Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 30 ARALIK 2006 CUMARTESİ 20 Yorumcular Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda üçte iki çoğunluk koşulunun aranması, bunun bulunamaması halinde Cumhurbaşkanı seçiminin kilitleneceği, dolayısıyla genel seçim yolunun açılacağına ilişkin anayasa yorumuna iki tür hukukçu karşı çıkıyor. Birileri var ki, onlar bildikler... Eskilerin deyimiyle “müptezel” olanlar. Üzerlerinde durmaya değmez. Asıl değinilmesi gerekenler diğerleri... Son yıllarda “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti”nin altı inceden inceye oyulurken görmezden gelen, hiç konuşmayan, sus pus oturan, oturduğu yerden kime, niçin kızdığı, küstüğü belli olmayan, bir an için bile akıllı uslu düşünebilseler içten içe kabarttıkları nedensiz ve yersiz öfkelerinden utanç duyacak olanlar ekranlara çıkıyor, gazetelere demeç veriyor, Sabih Kanadoğlu’nun tezini çürütmek için adeta canla başla yarışıyorlar. Yakında, çok yakında üniversiteleri medreseleşmiş ulemaya danışılan bir ülkede “en nesnel olma görüntüsü veren eski Türkiye Cumhuriyeti anayasa hukukçusu” olarak anılma peşindeler herhalde... Ah Bahri Savcı’lar, ah... Ah Muammer Aksoy’lar, ah... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Ödenecek Borç Unutmayınız, anımsayınız... Bırakın Cumhurbaşkanı olmayı, milletvekili bile olamıyordu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), TCK 312/2’den hüküm giyenin milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle 2002 seçimlerine sokmamıştı. Seçimlerde, seçmenin yüzde 25’inin oyuyla parlamentodaki sandalyelerin yüzde 66’sını ele geçirdi. Hiçbir sıfatı olmadan Amerikalara gitti, pazarlıklar yaptı. Döndü; önce milletvekili, ardından da Başbakan olma çarkını çalıştırdı: Hukuk kanırtılacak, kişiye özel anayasa ve yasa değişiklikleri yapılacak, seçilme yeterliliğini engelleyen bir suçtan sabıkalının milletvekili seçilmesine olanak tanınacaktı. CHP lideri Deniz Baykal, konuyu üstüne vazife edindi: “Bizim sözümüz var siyasi engellerin kaldırılması için. Sözümüzü tutacağız. Bu konudaki anayasa değişikliğine destek olacağız. AK Parti’nin de dokunulmazlığın kaldırılması konusunda 65 milyonun önünde televizyonda verilmiş sözü var. Umarım onlar da sözünü tutacaktır. Onun da kaldırılması için umarım üzerlerine düşen görevi yapacaklardır. İkisi bir arada yapılsın istiyoruz. Ama arkadaşlarımızın acelesi, telaşı varsa onu hemen daha sonra ele alırız diyorlarsa onlara biz peşin ödeme yapıyoruz. Biz, siyaborçludurlar. Borçlu olduklarını bilmelidirler. Sözlerini tutmalıdırlar. Hem millete sözleri var, hem bana borçları var artık. Onu en kısa zamanda ödemek durumunda olacaklardır diye düşünüyorum. Onlara da güveniyorum, inşallah en kısa zamanda ödeyeceklerdir. Bunu bekliyorum.’’ (3 Aralık 2002) Deniz Baykal’ın desteği ile “arkadaşlar”ın telaşı giderildi, anayasa değişti, yasalar değişti. Şu tesadüfe bakın ki, YSK tam da o sırada, Siirt’in Pervari ilçesi Doğanköyü’nde toplam 706 seçmenin kayıtlı olduğu 17, 18 ve 19 numaralı sandıklarda, sandık kurulları usulünce oluşturulmadığı için oy kullanılamadığı gerekçesiyle, Siirt’te 3 Kasım’da yapılan milletvekili genel seçiminin yenilenmesine karar vermiş, CHP milletvekili Ekrem Bilek, AKP milletvekili Mervan Gül ve bağımsız Fadıl Akgündüz’e ait milletvekili tutanaklarını da iptal etmişti. Siirt’te kişiye özel seçim yapıldı, milletvekili oldu, Başbakan oldu. Şimdi sıra Cumhurbaşkanlığı’nda... Cumhuriyet ilkelerine yönelen eylem ve söylemlere; yolsuzluk, usulsüzlük ve dokunulmazlıklara gelince... Bu konularda hem millete sözleri hem de Deniz Baykal’a borçları var. Telaş etmeyiniz. İnşallah, en kısa zamanda ödeyecekler... Noel Savaşı... Fransızların “creche” (kreş) deyimiyle andıkları, “küçük Noel heykelcikleriyle” tanıştığımda ikiüç yaşlarında olmalıydım. Üst kat komşumuz Madam Haralambos, her Noel’de, şöminenin üstünde bir “kreş” kurardı. Ahır içinde birkaç küçük koyun... Üç kral, saman, bir beşikte yeni doğmuş bebek, bebeğin hemen yanıbaşında ellerini göğsüne kavuşturmuş başörtülü bir kadın ve de huşu içinde kadınla bebeğe yönelen bir adam... Madam Haralambos, hiç ihmal etmediği “Noel baba hediyelerini” bana uzatırken, bu heykelciklerin öyküsünü de teker teker anlatırdı: Adam Yusuf, kadın Meryem, küçük bebek de yeni doğmuş İsa’ydı... Gökyüzünde bir yıldızı izleyerek ahıra koşan üç kral, hediyelerle İsa’nın doğumunu kutlamaya gelmişlerdi... Madamın âdetlerinin bizimkilerden farklı olduğunu ben böyle daha hayata adım atarken öğrenmiştim. Onun evinde “kreş” ve “Noel Baba hediyeleri” vardı; bizimkinde yoktu. Buna karşın bizim evden de üst kata mütemadiyen börek, çörek, tatlılar gider; yılbaşı, bayram, paskalya... İki kat arasında hiç bitmeyen bir “ikram trafiği” yaşanırdı. Bazı öyle lezzetler vardı ki, tümüyle yalnız Madam’ın dünyasına aitti. Haralambos’ların mahlepli çörekleri örneğin, bizim evde yapılmazdı. Ne zaman hâlâ mahlepli bir kurabiye yesem, Madam ve Mösyö Haralambos’la kızları Elsa’yı hatırlarım... Benim gibi, İstanbul’un “çok dinli ve çok kültürlü mahallelerinden” birinde dünyaya gözlerini açan bir çocuk için bu iç içelik muazzam bir “zenginlik” demekti. Rum ve Ermeni komşularıyla asırlarca yan yana yaşamış tüm Türkler, bu “zenginliğin” değerini bilir, abuk sabuk polemiklerle birbirinin bayram keyfine kimse limon sıkmazdı. Bizim, bir zamanlar böyle büyük doğallıkla, hatta coşkuyla yaşadığımız bu olağan “birlikte yaşama kültürü”, Avrupa ülkelerinde şimdi acayip tartışmalar, restleşmeler ve hatta yepyeni bir savaşa dönüşüyor. Bu yakası açılmadık savaşa bir ad kondu bile: “Kreş” ya da kestirmeden “Noel savaşı!” deniyor buna. “Müslümanları rencide etmemek için vitrinlerden ‘kreş’ süslemelerini kaldırdığı” iddia edilen büyük mağazalar mı istersiniz, “Müslüman çocukları dışlamamak” adına “Noel şarkılarının yasaklandığı” söylenen okullar mı? si yasakların kaldırılması için anayasa değişikliği konusunda ilk adımı atıyoruz. Onlar artık Bahtı Kara Ankara Ankara’nın ciğerleri deşildi, yüreğine kazma vuruldu, altı üstüne getirildi. Başkent fare dehlizine, köstebek yuvasına döndü. En son Atatürk’ün kendi elleriyle çizdiği bulvar tanınmaz halde. Ne yazık, kimse çıtını çıkarmıyor, çıkaramıyor. Niye? Datça’dan Yalçın Uysal, “13 yaşından beri fabrikalarda çalışmış, 1718 yaşlarında sendikal mücadeleye katılmış bir işçinin, içinde yaşadığımız bunalımlı dönemde düşüncelerini bilmek istiyorsanız, okuyunuz” üst notuyla göndermiş yazısını: “Bizleri kurtaracaklarını söyleyen, anlı sanlı aslanlardan ‘Gelin gidelim… Yenelim!’ sözünü duyuyoruz. ‘Nereye?’ Lafın gelişi, ‘Spor yapmaya’ diyorlar… Spor yapmaktan, sağlıklı yaşamı anladığımızdan ve Atatürk’ün ‘Sağ lam kafa, sağlam bedende bulunur’ özdeyişini bildiğimizden, aklımız pek yatmasa da, sporcular kervanına katılıp yürüyoruz…Yürüyüşe katılanlar arasında Kırkpınar pehlivanından futbolcusuna; tenisçisinden basketçisine her tür sporcu var! Spor yapacağız ya! Ancak, spor yapmayı isteyenler sahaya indiklerinde, uyumsuzluk, kendini hemen gösteriyor. İlk tepki, yüzücülerden geliyor. Bir bakıyorlar, görünürde su falan yok… Çim sahaya uza Spor Yapmaya Devam nıp sürünecek halleri yok ya! Su koyverip, çekip gidiyorlar… Çim saha, futbolcularla pehlivanlara uygun görünse de, bu iki spor dalının disiplinleri birbirine benzemediğinden, pehlivan ‘Hayda bre pehlivan’ diyerek futbolcuya çift daldığında işler karışıyor… Bu görüntü de, milleti spor yapmaya çağıran ‘aslanlar’ı kendi aralarında tartışmaya itiyor. Biri, ‘Adama çift daldı, böyle şey olmaz’ derken, öteki ‘Ne yapacaktı yani? O pozisyonda künde atamazdı ki’ diye çıkışıyor. Kısacası, marşlar söyleyerek spor yapmaya geldiğimiz sahayı, ana baba gününe çeviriyoruz. Düşünülen şey, uygulamada gerçekleşmiyor. Böylece, ‘Niyazi’ olmamamız için, bizleri spor yapmaya çağıranların, ilkin hangi sporu yapacağımızı açıkça belirlemeleri gerekiyor.” Yalçın Uysal’ın sorumluluk duygusu yüksek yurttaşlara bir önerisi var: “Yenmek için takım halinde spor arenalarına çıkacağımızdan hiç kuşkunuz olmasın. Ama şimdilik, kendi kendinize de olsa, spor yapmaya devam edin…” Çevre Politikaları ve Siyasi Partiler TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU 2006 yılının son ayında “Hindistan’ın Ganj Nehri deltasında bulunan 2 adanın sular altında kalması” rastlantı değildir. Sıcaklık artıyor, sular yükseliyor, buzullar eriyor. Özellikle 1965 yılından bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde doğal felaketlerle birlikte, fiziksel, biyolojik, ekonomik ve sosyal değişiklikler son derece belirginleşti. Bu durum dünya siyasetçilerini de hareketlendirdi. Ekosistemle ilgili yatan tehlikeyi görebilen çoğu ülke, araştırmalarına hız verdi. Artık pek çok dış ülkenin muhalefet ya da iktidar partilerinin, ülkeleri için netleştirdikleri programların büyük kısmını “çevre politikaları” oluşturmaktadır. Ülkelerindeki çevre politikaları çalışmalarına yön veren bazı araştırmacılar, ayrıca gelişmekte zorlanan ülkelerle ilgili de araştırmalar yapıp öneriler sunabilmektedirler. Her ne kadar artık ülkemizde, dış rüzgârlarla gelen önerileri süzmeden almamak yönünde, akıllar başa gelmeye başladıysa da, ardında canavarlar yatmayan doğru bilgilere kulak vermemizde yarar var. Bu bağlamda yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmacılar arasından, Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü Genişleme Birimi Başkanı Claude Rouam’un incelemesini önemsediğimiz için aktarmakta yarar görüyoruz. ??? Rouam, çevre mühendislerimizle ilgili konuda, özetle şöyle diyor: “Türkiye’de, çevre mühendisi olanlar için üç alan görüyorum. Bunlardan birincisi, Çevresel Etki Değerlendirme’dir. Bu, altyapı yatırımlarının temelini oluşturur. İkincisi, Eko Dizayn’dır. Bu da çevreye zarar vermeyen ve çevreyle uyumlu ürünlerin tasarlanmasında aktif rol oynar. Üçüncüsü, doğal enerji kaynaklarının korunması yönünde, kent düzenlemelerinde gerekli müdahalelerin yapılması.” Bunları yayıp anlatarak çevre mühendisliğinin Türkiye için ne kadar geleceğe yönelik değerlendirilmesi gereken meslek grubu olduğunu ortaya koyuyor. Söylenenler çok yerinde. Aslında, ülkemizde eksik olan ve üzerinde durulması gereken önemli bir alan. Ama bunca yıldır bu olgu hiç düşünülmediği içindir ki ne bu meslek grubu yönlendirilip geliştirilebiliyor ne de doğal kaynaklarımızı koruma, kullanma, geliştirme ve denetleme görevleri yerli yerine oturtulabiliyor. 2007 yılına girerken manşetlere giren kara haberleri izlediğimizde... 24 yıldan bu yana, tüm tepkilere rağmen hâlâ çevreye kükürtdioksit gazları savrulan; köy baraj suyunda kadmiyum, cıva vb. ağır metallerin yoğunlaşmasına yol açılan Yatağan Termik Santralı’nın filtresiz çalıştırılmasından söz ediliyorsa; Pendik’te bir araba hırsızı, çaldığı arabadaki radyoaktif “iridyum 192” maddesi içeren “gamagrafi” aracının üzerindeki “ölüm tehlikesi” işaretini fark edip de arabayı terk etmeyi akıl edebiliyor ve buna karşın hâlâ ilgili ve sorumlu kurumlar, iç içe olduğumuz tehlikeler önünde, kaçırdıkları ipin ucunu bulmakta geriden geliyorlarsa, bu düzenin ortak eksenine yapışmış olan yeni dünya siyaset düzlemi konusunda kendilerini yenileyemeyen siyasi partileri sorgulamak gerek. ??? İktidarıyla, muhalefetiyle 51 partiye, siyaset anlayışları içinde “çevre, ekoloji ve yaşanabilirlik konularının ne şekilde yer aldığı” sorulduğunda, çok acıdır ki pek çoğundan bilimsel, toplumsal ve doğal varlıklardan yana, ne bütünleyici bir siyaset ne de titiz bir araştırma ve üretkenliğe dayalı bir yanıt alabilmekteyiz. Çoğu partinin, kenara itip de yan bir konu ya da uvertür olarak gördükleri çevre konusuna, siyasetleri bütününde yer verememiş olduklarını görüyoruz. ABD’den, AB’den bağımsız bir ülke için yola çıkan partilerin de bütüncül çevre politikalarına, “mevcut sistem öğretilerinin” dışında, araştırıcı bir titizlikle yaklaşamadıklarını, kulaktan dolma ve naklen söylemler içinde olduklarını, üzülerek izlemekteyiz. Örneğin, yabancı araştırmacının bile gözünden kaçmayan, üzerinde araştırma yaptığı konuyla ilgili olarak merak ediyoruz: İktidara gelmeye aday bir parti, bunca çevre mühendisini nasıl ve nerede, amaca uygun değerlendirecek? Bunun için üzerinde çalıştıkları bir projeye sahipler mi? Tabii bu, siyasi partilere çevre politikaları konusunda sorabileceklerimizden sadece biri. Şunu belirtmeliyiz ki seçim sınavları artık daha zor. Partiler derslerini, farklı bir yöntemle iyi çalışmak durumundalar. Son günlerde pek çok tartışılan, acaba seçimlerde hangi partiye oy verirsek yaşanan çıkmazların önünü açabiliriz sorusuna, çoğu yurttaş gibi biz çevreciler de yanıt bulamıyoruz. Böyle bir soru bize sorulduğunda, doğrusu, 51 partiden 1’ini dahi “İşte bu parti” diye işaret edemediğimizi görüyoruz. Oysa bunun tersini yapabilmek isterdik. Neden böyle? Çünkü ülkemizde partiler, mevcut sistemin bozulmuş damgasını sinelerine öyle bir gömmüşler ki yeni dünya düzeni için özgün bir üretkenlik yapma değişimini göze alamıyorlar. Dünyanın en çok önemsediği çevre politikalarını sadece geriden izlemekle yetiniyorlar. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr “Noel elden gidiyor!” Tuhaf polemik önce, “Rinascente”, “IKEA” gibi büyük mağazaların “İsa kreşlerini”, vitrin ve de raflardan ”politically correct”, siyaseten doğru politikalar adına kaldırdığına dair çıkan söylentilerle başladı. Papa “Noelimizi söndürüyorlar!” yaygarasıyla ortalığı ayağa kaldırdı. Muhafazakâr birkaç parlamenter de “IKEA’yı boykot çağrısı” yaptı. İsveçli “IKEA”: “(Katolik ve Ortodoks geleneği olan) bu âdet İskandinavya’da olmadığı için, biz hiç ‘kreş’ satmadık ki!” türü açıklamalarla savunmaya itilirken konuyu İslamın “karikatür ve opera (İdonemeo) krizlerine” eklemleyen medya, sansasyonla birinci sayfalara taşıdı. İktisatçılar ve sosyologlar, “İsa, Meryem, koyun, çoban... Noel’in ‘dini bayram’ kıvamında yaşandığı ‘50’lerden kalma ‘demode’ simgeler” dediler: Sekülerleşme ile birlikte, ‘Noel’, ‘ışıltılı tüketim kültürüyle’ özdeşleştirilen keyif, haz, görkem, ışık, pazarlama ve yılbaşı süsleriyle eşleşmiş, işi boşalmıştı. Kimse evinde artık, nereye kaldıracaklarını bilemedikleri kasvetli heykelcikleri istemiyordu. Sorun Avrupa’nın Müslüman azınlıklarından değil, arztalepten kaynaklanıyordu. “Yılbaşı ağacının” da, “sekülerleşme ve kapitalizmle özdeşleştirilen”, “laik bir sembol” olduğunu böylece öğrenmiş olduk. “Kreşimizi isteriz!” kampanyasıyla yeri göğü inleten “Hıristiyanlar” için, “ağaç” hiçbir anlam ifade etmiyordu! Dini çağrışımlarını yitiren “küresel Noel ve yılbaşı gerçeği” ile yüzleşmeyi reddeden bu kesimler, faturayı şimdi “Avrupa’nın Müslüman azınlıklarına” çıkartmayı yeğliyor. Rasyonel açıklamalara kulak asmayan bu çevreler için; “Noel’in içinin boşalmasından” da Hıristiyan Avrupa’yı melezleştiren Müslümanlar sorumlu... Müslümanlar Avrupa’ya gelmiş, “Noel bozulmuş”! Noel süsleri eskisi gibi yapılamaz, Noel şarkıları söylenemez olmuş... Göz göre göre araçsallaştırılan bu inanılmaz tartışmayı; Lübnan, Fas, Türkiye gibi.. Hıristiyan kültürüyle iç içe yaşama kültürüne sahip ülkelerden gelen tüm Müslüman göçmenler hayret ve dehşetle izliyor. Avrupa’nın köktencileri; Avrupa kamuoyuna “Hıristiyanlıkla asla yan yana gelmemiş ve gelemeyecek bir Taliban İslami” fikrini, fırsat bu fırsat “Noel’i” bile vesile ederek, bir kez daha pazarlamaya ve satmaya çalışıyor... Pes! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Aralık www.mumtazarikan.com 1 1/ Parça ya da kuşbaşı doğran 1 mış eti tencere 2 kebabı olarak pişirdikten sonra 3 yufka içine yer 4 leştirip fırında kı 5 zartarak yapılan yemek. 2/ Karı 6 şık renkli... Ta 7 kılmış ad. 3/ Ya 8 pılması izne bağlı olan bir şey için 9 yetkili makamlarca verilen izin kâğıdı. 4/ Tapınak. 5/ İri taneli bezelye... Hatay ilinde bir ırmak. 6/ Habeş imparatorlarına verilen unvan... Bir gıda maddesi. 7/ İri bir hıyar cinsi... Argoda marka düşkünü züppe kimselere verilen ad. 8/ Bir tarafa yönelme, dönme. 9/ İlaç, merhem... Asya’da bir ülke. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H O Ç K İ N A Ş İ M T AMA İ M R B E D H A T A E B İ D A K A S İ E F A K U T O T O K N A AMA N R A N A L İ F B A Z A R MR O R T Ş AMA YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Sahan kapağını andıran ve birbirine vurularak çalınan büyük zil. 2/ Yüce, yüksek... Taşa tutarak öldürme cezası. 3/ Bir tür kıymalı pide. 4/ Şeker hastalarının şeker yerine kullandığı, madenkömürü katranından elde edilen beyaz toz. 5/ Sap kısmı yenen bir cins lahana... Bir cetvel türü. 6/ Yaprakları çay gibi haşlanarak içilen bir Güney Amerika bitkisi... Paylama, azarlama. 7/ Japon kökenli bir köpek cinsi... Bir işi yerine getirme. 8/ Bir zaman birimi... İçine başka bir sıvı karıştırılmamış içki. 9/ İştahı açmak için yemekten önce içilen içki. CUMHURİYET 20 K