27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 MART 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yeni Üniversiteler Siyasi Yapılanacaktır Prof. Dr. Osman İNCİ niversiteler misyon olarak aydınlanmayı, insana yaşadığı çağın ve geleceğin kapılarını açmayı, yaşamın tüm gerçekliği ile tanıtılmasını hedefler. Bu kurumların temel görevi araştırma, eğitimöğretim, hizmet, uygulama, bilgi üretme ve paylaşmadır. Mantıksal bir bilgi sistemi ve sorun çözme süreci olan bilimi, üretme yöntemleri ile öğrencisine öğretir. Bilim ve teknolojiyi toplumsal yarara dönüştürüp hizmet ve uygulama ile toplumsal refaha sunar. Üniversiteler öncü kurumlardır. İlk üniversitenin kurulduğu 1088’den beri bilim ile siyaset ve dini kurumlar arasında çok büyük çatışmalar olagelmiştir. Ve daha asırlar boyu devam edeceğe benzer. Ülkemizde ise bu, birkaç yıldır doruk noktasına çıktı. Hükümetin Acil Eylem Planı hedefleri 2002 Aralık’ında açıklanınca temel amaç, hedef planlama görüldü. TÜBİTAK Yasası, üniversitelere yönelik söylem ve uygulamalar, rektörlere Meclis araştırmaları, üniversite bütçeleri, araştırma fonlarına el konması bazı öncü örnekleri oluşturmaktadır. Rektörlere, üniversite mensuplarına eleştiri ve fikrini açıklama demokratik hakkı verilmek istenmemekte, YÖK başkanı ve üyelerinin, rektörlerin olaylar ve gelişmelerde görüş açıklamaları suç olarak algılanmaktadır. Yine bir anlayışa göre parmak sayısı, bilgi, gelenek ve uzmanlığın üstündedir. Altyapı ise 7 harflik bir kelime olarak algılanıyor. Bu dönem liyakat değil sadakat dönemi oldu. Oysa son 3 yıldaki, her türlü sıkıntı ve zorluğa karşın 2005 yılı bilimsel atıf indeksi ilk verilerine göre uluslararası yayında Türkiye’yi dünya 19’unculuğuna yükselten ülkemiz bilim insanları takdir edilmeli ve kutlanmalıdır. Son yılda, 2004 yılına oranla sınırlı bir ilerleme olmuştur ve ilerleme 20002003 yıllarına göre ise oldukça düşüktür. PENCERE Kâbus Denizinde Kulaç Atmak... Irak’ta şimdi bir de iç savaş olasılığı ortaya çıktı... Hıristiyan ‘‘Neocon’’larının işgali altındaki bir felaketin dalgaları altında yaşanacak Müslüman mezhep savaşının Ortaçağ karanlığında dibe vuran anlamı nedir?.. ? Angloamerikan medyasından yansıyan doğru ya da yanlış, kasıtlı ya da yapay, gerçek ya da şişirme haberlere göre Ortadoğu’nun geleceğini kestirmeye çalışmak insanları hasta ediyor... Akdeniz kıyılarından başlayıp Fırat ve Dicle’yi örterek Basra Körfezi’ni doğuya doğru aşan bir kâbus denizinde kulaç atmaya benzeyen bu sözüm ona gazetecilik ‘‘Amerikan Neoconları’’nın patolojik mantığını keşfetmek çabasının rotasında geleceğimizin pusulasını aramak anlamına dönüştü... Amerika’nın bir gazetesinde bir söylenti, sav, öngörü, belki de belli bir amaca dönük kastı mahsusla bir yorum çıkıyor: Türkiye Irak’a girecek... Öyle ya... Amerika’nın Irak’ta işgal konuşlanmasının vekâletini belki de uluslararası noter marifetiyle başkalarına devretmesi zamanı gelmedi mi?.. ? Kâbus denizinde dalgalanan bir başka haber... Haber mi?.. ‘‘Amerikan istihbarat uzmanları ve ajanları İran’a sızıyorlar, çeşitli aşiret ve mezhep gruplarıyla dini ve etnik çelişkiler arasında İran’ın parçalanma olanağına yönelik bir araştırma yönetiyorlar...’’ Anlaşılan Irak’ın hali pür melâli Neocon emperyalizmine tatlı geldi... Her medya haberinden sonra, kâbus denizinde kulaç atmaya alışmış bizler, hemen Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki mantığının künhüne vakıf olmak için kafa patlatmaya yöneliyoruz... Kendimizi korumak içgüdüsünün itici gücü, bizi düşmanın patolojik kafası gibi düşünmeye mahkum ediyor... ? Kâbus denizi hayal değil... Gerçek... Sanki uzak bir yıldızdan ya da şeytanın cehenneminden kökenlenmiş birtakım adamlar, Amerika’da, Ortadoğu üzerine tasarımların iblisane planlarını yapıyorlar; bunlar insanlık, güzellik, iyilik, yaşam, kadın, çocuk, anne, bebek, merhamet, acı, yoksulluk gibi kavramları bilmiyorlar; kan, ateş, silah, ölüm, saldırı, işkence vesairede ise dur duraktan nasipsizler... Ortadoğu’da tüm kafalar ölüm ve felaket üzerine şartlanıyor... ? Bizler sanki Amerika’nın Ortadoğu’ya biçtiği bu felaket yazgısının Anadolu’daki kader mahkumlarıyız... İnsanlık tarihinde bir coğrafyanın insanlarına bu kadar tek taraflı bir yazgı biçilmiş midir?.. Doğu Akdeniz kıyılarından hareketle Irak’a bulaştıktan sonra İran’a yan bakarak homurdanmaya başlayan ‘‘Evangelist Neoconi’’ler Anadolu’yu da ilkelliğin pençesine düşürüp kâbus denizine toptan itelemek istiyorlar... Her şey açık seçik... Ortadoğu’da yarattıkları ve yaratacakları savaşları din, mezhep, aşiret, tarikat, etnikçilik üzerine kuran bu Evangelist ve emperyalist Neoconi’lerin hasta mantıklarına biz Anadolu’da yaşayanlar da toptan teslim mi olacağız?.. Baba Nasihati ALİ BARANSEL’İN ‘‘Bıçak Sırtında’’sı, bir anı kitabı. Emekli Amiral Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde onun ‘‘basın danışmanı’’ olarak geçen beş yıllık bir kamu hizmetiyle sınırlı anılar. Ama, öyle ‘‘Şu gün işe başladım; sonra şunlar oldu’’ diye giden tekdüze bir kitap değil. İçine, özellikle rahmetli devlet başkanının bilgece sözlerinden dönemin ilginç gelişmelerine, kişisel gözlemlerden Elvan’la evlenişe kadar çeşitli renklerin katıldığı bir anlatım. Hattâ, Korutürk’ün ona ‘‘Ben anılarımı yazmayacağım; önemli olayları sana anlatırım, hizmet yıllarımızı kapsayan kitabı sen yazarsın’’ dediğini düşünürseniz, ‘‘Bir cumhurbaşkanının anıları’’ da diyebilirsiniz belki buna. rneğin, 1975 yılının ilk aylarında bir gün, yani çeyrek yüzyıl önce, genel sekreteriyle hukuk ve basın danışmanlarını odasına çağıran Korutürk, ileride bir Kürt devleti kurulabileceğinden söz eder. Bu yer için Irak’ın kuzeyinde Kerkük’ü de içine alan toprakların düşünülebileceğini anlatır. Kürt devletinin başta Amerika olmak üzere İngiltere ve Fransa’nın da desteğini göreceğini söyler. Bu gerçekleşirse, Türkiye için büyük tehlike doğacağını, gelişmelerin ileride Güneydoğu bölgemizden toprak isteme küstahlığı noktasına kadar gidebileceğini belirtir. Ardından politikacılara sitem eder: ‘‘Siyasi partilerin oy avcılığı uğruna bu hayati tehlikeyi bir türlü görmek istememelerine doğrusu akıl erdiremiyorum. Dilerim Türkiye, geleceği görmeyen muhteris politikacılar yüzünden ileride ağır bedeller ödemez...’’ Yerine getirmeyenlerce geçerliği kaybettirilmiş bir nasihat değil mi? ma, bir ‘‘baba nasihati’’ var ki, bugün de halk ve devlet için hâlâ geçerli. Korutürk’ün büyük oğlu Osman ortaokuldan sonra bahriyeye girmek ister. Baba oğluna şöyle diyor: ‘‘Bahriyenin içinde büyüdün. Hep gösterişli taraflarını görüyorsun. Kılıçlar, sırmalar, armalar, motorlar... Ama bahriyemizin bazı sıkıntıları da var. Küçük bir denizin içine sıkışmış. Deniz ticaretimiz gelişmedi. Deniz ticareti gelişmeden bahriye gelişmez. Ben senin yerinde olsam en azından liseyi bitiririm...’’ Oğul olarak babasını dinler, üniversiteyi bitirir. Şimdi Paris Büyükelçisi. Ya ulus ve devlet? Halk, Karadeniz kıyılarına hep ‘‘sahil yolu’’ istemiş ve ona bunu sunanları seçmiştir. Şimdi, o yol ‘‘sayesinde’’ koparıldığı denizi sadece seyreder ve yolcu gemilerini de yitirdiğinden her yere otobüsle gider ve bazen yollarda can verir. Devleti yönetenler ise limanları AB’nin Rumlarına açmanın eşref saatini beklemektedirler. Herhalde, ‘‘N’apalım, kendi gemilerimizle dışsatımımızın ancak yarısını taşıyoruz; onlarınsa filoları büyük’’ türünden saçma gerekçeler ileri süreceklerdir. Denize sırt çeviren politikacılar kuşağının son temsilcisidirler ve ‘‘başka hayırlara vesile’’ düşündükleri için bu dava akıllarından geçmez. Ü A Ö 2001’de yayın artış hızında dünyada 1. iken 2002’de ikinci, 2005’te 6. olmuştur. Korkarız gerileme başladı. Şüphesiz bu veriler de bir değerlendirme ölçütüdür. Ancak üniversitelerimizin 2006 bütçeleri tam bir felakettir. Özellikle bazı üniversitelere bazı kalemlerde ‘‘0’’ (sıfır) bütçe uygun bulunmuştur. Hastanesi bulunan üniversiteler daha da zordadır. Zira sağlık hizmetleri durma noktasına gelmiştir. Bazı üniversite araştırmaeğitimuygulama hastaneleri, il devlet hastaneleri ile yarışamaz haldedir. Üniversitelerde en önemli altyapı akademik personel, araştırmaeğitim donatısı, çağdaş teknolojik gereçler ve sosyal yapıdır. Üniversite yerleşkelerinde ayrıca geniş kütüphaneler, sanatkültürspor ve sosyal aktivite alanları yer almalıdır. Üniversiteler bilimselsosyalkültürel iklimde akademisyenleri ve öğrencileri yaşama hazırlayan ‘‘bilgi kentleri’’dir. Çok çok başarılı kişiler dahi ortalama 1215 yılda profesör olabilmektedir. Bizler bir parlamento oturumunda kurulan üniversiteler gibi bir gecede profesör olamıyoruz. Halen Türkiye’de 11 bin 220 profesör, 5 bin 229 doçent, 14 bin 219 yardımcı doçent, toplam 30 bin 668 öğretim üyesi vardır. Değil 15, bir gecede 150 üniversite kurulsa sayımız bu kadar. Akademisyenler parmak hesabı ile yetişmez. Parlamento görüşmelerinde halen kurulu üniversitelerin mali ve kadro sorunlarından hiç söz edilmedi. Bugün kadroya giren asistanlar ancak 2012’de eğitimöğretimde yetkilendirilebilir. Yükseköğretimde 2015’i kurtarabilmek için bugün en az kurulacak 20 bin araştırma görevlisi kadrosu verilmeli. Ayrıca her yıl 510 bin akademik kadro ile desteklenmelidir. Yeni kurulacak üniversiteleri çok ciddi darboğazlar beklerken üniversitede temel görevi üstlenecek rektör ataması çok ayrı bir anlam taşımaktadır. Üniver siteyi kurucu rektör üniversiteyi yapılandıracaktır. Bilindiği üzere 1992’de toplam 22 üniversite kuruluşu gerçekleşti. Kadın eli sıkmayan, Suudi şeyhlerinin gelinlerine ve vali türbanlı eşlerine yüksek lisans diploması dağıtacak rektörler atandı. Yükseköğretim bu 1992 dalgasında çok yara aldı. Henüz derlenip toparlanmadan yeni yasa taslağı ile en az aynı yapılanmayı ve altyapısız kuruluşları taşıyamaz. Bilimsel ve eğitimsel altyapı olmadan üniversite kurulamaz. YÖK tarafından belirtilen ölçütleri karşılamayan üniversiteler kurulmamalı. Parlamento, lütfen ülkenin bilim ve teknoloji kurumlarını bu defa dinlesin. Ayrıca parlamentomuz anayasaya aykırı yasa çıkaramaz. Anayasanın 13. maddesinde üniversite öğretimini planlamak, yönetmek, denetlemek, eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerini yönlendirmek, kaynak kullanımını etkili sağlamak amacıyla Yükseköğretim Kurulu’nu öngörmüştür. Böylece üniversitelerin yönetiminin oluşmasında da Yükseköğretim Kurulu yetkilidir. Bu yetkinin başka kişi ve kurumlarca kullanılması düşünülemez. Anayasanın sorumluluk verdiği kurum (YÖK), rektör atamasında sorumsuz olur ise üniversitelerin yönetim, başarı ve denetiminden nasıl sorumlu olabilir? 1992’deki yasanın buna benzer olması hukuka ve anayasaya aykırılığı ortadan kaldırır mı? Buna hukukçular ve yargı organlarımız karar verecektir. Ancak üniversitelerin vazgeçilmez özelliği olan sosyal bilimler anlayışına ve etiğe aykırıdır. Bütçe, öğretim ve yönetim açısından üniversiteler, özerkliği içeren 13 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı Üniversite Kanunu’nun 1. maddesi ‘‘bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzelkişiliğe sahiptirler’’ tanımı ile yönetsel ve bilimsel özerkliğin bütünlüğünü vazgeçilmez kabul etmektedir. Halen 1992 tarihli 22 üniversite kuruluş yasasının aynı hükmü ile yapılan atama ve kadrolaşma ortadadır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Ulusal Dayanışma (II) Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU Yargıtay Cumhuriyet Savcısı emalist modelde Ulus kavramı dinden soyutlanmış, ümmetten uzaklaştırılmıştır (Medeni Bilgiler; Ankara 1988, s. 2224). Ancak 1982 Anayasası’na göre ulusal dayanışma ve bütünleşmenin Atatürkçülüğe ve laikliğe aykırı olarak, din yoluyla da gerçekleştirilecek olması, din olgusunun ne kadar reddedilirse reddedilsin bugün hâlâ ulus kavramı içerisinde bir unsur olarak görüldüğü ve kendisine yer edindiğinin açık bir göstergesidir. Böylece Türkiye özeline göre biçimlenen laiklik anlayışının karşısına, 1982 Anayasası’yla Türkiye’ye özgü ‘‘dinsel etiketli Ulus’’ kavramı çıkartılmıştır. Azınlıklar konusunda Lozan Antlaşması’ndaki hükümlerle yetinilirken, Müslümanlar için yönetsel organ olmanın ötesinde giderek ‘‘dinsel kimlikli’’ bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söz konusu olması, devletin dinler karşısında eşit uzaklıkta durmadığı eleştirilerini gündeme taşımıştır. Kurum’a yönelik önemli eleştirilerden birisi de, sosyal ve hukuksal konularda (yani dünyevi işlerde) bile (bu alana müdahale niteliğindeki) yönlendirici dinsel yorumlarıyla adeta bir‘‘fetva makamı’’ haline geldiğidir. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı (ve Din İşleri Yüksek Kurulu), özgürlük alanı dışında kaldığı yargısal kararlarla açıkça ortaya konulan türbanın, dinin bir gereği olduğunu açıklayarak, insanları yönlendirmekte sakınca görmemektedir. Bir başka örnek olarak Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 7.4.2005 tarihinde ‘‘... kâr payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sisteminin, yatırılan primlerin dinen helal alanlarda değerlendirilmesi durumunda caiz olduğuna; konusu din tarafından yasaklanmış sigortaların caiz olmadığına’’ karar verebilmekte; laik bir sistemde yasa K ma ve yargının söz sahibi olduğu alanlarda ‘‘görüş bile beyan etmemesi gerçeğini’’ yine göz ardı edebilmektedir. Bugün dinsel inançları kötüye kullanılarak sömürülen halk, hâlâ bağnazlığın kucağında olduğuna göre, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kitleleri aydınlatma görevini ne ölçüde yerine getirebildiği gözler önündedir. Hatta ulusal değerler içerisinde yer almayan dinin, ulusal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayan bir unsur olarak anayasaya sokulmasıyla; dolaylı yoldan da olsa 1982 Anayasası’yla ‘‘devlet dini’’ kavramı canlandırılmış, 1928 öncesi yapıya dönüş sağlanmıştır. Buna yaşananlar da eklenince, gelinen noktada laik devrim, üstelik anayasal tabanlı ‘‘İslam etiketli devlet ve ulus modelinin’’ ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Hatta güncel bir konu olarak Osmanlı Dönemi’nde 19’uncu yüzyılda cemaatlerin kendi hukuklarına, Müslümanların ise şer’i hukuka tabi olmaları amacıyla, ‘‘çok hukuklu’’ sistemin yürütülebilmesi için kimliklere din hanesi eklenmiştir. Laik hukuk devrimiyle çok hukuklu sistem terk edilmiş ve böylece kimlik belgelerine din hanesinin konuluş gerekçesi ortadan kalkmış ise de, bugün anılan konunun yaşama geçirilememesindeki kaygılar bile dikkat çekicidir. Türk devriminin gereği olarak yönetsel kimliğiyle ortaya çıkan Diyanet İşleri Başkanlığı; bugün genel idare içerisinde ‘‘zorunlu ve dinsel’’ bir kurum olarak anayasal güvencede görev yapmaktadır. Bu anayasal düzen içerisinde ve uygulamadaki konumuyla ise, (1924 tarihli) 429 sayılı yasadan önceki ‘‘yapıyı’’ çağrıştırmaktadır. Anayasanın ikinci maddesi çarpıtılarak, ‘‘İslam dini’’ yoluyla sağlanan dayanışma ve bütünleşme de ulusal olamayacağına göre bu durum Kemalizm’in, laikliğin ve ümmetin de onikieylülcesidir. ANKARA 30. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN MENKULÜN AÇIK ARTTIRMA İLANI 2005/1023 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkarılmıştır. Birinci artırma 15.03.2006 günü saat 11.0011.15 Adliye Mezat Salonu’nda yapılacak ve o günü kıymetlerin yüzde 60’ına istekli bulunmadığı takdirde 20.03.2006 günü aynı yer ve saatte 2. artırma yapılarak satılacağı, şu kadar ki artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin yüzde 40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacaklının toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma masraflarını geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satış bedeli üzerinden yüzde 18 KDV’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin icra dosyasından görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları ilan olunur. Muhammen kıymeti: 250. 000.00.YTL. Adedi: 1 Cinsi, mahiyeti ve önemli nitelikleri: 26 KC 358 plaka sayılı 2004 model üzerinde Metro yazısı bulunan Mercedes Benz otobüs, otobüsün muhtelif yerleri çizik, muhtelif yerleri macunlu, sağ ön kapı yanı hasarlı, sol ön cant kapağı yok halinde. Basın: 8906 KONFERANSA ÇAĞRI TÜRKİYE YOL AYRIMINDA ÇÖZÜM NEREDE? Konuşmacı: Prof. Dr. BOLVADİN İCRA MÜDÜRLÜĞÜ TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA İLÂNI Dosya No: 2005/135 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve değerleri yazılı mallar satışa çıkarılmış olup: Birinci artırmanın 17.03.2006 Cuma günü saat 11.00 11.10 arasında Bolvadin Emniyet Müdürlüğü Otoparkı BolvadinAFYONKARAHİSAR adresinde yapılacağı ve o gün kıymetlerinin %60’ına istekli bulunmadığı takdirde 22.03.2006 Çarşamba günü aynı yer ve saatte 2. artırmanın yapılarak satılacağı; şu kadar ki, artırma bedelinin malın tahmin edilen değerinin %40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma giderlerini geçmesinin şart olduğu; mahcuzun satış bedeli üzerinden %18 K.D.V.’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin icra dosyasında görülebileceği; gideri verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği; fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla Dairemize başvurmaları ilân olunur. 24.02.2006 Takdir Edilen Değeri LiraKrş.:40.000,00YTL Adedi: 1 Cinsi Niteliği ve Önemli Özellikleri: 42 Y 265 plakalı 2004 model Mercedes Benz tipi 2523 CD 10 teker, akaryakıt tankeri Motor No: 90692000395500, Şase No: NMB 37532212036751, Aracın muhtelif ön kaput ve pancur vuruk, sol farda hafif çatlak, ön tamponun sol tarafı hasarlı, anahtar ve ruhsatı birlikte. (İİK. md. 114/1, 114/3) (Basın: 8905) SİNA AKŞİN Bağımsız Cumhuriyet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün : 4 Mart 2006 Cumartesi Saat : 14.00 Yer : Ortaköy Kültür Merkezi / Afife Jale Salonu Ortaköy Dereboyu Sok. 12/A Beşiktaş/İstanbul Tel. : 0 212 327 65 16 327 65 17 www.bcp.org.tr Tüm Yurttaşlarımızın Katılımını Dileriz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle