25 Aralık 2024 Çarşamba English
İzmir Ekonomi Üniversitesi

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ŞUBAT 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ‘Özel Harp Dairesi’ konusunda Kenan Evren tarafından suçlanan Süleyman Demirel’in yanıtı ‘Evren karıştırmış olabilir’ KENAN EVREN’İN DEMİREL İLE İLGİLİ İDDİASI B HİKMET ÇETİNKAYA ORAL ÇALIŞLAR üleyman Demirel’e Kenan Evren’in anılarındaki ‘‘Özel Harp Dairesi’ni kullanmamı Demirel istedi’’ sözlerini hatırlatınca şunları söyledi: Özel Harp Dairesi ülkenin herhangi bir yerinde bir işgal hadisesi olursa onlara karşı yapılacak hareketin organizasyonu içindi. İçeride hiç kullanılmadı. Bu işleri kimin yapacağı kanunlarla belirlenmiş. Polis yapıyorsa asker göreve çağırılır. Göreve çağrılan kişi o görevi yapar. Bunun altını çizmek gerek. Gizli güçler yapmaz. Ve bir sıkıyönetim yapılmışsa sıkıyönetim komutanları da o işi takip ederler. Başka kuvvetleri kullanmaya kalkmaz. Ve bizim bilgimizin dahilinde kesinlikle böyle bir şey olmadı, kullanılmadı. Birtakım keyfilikler olmuş olabilir. Bu keyfilikleri yapanları suçlamak lazım, kuruma atfetmemek gerek. Eğer bir adam keyfi olarak kullanmışsa suç işlemiştir. Bunları devlet tarafından yapılmış bir cinayet olarak görmenin karşısındayım. Sıkıyönetim zamanında kim eleştirebiliyordu ki eleştirilere cevap verecek. Hiç böyle bir şey olmamıştır. Belki Kenan Evren başka bir şeyle karıştırmış olabilir. ‘BENİM ELİMDE DEĞİL’ Özel Harp Dairesi’nin eskiden faaliyeti vardı. Şimdi yok faaliyeti. Eskiden de hangi ölçüde faaliyet yapıyordu ayrı mesele. Benim bilgim dahilinde kanunlara aykırı hiçbir hareket yapılmadı. Benim bilgim dışında yoksa suçtur. Bunun suçlularının kamuoyuna gelmemesi benim elimde değil. Ben birtakım adamları farazi olarak suçlayamam ki. Bana intikal eden durumlar olmuştur. Milyonlarca olayın olduğu 40 sene içerisinde. Ama kim suç işlemişse suçlu odur. Bence suçun şahsiliğini aşarak birtakım insanların yaptığı suçları kurumlara mal etmek yanlıştır. Bu kurumların itibarını sarsar. Kurumların itibarını korumak gerekir. Kişilerin yaptığı yanlış hareketleri o kurumlara atfetmemek gerek. Yani benim size söylemek istediğim çok önemli mesaj, kurumları koruyalım derken kurumların işlediği suçları örtbas edelim demiyorum. Eğer devlet fonksiyonunu yapamıyorsa o zaman buna durumdan görev çıkarmak deniyor. Ben ona da karşıyım. Durumdan görev çıkarmak hiçbir şeyi aklayamaz. Devleti işletmenin yolu, kurumları iyi tutacak, disiplinli tutacak, eğitimli ve memnun tutacağız ve halkla kurumlarını kaynaştıracağız. Bütün sizin sunduğunuz hikâyenin arkasında işlemeyen devletin meydana getirdiği ıstıraplar vardır. ‘‘Derin devlet nedir’’ diye bana soruyorlar. Bu gizli bir şey değil, ülent Ecevit, Kenan Evren’in anılarındaki şu ifadelere dikkat çekti: ‘‘Demirel, Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yaparak öldürmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanılmış olduğunu söyledi. 1971 sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olayında kullanılan personeli kastediyordu. Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra bu daireyi esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentileri istemediğimi söyledim. ’’ S yazıyordu. Laiklik o zaman başladı. Maturidi ibadet ve muamelat kısmını o zaman ayırmış. Ama Eşari diye de bir adam var. Eşari de kesinlikle dinin bütün koyduğu kaidelere uyacaksın demiş. O zamandan bu yana biz beşinci nesiliz. Kimseye kusur bulmayalım. Eşyanın tabiatı bu. Beşinci nesilde bile hâlâ birtakım tartışmalar var ve biz bu tartışmalardan rahatsız oluyoruz. Ben bunun çizgisini oluşturdum. Siyasetçiye söylüyorum; camiye girme, okula girme, orduya girme. Bunu durduk yerde söylemedim. Siyaset camiye girmeye başladı. Necmettin Hoca’nın Odalar Birliği’nden kopup bizim partiye kaydolmaya kalkışması, sonra da Konya’ya gitme hadisesi var. Başladı, ben görüyordum. Evveliyatı da vardı zaten. Evveliyatını da biliyorum. Bizim ülkede orduyu rahat bırakmıyorlar. Siyasetçi karşısındaki rakibini ezecek gücü kendisinde bulamıyorsa, oraya gidiyor. Biz bunu görmüşüzdür, bilhassa 60 ihtilalinde. ‘‘Ne duruyorsunuz paşam!’’ Bugün de giderler. İşte oraya girmeyin diyoruz. Okula girmeyin derken Cumhuriyet okullarını kastediyoruz. Bunların içinde imam hatip okulları da vardır. Programını devlet yapıyor, hocasını devlet tayin ediyor. Siyaseti buraya sokarsan okul, okulluğunu yitirir. Geçmişte Osmanlı idaresinde de bunlar görülmüştür. Bir türlü onun tesirinden de Türkiye kurtulamamıştır. ‘YETKİ MİLLETİN OLMALI’ Türkiye’de temel sorun yetkiyle ilgili. Yetki mutlaka milletin olmalı. Bu yetki milletin temsilcisi olan parlamentoda olmalı. 1973 seçimlerinden sonra biz hükümet kuramayacağımızı gördük, bir başkası kursun hükümeti dedik. Sayın Ecevit, Necmettin Hoca’yla beraber hükümet kurdu. İşte orada dinin siyasete girmesi meselesi gerçekleşmiştir. Sonra bu hükümet devam edemedi, biz mecbur olduk Birinci Milliyetçi Cephe hükümetini, arkasından İkinci Milliyetçi Cephe hükümetini kurduk. Bu arada hükümet boşlukları oluştu. Bütün bunlar memleket idaresinde zafiyet meydana getirdi. Sonra biz 197576 yılına götürdük. 1977 yılında seçime gittik. O seçimi de ne Sayın Ecevit ne de biz kazanabildik. Geliyoruz 1977 Ağustosu’ndan 1978 Ocak’ına kadar geçen süreye. Bu 56 ay zarfında da yine hükümetsiz kaldık. Bir taraftan Kıbrıs ambargosu var. Doların değeri çok yükselmiş. Bütün ihracatımız petrol giderlerini karşılamıyor. Fecaat bir durumla karşı karşıyayız. Biz bunlarla boğuşurken Sayın Ecevit ve arkadaşları ‘‘balkon hükümeti’’ dediğimiz azınlık hükümeti kurdu, güvenoyu alamadı. Sonra bizim içimizden 11 kişinin her birisine birer bakanlık verdi. Böylece Ecevit hükümeti kuruldu. Bu hükümet 1978 senesinin başında af çıkardı. O aftan sonra bakanlar bakanlıklarına gelmedi. 1978 Martı’ndan itibaren devletin otoritesine olan güven iyice zedelendi. Biz görüyorduk, devlet mekanizması işlememeye gidiyordu. 1978 yılı kanlı bir yıl oldu. Aynı yılın aralık ayında Sayın Ecevit’in hükümet olmasından bir yıl sonra sıkıyönetim ilan edilmiştir. Maraş hadiselerinin üzerine sıkıyönetim ilan edildi. SÜLEYMAN SAZAK: Cinayetin uluslararası boyutu var İLHAN TAŞCI ‘Asker beklentisi devleti felç ediyor’ B iz 1978 Ocak ayında hükümeti Sayın Ecevit’e teslim ederken ortada kan vardı, ancak kontrol edilebilir düzeydeydi. Sıkıyönetim yoktu. 1979 yılında ortalık kan gölüne döndü. 1979 Ekim ayında seçim yapıldı. Bu seçimlerin ardından biz hükümete geldik. Ama benim Meclis’teki gücüm yeterli değildi. Azınlık hükümeti kurmak mecburiyetinde kaldım. Ben geldim. Sıkıyönetim komutanlarını topladım. İki sorun var, dedim onlara. Birincisi sokakta kan var, ikincisi sokakta kıtlık var. Bir avuç mazot bile bulunamıyor. Ben bu kıtlık işini hallederim. Yüz günde hallederim, ama kan işi sizin işiniz. Bana dediler ki, ‘‘Biz sıkıyönetimde başarılı değiliz’’. ‘‘Neden başarılı değilsiniz’’ diye sordum. ‘‘Askeri yargı isteriz’’ dediler. ‘‘Ben size istediğiniz yetkiyi veririm. Yalnız benden şunları istemeyeceksiniz: Dersim Kanunu istemeyeceksiniz. Tehcir Kanunu istemeyeceksiniz. İstiklal Mahkemesi istemeyeceksiniz. Takriri Sükun istemeyeceksiniz.’’ Bunlar Türkiye’yi yatıştırmak için geçmişte kullanılmış yollar. Bunları bu çağda kullanamayız. Bunları bu çağda kullanamayacağımız gibi zaten bunlar kullanıldığı zaman da çok büyük yaralar açmıştı. Hâlâ Dersim meselesinin içinden çıkamadık. Şu anda bile Dersim’de sıkıntı sürüyor. Bunun dışında ne isterseniz isteyin ve bu kanı durdurun. 1520 gün sonra bir uyarı getirdiler. ‘‘Kimi uyarıyorsunuz?’’ dedim. ‘‘Sizi değil’’ dediler. ‘‘Olmuyor, biz başarılı olmadık’’ dediler. Benim bir tane ordum var. Başka bir ordu da bulabilecek değilim. Bu iş sizin işiniz. Siz TBMM yetkisiyle değil sıkıyönetim yetkisiyle yapacaksınız. Siz demokrasinin ordususunuz. Onlar döndüler dolaştılar, bir süre sonra devletin tümüne el koymak suretiyle yapmaya kalktılar. Devletin tümüne el koyduğunuz zaman birinci devlet gidiyor, arkadaki ikinci devlet geliyor. Devletin tümüne el koyunca bütün mekanizmalar allak bullak oluyor. Sivil idare döneminde nasılsa asker gelir diye çalışmayan kuruluşlar, o zaman beklediklerini bulamıyorlar. Ortalık karıştığı zaman bir beklenti de beraberinde geliyor. Nasılsa asker gelecek beklentisi devleti felç ediyor. hurbaşkanı seçen sensin, beni de 10 sene şu odada oturmaya mahkum eden sensin. Bana diyorsun ki, sen suçlusun. ‘‘Laiklik dinsizlik değildir’’ diyorsunuz, bana şunu yapmayın diyorsunuz. Zaten din meselesinde de kafalar çok karışık. O kadar karışık ki toplumun kafası, bizden evvelki nesillerin nüfus tezkeresinde dini İslam, mezhebi Hanefi, itikadı Maturidi ir oğul babasını öldürenlerle karşılaşırsa ne yapar ki? Gün Sazak’ın oğlu Süleyman Sazak yanıtlıyor: ‘‘Bunu zaman zaman düşünürüm. Olay olduğu andaki sıcaklıkla boğarsın herhalde. Ama bugün itibarıyla cinayetin uluslararası boyutunu da düşününce maşa olduklarını düşünüyorum. Siyasetin içine girerseniz, bir şeyler yaparsanız ve birilerinin önüne set çekerseniz veya çekebileceğinizi düşünürlerse herkesin başına gelebilir. Ne kin, ne intikam duygum var. Sarih gözle görüyorum meseleyi. Bu mücadeleye giren insanlar bu tip şeyleri göze almak zorundalar...’’ Bir gün babasını öldürenlerle karşılaşsa ne sorardı ve neler hissederdi, sorusunu yanıtlıyor oğul Sazak: ‘‘Manevi tarafı olan bir insanım. Ben şuna inanıyorum, mutlaka ama mutlaka böyle temiz bir adamı öldürmüş olmanın yaşamı boyunca vicdani sıkıntısını çekecektir. Hayatı boyunca huzur görmeyecektir. Cehennem azabı yaşayan insanlar olduklarına hiç şüphem yok. Bize haksızlık yapanların ne hale düştüğünü görüyorum. Gerek siyasi, gerek ekonomik olarak... Dolayısıyla benim ceza vermeme gerek yok. Onlar zaten cezalarını çekerek yaşıyorlar...’’ Oğul Sazak, başka babası öldürülenleri duyduğunda ise cinayetlerin ardında hep ‘‘komplo teorisi’’ olduğunu düşünmeye başlamış. Duygusal boyutundan çok siyasi cinayetle kimlerin neyi kazandığını, ülkeye neler getirebileceğini sorguladığını anlatan Süleyman Sazak, şunları söylüyor: ‘‘Olaylar üzerinde komplo teorisi kurmaya çalışıyorum. Öldürülenler ya da geride kalanlar açısından hissi yaklaşımdan çok bunun ülkeye getirip götüreceklerini, kimin neyi kazandığını düşünüyorum. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi meselelerinin uluslararası özellikleri olabilir. Siyasi cinayetlerdir. Bütün mesele, hedeftir. Uluslararası büyük oyuncular tarafından yerel anlamda hedefe gitme noktasında siyasetin engellenmesini engelleme hadisesidir. Bu da uluslararası boyutta siyasetin önündeki taşları ayıklamadır. Bütün siyasi cinayetlerin temelinde böyle bir olgu vardır. Hedefe gidilirken önlerine çıkacak engellerin tasfiye edilmesidir bir boyutu. Böyle bir süreçle gelişen cinayetlerdir. Faili meçhul dediğimiz mesele, kendi iç bünyemiz içinde bizim devletimizin ortaya koyduğu hedeflerin engellenmesi ya da yönlendirilmesi amacını taşıyan hadisedir.’’ SAĞ KESİM EYLEME İTİLDİ Gün Sazak, yaklaşık 5.5 ay Tekel ve Gümrük Bakanlığı yapabilmişti. ‘‘Kaçakçılıkla yoğun şekilde mücadele’’ etmişti. Acaba Gün Sazak cinayetinin ardından ‘‘mafya’’ olabilir miydi? O günlerde en çok tartışılan konu buydu. Ama Süleyman Sazak, babasının cinayetinde mafyadan çok uluslararası ilişkiler boyutu olduğunu düşünüyor, nedenini ise şöyle açıklıyor: ‘‘Mahkeme kararıyla DevSol tarafından yapıldığı kesinleşti. Onun birtakım elemanlarınca yapıldı. Esas hadise DevSol’un kimliğinin ne olduğu? Yani DevSol tetik örgütüyse, arkasındaki gücün ne olduğu önemli hale geliyor. Uluslararası ilişkileri ve boyutları da olan mekanizmaların, kısa ve uzun vadeli hesaplarına uygun planlaması çerçevesinde yapılmış bir eylem diye düşünüyorsunuz. Her iki taraf için de. Hem solda, hem sağda öldürülenler için de aynı şeyi düşünüyorum. Sonuç sebep ilişkisi açısından baktığımızda, ne sonuçlar doğurdu Gün Sazak’ın öldürülmesi? O zamanki sağ kesimin kızğınlığını arttırıp daha çok eyleme girme yönünde bir psikolojik ortam yaratmıştır. Bu karşılıklı tırmanma hadisesi doğal olarak oluştu. Türkiye’nin o günkü şartlarında güvenlik anlamındaki dengelerini bozmuştur. 12 Eylül döneminin gelmesine önemli bir zemin hazırlamıştır.’’ BİRİLERİNİN HESABININ KURBANI Gün Sazak’ın öldürüldüğü dönemi ‘‘kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilmediğimiz bir dönemi yaşadık’’ sözleriyle anlatan Sazak, ‘‘İki kesim vardı. İki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk. Bu dünya içinde her iki kutbun önemli manada birbirleriyle ilgili provokatif, ajitasyona dönük işlemleri, eylemleri olmuştur. Kendi psikolojik harekâtlarını gündeme taşıma ve uzun vadeli planlarında basamak oluşturma anlamında. Bugün baktığımda, o günün şartlarında Gün Sazak’ın ileriye dönük bir takım hesapların kurbanı olduğu düşünüyorum. Y oksa meseleye sağsol olarak bakmıyorum’’ diyor. B açık ve aşikâr. Bu işlemiyorsa öbürü geliyor. Böyle olmasına alışıldığı için öndekinin işlemesi önemsenmiyor. ‘‘Nasılsa arkadaki gelir’’ diyor. Hep arkadaki geliyor. Bir yerde durması lazım bu işin. O yüzden biz ülkemizde demokratik otoritenin işleyişini oturtamadık. Eğer bir ülkenin halkı, ‘‘Öyle de olur, böyle de olur’’ diyorsa, siyasetçinin yapacağı pek fazla bir şey yoktur. Yani halk devlete müdahale olduğu zaman alkışı basıyorsa, önüne bir anayasa getirildiği zaman yüzde 92 oy veriyorsa, o zaman siyasetçinin yapacağı çok fazla bir şey yoktur. Yapmaya kalkanlar kahraman veya Don Kişot olabilir. Bana diyor ki: ‘‘Neden Pinochet’ye yapılan muameleyi askerlere yapmadın?’’ Yahu yüzde 92 oyu veren sensin. Kenan Evren’i götürüp Cum ‘Devlet cinayet işlemez’ 1 979 sonunda ben yönetime geldiğimde devlet felçti. Devlet hiçbir zaman cinayet işletmemiştir. Devletin cinayet işlettiğine dair tek bir şey ispatlanamamıştır. Benim başında bulunduğum hükümetler döneminde hiçbir şekilde devletin cinayet işlemesi söz konusu değildir. Ben birçok kereler ilgililerin tümünü ikaz ettim. Sözlü ikaz ettim, yazılı da ettim. Yalnız şunu söyleyeyim, o dönemde işlenen cinayetlerin birçoğu faili meçhul kaldı. Yurtdışında yapabilirler. Bakın yurtdışında istihbarat teşkilatlarının tatbikatıdır. Orada size hiç kimse de bir şey sormaz. Yurtiçinde yoktu diyorum. Yurtdışında devletin teşvik ettiği bir şey yok. Avrupa’da olmuştur bunlar. Ama Türkiye’de bunların neyin ne olduğuna dair kimse bir şey ispatlamadı... Demirel’e Korkut Eken’in Susurluk Komisyonu’ndaki raporunda söylediği ‘‘Abdullah Çatlı 12 Eylül öncesi devlet ile ilişkiliydi’’ sözleri anımsatılınca ‘‘Çatlı neyiyle ilişkiliymiş, nesiyle ilişkiliymiş’’ diyerek reddetti ve sözlerine şöyle devam etti: Türkiye’de hiçbir devlet görevlisi gizli işlerin içine girmedi. Cinayet için devlet yetki kullanamaz. Evvela başına gelecekten korkar. Darbelerin sebeplerinden bir tanesi de budur. Sivil idarenin emrinde hizmet yaparlarsa sonra hesap sorulur korkusu. Yapamayan gidecek yapabilen gelecek. Bu kadar basit. Kumandan sadece yaptığından değil yapamadığından da sorumludur. 1980’de birçok şey yoluna girdi. Artvin’e girilemiyordu. Emniyet Müdürü Uğur gitti, orayı dümdüz etti. Bir şey kalmamıştı. Kargaşanın genel sebebi budur. İkincisi böyle olunca ne yapıyor, yakalayamıyor. Yakaladığını hapishanede tutamıyor. 70’li yıllarda 6 bin cinayet işlenmiştir. Bu cinayetlerin önemli bir kısmı faili meçhuldür. 80’li yıllarda ben bunları çok söyledim. Dedim ki ‘‘Eleştiriyordunuz, hadi ortaya çıkarın bunları’’. Askeri darbeden sivil idareye geçtiğimiz zaman çıkarın meydana, bu 6 bin cinayeti işleyenlerin kaç tanesinin failini buldunuz ve bunları ne yaptınız? Bu cinayetleri işleyenlerden 3040 kişi asılmıştır. Hiçbir şey yapılamamıştır. Bir kısmı zaten Avrupa’ya kaçmış, gitmiştir. Ve yapanların yanına kâr kalmıştır. Bu yüzden yine biz 90’lı yıllarda sıkıntıya girdik. Bugün de onun sıkıntıları var. Bunların önemli bir kısmı özellikle Almanya’ya gittiler. Alman emniyeti de bunlardan endişe eder hale geldi. Yani yetişmiş bir dolu teröristten. YARIN: 12 EYLÜL ÖNCESİ İSTİHBARATININ ÖNEMLİ İSİMLERİNDEN MUSTAFA YİĞİT “DERİN DEVLET DIŞARDAN AJANLAŞTIRILDI” CUMHURİYET 09 K
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle