad desinde, sendikayı, işçilerin çalışma ilişkilerinde ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzelkişiliğe sahip kurullar olarak tanımlamış. Ayrıca 32 ve 33. maddelerde etkinlik alanlarını saymıştır. Bunlar da kısaca, toplu iş sözleşmesi yapmak, toplu iş uyuşmazlıklarında ilgili orun (makam) ve yargı organlarına başvurmak, grev kararı almak ve yönetmek üyelerine adli yardım yapmak, ilgili kurullara temsilci göndermek, üyelerinin bilgi ve verimliliklerini arttıracak eğitim vermek ve gerekli tesisleri kurmak, üyeler için eğitim ve sosyal yardım sandıkları kurmak, kooperatif kurmaya yardımcı olup kredi açmak, mesleki eğitim tesisleri kurmak, sanayi ve iktisadi girişimlere yatırım yapmak, eğitim ve sağlık tesisleri kurmak şeklinde belirtilmiştir. Şimdi bu yasal bilgiler çerçevesinde sendikaların görünümüne göz attığımızda, görüntünün pek de parlak olmadığı anlaşılabilir. Zira yasada sayılan amaçlara ulaşıldığı savlanamaz. Şimdiye kadar sendikalarımız başlıca iki alanda etkin girişimler yürütmüştür. Bunlardan ilki kooperatifçilik, ikincisi toplu iş sözleşmesi alanında olmuştur. Ancak gelinen noktada görüldü ki sayılan alanlardaki çalışmalar sendikalarımızın istenen düzeye getirilmesinde yeterli olamamıştır. Üyelerini, personelini, emeklisini bütünü ile kapsayacak sağlam bir örgüt yapısı içerisinde kurumsallaşma gerçekleştirilememiştir. Ekonomik krizler, işsizlik, işten atılma korkuları da işçilerin sendikalarda örgütlenmelerine geniş çapta engel olmuştur. Bunun üstüne bir de özelleştirme adı altında birçok kamu işyerinin satılması sonucu açıkta kalan işçiler sorunları arttırmıştır. Buna bağlı olarak sendikalar üye kaybetmenin yanında ekonomik güçlerini de kaybetme konumuna gelmişlerdir. Öyle ki, bazı sendikaların taşınmazlarını elden çıkarma durumunda kaldıkları söylenir hale gelmiştir. Bugünkü durumları ile sendikalar yaşam savaşı verme görünümündedirler. Bu duruma gelmede sadece sendikaların kendilerinin sorumlu olduğu savlanamaz. Asıl ve en önemli etken dış etkenler olmuştur. Sendikaların partiler üstü yutturmacası ile politika dışına itilmeleri, bazı işveren kesiminin sendika ve sendikalaşmayı öcü gibi görüp göstermeleri, iktidar çevrelerinin yandaş sendikalar yaratma çabaları, sayılabilecek en önemli dış etkenlerdir. Elbette bu düşkünlüğün (zafiyet) sürüp gitmesi düşünülemez. Umar gene sendikaların kendilerinde ve yöneticilerindedir. Ancak önce bir özeleştiri yapılması yararlı olacaktır. Sendikaların sadece üyelerine parasal çıkar sağlayan görünümünden sıyrılmaları gerekir. Yirmi birinci yüzyılda sendikaların yalnız emek kapital karşıtlığı anlayışına da oturtulması düşünülemeyeceği gibi yalnızca temsil ettiği kesimin sözcülüğü ile de yetinilmesi düşünülemez. Ülkenin ve toplumun tüm kesimlerinin sorunları ve bunlara umar aranması sendikaların ilgi alanında olmalıdır. Bu anlayışla yola çıkıldığında ilk işin, sağlıklı bir örgütlenmenin vazgeçilmez koşul olduğu anlaşılacaktır. Var olan dağınıklığın giderilerek ayrı örgütlerin birleştirilmesi için özverili çalışmak gerekecektir. TC ZEYTİNBURNU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Esas No: 2006/144 Davacılar İsmail ve Yavuz Doğru vekili tarafından, Tayfun Doğru’dan uzun süredir haber alınamadığı, hayatta olup olmadığı ve adresi de tespit edilememiş olduğundan; Davacılar İsmail ve Yavuz Doğru, ağbileri Yılmaz Doğru’nun çocuğu Tayfun Doğru’nun gaipliğine karar verilmesini istediğinden, davalıyı tanıyan, bilen ve malumatı olan kimselerin Zeytinburnu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/144 esas sayılı dosyasına duruşmanın bırakılmış olduğu 25/05/2006 gününe kadar bildirmeleri, M.K.’nun 33. maddesi gereğince, ilanen tebliğ olunur. 09/05/2006 (Basın: 22515) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle