25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL AB’deki Gizli Girişimciler!.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden, hatta Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’ndan bile habersiz; yalnızca Başbakan’ın talimatı ve Dışişleri Bakanı’nın kişisel girişimiyle AB’ye iletilen bir öneriyi, Türk ulusu ne acıdır ki, asker ve sivil en üst düzey sorumlu ve görevliler de dahil olmak üzere, bir yabancının ağzından öğrendi!.. bu noktadan sonra geri adım atıyoruz. AB’ye girebilmek için Kıbrıs’taki çıkarlarımızdan ve Kıbrıs Türkleri üzerindeki koruyuculuk haklarımızdan vazgeçiyoruz. Artık ‘İki bölgeli, iki toplumlu, iki devletli Federal Kıbrıs’ tezini savunmuyoruz.” PENCERE Fethullah’ın Gazetesine Bak!.. Bizim dünkü gazetenin birinci sayfasındaki habere takıldım... Aktarıyorum: “Zaman’ın fazla tiraj oyunu!..” Söylemeye gerek var mı bilmem, Zaman ‘Saidi NursiFethullah Gülen’ ikilisinin gazetesidir... Neymiş Zaman’ın oyunu?.. ? Daha önce bu köşede yazıldı; ama, gerçeğin yinelenmesinde saymakla bitmez yararlar var... Zaman gazetesi 15 bin satıyor... Kimi zaman bu satış bilemediniz 20 bine çıkıyor... Olur a... Çok satmak şart değil... Az satmak ayıp değil!.. Ayıp ne?.. Ayıp olan Zaman gazetesinin bu gerçeği saklayarak satışını yarım milyondan fazla ilan etmesi... ? Oyun bu!.. Nasıl tezgâhlanıyor bu oyun?.. 1520 bin satan bir gazete nasıl yarım milyondan çok satışlı diye kendisini yutturmaya çalışıyor?.. Türkiye’nin her yanında gazete dağıtım şirketi bürolarına gelen Fethullahçılar her sabah Zaman’ı tomar tomar alarak kapı kapı bedava dağıtıyorlar... Peki, parası nerden bu gazetelerin?.. ? Şaka değil... Dünyada ve Türkiye’de hangi güç, ilansız reklamsız koskoca gazeteyi her sabah yarım milyondan fazla dağıtabilir?.. Nereden geliyor bu para?.. Yoksa Türkiye’den kaçarak ABD’ye yerleşen Fethullah Gülen banknot matbaası mı kurdu?.. ? ABC Tiraj Denetim Kurulu bir basın toplantısı düzenledi.. Başkan Yiğit Şardan dedi ki: “ Bizden tiraj denetimi isteyen bütün basın kuruluşlarına tiraj denetimi yapıyoruz. Şu zamana kadar denetleyemediğimiz tek kurum Zaman gazetesidir.” ? Herkesin bildiği gibi özgür gazeteden yoksun demokrasi olmaz... Partisiz demokrasi olmaz... Peki, partimizin gerçek yapısı, örgütlenmesi, asıl adı, sanı ne?.. Gazetemizin kimliği ne?.. Tarikat gazetesi!.. ? Bizim medya Allahlıktır... Ama, bu sıfat, bizim düpedüz dinci medyamızın Allah’a yönelik bir vicdana değil, nereden türediği bilinmeyen bir cüzdana sahip olduğunu gösterir. A Be Çocuk! HAKKINI teslim etmek gerekir: Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü dolayısıyla şimdiye kadar yapılmış konuşmaların belki de en iyilerinden birini yaptı. İçtenlikli, olayın niteliğine uygun, yazarlığın, daha doğrusu edebî yazarlığın ne demek olduğunu anlatan bir konuşma. Bir yandan romancı olmaya kararlı bir gencin “inat ve sabrını”, bir yandan da iki dünya arasına sıkışmış bir İstanbullunun her iki dünyaya karşı “aşk ve nefret” dolu romancılık macerasını tam bir çocuk saflığıyla, ama çok az kişinin becerebileceği bir ustalıkla dile getiren bir anlatım. Güzel yanlarından biri de, iyi İngilizce bilen bir yazarın, yabancı dille değil, kendi diliyle konuşmuş olması. “Böyle bir dil var ve bu dil nakış işler gibi titizlikle oluşturduğum en ince anlamları bile yansıtmaya elverişli bir dil” dercesine, onu hiç duymamış Viking kulaklarına yeni sesler duyurarak. İster istemez, Pamuk keşke sözcük seçiminde biraz daha dikkatli davransaydı, keşke dil konusunda çuvaldızla değil, yine nakış iğnesiyle kuyu kazmış olsaydı, keşke yazdığı metni iyi okumak için birazcık dram dersi alsaydı diye düşünmez misiniz? u noktada, Mustafa Kemal’in Rumeli ağzıyla başlayıp “A be çocuk, madem konuşmanın bir yerinde ‘Herkesin bildiği, ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmektir yazarlık’ diyorsun, o halde ‘bir buçuk milyon Ermeni ve otuz bin Kürt’ hikâyesine ne diye bulaşırsın?” demekten kendini alamıyor insan. Kim bilir, “zaman zaman aptallığa varan korkulara kapılmış büyük kalabalıklar”dan ve başka dünyalara karşı kendini “taşralı hissetme endişesi”nden söz edişi “Benim için artık dünyanın merkezi İstanbul’dur” noktalamanın ve konuşmayı anadilde yapmanın gerisinde hep o büyük yanlışı unutturma isteği yatmaktadır belki de. Pişmanlık mı, özür dileme mi, yoksa kendisine yakıştırılanı çürütme çabası, bir çeşit hınç çıkarma ve meydan okuma mı? ma Pamuk’a “A be çocuk!” ünlemiyle çıkışmaktan önce “A be çocuklar!” dedirtecek öyle insanlar ve hatta devletin yüksek yerlerine çıkmış öyle politikacılar var ki bu ülkede, onun o tek yanlışı devede kulak kalmakta. En son yaşanan “limanlar” olayı dünya çapında az buz rezalet midir? Kıbrıs gibi bir ulusal dava böylesine acemice yönetilir ve hele devletin resmi kuruluşlarını, askerini, yıllanmış diplomatlarını bir yana itip deneyimsiz Finlilerin ipiyle gayya kuyusuna inilir mi? “A be çocuklar, Avrupa arenalarında büyük dava savunmayı belediye çekişmelerinde üste çıkmış olmak kadar basit sanıp niçin koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmeye soyunursunuz?” diye haykırmak geçmez mi içinizden? O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU eçmişte “gizli diplomasi”, bir yöntem olarak devletlerarası ilişkilerde yer tutar; alınan kararlar ya da imzalanan anlaşmalar yıllar sonra gün yüzüne çıkardı. Örneğin; 1916’da, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Türk topraklarını paylaşmak için imzaladıkları “SykesPicot Antlaşması”, ancak 1917 Sovyet Devrimi sonrasında açığa çıkmıştı!.. Günümüzde artık bu yöntem geçerliliğini kaybetti. Çünkü evrensel demokrasi anlayışı, siyasal erk tarafından alınmış kararların ulus tarafından bilinmesini gerekli kılıyor!.. Ne var ki, uluslararası ilişkilerde gizli diplomasiden bugün vazgeçilmiş olsa da, yine de benzer yöntemlerin iç politikada uygulama alanı bulduğu; kendi ulusuna karşı gizli diplomasi yöntemi kullanan hükümetlerin var olduğu; 7 Aralık tarihli “AB Daimi Temsilciler Toplantısı”nda ortaya çıktı. Ulusal hak ve çıkarlarımızla bağdaşmayan bir kısım önerilerin, hükümet tarafından bu toplantıya götürüldüğü anlaşıldı!.. Tarihsel yanlışlar Toplantısı”nda yaptığı bir açıklamayla, Türkiye’yi ve AB üyesi ülkeleri konu hakkında bilgilendirdi!.. Belirsizlikler sürmekte!.. AB Dönem Başkanı; Türk Dışişleri Bakanı’nın önerilerini içeren bir mektuptan bahsederken, kimi çevreler bunu yalanlıyor... 1959 ve 1960 “Londra ve Zürih Antlaşmaları”na göre, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası hiçbir örgüte, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin üye olması olanaksızdı. Ne var ki Türkiye; hiçbir hukuki değeri olmayan ve de geçerliliği bulunmayan “Kıbrıs, Türkiye’nin AB üyeliği önünde engel teşkil etmeyecektir” türündeki diplomatik beyanlara gösterdiği kabulle, GKRY’nin AB üyeliğine karşı çıkmadı. Konuyu nedense “Uluslararası Lahey Adalet Divanı”na da götürmedi. Türkiye bir şekilde GKRY’nin AB’ye üyeliğine “evet” demiş oldu. Daha sonra “Gümrük Birliği Anlaşmasına Ek Katma Protokol”ü imzaladı. Tüm liman ve havaalanlarını, içlerinde GKRY’nin de yer aldığı AB’ye yeni üye olan 10 ülkeye açma taahhüdünde bulundu. Ve böylece elindeki kozları yitirdi. Bugünkü resim; bu iki temel yanlışın doğurduğu sonuçlar sonrasında ortaya çıktı... Kıbrıs’ta, “iki bölgeli, iki toplumlu, iki devletli federasyon”un gerçekleştirilebilmesi için temel koşul; önce GKRY’nin KKTC’yi tanımasıdır. Türkiye’nin 7 Aralık’ta AB’ye götürdüğü öneri bunu sağlamaktan uzaktır. KKTC’nin tanınmasını sağlamayan hiçbir girişim federasyona gidecek yolda sonuç getirmeyecektir. Gelişmelerin herhangi bir noktasında, eğer KKTC tanınmadan Türkiye GKRY’yi tanırsa, o zaman Ada’daki Türk askerî varlığının yasal zemini de kaybolmuş olacaktır!.. G Öneri ve içeriği Finlandiyalı Bakanın temkinli şekilde yaklaştığı ve yazılı teyit beklediği öneri; “Ercan Havaalanı’nın uluslararası trafiğe ve Magosa Limanı’nın doğrudan ticarete açılması karşılığında, Türkiye’den de bir havaalanının ve limanın Rumlara açılabileceği”ni içeriyor. Gelişme üzerine Finlandiya’nın başlattığı girişime göre, öneride yer alan uygulamalar sürerken Kıbrıs’ta BM çerçevesinde sürdürülecek çözüm çalışmaları 12 ayda, 2007 içinde tamamlanacak. Olaya doğrudan taraf olan ülkelerin kıymetlendirmesi şu şekilde: KKTC: “KKTC’nin varlığı kabul ediliyorsa bu öneri değerlendirilebilir.” Yunanistan: “Türkiye tüm limanlarını, AB’ye üye tüm ülkelere açmalıdır.” GKRY: “Ercan Havaalanı’nın uluslararası uçuşlara açılması hiçbir zaman kabul edilemez. Bu, Türk kesimini dolaylı olarak tanımak anlamına gelir.” Türkiye ise önerilerinin “tek taraflı ve koşulsuz” olduğunu belirtiyor. Yalnızca beklentilerini ifade ediyor ve bu girişimi, “birbiriyle uyumlu aynı dönemde gerçekleşecek bir hareket birliği” olarak tanımlıyor. Aslında bu girişimle, Türkiye’nin ulusal hak ve çıkarları tehlikeye atılmakta; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tanınabileceği, Londra ve Zürih antlaşmalarıyla Türkiye’ye tanınmış haklardan vazgeçilebileceği, Bu yolla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki (KKTC) TSK varlığına son verilebileceği, GKRY ve KKTC’den oluşacak “İki toplumlu, iki bölgeli, iki devletli Federal Kıbrıs” politikasından geri adım atılabileceği, dolaylı olarak kabul edilmiş olmaktadır. Bu öneriyi gündeme getirenler; Türkiye Cumhuriyeti’nin gelenekselleşmiş ulusal politikası dışında hareket ederek sorumsuzca attıkları adımlarla şunu söylemek istemektedirler: “Geçmişte bir yanlışlık yapıldı. Türkiye Kıbrıs’ta garantörlük haklarını kullandı. Fiili bir durum yaratıldı. Yeni bir sorun ortaya çıktı. Bu sorun Türkiye’nin AB’ye üye olmasını engelliyor. Biz B Gizli girişimler Birinci Dünya Savaşı sürerken, Akdeniz’de İngiliz gemilerinden kaçan Alman savaş gemilerini; Padişahın, Meclisin, Sadrazamın (Başbakanın), nâzırların (bakanların) haberi olmaksızın, Çanakkale Boğazı’ndan geçmelerine izin veren Harbiye Nâzırı (Savaş Bakanı) Enver Paşa, 10 Ağustos 1914 gecesi, Nâzırlar Heyeti (Bakanlar Kurulu) toplantısına gecikmeyle geldiğinde, gizli girişimini şöyle açıklamıştı: “Bir oğlumuz dünyaya geldi!..” Bizim de Birinci Dünya Savaşı’na girmemizle sonuçlanan bu gizli girişimin üzerinden yıllar geçti... Ve bu yöntem bugün yeniden gündeme geldi. Geçmişteki örneğinde olduğu gibi, yine ulusal hak ve çıkarlarımız bir kenara itildi. Son girişimin öncesinde belli oldu ki, geleneksel “GenelkurmayDışişleri” işbirliği zemini hükümet tarafından kasıtlı bir şekilde yok edildi. Ada’da 40 bin kişilik bir “Kolordu”su bulunan “Türk Silahlı Kuvvetleri” (TSK), değerlendirme düzlemi dışında bırakıldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden, hatta Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’ndan bile habersiz; yalnızca Başbakan’ın talimatı ve Dışişleri Bakanı’nın kişisel girişimiyle AB’ye iletilen bir öneriyi, Türk ulusu ne acıdır ki, asker ve sivil en üst düzey sorumlu ve görevliler de dahil olmak üzere, bir yabancının ağzından öğrendi. AB Dönem Başkanı Finlandiya Dışişleri Bakanı “AB Daimi Temsilciler Komitesi Gelinen nokta Başbakan, Dışişleri Bakanı, Başmüzakereci Devlet Bakanı; daha dün mikrofonlar önünde, kameralar karşısında Kıbrıs için ulusa vermiş oldukları sözü unutmuşlardır!.. Hükümet uluslararası ilişkilerde, başta AB üyeliği olmak üzere birçok alanda, Türk ulusundan gizli tutulan taviz hazırlıkları içinde olduğunu kanıtlamıştır!.. Hükümet Kıbrıs’taki ulusal hak ve çıkarlarımızdan vazgeçerken, bunun son taviz olmayacağı, başka tavizlerin de bunu izleyeceği anlaşılmıştır. Hükümet birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da yabancıların güdümü altında ve ulusal çizginin dışında kalmıştır!.. “Bugün Kıbrıs’ ta var olan barış ve özgürlük ortamı büyük bir mücadele sonrasında sağlanmıştır. Türkiye’de hiçbir siyasal yönetim, Kıbrıs’taki koşulların 1974 öncesine geri götürülmesi yolunu açamaz!.. Bu konuda söz hakkı olanlar varsa, onlar bu mücadelede can verip, şimdi toprağın altında yatanlardır.” A mumtazsoysal@gmail.com CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle