14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 HÜZÜNLÜ BİR A Ş K Ş ARKISI Son olarak lokantaya çok genç bir İnka geliyor, adalılar kendilerine böyle diyorlar ve yanık bir Peru havası çalıyor. And Dağları’ndaki müzik öyle pek neşeli değil, zamanın adeta durduğu bu yerlerde hüzün daha ağır basıyor. İşte bir Peru şarkısının sözleri: Kalbim, sana kaç defa söyledim,/ ‘‘İsteme, ’’ ‘‘sevme’’/ Fakat sen her zaman aynı sözleri söyledin,/ ‘‘Yapamam’’ ‘‘yapamam’’/ Bir gün yalnız başıma/ Kederden ölürken/ Kalbime sordum/ Neden üzgünsün?/ Ve neden mutluluğu hiçbir yerde bulamıyorsun?/ Dağların kahkahasını duymuyor musun?/ Ve kokusunu çiçeklerin/ Irmakların şarkısını /Balıkların oynaşmasını/ Tekrar ağladı kalbim ve söyledi/ ‘‘Mutluluk benim için yok artık/ Uzun zaman önce bütün duygularımı yitirdim/ Ölmüş yüreğim çoktan gömüldü. ’’ Bu çok hüzünlü bir şarkı oldu biraz neşeleneyim : “Sana anlatmamı istiyorsun / Nereli olduğumu / Ben şu tepenin arkasındanım /Karanfillerin ortasından / Zambakların içinden/Askım İspanyol kumaşı/Ve kementim Alpaka yünü/Çok dayanıklı/Diğerlerinden farklıyım ben /Bir Andahuayllas rahibi/ Bana evlenmemi söyleyip duruyor/Belki biliyor,belki bilmiyor/ Dün gece nerede ve kimin koynunda olduğumu. ”Sevdiniz değil mi? Uygarlığın çocukluğunda her şey müşterek D ünyanın en doyumsuz gezginlerinin Türkler olduğunu söylemeliyim. Kimseden değil kendimden başlayarak konuşuyorum, nedeni bana göre şöyle; biz öylesine zengin uygarlıkların birbiri arkasına varolduğu bir coğrafyada yaşıyoruz ki, gittiğimiz her yerde bir süre sonra hep aynı uygarlığın izleriyle karşılaşmak bizleri sıkıyor. Bana Mısır’da da böyle olmuştu, o kadar çok devasa heykel, o kadar çok kral mezarı görmüştüm ki, sonunda ilgimi yitirmiştim. Burada da öyle olmaya başlıyor, illa bizi on beşinci yüzyıla götürmeye çalışıyorlar, İnkalar yaşıyormuş gibi davranıyorlar, işte gene uzak ama bu kez saz olmayan bir başka adaya gidiyoruz. Taqtile adasına. Aşağı yukarı dört saatlik bir motor yolumuz var. Burada yaşayan adalılar, hiçbir zaman geleneksel yaşamlarından taviz vermemişler. Bakalım bu nasıl bir şey? Bunu anlamak için, geri dönüşte resmen beş yüz basamağı teker teker ineceğimiz, iki saatlik bir tepeye tırmanıyoruz. Ada halkı yanımızdan Lamalarıyla, geleneksel kıyafetleriyle geçip duruyor. Bu tepelere tırmanmaya öyle alışıklar ki, bizim onları yakalama şansımız yok. Adada araba da yok. Herhangi biri hastalandı mı ne yapıyorlar bilmiyorum, rehberimiz, o da PERU Lima Cuzco Puno Arequpia BOLİVYA La Paz Büyük Okyanusu ŞİLİ Santiago Atlas Okyanusu işi biraz abartıyor ve hastaların İnkalardan kalma yöntemlerle iyi edildiğini söylüyor, bu ada aynı zamanda şifalı otlar cennetiymiş, bunu da öğreniyoruz. Adanın tepesine vardığımızda, merkeze geliyoruz. Merkezde iki önemli yapı var, biri kültür merkezi, biz gittiğimizde üst katında erkekler için örgü kursu vardı, şaşırmayın açıklayacağım, alt katındaysa ada halkının çektiği yöre fotoğraflarından oluşan bir sergi. Öteki binaysa bir kooperatif binasıydı. Hangar kadar büyüktü ve içerisi sebil billah binlerce el işi eldiven, atkı ve çantayla doluydu. Evet, bu ada aynı zamanda bir el işi eşyalar cenneti. Seç seç al. Ama biz o kadar yorgunuz ki, kimsenin canı bir şey almak istemiyor. Du run size bir açıklama borçluyum, burada örgü işi erkeklerin hâkimiyetinde, geleneksel kıyafetini sırtlarına geçirmiş ha babam örgü ören erkeklere her adım başında rastlanıyor ama fotoğraf çekmek istediğinizde hemen başlar eğiliyor, yasak! ADALARDA POLİS’E GEREK YOK Tamam tekrar İnkaların nasıl yaşadıklarına gelelim, İnkalar on ailelik gruplar halinde yaşar ve kendi içlerinden birini önder seçerlermiş. Bu önder de kendine beş önder seçer ve bu hiyerarşik sıra Güneşin oğlu kabul edilen krala kadar uzanırmış. Önderlerin emrindeki kişiler belli bir çalışma ve yaşama düzenine ayak uydurmak zorundalarmış. Çocuklar ve yaşlılar dışında herkesin çalışması beklenirmiş. Tembellik ve onur kırıcı davranışlar çok fena cezalandırılırmış. Bu arada kimsenin tapulu tek bir malı yokmuş, her şey devletinmiş. Rehberimiz bizi bir lokantaya oturtmuş bunları anlatıyor ve bu adadaki halkın da her şeyi ortak kullandığını, adada polisin olmadığını söylüyor. Federal devlet on beş yıl önce birkaç polis göndermiş, onlar da can sıkıntısından kendilerini kokaya vurmuşlar ve kadınlara tacizde bulunmuşlar, devlet de onları geri çekmiş. Lokantadaki yemekler çok güzel, hepsi bol sarmısaklı ve toprak kaplar içinde sunuluyor, İspanyollar yerlileri sadece Hıristiyan yapmakla kalmamışlar, bir sürü lezzetli yemek de öğretmişler. İspanyolların koyu Katolik yaptığı yerli halk bol renkli kendi ‘çocuk geçmişini’ unutmamış Y erliler cenneti biliyorlarmış G rup olarak biraz daha İnka köyü görürsek ‘‘Yeter artık! Biraz uygarlık istiyoruz!’’ diye bağıracak hale gelmişiz; bir de bakıyoruz, yolumuzun üstüne bu kez Peru’nun eski başkenti Arequipa çıkıyor. Ve bir gece yarısı girdiğimiz kentte bizi Noel Baba kılığına girmiş bir kent delisi karşılıyor. İşler iyi gidecek, öyle anlaşılıyor. Arequipa, kemerli meydanları, güneşi, neşeli insanlarıyla baştan çıkarıcı bir kent. Hemen duyduklarımı anlatayım... Arequipalılar, kendilerini Perulu saymazlarmış, bu nedenle bir dönem ayrılmak bile istemişler, kentte çoğunluk sağcı olmasına karşın bu kent Peru’nun en belalı kentiymiş. Aydınlık Yol gerillalarının da merkezi olan kent, sürekli protesto olaylarına tanık olurmuş. 2002’de hükümet, elektrik üretimini ve dağıtımını özel sektöre satmak istiyor. Bu satış işine ilk Arequipalılar karşı çıkıyorlar, hükümeti protesto için genel grev başlatıyorlar. Grev bir hafta sürüyor, sonunda çatışma çıkıyor, bir öğrenci ölüyor ve onların deyimiyle hükümet, Arequipa’dan yükselen çığlığı duyuyor ve satma işinden vazgeçiyor. Ayrıca Arequipa devleti çok zorlayan ve liderleri şimdi hapiste olan Maocu Aydınlık Yol gerillalarının da başkenti. Okumayazma bilmeyenlerin, nüfusun yüzde 15’ini oluşturduğu Peru’nun en entelektüel kentinde dolanmaya başlıyoruz. Grubun keyfi yerinde, oksijen sorunu bitmiş, uyum sağlanmış, uygarlığa geri dönülmüş ve güneş var. İlk işimiz, adı ‘‘İsa’ya eşlik edenler’’ anlamına gelen La Compania de Jesus Katedrali oluyor, tabii ki İspanyollar yaptırmış, sıkıldınız mı, şimdi anlatacaklarım içinizi açacak. P E Bebek RU’ D A İ S A V E M E RY E M P O RT R E L E R İ isa Öcü isa 6 KİLO ALTINLA GİRİLİR Bebek isa Arequipa’da asil kızlar manastırı elli ki Arequipa, İspanyolların en İspanyol kıldıkları kent. Bunu bir iyice anlamak için Santa Catalina Manastırı’nı biraz gezelim. Kentin tam ortasında bulunan bu manastır o kadar büyük ki içi biriki saatte ancak dolaşılıyor. Sevilla, Cordoba gibi İspanya’nın en güzel kentlerinin adları bu manastırın içinde sokak adları olmuş; havuzlar, avlular her şey İspanya. MS 16. yüzyılda kurulan bu manastırda rahibe olmanın garip kuralları varmış. Öncelikle ailelerin sadece ikinci kızları buraya girebilirmiş ve kızlarını bu manastıra rahibe olarak vermek, aileler için bir onur meselesiymiş. Bunun için ayrıca altı kilo altını manastıra bağışlarlarmış. Kız, hizmetçileriyle birlikte manastıra kapanırmış. Yani yemekleri yapanlar, çamaşırları yıkayanlar, ortalığı temizleyenler hep hizmetçilermiş, kızlara da sabahtan akşama dek ibadet yapmak kalırmış. Ama insan oğlu sırf ibadetle yetinemez ki, tabii bir süre sonra manastırda çeşitli aşk hikâyeleri yaşanmaya başlamış, duvarlar alçak ya. Öte yandan her askeri ya da sivil darbede asil kadınlar bu manastıra sığınarak her türlü zorbalıktan kurtulurlarmış. Ancak aşk dedikoduları ve yapılan âlemler öyle bir hale gelmiş ki Vatikan burayı kapatmış, kızları ve hizmetçilerini evlerine göndermiş. Şimdi bu çok güzel mekânda 28 rahibe çok mütevazı bir hayat sürüyorlar. Fotoğraflar: HACER KARANLIK Çarmıha gerilen İsa’yı geri getirecek merdiven ve güneş. B VATİKAN’A İNAT ÇOCUKLUK 17. yüzyılda yapılan katedralin dışı İnka etkisi taşıyan taş oymalarıyla son derece çekici, ya içi?.. Şimdi hikâyeye başlayalım... Önce şunu söylemeliyim; yerliler ne yaparlarsa yapsınlar, kendi köklü uygarlıklarını İspanyolların inatla yaptırdıkları her katedrale taşımayı bir güzel başarmışlar. Girdiğim katedrallerin, kiliselerin içinde bebek İsa’nın kız gibi saçları uzun haline de, kapkara zenci yoldaş haline de rastladım. İçerilerde sadece flaşsız fotoğrafa izin verildiğinden ben de katedralin önünde duran seyyarlardan birkaç tuhaf Meryem ve İsa fotoğrafı aldım, görüyorsunuz. Bu katedralde iş daha da ileri gitmiş, İspanyollar Afrika’dan getirdikleri köle zencilere ve yerli halka şu duvarları boyayın, demişler. Zenciler ve yerliler ne yapmış? Dünyanın bütün çarpıcı renklerini kullanarak duvarları binbir çiçek, binbir böcek ve hayvan resimleriyle doldurmuşlar. Arada sevişen, koklaşan insanları da unutmamışlar. Yani cenneti çizmişler. Ama tam boya işinin bittiği günlerde Vatikan’dan bir dini heyet gelmiş ve duvarları görünce akılları uçmuş, bunların silinmesini ve yerine o karanlık, birbirinin aynı dini tabloların konulmasını emretmişler. Emir büyük yerden; hemen duvarlar örtülmüş ve kasvetli bir katedral binası ortaya çıkmış. Ama İsa’ya eşlik edenler içinde, gönlü ve görgüsü zengin rahipler de varmış, onlar bu güzel boyamalara kıyamamışlar, katedralde gizli bir bölme yaparak boyalı duvarların bir kısmını kurtarmışlar. Kurtarılan bölmeyi gezerken kendinizi sahiden cennette hissediyorsunuz. Tam bir cümbüş. Bu ülkede dolaşırken hep aklıma çocuklar ve devler geliyor. Çocuklar, İnkalar ve daha eski uygarlıklar oluyor, heykelleri komik, resimleri komik, İsa’ları, Meryem’leri komik. Ve devler gelmişler, çocukların oyun sahasını işgal ettikleri gibi, üstüne üstlük onları ciddi, ağırbaşlı olmaya zorlamışlar. Olmamış, bütün bu ülkelerde çocukluk devam ediyor, iyidir. Çoban İsa Peru Meryemi Zenci İsa DÜRÜS İNSAN ARANIYOR Manastırdan çıktık, bu kez Arequipa Katedrali’nin bulunduğu ana meydanda yürüyoruz. Katedralin önünde bir hareket var. Televizyoncular, insanlar, kendini sosyal savaşçı olarak nitelendiren Ricardo Arias Hurqa, orada açlık grevi yapıyor, Peru’da nisan ayında yapılacak seçimler için adaylar şimdiden belirleniyormuş. Ollanta adındaki sosyalistin bir adayının aday olmasını, merkezi hükümet bir nedenden engellemiş. Ricardo onun aday olmasını istiyor, bunun için grevde, o yorulduğunda açık grevine başka biri devam edecekmiş. Çünkü bu ülkede rüşvetin önlenmesi, hırsızlıkların bitmesi için, ruhunda millet sevgisi olan dürüst insanlara ihtiyaç varmış. Peruluların en çok yakındıkları gerçek, ülkede rüşvetin inanılmaz boyutlarda olması. Bunun önlenmesi için her yolu denemişler, 20. yüzyılın başlarında Peru’ya göç eden Japon asıllı birini bile başkan seçmişler. Hani Japonlar çok onurlu ve gururludurlar ya. Ama iş hiç de beklendiği gibi çıkmamış; en çok rüşvet, Japon asıllı başkan zamanında yenmiş. Adamı memleketine göndermişler, yardımcısı da şimdi hapisteymiş. Ricardo’ya adios deyip ayrılıyoruz. Peru’da bir İstanbul İ lk görenler koşarak gelip müjdeyi yaparak başlamış. Daha sonra Marmaveriyorlar.. Burada İbrahim adlı bir ris’te bir kebapçıda çalışmış, ardından KaTürk var ve ana caddede iki Türk palıçarşı’ya geçmiş, halı satmaya başlarestoranı. Biri fast food satıyor, diğeri mış. Yirmi bir yaşındayken Rusya’ya gitkerliferli bir restoran. Tabii bütün ekip miş ve resim satmaya başlamış. Daha sono gece İbrahim Şahin’in İstanbul lora İtalya’ya geçmiş, İtalyanca öğrenmiş ve kantasındayız. Türk mezelerinin yaiyi bir aşçılık okuluna gitmiş. Daha sonra nında, içinde deniz mahsulleri bulunan Almanya’da bir restoran açmış ve Perulu patatesli bir çorbayla başlıyoruz, artık karısıyla tanışmış. 1998 yılında da Pekimi alpaka eti yiyor, kimi lama eti. İbrahim Şahin ru’ya gelip ilk restoranlarını açmışlar. İşPeru’da yaşayan dört Türk vatandaşı ler iyi gitmiş, ikinci restoran açılırken İbravarmış. Biri İbrahim, ikisi İbrahim’in babası him babasından ve kız kardeşinden yardım isteve Lima’da bir restoran işleten ablası, biri de miş, onlar da kalkıp Peru’ya gelmişler. Melahat, bir Türk fotoğrafçısı. İbrahim bir anlatmaya Ferhat, Filize adlı üç çocuğu olan İbrahim’e bir ara başlıyor, bizim başımız dönüyor. İbrahim yaneden döner yapmadığını soruyoruz, ‘‘Bu lokantaman bir işadamı ve gözü kara biri, hem de da yok, ama aşağıdaki küçük dükkânda döner de çok kara. İbrahim, 1971’de Bulgaristan’ın var’’ diyor ve ardından ekliyor: ‘‘Bu dükkâna döHasköy kentinde doğmuş, orada aşçılık ner olmaz, buraya gelenler daha çok deniz mahsulü okuluna gitmiş ve Rusça öğrenmiş. O 17 yemek isterler, İtalyan mutfağından.’’ Yemeğin oryaşındayken aile Türkiye’ye, Adapazarı’na tasında İbrahim’in babası masaya geliyor, gelirken göç etmiş. İbrahim’in işe ilk, Adapazabize kuruyemiş getirmiş, ‘‘Kendi malınız gibi yiyerı’nda bir kebapçının yanında lahmacun bilirsiniz’’ diyor, ‘‘memleketten getirdim’’. Y A R I N : K R A L L A R I N S A Y F İ Y E S İ M A C H U P I C C I H U CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle