18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL İstenmiyorsun Artık... Devletin temel kurumlarını bu denli dışlama gayreti içinde olan bir siyasal iktidarın dayanacağı son güç halk olması gerekirken, başta Başbakan olmak üzere onunla da kavga etmeyi yeğlemiş olması düşündürücüdür... Mersin’de olgulanan olaylarda köylü vatandaşların ‘‘lan’’lı, ‘‘ananı’’lı azarlanması ve bu azarlamaya karşı, yumurtalı, yuhalamalı tepkiler olgulanması, siyasal iktidarın halkla barışık olmadığının somut kanıtıdır. PENCERE ortamda askerler, üst düzey bir amiralini, bir kuvvet komutanını yargıya teslim etmek suretiyle, yolsuzlukla savaşımda örnek bir tutum sergilemişlerdir. Ne var ki, yönetenlerimiz bu örnek davranışlardan ders alacakları yerde devlet kurum ve kuruluşlarıyla kavga etmeyi yeğlemektedirler. Gerçekten demokrasiye, hukuk devleti ilkesine içtenlikle bağlı, ağırbaşlılığı ve dürüstlüğü ile halkın güvenini kazanmış Cumhurbaşkanı’nın varlığından rahatsızlık duymak, devletin üç temel erkinden biri olan, hukukun üstünlüğünü ve adaleti sağlamakla görevli yargıya karşı bir tutum içinde olmak, bilim ve aklın ışığında insan yetiştirme çabasında olan, topluma ışık tutan üniversiteyle kavga etmek adeta, günümüz siyasal iktidarının özlemini çektikleri düzeni sağlama yöntemi haline gelmiştir. Devletin temel kurumlarını bu denli dışlama gayreti içinde olan bir siyasal iktidarın dayanacağı son güç halk olması gerekirken, başta Başbakan olmak üzere onunla da kavga etmeyi yeğlemiş olması düşündürücüdür... Mersin’de olgulanan olaylarda köylü vatandaşların ‘‘lan’’lı, ‘‘ananı’’lı azarlanması ve bu azarlamaya karşı, yumurtalı, yuhalamalı tepkiler olgulanması, siyasal iktidarın halkla barışık olmadığının somut kanıtıdır. Bu durumda, devleti ve vekâletini aldığı halkı karşısına alan böyle bir siyasal iktidarın kime ve neye güvendiği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunun yanıtının ABD, IMF, AB olması olasılığı ise beyinleri sarsmakta, yürekleri sızlatmaktadır. Bilinmelidir ki, el gücüyle gerdeğe giren erkeğin mutlu bir aile yuvası kurma olasılığı yoktur. Devleti ve halkıyla kavgalı olan iktidarların uzun ömürlü olduğu tarihte görülmemiştir. Bu nedenle Ajda’nın, istenmeyen sevgili için söylediği ‘‘istenmiyorsun artık, kapı açık, arkana bakmadan git’’ şarkısını ulusça birlikte haykırmanın günü yakındır diyorum. Yazarın Kadını Erkeği Olur mu? ‘‘Milliyet Kitap’’ta kocaman bir resim: ‘‘Türk Edebiyatının Kadın Yazarlarıyla Çırağan Zirvesi’’... Ünlü ‘kadın’ yazarlarımızı bir sofra başında toplamışlar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde edebiyat, sanat, yaşam konularında konuşturmuşlar... Belgesel bir olay!.. Okurlar, yazarlarını yakından tanımış oluyorlar böylelikle... Güzel bir girişim! Geçmişten günümüze romanları, öyküleri, anılarıyla sevilerek okunan yazarlarımız sayıca hiç de az değildir. Fatma Aliye’den Halide Edip’e, Nezihe Meriç’ten Ayşe Sarısayın’a kadar güncel edebiyatımızda ad yapmış yazarları yakından tanımak için iyi bir fırsat... Kadın yazar olur mu? Yazar, yazardır, kadın ya da erkek!.. ? Benim anımsadığım olaylar var. Epey oluyor, beğendiğim bir yazarımızdan söz ederken ‘kadın yazar’ demiştim! Adı geçen yazarımız çıkışmıştı. Kızmış, uzun mu uzun şeyler yazmıştı. Ben de bir daha ‘kadın yazar’ sözü etmemiştim! Ama ‘Milliyet Eki’nde ‘kadın yazarların Çırağan toplantısı’ denilmiş!.. Pek çok hanım yazar katılmış, konuşmuş, söyleşmiş. Demek ‘kadın yazar’ olunurmuş!.. Peki, benim suçum neydi? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!.. Sevgililer için, analar için, babalar için bir gün yetermiş gibi! Uydurma günler, salt alışveriş yapılsın.. gazetelerde, TV’lerde reklamlar! Oysa bundan gerçek anlamda kadınların bir kazancı yok! Hele çalışan kadınlar için, hele çalışamayan, iş arayıp da bulumayan kadınlar için ne anlamı var 8 Mart’ın? Gerçekte 8 Mart, çalışan kadınlara ayrılmış bir gündür. Yoksa, zengin eşlerle yaşam kurmuş, ya da babadan kalanlarla köşe dönmüş kadınlar için değil!.. Bunca süs, bunca giyim, bunca armağan, bunca sevgi, bunca aşk kimler için? Yalnız belirli sosyal aşamalardan geçmişler için!.. ‘‘Kadın’’ yazarların toplantısına katılanlar son yirmiotuz yılda kitaplarıyla öne çıkmış olanlar. Yetmişinden otuzuna varan yaşlardakiler. Çoğunun yapıtını okumuş, sevmiş, kimi zaman yazılarımda övmüş olduklarım... Bir yapıtın erkek ya da kadın tarafından yazılması değil önemli olan!.. Güzel yazılmışsa, beni yeni duyarlıklara götürmüşse, değişik bir dünyanın kapısını açmışsa, Türk dilini başarıyla kullanmışsa, yalnız günün beğenisiyle yetinmemiş yarınlara da seslenecek bir niteliği varsa... Yine de katılmayanlar olmuş bu güzel toplantıya! Örneğin, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil... Beni, ‘Kadın yazar ne demek’ diye ayıplayan, sonra da bir yazımı yanlış yorumlayan Adalet Ağaoğlu’ydu... Oysa ben onun ilk yapıtlarından ‘‘Evcilik Oyunu’’nu ve ‘‘Ölmeye Yatmak’’ını beğenerek övmüştüm? Leyla Erbil de, çok değişik bir yazar.. Onunla da bir zamanlar tartışmamız olmuştu. Ama Nezihe Meriç’le hep dost olarak yaşadık.. Kırk yıl önceki ustalığını şimdi de sürdüren bir gerçek öykücü. Son kitabı ‘‘Çayların İçinde Sessizce’’ bu dediğimin kanıtı... Kadınerkek diye bir ayrım olmaz edebiyatta... Yazar var, yazarcık var! Bugün yazdıkları okunan, sevileni var, yarınlara gerçek bir değer olarak kalacak olan var. Müslümanın Kendine Kastı mı Var?.. İslam tarihinde olmadık işler yaşanmış, şaşılası kişiler gelmiş geçmiştir, bunlardan biri de meşhur Muaviye’dir... Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, Hazreti Muhammet’e uzun süre direnmiş, ancak Peygamber’in son yıllarında Müslümanlığı benimsemiş, üstelik halife olmasını da bilmiş bir yaman adamdır... Hazreti Ali’nin halifeliğine karşı duran bu cingöz Muaviye’dir... Ali Kufe’de.. Muaviye Şam’da.. Bir Arap satacağı malları devesine yükleyip Şam’a varmış.. Bir Şamlı Müslüman, deveye sahip çıkmış: Bu dişi deve, diyormuş, benimdir... Kufeli: Bu deve benimdir, hem elimde büyüdü hem de erkektir... Dava büyümüş, Şam ile Kufe karşılıklı birbirlerine diş bileyip düşmanlaştıklarından, herkes merak içinde olacakları görmek için sabırsızlanıyormuş... ? Dava başlamış, Muaviye davacıya sormuş: Bu dişi deve kimindir?.. Şamlı: Benimdir!.. Muaviye kararını açıklamış: Bu dişi deve Şamlınındır... Sonra cemaate sormuş: Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?.. Cemaat bir ağızdan: Bu dişi deve Şamlınındır. Deve davacıya verilmiş, Kufeli şaşkın şaşkın bakarken Muaviye adamı bir yana çekmiş... Bana bak, demiş, sen de ben de biliyoruz ki deve erkektir; ama, Kufe’ye dönüşte olayı Ali’ye anlat ki ayağını denk alsın!.. ? Kimi Müslüman duyduğunu işitmez, kokladığını duyumsamaz, baktığını görmez... Halil Cibran yazmış: ‘‘Bir gün ‘Göz’ demiş ki: Bu vadilerin ötesinde mavi sisle örtülü bir dağ görüyorum; ne güzel değil mi?.. ‘Kulak’ dinlemiş ve bir süre dinledikten sonra demiş ki: Ama dağ nerede? Onu işitemiyorum... Ardından ‘El’ konuşmuş: Onu duyumsamak için dokunmaya çalışıyorum, boş yere çabalıyorum, dağı bulamıyorum... ‘Burun’ seslenmiş: Dağ yok; kokusunu alamıyorum... Göz başka bir yana dönmüş... Ötekiler kendi aralarında ‘Göz’ün tuhaf düşlemine ilişkin bir konuşmaya dalmışlar... Sonra ağız birliğiyle demişler ki: ‘Göz’ün bir sorunu olmalı!..’’ ? Amerika ile İngiltere cabası; ama, dünyadaki Müslümanların aymazlığına baktıkça insanın ünlü deyişi yinelemekten başka çaresi kalmıyor: Bu çağda bu zekâ.. Akıllara seza!. H. Basri AKGİRAY Emekli C. Savcısı, E. Parlamenter S ayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin ilçe kongresine katılmak için gittiği Mersin’de olgulanan olaylar, bana, süper star sanıyla anılan Ajda Pekkan’ın ‘‘istenmiyorsun artık...’’ sözlerini içeren şarkısını anımsattı. Bilinçaltı, yerli yersiz bu iki sözcüğü yineleyip duruyorum. Gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, Menderes’in Kızılay’daki hırpalanması ayrık tutulursa, meydanlarda yumurta yağmuruna tutulan, yuhalanan bir başbakan, bakan ya da milletvekili görülmemiştir. Ve bir şey daha görülmemiştir; bir başbakanın, kendisine sorunlarını anlatmak isteyen köylü vatandaşını ‘‘lan’’larla ‘‘ananı’’larla horlayıp azarlamasını. Başbakanı olduğu devletin kurucusu, Sevgili Atatürk’ün ‘‘Köylü efendimizdir’’ sözleriyle saygı gösterdiği bir köylü vatandaşa, gösterilen bu aşağılayıcı tutumu yadırgamamak olanaksızdır. Bu yakışıksız davranışı Mersinli vatandaşlar da içlerine sindirememiş olacaklar ki, o olaydan sonra Başbakan’a, yumurta atmaya, yuhalamaya varan protestolarda bulunmuşlardır. Böyle bir olay kuşkusuz her yönüyle istenmeyen olgulardır ve hepimizi üzmüştür; ülkemin Başbakanı’nın, hoşgörüyle karşılanması olanaksız, böyle davranışlara maruz kalması vatandaşlar arasında üzüntü yaratmıştır. Doğaldır ki toplumları, kurumları yönetenlerin, bulundukları orunun (makam) saygınlığını koruyabilmeleri, belli bir birikime, be ceri ve siyasal etiğe sahip olmalarıyla olanaklıdır. Özellikle devlet yönetenlerin, bu konuda çok duyarlı olmaları, vatandaşların istemlerine karşı daha hoşgörülü davranmaları, alınan kararların, yapılan uygulamaların olanak elverdikçe, bu doğrultuda yerine getirilmesine özen göstermeleri zorunludur... Dört yılda bir alınan oylara dayanarak ilkesiz, kuralsız devlet yönetmek demokrasiyle bağdaşmaz. Yönetenler, sürekli olarak toplumun nabzını yoklamak zorundadırlar. Demokratik yönetim bu demektir; yönetenlerin koltuğunda oturdukları makamın ve kişiliklerinin saygınlığı ancak böyle sağlanır. Örneğin, bir süre önce, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri’ni simgeleyen yeni bir bröve düzenlemiş ve eski brövede bulunan Atatürk resmini kaldırmıştı. Ancak, halktan gelen genel tepki üzerine bu değişiklikten vazgeçmiş ve Atatürk’ü içine alan yeni bir düzenleme yaparak toplumun isteklerine uygun demokratik bir davranış sergilemiştir. Emir komuta zinciri içinde bulunan, alınan kararları, verilen buyrukları hiyerarşik bir düzenle, salt uygulamak ilkesine dayalı bir yönetim biçiminde olan ve bu durumu gereği, zorunlu olarak demokratik davranmaması gereken Silahlı Kuvvetlerimiz, bu davranışıyla siyasetçilerimize güzel bir demokrasi örneği göstermiştir. Başbakan, bakan ve kimi milletvekillerinin sahtecilik, görevi kötüye kullanmak ve başka suçlamalarla şaibe altında olmalarına karşın dokunulmazlık zırhı altında korunduğu bir Brezilya, Arjantin Kurtuldu; Biz Kuşatıldık... Burhan ÖZBEY B rezilya, son borç taksiti 15.5 milyar doları erken ödeyerek IMF’den kurtuldu. Bu nedenle, Uluslararası Para Fonu’nun Başkanı Rodrigo Rato, düzenlenen bir törenle Brezilya hükümetini kutlamış. Rato bakın törende özetle ne demiş: ‘‘Brezilya, uyguladığı politikalarla ülkede yoksulluğu azaltırken milli gelirini de arttırmış durumda. Brezilya hükümetinin, ülkede istihdamı ön planda tutarak, düşük kazançlı insanların gelirlerinin artmasında önemli rol oynayan plan ve projeleri hayata geçirmek suretiyle önemli başarılar elde etmiş olduğunu memnuniyetle görmüş bulunuyoruz...’’ Biriki yıl öncesine değin, vatandaşlarının açlık ve yoksulluktan marketlere saldırıp talan ettikleri, ortalığı kırıp döktükleri ve borcunu ödeyemez diye yorum ve değerlendirmelerde bulunulan Arjantin hükümeti de Brezilya’dan sonra IMF’ye olan 12.5 milyar dolar borcunun tamamını ödeyerek ekonomik bağımsızlığa kavuşmuş bir ülke konumuna geçti. Aynı şekilde dünün Brezilyası, ekonomisi alarm veren, iktisadi durumu kötüye gitmekte olan bir ülke konumundaydı. Şimdi ise IMF’yi kovmuş bir ülke olmanın gurur ve zaferini yaşıyor. Bizde ise AKP hükümeti... Kamuoyuna yönelik bolca makrolu laflar edip ‘‘ekonomideki rakamlara akrobasi yaptırarak’’ güvenilmeyen istatistiki verilerle, görünürde somut bir iyileşme yokken ‘‘İyi gidiyoruz iyi..’’ şişirme ve nakaratlarıyla IMF’nin peşinden koşmaya devam ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdo ğan bundan 8 ay önce bakın ne demişti: ‘‘IMF’ye 20 milyar dolara yakın borcu olan bir ülke olarak bu kurumla olan bağları koparmamız mümkün değil.’’ (Zaman gazetesi, 29 Mayıs 2005) Ne acı değil mi? Direnme mücadele duygu ve olgusundan yoksun ‘‘tam teslimiyetçi’’ bir düşünce ve uygulamanın talihsiz itirafı! Erdoğan, Japonya’nın 7 trilyon dolar borcunun olduğunu başbakanlarının ağzından bize naklederek bir ölçüde hükümet olarak kendi durumlarının ne denli iyi olduğunu göstermeye çalışmıştı... Bize ne Japonya’nın borcundan Sayın Başbakan? Her koyun kendi bacağından asılır! Peki, Japonya’nın yaptığının ve ürettiğinin biz ne kadarını yapabiliyor ve üretebiliyoruz? Madem mukayese yapılıyor ve faz la borç ‘‘Bakın ne denli iyiyiz’’ misali örnek gösteriliyor, o halde ülkelerin ekonomik potansiyellerinin, yani kazanımlarının da dile getirilmesi gerekmez mi? Başbakan, neden Japonya yerine Arjantin’i ve Brezilya’yı örnek gösteremiyor? Niçin iki ülke gibi biz de IMF’yi ülkemizden kovup ekonomik bağımsızlığımıza kavuşamıyoruz? Asgari ücretin 380 YTL, açlık sınırının 600 YTL olduğu bir ülkede, baştaki iktidarın başarısından ve ekonomik zaferinden söz edilebilir mi? 4 kişilik bir ailenin ölmeden yaşayabilmesi için ayda 1600 YTL’ye gereksinimi var. Toplumda 20 milyon kişi tam anlamıyla yoksul durumundaysa, 11 milyon insan iş ve aş beklentisi içindeyse, Başbakan’ın ve başında bulunduğu AKP hükümetinin gerçekçi başarısından söz edilebilir mi? EĞİRDİR 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ İLANEN TEBLİGAT İLAMSIZ TAKİPLERDE ÖDEME EMRİ Sayı: 2005539 Esas ALACAKLI: Yusuf Çetinkaya vek. Av. Tahir Alan, Av. H. İbrahim Uysal, Kutlubey Mah. Cengiz Topel Cad. 39/7 ISPARTA, Davraz V.D. 04800242028990037545. BORÇLU: MUSTAFA AYDEMİR, Özcan Sarraf, Çınaraltı Meydanı No: 4/A EĞİRDİR. TAKİP MİKTARI: 10.297,47YTL. (7435,00 USD) ALACAK NEDENİ: Boçluya ait 18.04.2002 tarihli alacak belgesi ve 17.01.2002 tarihli adi bono. Yukarıda yazılı bulunan borç ve masrafları için yazılı adresinize çıkartılan ödeme emri bilâ tebliğ iade edilmiş olup, Zabıtaca yapılan adres tahkiki neticesinde de adresiniz tespit edilemediğinden, Ödeme emrinin 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 3320 sayılı kanunla değişik 31. maddesi gereğince yasada yazılı sürelere 7 gün eklenmesi suretiyle tebliğine karar verilmiştir. Bu borç ve masrafları işbu ilanın gazetede yayınını müteakip 14 gün içerisinde ödemeniz, (teminat vermeniz); borcun tamamına veya bir kısmına veya alacaklının takibat icrası hakkına dair bir itirazınız varsa, senet altındaki imza size ait değilse yine bu (14) gün içinde ayrıca ve açıkça bildirmeniz; aksi halde icra takibinde bu senedin sizden sadır olmuş sayılacağı; imzayı reddettiğiniz takdirde, icra mahkemesi önünde yapılacak duruşmada hazır bulunmanız; buna uymazsanız itirazınızın geçici olarak kaldırılacağı; senet veya borca itirazınızı yazılı veya sözlü olarak icra dairesine yedi gün içinde bildirmediğiniz takdirde aynı müddet içinde 74’üncü madde gereğince mal beyanında bulunmanız, aksi halde hapisle tazyik olunacağınız, hiç mal beyanında bulunmaz veya gerçeğe aykırı beyanda bulunursanız hapisle cezalandırılacağınız; dava ve takip işlemlerine esas olmak üzere kendinize ait bir adresi itirazla birlikte bildirmek zorunda olduğumuz; adresinizi değiştirdiğiniz halde yurtiçinde yeni bir adres bildirmediğiniz ve yeni adresinizin de tespit edilemediği durumda, takip talebinde gösterilen adrese çıkarılacak tebligatın size yapılmış sayılacağı; borç ödenmez veya itiraz edilmezse cebrî icraya devam edileceği ilanen ihtar olunur. 10.02.2006. (Basın: 6729) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle