17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 ARALIK 2006 CUMARTESİ 8 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Atatürkİnönü Gerçeği... 3 Mart 1924’te kabul edilen üç büyük devrim yasası; halifeliğin kaldırılışı, öğretimin birleştirilmesi, şeriye ve evkaf vekâletinin kaldırılışından sonra İsmet İnönü daima bu üç yasaya en büyük bağlılığı göstermiş, harf devriminden sonra yaşamı boyunca Arapça yazmamıştır. İnönü’yü Atatürk’e karşıymış gibi göstermek hem Atatürk’e, hem İnönü’ye hem de Atatürk’ün liderliğinde İnönü’nün başbakanlığı sırasında onun dikkatli ve titiz uygulamalarıyla yapılan aydınlanma devrimimize karşı bir haksızlıktır. huriyetin ilanını bize sormadan danışmadan yaptınız, aceleye getirdiniz. Olmaz! Bundan sonra neler yapacaksınız.. rejimi hangi istikametlere götüreceksiniz bilmiyoruz. Birçok reformlar yapacaksınız, ıslahat yapacaksınız, ama bunların hepsini bir günde, üç senede, beş senede yapmak şart mıdır?” PENCERE Tüyler Ürpertici Bir Belge... Aşağıdaki ‘Pencere’ 17 Temmuz 2004 günü bu köşede yayımlandı, yazıda adı geçen kişi bugün Cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor... Hiçbir yorum yapmadan “Tüyler Ürpertici Bir Belge” başlıklı yazıyı yine yayımlıyorum: ? 21 Ağustos 2001 günü gazetelerin birinci sayfalarında Erdoğan’ın bir konuşması yayımlandı... Recep Tayyip’in söyledikleri ilginç!.. Madde madde diyor ki: 1) “Laiklik tabii elden gidecek..” “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, diye!.. Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek!.. Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?.. Bu ne menem şey?.. Çıkıyor İçişleri Bakanı, ‘Devlet dine karışır’ diyor. Eeee.. gerisini niye söylemiyorsun?.. Din devlete karışır demiyorsun!..” 2) “Laik ve Müslüman olunmaz..” “Hem laik hem Müslüman olunmaz.. Ya Müslüman olacaksın ya laik...” 3) “Egemenlik Allah’ındır..” “Ben Müslümanım, diyenin tekrar yanıma gelip bir de aynı zamanda laikim, demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı Allah kesin hâkimiyet sahibidir. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ lafı koskoca bir yalan!.. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.” 4) “AB’ye girmeyeceğiz..” “Avrupa Birliği’ne girmek için koşturuyorlar. Onlar da bizi almamayı düşünüyorlar. Eeee.. biz de girmemeyi düşünüyoruz. AB’nin asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birliği’dir.” 5) “Anayasayı sarhoşlar hazırladı..” “Kaptıkaçtı maptıkaçtı (Prof. Orhan Aldıkaçtı) anayasayı hazırlıyorlar, adamlar ayık kafayla hazırlamıyorlar bunu, sonra iki senede deliniyor.” 6) “Ümmetçilik tutar..” “Yahu bu milletin bütünlüğü ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı 30’u aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. Biz de inanç birliği ile tutacağız.” 7) “Terör Meclis’te..” “Terörü Cudi dağlarında arıyorlar, terör Meclis’in içinde!.. Orada halledilmeli!..” 8) “Doğumları kadın yaptıracak..” “Doğumevlerinde yalnız kadın doktorlar çalışacak!.. Öğretmenlikte yetişmiş başörtülü kızlarımız var, şimdi işe alınmayan bu başörtülü kızlarımız anaokullarında yavrularımızı yetiştirecek...” 9) “Hazmettirerek geliyoruz..” “Türkiye Cezayir olur mu, diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz. Allah’ın izniyle!.. Şimdi artık millet yalnız aktörleri değil, senaryoyu da değiştirmeye talip!.. Bu çalışmalarımız senaryoyu değiştirme çalışmalarıdır. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, bu mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar.” 10) “Kıyam başlayacak..” “Bir buçuk milyar nüfuslu İslam âlemi MüslümanTürk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor... Ayağa kalkacağız.. Işıkları göründü, Allah’ın izniyle kıyam başlayacak!..” ? Bugünkü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 1996’da yaptığı bu konuşma, 2001’de tüm gazetelerde yayımlandı; harfi harfine kanıtlanmış bir gerçek belgedir. Peki, Erdoğan değişti mi?.. Yoksa takıyye mi yapıyor?.. Başbakan’ın tutumuna bakarsanız bir değişiklik olduğu söylenebilir; AB’ye girmek yolunda dönüşüm var; ama, bir taktik mi, zaman kazanmak mı, “Nasıl olsa bizi almazlar” mantığı mı geçerli?.. Başbakan Recep Tayyip adına kimseye güvence verebilecek konumda değilim; bunu yalakaları yapıyorlar... Ancak şu söylenebilir: Erdoğan hiçbir zaman bir özeleştiri yaparak değiştiğini açıklamadı. Zaman ve İnsan YIL sona ererken “zaman” üzerine düşünceye dalmadan edemez insan. Saatler geçip mevsimler ve yıllar devrildikçe gelip gideni haince seyretmekle yetinen, istifini hiç bozmayan zaman. Saatlerin tıkırdayışından kalkarak türetilen “tıkır tıkır” sözü iyi işleyen bir düzeni mi anlatır, yoksa zamandaki bu zalimce aldırmazlığın sesi midir? amanın insafsızca gidişinde tutunacak bir şeyler arar insan. Tutunuşun kendi yaşamıyla sınırlı olduğunu bile bile. Belki de bu bilinçtir insanoğlunu ardında kalıcı bir şeyler bırakmaya iten: Çocuklar, yapıtlar, anıtlar, üretilen düşünceler, kubbelerde bâki kalacak sedalar. Böyle bir bilinç ve hiç dinmeyen tutunma isteği, en azından uzunca süre yaslanılabilecek bir dayanak aratır insana. Örneğin, sağlam bir toplum düzeni, güvenilebilir bir devlet. Galiba, bugünlerde gitgide zayıfladığı hissedilen, insanların zaman karşısındaki ezeli çaresizliğine yaşamla sınırlı günlük sıkıntıları ve kaygıları ekleyen, böyle bir dayanağın eksikliğidir. Kamuoyu yoklamalarında sokak güvensizliğinin, kapkaçların, tinerci korkularının öne çıkışında da bu yatıyor. üzün verici olan, devletin bu en alt düzeydeki güven yitirişini büsbütün vahimleştirici bir üst düzey yıpranışın varlığıdır: Kuralların ve kurumların sarsılması, en önemli mekanizmaların belirsizleşmesi, yani mekanik düzenekler gibi “tıkır tıkır” işlemesi beklenen süreçlerin kuşkulu duruma gelmesi. Şu Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin “sorun”a bakın. Sorun olması gerekiyor muydu? Ama, tek kişinin, yani şimdiki göreve geliş tarzı hâlâ tartışılan, hakkındaki soruşturma dosyaları bekletilen, cumhuriyetin nitelikleri konusundaki niyetleri kuşku uyandıran bir politikacının geleceğe dönük hesapları konusunda inatla sürdürdüğü belirsizlik, hiç sorun olmaması gereken bir konuyu bile sorunlaştırdı. “Böyle bir niyetim yok; devletin başına geçerek şimdiye kadar yapamadıklarımı yapmak gibi bir hesap içinde değilim” demesi mümkünken dememesi değil midir bu belirsizliği doğuran? imdi, bu yüzden bir hukuk tartışmasıdır gidiyor: Ünlü hukukçulardan yüksek yürütme ve yasama mevkilerindekilere kadar herkesi içine alan bir tartışma. Buna, pek yakında, düğümü çözecek yetkili makam olarak Anayasa Mahkemesi de sokulacak. Yıllarca karara bağlanmamış dava dosyalarına, arsa vaatlerine, gereksiz Latin Amerika gezilerine kadar uzanan söylentiler de gündeme getirilerek. Kısacası, yıpranmamış, didiklenmemiş, güvenilir olmaktan çıkarılmamış hiçbir şey kalmayacak. İnsanları saat tıkırtıları karşısında büsbütün zavallılaştırırcasına. Tarih içinde... İnönü “Herkes tarih içinde yerini muhafaza edecektir” bölümünde ise daha da açık konuşuyor. Şöyle ki: “Terakkiperver Fırka’nın kuruluşu, Atatürk’ün süratli icraatla nereye kadar gideceğinden ve ne şekilde bir otorite tesis edeceğinden korkulması üzerinden, onunla beraber çalışma imkânından ümitleri kesildikten sonra girişilmiş bir teşebbüstür. Zaman, bu ayrılığın zaruri olan üzüntü verici tesirlerini kendi ölçüsünde muhakeme etmiştir. Benim kanaatimce, fırka erkânının şahsi hizmetlerini, şahsi değerlerini, hakiki ölçüsünde değerlendirmiştir. Siyaset ayrılığının vukua getirdiği (ortaya çıkardığı) neticeler fikir ayrılığından, reformların tabiatından ve reformları tatbikteki (uygulamadaki) metot farkından, buna ayak uydurmak, hazmetmek istidatının (sindirmek yeteneğinin) zayıflığından olmuştur.” Bu alıntılar Akyol’un belirttiği gibi İnönü’nün Terakkiperver Fırka olayını siyasette olağan bir görüş ayrılığı olarak anlatmadığı ve devrim çizgisi içinde tarihi yerine oturtarak yargıladığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. İnönü’nün dediği gibi “Terakkiperver Fırka mensupları, reformcu kimselerdi, ama Osmanlı reformcusu idiler”. İnönü’nün 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyete yönelen saldırılara karşı çıkışı ilk kez CHP grubunda Rauf Orbay’a karşı olmuştur. Orbay bilindiği gibi Cumhuriyetin ilanına karşı çıkıyor, Cumhuriyeti “sorumsuz kişilerce düzenlenen bir yönetim biçimi” olarak niteliyordu. Cumhuriyet devrimine karşı çıkan Orbay ve arkadaşları (Karabekir ve Cebesoy) daha sonra Terakkiperver Fırka’yı kurdular. İnönü’nün Rauf Orbay ve arkadaşlarına karşı CHP grubunda yaptığı konuşma çok anlamlıdır. İşte birkaç paragraf: “Köklü bir devlet biçimi söz konusu olduğu zaman düşüncelerimiz ve dünyamız gizli kalmaz, gözetleyen bütün dünya vardır... Cumhuriyetin ilanı bir ulusun kutsal bir ülküsü, bir ateşi gibi ortalığı sarar.” Orbay’ın Halife Abdülmecit’i ziyarete gitmesine karşı da şunları söylüyordu: “Halifeyi gidip görmek halifelik sorunu ile ilgilidir... Hiçbir zaman unutmayınız ki halife orduları bu ülkeyi baştan başa örene çevirmişlerdi... Türk ulusu en büyük acıları halife ordusundan çekmiştir, bir daha çekmeyecektir.” 3 Mart 1924’te kabul edilen üç büyük devrim yasası; halifeliğin kaldırılışı, öğretimin birleştirilmesi, şeriye ve evkaf vekâletinin kaldırılışından sonra İsmet İnönü daima bu üç yasaya en büyük bağlılığı göstermiş, harf devriminden sonra yaşamı boyunca Arapça yazmamıştır. İnönü’yü Atatürk’e karşıymış gibi göstermek hem Atatürk’e, hem İnönü’ye hem de Atatürk’ün liderliğinde İnönü’nün başbakanlığı sırasında onun dikkatli ve titiz uygulamalarıyla yapılan aydınlanma devrimimize karşı bir haksızlıktır. Z Alev COŞKUN S H Ş [email protected] on yıllarda, Ulusal Bağımsızlık Savaşımızın efsanesini yıpratmak için türlü yollar deneniyor. Cumhuriyetin ilanında demokratik yöntemler kullanılmadığı gibi siyaset bilimi ve yakın tarih açısından gülünç savlar öne sürülüyor. Yeni bir yaklaşım da Atatürk’le İnönü’yü sanki zıtmış gibi; İnönü’yü Atatürk’ün yaptıklarına karşıymış gibi göstermek... İnönü’nün yeniden yayımlanan Hatıralar’ı ile karşılaştırılmalı okunacak Nutuk’un değişik anlayış ve yorumlar yaratacağı ileriye sürülerek devrimin bu iki büyük lideri arasında fikir ayrılıkları varmış izlenimini yaratmak... Öncelikle, Atatürk’le İnönü arasında savaş cephelerinin gerçekçi ve sert havasının yarattığı ve yıllara dayanan güvenin oluşturduğu çok ciddi ve köklü bir arkadaşlık olduğunu belirtmeliyiz. Atatürk’le İsmet İnönü arasında askeri görevler sırasında oluşan, güvene dayalı bu köklü askerlik arkadaşlığını bilmeden yapılacak değerlendirmeler yanlış olur. İlk kez Diyarbakır’da karşılaştılar. Atatürk Kolordu Komutanı, Albay İsmet Bey Ordu Kurmay Başkanıydı. Atatürk’ün üst Komutan olarak İsmet Bey’e verdiği sicilden alınan aşağıdaki cümleler anlamlıdır: “Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli... Askerliğe ilişkin değerlendirmesi güzel ve kapsamlı. Orduda ve memlekette üstleneceği önemli vatan görevlerinde ve hizmetlerinde kendisinden büyük hizmetler beklenir.” Diyarbakır’dan sonra Suriye’de yine cephede buluştular, bu kez Mustafa Kemal ordu komutanı, İsmet Bey onun emrinde kolordu komutanıydı. Birbirini çelik iradelerin oluştuğu savaş meydanlarında tanıdılar. Geçen hafta, İnönü’nün 33. ölüm yıldönümünde basında çıkan yazıları dikkatle okudum. Milliyet’teki yazısında Sayın Taha Akyol İnönü’nün Hatıralar’ına gönderme yaparak Terakkiperver Partisi olayını şöyle yorumluyor: “İnönü ise elbette Atatürk’ün çizgisini savunuyor, ama Terakkiperver olayını siyasette olağan bir siyasi görüş ayrılığı olarak anlatıyor.” (25.12.2006) İnönü’nün anıları Bu yorumla, Terakkiperver Partisi olayı demokratikleştirilmek istenirken kanıt olarak da İnönü gösterilmek isteniyor. Oysa İnönü’nün anılarında Terakkiperver Fırkası’na ayrılan bölüm dikkatli okunursa hiç de böyle bir yorum ve izlenim ortaya çıkmıyor. İşte sözü edilen bölümden bazı cümleler: “Terakkiperver Fırka henüz kurulmamış, fakat muhalifler her vesile ile hükümetin icraatı üzerinde mütemadiyen (sürekli olarak) şikâyet ediyorlardı.” “...Hakikaten yoruldum. Geçen sene zarfında Ankara’nın hükümet merkezi olması, Cumhuriyet meselesi, Hilafet meselesi, eski arkadaşların yarattıkları me seleler beni çok yordu ve bütün bu işler karşısında İstanbul basını ve İstanbul entellekti toplu olarak ve sebatlı olarak İsmet Paşa ile uğraştılar. Münakaşalar Atatürk ile çıktı, devam ederek iyi bir taktikle benim üzerimde toplandı. İsmet Paşa meselesi haline getirildi.” “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası teşekkül ederek (oluşarak) Meclis’te çalışmaya başladı... Ama basında inkılaplar aleyhine devam eden mücadeleler kesilmemiştir. Bu mücadele, bir ölçüde bütün memlekette devam ediyor.” İsmet İnönü “Hatıralar”ının Terakkiperver Fırkası’nın kapatılması bölümünde ise şunları yazıyor: “Yakalanan asilerin muhakemesi esnasında Şark İstiklal Mahkemesi dini propaganda ve tahriklerle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı irtibatlı (bağlantılı) görerek fırkanın kapatılmasına karar verdi. Siyasi hayatın tatbikatı (uygulaması) şimdiki kadar uzun tecrübelerden geçmiş değildi. Esasen bizim siyasi bünyemize eskiden beri şu hastalık arız olmuştur: Muhalefette veya iktidarda bulunanlar, kendisi şahsen geniş yürekli ve serbest fikirli olsa da din cereyanlarından istifade etmek imkânı bulunursa, teşkilatıyla, maiyetiyle siyasi bir menfaat olarak, muvakkatten (geçici) diye, belli bir merhaleyi (aşama) geçinceye kadar diye ondan istifade (yararlanmaya) etmeye kalkar. Kültürü buna müsait bulunmayanların bile bu sakat meylini (yönelişini) yenmek mümkün olmuyor... Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında bulunan ‘Fırka efkar ve itikadatı diniyeye hürmetkârdır’ sözü büyük reformlar ve inkılaplar yoluna girmiş olan Atatürk idaresi ve halk partisi iktidarına karşı muhafazakâr bir zihniyetin ifadesi olarak görünüyordu. Halbuki memleket, o günlerde irtica tahrikine karşı her zamandan fazla hassas bulunuyordu... Şeriat isteği yaygın bir şeklindeydi. Terakkiperver Fırka erkânı, reformcu kimselerdi, ama Osmanlı reformcusu idiler. Ben dahil hiçbirimiz reformculukta Atatürk metotlarını daha önce görmüş, düşünmüş, benimsemiş değiliz. Atatürk metotları meydana çıkınca ben sükunetle vaziyeti mütalaa ederek (durumu değerlendirerek) halin, zamanın tedbirleridir diye düşünmüşümdür. Atatürk’le konuşmalarımızda, yapılabilirse bu şimdi yapılır, dediği zaman benim inanmam, ötekilerin korkması... Farkımız bundan geliyor. Halbuki zamanda farklıydı. Atatürk ile aralarındaki ölçüler de farklıydı. Beraber bulundukları bir işten çıkıp dışında kalarak, onun cereyan tarzını takip etmeye istidatları (yetenekleri) zayıftı. Terakkiperver Fırka’yı teşkil ettiler. Kendilerini bu yola sevk eden ve sonra ihtilafa (sorun) vardıran endişeyi şöyle izahat ediyorlardı: Cum Köyden Kente Göç... Saim CANATAN İşletme Ekonomisti yönden uyum sağlayamadığı için de birçok sorunlarla beraber yaşıyor... Bundan böyle de toplumda beraber yaşadığı insanlara da, sorunlar yaşatıyor. Peki!.. Bu göçler niye oluyor?.. Niye insanlar akın akın kentlere geliyor?.. Tanıyı iyi koymakta yarar var. Görüşüme göre; bunun öncelikli ve büyük nedeni tutumsal ve de yaşam sorunları... Doğduğu, büyüdüğü, havasına suyuna alıştığı topraklardan; ülkemizde bilinçli olarak dış büyük sermaye güçleri tarafından uygulanan, daha doğrusu uygulamaya zorlanan, IMF ve Dünya Bankası dayatmaları ile yok edilmeye çalışılan hayvancılık ve tarım politikaları nedeniyle, iş bulamayan, karnı doymayan bu insanlar bir umut uğruna çok istekli olmadan kentlere kendilerini atıyor... Sorunlar; hem kendisi yönünden, hem yaşadığı ortam yönünden birbiri arkasına geliyor... Paylaşımcı, ulusalcı, destekçi, koruyucu, eğitici ve yol gösterici (AB ülkeleri toplam yıllık 50 milyar dolar ve ABD ise kendi çifçisine 80 milyar dolar destek verirken, bizler 3.5 milyar dolar olan desteği, 1.5 milyar dolara indirmiş bulunuyoruz... O da tarlası olan kalburüstü çiftçiye... Küçük çiftçiye yine bir şey yok...) bir tarım ve hayvancılık plan ve programımız olmazsa (gel de ağlama... 1950 yıllarında Demokrat Parti tarafından kaldırılan Köy Enstitüleri’nin arkasından) bu sorunlar artar eksilmez... Tarım ve hayvancılığımız, günden güne geriler, dolayısıyla bir tarım ülkesi olan (nüfusun yüzde 3540’ı halen tarımla uğraşıyor) ülkemiz tutumsalı geriler ve de borç batağında bocalar dururuz. H er yıl İstanbul iline bir Eskişehir ili ekleniyor, yani her yıl İstanbul’a Eskişehir nüfusu büyüklüğünde bir insan göçü oluyor... Diğer illerimiz de buna yakın insan göçü ile karşı karşıya... Örneğin, Ankara, İzmir, Antalya, Adana ve diğerleri... Hiç düşündük mü?.. İnsanlar, doğdukları, büyüdükleri ortamdan çıkıp aş ve iş için bu büyük kentlerin çerve kondularına, çok zor olanaklarda ve ortamlarda yaşamak üzere geliyor... Sonra eğitim ve yaşam düzeyinin düşüklüğüne, tutumsal yaşamın bozukluğu ve kendi yaşam kültürlerinden ayrılışın burukluğu da eklenince, ortaya çok üzücü bir tablo çıkıyor... Hatta potansiyel suçlular çıkıyor.... İşsiz, aşsız, eğitimsiz bu insanlar; toplumda mutsuz ve umutsuz oluyor; dışlanıyor, tinsel ve toplumsal KOOPC VARAN’S RESTAURANT’DA 2007’ye birlikte adım atalım... Her yıl olduğu gibi bu yılbaşında da KoopC ortakları ve Cumhuriyet okurları Varan’s Restaurant’ta yeni yıla birlikte girecekler... SON DERECE ZENGİN MÖNÜ * Bol meze * Yılbaşı hindisi ve çeşitli yemekler * Çeşitli meyveler ve tatlılar * Limitsiz yerli içkiler * Sabaha değin müzik ve eğlence KİŞİ BAŞI 85 YTL, LÜTFEN YER AYIRTIN İletişim: 0212 291 89 82 83 / 0532 325 85 90 Varan’s Restaurant: Ataköy Marina (Deniz Otobüsü yanı) Sahilyolu, BakırköyİSTANBUL Kurban Bağışlarınız İlim Yolunda İhtiyaçlı ve çalışkan öğrencilere burs ve yardım Yüksek Öğrenim Eğitim ve Araştırma Vakfı Seheryıldızı Sokak, 22/11 Etiler İstanbul Anadolubank Etiler Şubesi, İstanbul YTL hesabı 9300 80538 1 $ US hesabı 9300 80536 2 24 saat telefonla bağış alınır. Tel: + 90 212 352 65 59 / 270 91 87 / gsm: 0 533 714 20 60 Esas: 2003/57 Karar: 2005/498 Davacı Arif Şenol Şenel vekili Av.Tayfun Kardeş tarafından davalılar Emel Yıldırım Halil Akbaş ve Salih Osman Kolat ve ortakları Komandit Şirketi aleyhine Üsküdar, Doğancılar Belediye Önü Sok. Çınar Apt. A Blok D. 3 adresindeki binadaki merkezi ısıtma sisteminden ferdi ısıtma sistemine geçilmesi hakkında açılan kat mülkiyeti davasının karar aşamasında verilen karar gereğince; Adlarına tebligat çıktığı halde adreslerinde bulunmayan ve yaptırılan emniyet tahkikatında da adresleri tespit edilemeyen davalılar EMEL YILDIRIM, HALİL AKBAŞ ve SALİH OSMAN KOLAT KOMANDİT ŞİRK. ORTAKLARI dava dilekçesinin ve gerekçeli mahkeme kararın ilanen tebliğine karar verilmiş olmakla; Davalılar Emel Yıldırım Halil Akbaş ve Salih Osman Kolat Komandit Şirketi ortakları dava dilekçesinin ve gerekçeli mahkeme kararı yerine kaim olmak üzere HUMK’nin 509 ve 511. maddeleri delaleti ile 213 ve 377. maddeleri uyarınca ilanen tebliğ olunur. 27.11.2006 (Basın: 64605) ÜSKÜDAR 1. SULH HUKUK HAKİMLİĞİ’NDEN CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle