14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 MART 2006 CUMARTESİ 6 HABERLER Başsavcı Nuri Ok, Topçu’dan sonra Yılmaz ile Taner’in davasının da düşürülmesini istedi Zamanaşımı Yılmaz’ı rahatlattı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok, eski Başbakan Mesut Yılmaz ile eski Devlet Bakanı Güneş Taner’in Yüce Divan’da yargılandığı davada zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın düşürülmesini istedi. Ok, ihaleye fesat karıştırma suçunun oluşmadığını belirtti. Yüce Divan’da yargılandıkları davanın dün yapılan duruşmasına Yılmaz ile avukatları Uğur Alacakaptan, Aydın Metin ve Taner’in avukatı Ömer Lütfü Avşar katıldı. Esas hakkında görüşünü bildiren Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok, Yılmaz ve Taner’in başbakan ve bakan oldukları dönemde ‘‘Türkbank ihalesine fesat karıştırmak ve güdümlerinde bir medya düzeni kurarak siyasi rant CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU ? Esas hakkında görüşünü bildiren Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok, Türkbank’ın satışına ilişkin hisse devrinin yapıldığı 4 Eylül 1998 tarihinden, sanıklar Mesut Yılmaz ve Güneş Taner’in Yüce Divan’a sevk edildiği 12 Temmuz 2004 tarihine kadar asli zaman aşımı süresi olan 5 yılın dolduğunu belirterek davanın düşürülmesini istedi. Duruşma 20 Nisan 2006 tarihine ertelendi. amaçladıklarının’’ iddia edildiğini anımsattı. Alaattin Çakıcı ve Korkmaz Yiğit’in yaptıkları telefon konuşmalarının kaydedildiğini anımsatan Ok, dönemin İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun, Yiğit ve Çakıcı arasındaki dinlemeden haberdar olduğunu, bilgileri Başbakan Yılmaz ile paylaştığını tanık ifadesinde söylediğini aktardı. Başsavcı Ok, ‘‘Yılmaz’ın ve Taner’in bu bant kayıtlarından haberdar olmadığı düşünülemez’’ dedi. Ok, ‘‘Korkmaz YiğitÇakıcı ilişkisinin başından beri bilindiğinin’’ anlaşıldığını söyledi. Dönemin hükümet ortaklarından DSP’nin, Yiğit hakkında araştırmaya giriştiği, Bülent Ecevit’in bir toplantı yaparak emniyet ve MİT’ten Yiğit hakkında bilgi aldığının öğrenildiğini anlatan Başsavcı Nuri Ok, bu toplantının ardından ihalenin iptali kararına varıldığının anlaşıldığını bildirdi. ÇakıcıYiğit telefon görüşmesi bantlarının da bu sırada Fikri Sağlar’a ulaştırıldığını, Fikri Sağlar’ın kaseti 13 Ekim 1998’de kamuoyuna açıkladıktan sonra Güneş Taner’in ihaleyi durdurma talimatı verdiğinin anlaşıldığını kaydeden Nuri Ok, ‘‘kasetin açıklanmaması halinde ihalenin iptal edilmeyeceğinin anlaşıldığını’’ söyledi. Başsavcı Nuri Ok, ‘‘Sanıklar, koalisyonun bir kanadının ihalenin iptaline ilişkin kararına rağmen hiçbir girişimde bulunmamışlar, kaset açıklanana kadar sessiz kalmışlardır.’’ dedi. Ok, eski TCY ile aynı tarihte yürürlüğe giren yeni TCY’deki ihaleye fesat karıştırma suçlarının irdelemesini yaptı. Ok, yeni TCY’deki ‘‘ihaleye fesat karıştırma’’ suçunun oluşmadığını kaydetti. Ok, sanıkların eylemlerinin eski ve yeni TCY’ye göre genel anlamda ‘‘görevi kötüye kullanma’’ suçunu oluşturduğunu söyledi. Başsavcı Ok, Türkbank’ın satışına ilişkin hisse devrinin yapıldığı 4 Eylül 1998 tarihinden sanıkların Yüce Divan’a sevk edildiği 12 Temmuz 2004 tarihine kadar asli zaman aşımı süresi olan 5 yılın dolduğunu belirterek davanın düşürülmesini istedi. Yüce Divan heyeti duruşmayı 20 Nisan 2006 tarihine bıraktı. Kimlik Sorunu Çözümlendi mi? ‘‘Üst kimlik’’, ‘‘alt kimlik’’ tartışmalarının alevlendiği bir sırada gazetemizde Tan Oral’ın konuya ilişkin bir karikatürü yayımlandı: Polis, yolda çevirdiği yurttaştan kimliğini göstermesini istiyor. Yurttaşın yanıtı: ‘‘Üst kimlik mi, alt kimlik mi?’’ Tartışılan şeyin saçmalığı, anlamsızlığı, sıradan yurttaşta uyandırdığı şaşkınlık, bana kalırsa bütünüyle bu yanıtın içindeydi. Sıradan yurttaşın bir kimlik sorunu yok. O kendini bir biçimde tanımlıyor. Etnik kökeni, anadili ne olursa olsun, kendini bu ülkenin yurttaşı olarak duyumsuyor. Ve bu duyumsayış, kâğıt üzerinde bir yurttaşlık olgusu değil. Kültürüne ait olmadığınız bir ülkenin (toplumun), şu ya da bu nedenle yurttaşı olabilir, bunu gösteren bir kimlik kartı alabilirsiniz. Bu durumda kimliğiniz, o ülkenin yurttaşlığıdır. Fakat bu kâğıt üzerinde bir kimliktir. Ya da, tartışmalar sırasında doğru olarak dile getirildiği gibi ‘‘anayasal’’ bir kimlik... Asıl kimliğiniz, ait olduğunuz kültüre ilişkin olandır... Bu ise ne ‘‘alt’’, ne ‘‘üst’’ kimlik, bu kavramdan anlaşılması gereken ne ise onun ta kendisi.. bir başka deyişle de ‘‘ulusal kimlik’’tir... ??? Bizi, Türkiye insanını, yurttaşlık kimliğimizin de temellerini oluşturarak bir arada tutan ortak kültürel (sosyal, tarihsel, ekonomik) bağlar var mı? Var ise, bu bağları ‘‘ulusal’’ kimliğimizin unsurları olarak niteleyebilir miyiz? Bu ikinci soruya da yanıtımız olumlu ise ulusal kimliğimizi hangi sözcükle adlandırmamız gerekiyor? Yine, tıpkı bir satranç oyununda gibi, ‘‘Türk’’‘‘Türkiyeli’’ ikilemiyle karşılaşıyoruz. İkilemi bir an için bir yana bırakıp, yukarıdaki soruların olumsuz yanıtlarını ve sonuçlarını düşünelim. Ülkemizde, ulusal kimliğimizin ortak unsurlarından çok, farklı etnik aidiyetleri öne çıkaran çevreler olduğunu biliyoruz. ‘‘Türk’’ kavramını ‘‘alt kimlik’’ olarak tanımlamanın bu çevrelere verilmek istenen bir ödün olduğunu da... Böyle yapıldığında, ‘‘alt’’ sıfatıyla nitelenmiş de olsa, gerçekte kimlik vurgusu etnik aidiyete yapılmış olmakta, ‘‘üst kimlik’’ kavramıyla da, ne kadar ‘‘üst’’ denirse densin, kâğıt üzerinde, yapıştırma, göstermelik, her an çözülebilir, her an etnik parçalarına ayrılabilir bir ulusal kimlik kavramı öne çıkarılmak istenmektedir... Oysa ulusal kimlik çok daha derin, çok daha köklü, çok daha birleştirici ve çağdaş bir olgudur. Farklı etnisitelerin, farklı dillerin, dinlerin bir arada yaşadığı, yaşayabildiği bir sentezdir bu. ‘‘Türk’’ kavramını etnik bir aidiyetin adına indirgemek hem tarihsel olguların karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle çelişen bir el çabukluğu, hem de ülkede (cahilce ya da bilerek) etnik parçalanmaya kapı aralayan tehlikeli bir girişimdir. Sözcüğü ortadan kaldıramayacağımıza göre ‘‘Türk’’ sözcüğü, bir alt kimliğin (tek bir etnik aidiyetin) değil, tarihsel gerçekliğin ortaya çıkardığı ulusal kimliğimizin adı olmak durumundadır ve öyledir de... Hangi etnik köken ya da kökenlerden gelirse gelsin, Türkiye halkı bunu biliyor, duyumsuyor, ait olduğu ya da olduğunu düşündüğü etnik kökenle ortak kimlik ‘‘Türklük’’ arasında bir çelişki görmüyor... Her türden kışkırtmaya karşın toplumda sağduyunun tümüyle yitirilmiyor oluşunun nedeni budur. Sorunu olanlar ise her çevrenin şovenleri, ‘‘ulus’’ duygusundan yoksun omurgasızlar, bir de ulus devleti parçalayarak din devleti kurmak isteyen cahil, çıkarcı, işbirlikçi ve çok tehlikeli bir güruhtur. İSVEÇLİ PARLAMENTERLER AB’den uyarı ‘Kadınlar siyasete girmeli’ ÖZGÜR ULUSOY Türkiye’de kadının siyaset sahnesindeki ‘‘içler acısı’’ durumu, 8 Mart öncesinde İsveçli kadın parlamenterlerin de katıldığı bir toplantıda bir kez daha gözler önüne serildi. İsveçli kadınların parlamentoda yüzde 45 oranında temsil edilmesine karşın, Türkiye’de bu oranın yüzde 4.4 olduğuna dikkat çeken İsveçli eski milletvekili, feminist Birgitta Wistrand ve halen parlamentoda bulunan Ewa Thalen Finne temsil düzeyini arttırmak için Meclis’teki 24 kadın vekilin işbirliğine gitmesinin şart olduğunu vurguluyor. ANAVATAN Genel Başkan Yardımcısı Sibel Çarmıklı da Meclis’in kadın üyelerini partiler üstü bir işbirliğine çağırıyor. Arı Hareketi ve İsveç’ten Jarl Hjalmarson Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği ve KADER üyelerinin de katıldığı ‘‘Kadının Siyasete Katılımının Arttırılması’’ konulu sempozyumda, İsveçli kadınlar, Türk kadınlarıyla deneyimlerini paylaştı. Finne, Wistrand ve Çarmıklı, sempozyumun ardından bir grup gazeteciyle sohbet etti. İsveçli kadınların uzun yıllar verilen mücadelenin sonunda bu noktaya gelebildiğini söyleyen Birgitta Wistrand, Türk kadınlarının da uzun vadeli bir mücadeleye hazır olması gerektiğini söylüyor. Ancak Wistrand’ın iki ülkenin 71 yıl önceki haliyle bugünü arasında yaptığı karşılaştırma hiç iç açıcı değil: ‘‘1935’te İsveç parlamentosunda kadınların oranı yüzde 5’ti. Şimdi parlamentonun yüzde 45’ini kadınlar oluşturuyor. Türkiye’de ilk kez Meclis’e girdikleri 1935’te kadınların oranı yüzde 4.6’ydı. Bugünse Meclisinizdeki kadın oranı yüzde 4.4...’’ Bir karamsar karşılaştırma da şöyle: Türkiye’de kadınların yüzde 20’si çalışıyor, İsveç’te ise yüzde 85’i. ‘Hakları Atatürk sağladı’ ELÇİN POYRAZLAR ÇYDD Devrim Yasaları’nın 82. yıldönümü nedeniyle Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bıraktı. (BERİVAN TAPAN) Devrim Yasaları’nın 82. yıldönümü törenlerle kutlandı ‘Yasalara sahip çıkalım’ İstanbul Haber Servisi Türkiye’de başta eğitim olmak üzere, toplumsal ve kültürel yapının çağdaş, aydınlanmacı, laik ve bilimsel bir yapıya kavuşturulması amacıyla kabul edilen ve tarihe 3 Devrim Yasası olarak geçen yasalara yönelik saldırıların arttığı belirtilerek ‘‘Bu yasalara ödünsüzce sahip çıkılmalıdır’’ denildi. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Devrim Yasaları’nın 82. yıldönümü nedeniyle bir açıklama yapan Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Genel Sekreteri Erdal Atıcı, eğitimde çağdaşlaşma adına atılan adımların 1946’dan sonra başlayan karşıdevrim sürecinde tırpanlandığını ve eğitimde dinselleştirildiğini vurguladı. Türk Gençliğine Hizmet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Güngör Şatıroğlu da Devrim Yasaları’nın, Türk Medeni Kanunu’nun Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak için atılan dev adımlar olduğunu belirtti. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği’nce Harbiye Askeri Müze’de düzenlenen toplantıda konuşan Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Necla Arat, ‘‘Laikliğin adım adım yerleşmesi için tüm yapılanlara karşın 1940’tan itibaren, Attilâ İlhan’ın ‘Yaptıklarınızı yıkmak isteyen elsiz ayaksız yeşil yılanlar. Siz uyuyunca dirilenler’ diye tanımladığı, Mustafa Kemal’in çok önceden bilincine vardığı ‘güçlenmeye ve şahlanmaya elverişli geri bir zihniyet’ yeniden su yüzüne çıktı’’ diye konuştu. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan Moroğlu, ‘‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde davayı devlet kazandı. Ancak devleti yönetenler ‘Ulemadan görüş alınmadı’ diye ayaklandılar’’ dedi. Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ise ‘‘İmam hatipli birinin başbakan olmasını sağladık. Şimdi de cumhurbaşkanı olması isteniyor’’ diye konuştu. Sanatçıyazar Bedri Baykam‘‘Türkler uzaya değil, 1500 yıl geriye gitmeyi başardılar’’ dedi . Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, yasaların Türkiye Cumhuriyeti’ni laik bir toplum düzenine taşıdığını vurgulayarak ‘‘Günümüzde siyasal iktidarlar, yasama ve yürütme erklerini kullanırken Cumhuriyetin 82 yıl önceki laik temellerini sarsacak, şeriat özlemlerini kışkırtacak girişimlerde bulunuyorlar’’ dedi. Atatürkçü Düşünce Derneği Beykoz Şubesi, bugün saat 13.00’te Kariye Sinemaları’nda Devrim Yasaları konulu bir panel düzenleyecek. Panelde ADD Genel Başkanı Ertuğrul Kazancı, gazetemiz yazarı Alev Coşkun ve Turgut Ünlü konuşacaklar. BRÜKSEL AB, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesi Türkiye’ye kadınerkek eşitliği konusunda uyarılarda bulunmaya hazırlanıyor. 47 Mart tarihleri arasında Ankara’da temaslarda bulunacak olan çalışma, sosyal işler ve eşit haklardan sorumlu AB komiseri Vlamidir Spidla, Türkiye’de kadın haklarına yönelik ciddi sorunların yaşandığı mesajını verecek. Türkiye ziyareti öncesi Cumhuriyet’e demeç veren Spidla, Türk kadınlarının Atatürk sayesinde Avrupa’dan çok daha önce yasal haklara sahip olduğuna işaret ederek AB üyelik sürecindeki Türkiye’nin kadın haklarına yönelik sorunları acilen çözmesi gerektiğini belirtti. Ankara’ya 8 Mart öncesi gelmesinin bir tesadüf olmadığını söyleyen Spidla, Türkiye’de kadınlara yönelik belli başlı sorunlar arasında ev içi şiddeti, kız çocuklarının okula gönderilmemesini, kadınlar arasında okuma yazma oranının düşüklüğünü, namus cinayetlerini, zoraki evlilikleri ve kadınların iş piyasasına katılımının giderek azalmasını saydı. ataolb?cumhuriyet.com.tr Faks: (0212) 343 72 64 Ülke Barajı Değil, Demokrasi Barajı TİMUR ERKMAN SHP MYK Üyesi 10.06.1983 tarihinde kabul edilen 2839 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu’nun, 23.05. 1987 tarih ve 3877 sayılı Kanunla değiştirilen 33. maddesi’nde ‘‘Genel baraj ve hesaplanması’’ başlığı altında; ‘‘Genel seçimlerde ülke genelinde, oyların yüzde 10’unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar. Bir siyasi parti listesinde yer almış bağımsız adayların seçilebilmesi de listesinde yer aldığı siyasi partinin ülke genelinde ve ara seçimlerde, seçim yapılan çevrelerin tümünde yüzde onluk barajı aşması ile mümkündür’’ denilmektedir. ‘Yönetimde İstikrar’ Anayasanın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını düzenleyen 67. maddesinde, ‘‘Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir’’ şeklinde yer alan fıkranın ‘‘yönetimde istikrar’’ unsuru gerekçe gösterilerek yapılan bu yasal düzenleme, çifte barajlı d’hondt sistemi yöntemi ile 1983 yılından bu yana tüm seçimlerde uygulanmıştır. Yüzde 10’luk ‘‘genel baraj’’, 1982 Anayasası’nın en antidemokratik maddelerinden birinin uygulaması olarak, bir ‘‘ülke barajı’’şeklinde değil, ama gerçekte demokrasi önünde bir baraj olarak varlığını sürdürmektedir. Bu barajın düşürülmesi gerektiğine ilişkin Sayın Cumhurbaşkanı’nın demeçleri olmasına karşın, bu yönde en ufak bir çaba gösterilmemektedir. Anayasanın 67. maddesinin son fıkrasında yer alan, ‘‘Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz’’ hükmü uyarınca gerekli değişiklik birkaç ay içinde yapılmazsa, ülkemiz önümüzdeki seçimlere aynı barajla girecek ve ister istemez 2002 seçimlerinin dengesiz ve Meclis’in siyasi meşruiyetinin sorgulanmasına neden olan sonuçlar ile tekrar karşılaşılabilecektir. Anımsatmak gerekirse bu sonuç, oyların yüzde 34.3’üyle milletvekillerinin yüzde 66’sını kazanan bir iktidar, yüzde 19.4 ile milletvekillerinin yüzde 32’sini kazanan bir muhalefet ve toplam ülke oylarının yalnız yüzde 54’ünün temsil edilebildiği bir meclistir. Barajın düşürülmesi görüşlerine iktidar partisi ‘‘istikrarın bozulacağı’’ gerekçesiyle karşı çıkmaktadır. Ekteki ‘‘Avrupa Birliği ülkelerinde baraj uygulaması ve seçimler’’ tablosunun incelenmesinden de görülecektir ki, AB ülkelerinin hiçbirinde yüzde 5’i geçen bir baraj uygulaması yoktur. 9 ülkede hiçbir baraj yoktur. 16 ülkede ise yüzde 5 ve aşağısında barajlar vardır. İncelenen 25 AB ülkesinden 8’i tek parti hükümetleri tarafından yönetilmektedir. Bu ülkelerin tümünde baraj yüzde 5’in altındadır. 25 ülkenin 17’si ise çok partili hükümetler tarafından yönetilmektedir. Yani, eğer siyasi istikrarın tek güvencesi seçim barajı, tek göstergesi de koalisyonsuz bir hükümet olarak görülüyorsa, üyesi olmak istediğimiz AB’nin bu 8 ülkesinde yüzde 5’in altında bir barajla da bu amaç pekâlâ gerçekleştirilebilmektedir. Kaldı ki çok partili koalisyonlar, demokrasinin vazgeçilmez unsuru uzlaşmalar sonucu oluşmaktadır. Koalisyonlar sağlam temellere ve anlaşmalara dayanırsa bir istikrarsızlık unsuru olarak görülemezler. SÜRECEK PENDİK 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Esas No: 2005/665 Davacı Şükrü Yavuz tarafından ağabeyi Mehmet Yavuz’un 1986 yılında İstanbul Yeşilköy açıklarında çalıştığı Sofuoğlu gemisinde kum alırken düşerek kaybolduğu, bugüne kadar kendisinden haber alınmadığı gibi ölü ve dirisine rastlanılmadığı bildirilerek gaipliğine karar verilmesi istenilmiş olmakla, Kastamonu İnebolu Hacıibrahim köyü C:0042 S:0010 K.sıra no: 0061’de nüfusa kayıtlı, Hamdi ve Makbule’de olma 1970 doğumlu MEHMET YAVUZ hakkında bilgisi olanların TMK’nun 33. maddesi uyarınca ilan tarihinden itibaren 6 ay içinde mahkememize başvurarak bilgi vermeleri, Mehmet Yavuz bu süre içinde ortaya çıkmaz ya da kendisinden haber alınamaz ise gaipliğine karar verileceği ilan olunur. 22.02.2006 (Basın: 8558) Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. İLKAY AKGÖL Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. NEBAHAT ÇOŞKUN Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. DOĞUKAN ÇOŞKUN CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle