23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2006 CUMA 6 DİZİ Türkiye’ye gelen sıcak paradan hem getirenler hem de kısa vadeli borçlananlar fazlasıyla hoşnut BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Çılgın para hareketleri oplumdaki birikimlerin (ticari ve sanayi kuruluşlarında işletme zorunluluğu dolayısıyla biriken amortismanlar, ihtiyat akçeleri, dağıtılmayan kâr ve temettüler de dahil) teorik olarak yine mal ve hizmet üreten işletmelere gittiği kabul edilir. Ancak bu, hesap kolaylıkları için yapılmış bir soyutlamadır. Ama birikimlerin tamamıyla üretim birimlerine gitmediği de bu soyutlama ile birlikte iktisatçılarca hesaba katılır, kabul olunur. Keynes üretim birimlerine gitmeyen fonları tasarruf (saving) kabul etmez ve bunalımların bir sebebi olarak da bu birikimleri görür. Ama ondan daha önce Karl Marx işletmelere yatırılan sermaye dışında bir de faiz getiren sermayeyi tahlil etmiştir (Kapital Cilt III). Ne var ki işletmeci kapitalistin artı değer yaratma gücü vardır. Bu gücüyle ekonomide her kategoriye egemen olur. İşletmelere gitmeyen bu tefeci kapitalin sistemi frenleme olanağı kalmaz. İşte kapitalist sistem yıprana yıprana Schumpeter’in ‘‘müteşebbis girişimci’’ dediği bu işletici kapitalistin ekonomiye olan hâkimiyeti zayıflamış, kapitalizmin yaşaması için kol kanat geren devlet korumaları da yeterli ölçüde etkili olamayınca para sahipleri ve onlar adına hareket edenler, kapitalist sistemin kumandasını sanayici ve müteşebbislerden almışlardır. Kapitalizmin bu evresine ‘‘para kapitalizmi’’ adı verilmesini öneriyorum. Bu evrede her şey serseri para akımlarının egemenliğine geçmiştir. Eskiden 20. yüzyılın başında dünyaya birbirinden değerli Marksist iktisatçılar gelmişti. Bunlar (Lenin, Rosa Luxembourg, Hilferding, Mehring vb.) o zamanki kapitalizme finans kapitalizm derlerdi. Bazıları bu çılgın para hareketleri için sermaye akımları diyorlar. Bu doğru değil. Gelenler sermaye değil ‘‘para’’dır. Yani kısa vadeli nakitlerdir. O nedenle evreye ‘‘para kapitalizmi’’ demek daha doğru. Bir ülkenin para kambiyo değerleri, dış ticaretleri, ithalat ve ihracatlarını, dış ticaret ve cari işlem açıklarını belirleyen, bu sıcak para akımlarıdır. Bazı özellikleri için sözü değerli bilim insanı Erinç Yeldan’a bırakalım: ‘‘İlginç olan husus, sermaye (para) akımlarının sadece ‘doğru’ makro iktisadi politikalar uygulayan birkaç ‘gözde ülkeye değil’, yapıları ve iktisadi politikalarında son derece farklı ekonomiye aynı kararlılık ve hızda ilgi göstermesidir. Bir yandan uluslararası finans kapitalin yatırım kararlarında sergilediği küreselleşmenin boyutlarını, bir yandan da dünya finans piyasalarının eklemlenmesini içeren bu süreç, iletişim teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeleri de arkasına alarak, ulusal piyasaları birer birer spekülatif çıkar alanına çekmektedir.’’ Sıcak para fonları eğer kendi hallerine bırakılsaydı, böylesi bir hız ve genişlikte yayılma olanağı bulamazlardı. Fakat ekonomisi bozulan her ülke, sıcak para denilen (ekonomi yazınında genel kabul gören kesin bir tanımı olmamasına karşın kısa dönemli spekülatif para demektir) fonlara çağrı çıkarmaktadır. Bu çağrı, yüksek faizle hem kamu ve hem de özel kesimde borçlanma girişimiyle ortaya çıkar. 1994 yılında, Türk parasının dış değeri aşağı inen bir asansör hızıyla düşüyordu. O yılların başbakanı Çiller bu değer erozyonunu önlemek için kamu kesiminde akıllara durgunluk veren yıllık faiz oranlarıyla devleti borçlandırdı. Hesabı şuydu: Bu yüksek faiz oranlarına tamah ederek gelecek olan dövizler (sıcak para) sayesinde döviz arzı (sunumu) bollaşacak, böylece dövizler bu bollaşma ile ucuzlayınca Türk parasındaki düşüş duracaktı. Hesabın bu kısmı tuttu. Ama bu kez de ülkenin borç ödeme olanaklarının çok üstünde borç yüklenildi. Gelen bu aşırı döviz (sıcak para) ile dövizler dünya piyasalarında alım değerleri aynen kaldığı halde Türk parasına göre değiştirme değeri düştü. O zaman ithal mallar aşırı ucuzlayınca, milli ürünlerin yerini aldı. Hem tüketimde bazı yerli malların yerine yabancı mal tüketildi hem de bazı sanayide Tekrarın Tekrarı... Dizginlerinden boşanmış bir dünya ekonomisinde, bir yere tutunmuş yaşıyoruz. Kuzey, içinde bir yoksul kitle barındırsa da, gönenci temsil ediyor. Güney, en nasipsizlerin diyarı olarak, ‘‘yeryüzünün lânetlileri’’. Peki onlar, bu durumda sürgit kalmayı kabul edecekler mi? Değilse ne yapılmalıdır? Akla ilk gelen tehlike şudur: Güney’in turizm alanında attığı ve daha da atacağı göz alıcı gelişmeler, onları sonunda, zengin dünyanın gelip ucuza eğlendiği ülkeler durumuna düşürmez mi? Öte yandan, zaten eşitsiz bir durumu sürdürüp o ülkeleri, temel ürünleri sağlayan ya da daha ucuza mamul madde üreten ‘‘atölye ülkeler’’ durumunda tutmaktan başka ne kazandırır turizmin getirdiği? Son olarak, ileri sanayi ülkelerindeki gönencin çarklarını çeviren su, işte bu yoksul ülkelerin alın teriyle beslenmektedir. Nasıl çözülecektir bu sorun? ‘‘Küreselleşme’’ şarkılarıyla üstesinden gelinecek bir durum mudur bu? Neresinden bakılırsa bakılsın, ‘‘küreselleşme’’ denen olgu, gelişmelerden ileri sanayi ülkelerinin, ama en başta onların yararlandıkları bir süreçtir. Kuzey’de söylenen liberal şarkıların büyüleyiciliğine kapılacak yerde, Güney, koşulların daha da insafsızlaştığı bir ortamda, daha da açıkçası ‘‘piyasanın diktatörlüğü’’nün kurulduğu bir dönemde, akıllı uslu bir planlamanın öncülüğünde kalkınmaktan başka neyi düşünebilir kurtuluş çaresi olarak? ? Dünyamızın zenginleri ve yoksulları arasında, Türkiyemizin yeri nedir? Ülkemiz, Cumhuriyet Devrimi’yle, özellikle 1930’larda, bizzat devlet eliyle, sanayi ekonomisi alanında büyük adımlar attı; ne var ki, tarım kesimi yoksulluğunu sürdürüyordu. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, ekonominin her alanında yeni bir canlılık ortamında, ekonomide devletin rolü sürerken, ‘‘özel girişim’’e de ciddi bir pay ayırır. Bu arada iki büyük yanlış yapar: Köylerden kentlere göçü yönlendiremez ve ekonomiyi dışarıya karşı gırtlağına değinbatağa düşürür; çünkü, planlı ekonomiden plansız ekonomiye dönmüştür. Bunun bir sonucu olarak, yalnız ekonomide değil, devlet olarak bağımsızlığını yitirir ve emperyalizmin sultası altına girer. 27 Mayıs’la beraber plancılık girer, ama umursanmaz. 1980’lerle, ekonominin karma niteliği kaybolur ve yönü, üretimden tüketime yöneltilir; spekülasyon, paradan para kazanma, rantçılık ilke olup çıkar. Bütün bunlara katılabilecek başka nedenlerle, ekonomi bunalımlara duyarlı ve dayanıksız hale gelir. Özellikle 2001 Şubat’ındaki bir bunalım, korkunç bir darbe vurur sisteme; çoğu içerden ‘‘hortumlama’’ya dayanan yığınla bankanın iflası, tuz biber eker her şeye. ‘‘Kara para’’ hükümran olur ve ekonomi büyük bölümüyle ‘‘kayıt dışı’’dır. ‘‘Zarar ediyorlar’’ bahanesiyle düzeltilecek yerde çarçur edilen devlet işletmeleri, üretim açığı yaratırken işsizliğe yol açar. Sonunda oraya varılır ki, ekonomi makinesini işletmek, dışarıdan alınan borçlarla mümkün olur, o da birike birike boğar sistemi. Bütün bunların sonucu, bağımsızlık da yitirilir: Başta IMF olmak üzere, kapitalizmin karar merkezleri, ulusal ekonominin dizginlerini ele geçirir. Aynı süreç, devletin dış politikasına kadar olumsuz etkiler. Ekonomideki savruluş ve bunalımlar gelir dağılımındaki dengesizliği daha da çoğaltıp yoksulluğa yol açarken, sınıflar ve bölgeler arasında da uçurumlar yaratmıştır. Öte yandan emek ve alın teri, hakkını alamadığı gibi güvencesizdir de... Durduğumuz nokta budur ve sadece şunu hatırlatmak yeterlidir: Ülkemizde 20 milyon insan yoksul, 1 milyon insan da açlık sınırında. Ekonomiyi döndürmek, dışarıdan borca muhtaç ve dengeler de pamuk ipliğine bağlı! Buyurunuz kararınızı söyleyiniz ve oyalanmadan!.. T ? 1994 yılında, Türk parasının dış değeri büyük bir hızla düşüyordu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller bu düşüşü önlemek için kamu kesiminde akıllara durgunluk veren yıllık faiz oranlarıyla devleti borçlandırdı. Hesabı şuydu: Bu yüksek faiz oranlarına tamah ederek gelecek olan dövizler (sıcak para) sayesinde döviz sunumu bollaşacak, böylece dövizler bu bollaşma ile ucuzlayınca TL ’deki düşüş duracaktı. Hesabın bu kısmı tuttu. Bu kez de ülkeye borç ödeme olanaklarının çok üstünde borç yüklenildi. ULUSAL EKONOMİ Direksiyon elden gitti luslararası sıcak para akımlarının akışkanlığındaki artışın bir diğer önemli sonucu, ulusal ekonomide kamunun ve parasal gelişmelerin yönetimiyle görevli merkez bankalarının para politikası ve ülke ekonomisi üzerindeki etkinliğini kabul ettirmesidir. Bunu değerli ekonomist Erinç Yeldan şöyle anlatıyor: ‘‘Uluslararası finansal sermayenin kısa vadeci akışkanlığının bir diğer sonucu da, Merkez Bankası açısından bağımsız bir para, faiz ve döviz kuru politikası izleme olanağı bırakmamasıdır. Uluslararası sermaye hareketlerinin denetimsiz olarak tamamıyla açık olan stratejik yatırım ve ticaret hadlerini içeren bağımsız bir kalkınma stratejisi kalmamaktadır.’’ Sayın Yeldan, ABD’li bir meslektaşı, Adelman ile birlikte yazdığı bir makalede bu olguyu ‘‘kalkınmacı devletin ideolojik sonu’’ olarak değerlendirmektedir. Kısa vadeli fon akışının olabilir yıkımını hafifletmek için Merkez Bankası rezervleri görülmedik boyutlara yükseltilmektedir. Örneğin bugünlerde TC Merkez Bankası rezervleri 40 milyar doları aşmıştır. Basında bunun 70 milyar dolar düzeyine çıkarılması için uluslararası kurumun (IMF) talepte bulunduğu, ortada dolaşan bir konudur. Böylesi bir birikim, ulusal birikimin böylesi yüksek bir oranda atıl kalmasıdır. Bu parmak bastığımız nokta çok önemlidir. Çünkü sıcak para mikrobuna alışmış bir iktidarı ‘‘daha fazla yatırım’’ için zorlamanın hiçbir olumlu sonuç verme olanağı yoktur. Bir ülkenin bu hastalığa yakalanmış olup olmadığı nasıl İ anlaşılır? U ‘PARA KAPİTALİZMİ’ SICAK PARA FONLARI ilk ya da ara madde olarak aranan metaların yerini yabancı girdiler aldı. Örneğin iplik üretmek için yerli pamuk kullanılacağına, daha ucuza gelen Yunan ya da Amerikan pamuğu kullanıldı. Bunun gibi yerli kumaş kullanan bir konfeksiyoncu daha ucuza gelen ithal kumaş kullandı. Kaybımız büyük ve yıllar geçtikçe daha büyük hale geldi. NFLASYONDAN BETER Bu suretle ülkede zaten var olan üretimden kaçma hastalığı daha da ciddi bir hal aldı. Aslında bu hastalık enflasyondan daha ciddi bir hastalıktır. Türkiye ekonomisini bu hastalık bitirmektedir. Dışarıdan mal ithali ve faizi ve koşulları ne olursa olsun kredi almakla ayakta kalıp iş yönetme hastalığı, önceleri devletin yüksek faizle para alması şeklinde yürürken, daha sonra bankalar ve daha sonra da özel firmalar aynı yolu cazip bulurlar. Eskiden sadece bankaların döviz pozisyonu açığından söz edilirdi, şimdi firmaların pozisyon açığı da ekonominin gündemine gelmiştir. Türkiye gitgide bu çukurda daha derine çekilmektedir. Bu gidişle Türkiye’ye giren dövizle Türkiye’den çıkan döviz arasındaki fark demek olan cari açık, her yıl daha da artarak sürecektir. Çünkü yabancılar, Türkiye’ye getirdikleri para ile hiçbir ülkede rastlanmadık faiz ve rantlar alıyor. Türkiye’ye verilen bir döviz kredisi önce girerken Türk Lirası aşırı değerlendiği için daha adımını atarken, Türk Lira E sı’na çevrilirken kâr elde ediyor. Şöyle anlatalım: 2003 yılı başında Türkiye’ye borç verilen 100.000 dolar; o yıl bir dolar, 1.500.000 lira kambiyo değeri değerinde olduğundan 150 milyar Türk Lirası eder. Bu paranın 6 ay süreyle yüzde 40 yıllık faizle (o zamanlar faiz buydu) borç verildiğini düşünelim. Vade sonunda değeri 180 milyar lira olacaktır. Bu para dışarıya çıkarken doların kambiyo değeri (1 dolar: 1.400.000 liraya düştüğünden) 128 bin dolar olarak transfer edilecektir. Elde edilen rant, 6 ayda yüzde 28 ve yılık hesapla yüzde 56’dır. Böylesi bir nemayı Türkiye dışında elde etmek zordur. Türkiye’den faiz yolu dışında İstanbul Menkul Kıymetleri’nde oynamak yoluyla da büyük rantlar çekiliyor. Basında çıkan bilgilere göre, 2005 yılında yükseliş açısından birinci yüzde 80 ile Güney Kore Borsası, ikinci ise açık ara ile yüzde 68 oranıyla İMKB’dir. Borsada oyunlara giren yabancı fonlar hakkında basında dolaşan yabancı fonların oranı hakkında medyada ürkütücü bilgiler dolaşmaktadır. Uzmanlarına göre Türk parasına çevrilen dövizlerle birçok tüzel ve özel kişi bir yılda yüzde 100’ün de üstünde gelir elde etmişlerdir. Yani sözün kısası Türkiye’ye gelen sıcak paradan hem getirenler ve hem de kısa vadeli borç alanlar fazlasıyla hoşnuttur. Bu karşılıklı hoşnutluk nedeniyle yurdumuza gelen sıcak paraların azalması ve BİT hele kesilmesi düşünülemez. Sosyal güvenlik tasarısı ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında birleştiren Sosyal Güvenlik Kurumu Yasa Tasarısı kabul edildi. Tasarıya göre, Emekli Sandığı, BağKur ve SSK’nin kaldırılarak yerine ‘‘Sosyal Güvenlik Kurumu’’ oluşturulacak. Kurum, yönetim kurulu, genel kurul ve başkanlıktan oluşacak. Genel kurulda, 20’si kamu ve 25’i sosyal taraf temsilcisi yer alacak. Ancak yeni sosyal taraflar, genel kurulda temsil edilecek. Genel kurulda, YÖK Başkanlığı’ndan da temsilci bulunacak. GETİREN DE MEMNUN KULLANAN DA YERLİ ÜRÜNLERE TALEP AZALDI Yükseköğrenimde AB’yle denklik ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda Avrupa Bölgesinde Yükseköğretimle İlgili Belgelerin Tanınmasına İlişkin Sözleşme oybirliğiyle kabul edildi. Avrupa Konseyi (AK) ve UNESCO tarafından hazırlanan sözleşme 1997’de Lizbon’da imzaya açılmış ve 1 Aralık 2004’te Türkiye dahil 39 AK üyesi imza koymuştu. Sözleşme sayesinde, bir ülkede alınan diploma ve derecelerin sahipleri, diploma ve derecelerin diğer bir ülkede değerlendirilmesi için yeterli olanağa sahip olacak. T Türkiye’nin yağmadan kurtulması zor Devlet borçlanmalarında son haftaüksek faiz oranının bir ülke Tüketim larda yıllık faiz yuvarlak hesap yüzde 18. ekonomisine verdiği zarar, Endeksi ünlü İngiliz ekonomisti Keynes’in Ülke artışı (%) Brüt Faiz (% ) Net Faiz (%) Yıllık enflasyon ise bir endekse göre yüzde 8, diğer bir endekse göre ise yüz‘‘Genel Teori’’ kitabının yayımlanÇin 5,3 3,2 2,1 de 5’tir. Daha yüksek olan yüzde 8 esas dığı yıldan beri bilinir. Yüksek uluGüney Kore 3,2 3,5 +0,3 alınırsa ‘‘net ya da reel faiz’’ yüzde 10’dur sal birikim, reel yani üretimi arttıAlmanya 1,3 4,9 +3,6 ve bu net faiz, dünyada en yükseklerden racak yatırımlara gitmesini yavaşbiridir. Kaldı ki diğer endeksi esas alalatır. Ancak onun zamanında serFransa 2,2 3,5 +1,3 rak (yüzde 4) net faiz yüzde 14’tür de demaye bugünkü ölçüde akışkan deJaponya 0 0 0 nebilir. Ve işte bu yüksek net faiz dolağildi. Bugün yüksek faizin bir milABD 4,8 4,0 0,8 sıyla TL gerçek paritesinin üzerine çıkli ekonomiye verdiği zarar, o günİsveç 0,6 2,1 +1,5 mıştır. Bu da TL’yi son derece aşırı bir lerle kıyas edilmeyecek derecede değerlendirme düzeyine sürüklemiştir. fazladır. Yüksek faiz kısa vadeci Arjantin 5,8 5,1 0,7 2004 yılında bazı ülkelerde net faizi spekülatif para akımlarına çağrı çıMacaristan 4,0 10,5 +6,5 gösteren yandaki tablo bu konuda daha karınca, ülke parası, (satınalma güRusya 11,5 13,0 +1,5 açık fikir verecektir. cü içerde yükselmediği ve hatta düşBrezilya 6,7 16,2 +9,5 Seçtiğimiz ülkeler farklı özellikli. Götüğü halde) dışarda aşırı değer kaTürkiye 12,0 23,0 +11.0 rüldüğü gibi paraya en yüksek reel faizi zanır. Ve dışarıda gerçek değerinin Türkiye veriyor. Bize en çok yaklaşan, çok üstünde değerlenince de ithalat Not: Sayılar, Türkiye dışındaki ülkeler için The artışı ihracat artışını çok geride bıEconomist dergisinin 23 Ekim sayısından alındı. Türkiye yüzde 9.5 ile Brezilya ve yüzde 6.5 ile Macaristan. Durum bu oldukça, Türkirakmaktadır. Örneğin 2002 2005 yılverileri, 2004 Ekim ayı verileridir. ye kısa vadeci para tacirlerinin yağmalarında Türkiye’de böyle olmuştur. da düşer. Bu nedenle ülkedeki faiz düzeylesından kurtulamayacaktır. Sıcak para akımlarıyla ulusal paranın dış deri ekonominin güdümünde anahtar duruma Çare devrim derecesinde ve faiz, dış ticağeri eskiden olduğu gibi dışarıdan alınıp vegelmiştir. ‘‘Yüksek faiz’’ demek ‘‘yüksek reret, vergi, Merkez Bankası, borçlanma ve rilen mal ve hizmetlerin karşılıklı değerleriel ya da net faiz’’ demektir. Türkiye’den bir yatırım politikalarının toptan değiştirilmesinne göre değil, kısa vadeci fon giriş ve çıkışörnek vererek anlatalım. den geçiyor. ları arasındaki orana bağlı olarak yükselir ya TGC’den medya ve AB paneli ? İstanbul Haber Servisi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Konrad Adenauer Stiftung’un birlikte yürüttüğü ‘‘Yerel Medya Projesi’’ çerçevesinde düzenlenen ‘‘ABTürkiye İlişkileri ve Medya’’ konulu panel, 10 Mart Cuma günü İstanbul’da düzenlenecek. TGC Başkanı Orhan Erinç’in yöneteceği panele, Hürriyet gazetesi yazarı Ferai Tınç, Cumhuriyet gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu, Vatan gazetesi yazarı Cengiz Aktar ve Cumhuriyet Gazetesi’nden karikatürist Tan Oral konuşmacı olarak katılacak. EN YÜKSEK REEL FAİZ TÜRKİYE’NİN Y Uzan’ın kefalet talebine ret ? İstanbul Haber Servisi İmar Bankası davası kapsamında 17 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılarak 500 bin YTL kefalet karşılığı tahliye edilmesi kararlaştırılan Bahattin Uzan’ın kefaletsiz olarak tahliye edilmesi ya da kefalet bedelinin aşağıya çekilmesi yönündeki talep reddedildi. Uzan’ın avukatının talebini değerlendiren İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi, ‘‘cezanın miktarı, ekonomik durumu, olayın oluş şekli, dosya kapsamı ile ödeme gücü dikkate alınarak talebin reddine’’ karar verdi. Kongrede yer değişikliği ? İstanbul Haber Servisi Nükleer Karşıtı Platform’un bugün Ankara’da gerçekleştireceği kongrenin yeri değişti. ‘‘Çöp Teknolojiler Çöpe’’ başlığıyla düzenlenecek olan nükleer karşıtı kongre bugün saat 12.00’de Kızılay’daki Ekin Sanat Merkezi’nde yapılacak. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle