23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 ARALIK 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ABD’nin stratejisi: Savaş hali sürsün Washington, gövde gösterisi amaçlı bir politika izleyerek muhtemel rakiplerini etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır arım yüzyıldır siyasi özgürlüğün ve ekonomik düzenin savunucu olduğunu iddia eden ABD, içinde bulunduğumuz dönemdeki uygulamaları, hegomonik tavırları ile uluslararası bir düzensizliğin en büyük etkeni olmuştur. Ayrıca, tüm dünyaya art niyetli devletlerin olduğu ve onların bastırılması gerektiğini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Y BAŞLARKEN... üreselleşme ve Kültür” konusundaki makalemden sonra, küreselleşme olgusunun güvenlik konularına etkisini araştırma ihtiyacını hissettim. Bu amaçla; Öncelikle küreselleşme ile ilgili bazı hususlara açıklık getirmek, Küreselleşme uygulamaları ve sonuçları ile bu konudaki örnekleri hatırlatmak, Bu sonuçların yarattığı tehditler ve bu tehditlere karşı güvenlik kuvvetlerinin aldığı tedbirler ile yapısal değişiklikler, konularına açılım getirmenin uygun olacağını düşündüm. ‘K üreselleşme, bilindiği ve açıklandığı üzere Soğuk Savaş’ın sonunda üretilen yeni kavramlardan biridir. Ancak küreselleşmenin köken olarak kolonyalizm (yani sömürgecilik ve yayılmacılık) olduğu da malumlarınızdır. “Esasen kolonyalizm ile başlayan bu sürecin 18 ve 19. yüzyıllardaki kısmını emperyalizm, 20. yüzyıldaki kısmını da kapitalizm olarak tanımlamak uygun olacaktır.” Böylece küreselleşmeye giden yolun; kolonyalizm, emperyalizm ve kapitalizm aşamalarının sonucu olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Esas konumuz olan küreselleşmenin güvenlik boyutunu gerçek yönleri ile tespit edebilüreselleşme sonucu ortaya çıkan uygulamalar sonunda; kamu harcamaları kısıtlanmış, sosyal güvenlik mek için, kavramın sorgulanması, yani programları gözardı edilmiştir. Dünya nüfusunun yüzde 84.5’lik bölümünü oluşturan az gelişmiş ve gelişmekte kavramı yaratanlar ile uygulayanlar veolan ülkeler, dünya gelirlerinin ancak yüzde 26.8’ine sahiptir. (Fotoğraf: REUTERS) ya uygulamaya mecbur bırakılanların begüç egemenliğine dayanan yeni dünya düzeni Düzen” adı altında yerleşmiş bulunmaktadır. ları, ilginç ve dikkate değer bir durumdur. lirlenmesi uygun olacaktır. Bu sürecin, gelişmekte olan ülkelerin siyasi, Bilindiği gibi, herkesin üzerinde hemfikir ol içinde yer alan azgelişmiş ve gelişmekte olan İNANS PİYASASI YENİ SAVAŞ ALANI duğu bir küreselleşme tanımı olmamakla bir ülkeleri, kurdukları uluslararası siyasi ve eko ekonomik ve sosyal yaşamlarında yarattığı likte, elde edilen bilgiler ışığında küreselleşme nomik örgütler ile daha etkin bir şekilde kont olumsuzluklar, ABD güdümündeki uluslararayi şu şekilde tanımlayabiliriz. Gelişmiş ülkele rol etmek maksadı ile yarattıkları bir süreç ola sı aktörlerin (IMF ve Dünya Bankası gibi) söz Küreselleşme sonucu ortaya çıkan uygulakonusu ülkelerin mali politikalarının yanı sıra malar sonunda; kamu harcamaları kısıtlanmış, rin, ortak bir dünya pazarı oluşturarak refahı ar rak tanımlamak mümkündür. siyasi politikalarına da etkin olarak müdahale sosyal güvenlik ve sosyal refah programları tırıp homojen bir kültür etrafında insanları topÜNYADA GELİR ADALETSİZLİĞİ etmeleri sonucunu doğurmuştur. layarak, ülkeler arasındaki sınırların kaldırılmagözardı edilmiş, özelleştirilmeye hız verilmişŞu çarpıcı örnek, sanırım birçok hususu tir. Ancak üretim azaltılırken, tüketim bilinçli sı sonucunda serbest ticareti ve serbest dolaşımı sağlamak, dünyayı küçülterek insanları birBerlin Duvarı’nın çökmesi ile ABD hâkimi açıklamak için yeterli olacaktır. Dünya nüfu olarak artırılmış, finans piyasaları yeni savaş alanbirine daha fazla yaklaştırmak gibi söylemleri yetinde tek kutuplu dünya düzeni oluşturma sunun yüzde 84.5’lik bölümünü oluşturan az ları haline gelmiştir. kullanarak, soğuk savaş döneminin sona erme çabaları sonucu, sermayenin küreselleşmesi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, dünya Bu husus, gelişmekte olan ülkeleri daha çok si sonucu, ABD liderliğinde tek kutuplu süper tüm dünyanın gündemine “Yeni Ekonomik gelirlerinin ancak yüzde 26.8’ine sahip olma dışa bağımlı hale getirmiştir. Bu durum, ulusal K ekonomilerin ciddi anlamda zarar görmeleri sonucunu doğurmuştur. Bütün bu gelişmeler, kabul edeceğiniz gibi güvenlik sorunu ile yakınen ilgilidir. Ortaya çıkan bu tablo, ülkelerin yarattığı güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Unutulmamalıdır ki; uluslararası ilişkilerde ulusal çıkar vardır, duygusallığa yer yoktur. Tek ortak payda, karşılıklı menfaattir. İnsanlığın eriştiği entelektüel ve hümanist gelişmeye rağmen, güçlünün güçsüzü sömürmesi gerçeği maalesef devam etmektedir. Yukarıda açıklamaya çalıştığım, küreselleşme olgusu, içinde bu olumsuzlukları barındırıyorsa, bu konuda sadece ana oyuncuların güvenliği ile ilgili düşünceler üretilebilir. Çünkü mevcut küreselleşme retoriği, gelişmemiş ve gelişmekte olan ekonomileri kontrol altında tutarak gelecekteki rekabeti engellemek, üretim alanlarını daraltarak ülkeleri bağımlı hale getirmek, ikinci sınıf teknolojiyi paylaşarak denetimlerini sürdürmekle mümkün olabilmektedir. MİLLİ BİRLİĞİN ZAYIFLATILMASI Kuşkusuz bunun yolu ulusdevlet modeli ülkelerin, milliyetçilik temalarını ekonomik baskı ile erozyona uğratarak söz konusu ülkelerdeki kaynaklar üzerinde itirazsız kontrol sağlamaktır. Hatta bununla da yetinilmeyip, ülkedeki farklılıklar kaşınarak, milli birliğin zayıflatılması sağlanır. Dengeler sarsılır, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, etnik ve dini sorunlar gibi pek çok sorun ortaya atılır. Polis ve silahlı kuvvetler pasifize edilir ve gerekliliği sorgulanan bir ortam yaratılarak direncin kırılması sağlanır ve ülke kaosa sürüklenir. Daha açık ve net ifade etmem gerekirse küreselleşme; kontrol altına alınan kaynakların, tüketim marjı yüksek ve teknolojisi gelişmiş ülke vatandaşlarına kesintisiz sunulması için yaratılan yeni kavram ve düşünceler manzumesi olarak gelişmiş ülkelerce uygulanan yeni dünya düzeninin masumane adıdır diyebiliriz. Bu genel açıklamadan sonra; zahiren demokrasi ve serbest piyasayı amaçladığını iddia eden, küreselleşmenin baş aktörü ve uygulayıcısı olan ABD’nin, izlediği politikalar sonucu yarattığı sorunlar ve tehditler hepinizin malumudur. Bu nedenle ABD’nin politikalarına kısaca değinmek uygun olacaktır. Yarım yüzyıldır siyasi özgürlüğün ve ekonomik düzenin savunucu olduğunu iddia eden ABD, içinde bulunduğumuz dönemdeki uygulamaları ve hegomonik tavırları ile uluslararası bir düzensizliğin en büyük etkeni olmuştur. Ayrıca, tüm dünyaya art niyetli devletlerin olduğu ve onların bastırılması gerektiğini kabul ettirmeye çalışmaktadır. K F D S OĞUK SAVAŞ SONRASI ABD’NİN DIŞ POLİTİKASI: Amaç askeri güç, coğrafya Ortadoğu ugün dünya, gerçekten kaygı duyulacak bir dönemden geçiyor. Çözüm, süper güç ABD’nin, yapmak istediklerini, tatmin edici bir açıklama ile dünyaya duyurmasından geçmektedir. Aksi takdirde, ABD karşıtlarının güç kazandığı bir iklim dünyaya hâkim olacaktır. ABD enerjisini terorizmle mücadeleye harcarken, dünyanın sosyal ve ekonomik problemleri de giderek artmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’deki değişim 90’lı yıllarda başladı. Oysa ki İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD kendi sorunları ile yüzleşerek arzulanabilir bir medeniyetin sahibi olmuştu. Bu savaştan yaklaşık 30 yıl sonra Reagan döneminde ABD’de silah sanayisinin büyüyerek, yıldız savaşları projelerinin başladığını ve bu ülkenin nihayet Vietnam sendromundan kurtulduğunu görüyoruz. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra (Üçüncü Dünya Savaşı’nı kazandığını düşünen ABD) baba Bush döneminde ABD’de bir özgüven patlaması yaşandı. Bill Clinton dönemi, dünyada her şeyin küreselleşme ile izah edildiği yıllar oldu. Huntington ve Fukayama’nın geleceğe ilişkin öngörüleri ile nihayet ABD, neoconların dönemine geldi. Dünyayı iyi veya kötü diye gören bu kadro, dünyayı değiştirmek hedefi ile Ortadoğu ve Irak’a yöneldiler. İşte bugün içinde yaşadığımız çatışma ve kaos ortamına, bu süreçten geçerek gelmiş bulunuyoruz. Soğuk Savaş’ın ardından ABD dış politikasının ana temasının; yeni bir süper gücün yükselmesini engellemek amacı ile “Full Spektrum Egemenlik” olduğunu kabul et KÜRESELLEŞMENİN BAŞ AKTÖRÜ ABD B mek mecburiyetindeyiz. Bu politikanın amacı askeri güç, coğrafyası Ortadoğu’dur. Bilindiği gibi bu politikanın uygulamaları; insanlığa kan, gözyaşı ve sefalet getirmiştir. Bu nedenle bütün dengelerin bozulduğu dünyada emperyal işgal kültürü, her türlü insan haklarını ayaklar altına almıştır. Diğer taraftan; ABD’nin stratejik üstünlüğünün ancak Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) realize edilmesine bağlı olduğunu biliyoruz. Bunu gerçekleştirilebilmek için, Türkiye coğraf projesini gerçekleştirebilmek için, Türkiye coğrafyası üzerinde bazı hesaplar yapıldığı bilinmektedir. Ancak bugün itibarıyla Mezopotamya’dan, yeni dünya düzeni ve BOP’un çıkamadığını, net bir şekilde görmekteyiz. yası üzerinde bazı hesaplar yapıldığı da bilinmektedir. Ancak bugün itibarıyla Mezopotamya’dan, yeni dünya düzeni ve BOP’un çıkamadığını, net bir şekilde görmekteyiz. ABD’nin BOP ABD’NİN ‘YENİ NATO’ PLANLARI Aslında bugün ABD’nin, BOP çerçevesinde Irak’ta giriştiği inandırıcı olmayan savaşın kökenlerinin, 1980’lerde açıklanan Carter Doktrini’ne dayandığını da biliyoruz. Belirtilen bu doktrin, Ortadoğu’yu hedef almaktaydı. Ancak bugün ABD, tek kutuplu bir dün ya oluşturmak yönündeki kendi düşüncelerinin, kültürel ve ekonomik etkinlikleri gelişmiş ülkeleri ikna etmeye yeterli olamadığını görmüş bulunmaktadır. Bu nedenle ABD, NATO’yu dünya çapında bir operasyon düzenleyebilen bir müdahale birliğine dönüştürmek istemektedir. Avrupalı NATO ülkeleri, her ne kadar bu konuya soğuk bakıyorlarsa da ABD, NATO’nun küreselleşmesi gerektiğini savunmakta, NATO için ortaya çıkan küresel talepler göz önüne alınarak ittifak üyeliğinin de küresel olması gerektiğini vurgulamaktadır. ABD’ye göre NATO’ya 35 yeni üye almak suretiyle, “Yeni NATO” adı altında gönüllü bir koalisyon gücü oluşturulmalıdır. (Riga zirvesinde de bu yönde kararlar alınmaya başlandığını görüyoruz.) Diğer taraftan, ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre; ABD’nin savaş içinde olduğu, Küreselleşmenin ana ekseninin demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisi olduğu, Önleyici müdahale stratejisinin devam edeceği vurgulanmaktadır. Ancak bugün gelinen noktada, çöken bu stratejinin, 11 Eylül’de şekillendirildiğini de biliyoruz. ABD’nin 11 Eylül sonrasındaki politikasına egemen olan düşünce, bilindiği gibi; Hukuksuzluğun ve şiddetin üstünlüğü ve bunların dünyaya dayatılması, Toplumda korku politikalarının hâkim olması, Tehdit belirmeden tehlikenin ortadan kaldırılması, Başka ülke ve kuruluşların görüşlerine ihtiyaç hissedilmemesidir. ABD’nin, BOP çerçevesinde Irak’ta giriştiği inandırıcı olmayan savaşın kökenleri, 1980’lerde açıklanan Carter Doktrini’ne dayanıyor. Belirtilen bu doktrin, Ortadoğu’yu hedef almaktaydı. ABD, gövde gösterisi amaçlı bir strateji izleyerek muhtemel rakiplerini etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan, terorizmin evrensel güç boyutuna ulaşması dünyayı sürekli savaş halinde olmaya yöneltmiştir. Soğuk Savaş olarak isimlendirilen savaşı kazanan ABD’nin, bundan böyle de dünyayı savaş halinde tutma gayreti içinde olacağını söylemek yersiz değildir. 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin daha insancıl, daha hassas bir tavır sergileyeceği düşünülüyordu. Ancak kısa bir zaman sonra bunun hayal olduğu görüldü. Esasen, Ottowa Anlaşması ve Kyoto Protokolü’ne ABD’nin karşı çıkması, uluslararası ilişkilerinde birtakım değişiklikler yapılacağının işaretlerini vermektedir. Eğer ABD; gerek Afganistan’da El Kaide’ye, gerekse Ortadoğu’da direnişçilere karşı daha dikkatli ve makul davransaydı, yaptığı mücadelenin meşruluğunu belki anlatma imkânı bulurdu. Güvenlik doktrinleri değişiyor K apalı ve zayıf ekonomilerin dünyaya açılması ile bu ülkelerde kısa sürede mevcut siyasi ve ekonomik yapının bozulduğu görülür. Güçsüz ülkelerde, ekonomi hızla kayıt dışına kayar ve toplumsal barış zedelenir. Yaşanan ekonomik krizler, terörün tırmanmasına ve vatandaşın aidiyet duygusunun azalmasına sebep olur. Dengeleri bozulan ülkelerde, ulus kavramı ve toplumsal değer yargıları sorgulanarak ulusalcı yaklaşımlar küreselleşme ironiği altında ezilmek istenir. Teknolojide gelişmiş ülkelerle yarışması mümkün olmayan devletler, gelişmiş ülkelerden silah satın alma yoluna giderek biriken sermayesini de böylece T eknolojide gelişmiş ülkelerle yarışması mümkün olmayan devletler, gelişmiş ülkelerden silah satın alma yoluna giderek, biriken sermayesini de böylece çarçur etmek zorunda kalırlar. çarçur etmek zorunda kalırlar. SİLAHLANMA YARIŞI Silahlanma yarışında üretici olmadıklarından, daima bir yenisini veya gelişmişini alma ihtiyacını duyacaklardır. Bu girdap, zayıf ülkeleri güvenlik kaygısıyla güçlü bir pakta girmek zorunda bırakmaktadır. Küreselleşmenin güvenlik boyutunu ele almak, küreselleşmeye nasıl baktığınızla ilgilidir. Yukarıda yaptığımız değerlendirmenin ışığında baktığımızda, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, küreselleşme sonucu geleneksel tehdit algılamasına göre düzenlenen güvenlik doktrinlerinin hızla değişeceği gerçeğini görebilmeliyiz. Uluslararası sistemi ve güvenlik stratejilerini derinden etkileyen ve değiştirme sürecini başlatan olaylardan biri, bilindiği gibi, 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi, diğeri ise 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e yönelik terör saldırısıdır. Soğuk Savaş dönemine kadar, klasik askeri yapılanma çerçevesinde, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler, kendilerine yönelebilecek tehdit kapsamında stratejiler geliştirmiş ve silahlı kuvvetlerini bölgesel savaşlara göre örgütlemişlerdi. Dolayısıyla, devletler kendi güvenliğini esas alarak tehdit değerlendirmesi yapmış ve böylece ülkelerin ölçülür ve gözetlenir askeri ve ekonomik imkânları potansiyel tehdit olarak görülerek, karşı tedbirler almışlardır. Yani tanka karşı tank, uçağa karşı uçak, füzeye karşı füze, asker sayısının dengelenmesi vs. gibi. SÜRECEK CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle