17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ARALIK 2006 SALI 8 TÜRKİYE İstanbul Edirne Kocaeli Çanakkale İzmir Manisa Aydın Denizli Zonguldak Açık İstanbul HABERLERİN DEVAMI PB 10 PB 6 PB 8 PB 7 PB 12 PB 9 PB 13 S 9 K 7 Sinop Samsun Trabzon Giresun Ankara Eskişehir Konya Sıvas Antalya Y Y Y Y S S S S B 8 7 9 7 5 2 2 1 17 Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars B B B B B B PB PB K 17 17 10 11 8 11 2 2 2 Trabzon Ankara İzmir Hakkari Antalya Adana Ş.Urfa Erzurum Yurdun kuzey kesimleri parçalı çok bulutlu, Batı ve Orta Karadeniz kıyıları ile Doğu Karadeniz ile Ardahan çevreleri yağışlı geçecek. Yağışlar, kıyılarda yağmur, iç kesimlerde kar şeklinde görülecek. Yurdun iç ve doğu kesimlerinde buzlanma ve don olayı, Marmara ile yurdun iç ve doğu kesimlerinde sabah saatlerinde sis görüleceği tahmin ediliyor. Çok bulutlu DIŞ MERKEZLER Oslo B Helsinki B Stockholm B Londra B Amsterdam B Brüksel B Paris B Bonn PB Münih K 5 6 6 6 7 5 6 8 3 Berlin Budapeşte Madrid Viyana Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Y 8 B 5 Y 11 PB 6 K 6 PB 8 B 14 B 12 K 5 Moskova Aşkabat Astana Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam Karlı Stockholm K 4 B 7 B 8 K 6 PB 8 B 5 K 7 Y 19 B 12 Londra Berlin Moskova Belgrad Madrid Ankara Taşkent Tahran Kahire Sulu kar Gök gürültülü Parçalı bulutlu Sisli Bulutlu Yağmurlu GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada bozguna uğrayan hükümeti teselli etmek için Ankara’ya uğradı ve karamsar konuşmalar yapan ağızlara bir parmak bal çaldı: Ercan Havaalanı’nın doğrudan uçuşlara açılması için Londra iradesini ortaya koyacaktı! Hükümetle KKTC yönetimi, Ercan Havaalanı’nın uluslararası trafiğe açılmasında ısrar ediyor. Fakat Rum yönetimi karşı çıktığı için başarılı olamıyor. Tony Blair, Ankara’yı ve Lefkoşa’yı umutlandırdı. Doğrudan uçuşların başlamasına tam destek vereceğini açıklayan sözleri hükümette ve medyada olumlu yorumlar ve manşetlerle karşılandı. Umutlandırdı; zira, Ankara’ya göre şeytanın bacağı nihayet kırılıyordu. ABD’den sonra İngiltere de Ercan’ın uluslararası havaalanı statüsüne kavuşması için kollarını sıvıyordu. ??? Ne ki, ne ABD’nin ne de İngiltere’nin kimi engellerden söz ettiğine dikkat eden olmadı. Hükümet olumsuz bir yorum yapmayınca medya oldu da bitti maşallah havasına girdi. Oysa, hem ABD hem de İngiltere, “doğrudan uçuştaki zorluklara” değiniyorlardı. Blair, “hukuksal engel olabileceği gerekçesiyle Ercan konusunda taahhüt veremeyeceğini” söyledi. Daha önce ABD de uluslararası kurallar izin verirse Ercan’a doğrudan uçuşları başlatabileceğini bildirmişti. ABD dolaylı yoldan, Atina Büyükelçisi aracılığıyla sonucu bildirdi: Cumhuriyet’teki kısa habere göre; ABD, konuyu incelemiş, ancak doğrudan uçuşları olanaksız kılan uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hukuksal engellerle karşılaşmıştı. İzolasyonların kaldırılması için doğrudan uçuşlar olanaksızdı! Olumsuz gelişmeleri göstermemeyi marifet sayan, hatta olumlu göstermeye gayret eden hükümet ve medya; Ercan Havaalanı konusunda da kamuoyunu aldattı. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar özdeyişi bu hükümet döneminde birçok kez olduğu gibi bu kez de haklı çıktı. ??? Kuşku yok; Rumlar ve Yunanistan, AB çevreleri ve BM, 2007’de Kıbrıs konusundaki olası gelişmelere hazırlanıyor, yeni planlar, yeni taktik ve strateji hazırlıkları yapıyorlar. Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni hazırlıkların ilk işaretini verdi. Bizimkilere gelince, 2007’de Türkiye’yi bir kez daha ele geçirmekten başka bir şey düşünmüyorlar. 2002 yılında tek başına iktidara geldiğinden beri satış listesine koyduğu Kıbrıs sorununu seçimden önce yeni ödünlerle elden çıkarmayı göze alamıyor. Karşı cephenin hazırlıklarına, önerilerine ancak partiyi seçimlerde seçmen önünde zor düşürmeyecek savunu ve yaklaşımlarla karşı çıkmayı... ne ki, tekrar tek başına iktidara gelirse... çözümsüzlük çözüm değildir sloganını tamamlayan ver de kurtul formülü ile Kıbrıs sorununu çözmeyi, daha açık ifadeyle bu sorundan kurtulmayı düşlüyor. Zira Kıbrıs’ı vererek çözüme ulaşmayı bu hükümetten başka hiçbir Cumhuriyet hükümeti başaramaz! AKP Tek Başına Seçemez SABİH KANADOĞLU* GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY Irak’la ticarette Kürtlere bypass ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye ile Suriye arasında yapılan serbest ticaret anlaşması ile Türkiye’den Irak’a yapılan taşımacılıkta öncelikli güzergâh Suriye olurken Irak ile ticarette Kürtler bypass edilecek. Anlaşmanın yanı sıra ticaretin kolaylaştıırılması için de Türkiye ile Suriye arasında beş sınır kapısının açılması söz konusu olacak. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, Türkiye ile Suriye arasındaki anlaşma çerçevesinde, ikili ticaret kapsamında Irak’a yapılan taşımacılıkta güzergah, Suriye üzerine kaydırılacak. Böylece, bölgesel Kürt yönetiminin denetiminde bulunan Habur Sınır Kapısı’nın, Irak ile ticarette öncelikli güzergâh olması konumu ortadan kaldırılacak. Habur sınır kapısından sadece 2005 yılında işlenmiş petrol taşımaları haricinde toplam 260 bin 700 ihraç seferi gerçekleştirildi. Aynı dönemde 251 bin 688 Türkiye plakalı araç Habur Sınır Kapısı’ndan ihraç amaçlı çıkış yaptı. Bölgesel Kürt yönetiminin, sadece ayakbastı parası olarak Türkiye’den Irak’ın kuzeyine geçen her kamyondan 40, her TIR’dan da 70 dolar aldığı göz önünde tutulduğu zaman, taşımacılığın Suriye üzerine kaydırılmasıyla, Kürtler açısından Habur gelirlerine önemli bir darbe vurulacağı da ortaya çıkıyor. Türkiye ile Suriye arasında uzun süredir devam eden görüşmeleri ağırlıklı olarak Dış Ticaret Müsteşarlığı yürüttü. Suriye’nin uyguladığı transit ve ayakbastı ücretlerindeki yükseklikle ilgili pürüz de bu görüşmeler sırasında çözüldü. “Türkiye ve Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması” 28 Ağustos 2004 tarihinde Türkiye adına Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, Suriye adına ise Ekonomi ve Ticaret Bakanı Gassan ElRıfai tarafından parafe etti. Başbakan Tayyip Erdoğan da 22 Aralık 2004 tarihinde Şam’a yaptığı ziyaret sırasında bu anlaşmayı imzaladı. Ancak hükümet, ABD’nin baskısı nedeniyle anlaşmayı iki yıl beklettikten sonra 2006 yılında TBMM’nin onayına sundu. TBMM’nin onayladığı anlaşma, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından imzalanarak Resmi Gazete’de yayımlandı. Anlaşmaya göre Türkiye, Suriye kökenli ürünlerin ithalinde uyguladığı gümrük vergilerinin tümünü, Suriye ise Türkiye menşeli ürünlere uyguladığı ithalat vergilerini aşamalı olarak kaldırıyor. 21.10.2006 günlü Cumhuriyet’te yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı Seçimi” başlıklı yazımda, “Cumhurbaşkanının nitelikleri ve tarafsızlığı” irdelenmişti. Devamı olan bu yazıda, seçimin şekil ve yöntemi üzerinde durulacaktır. Öncelikle, bugünkü TBMM, Cumhurbaşkanı seçimini yapabilir mi ve yapmalı mıdır sorularını yanıtlamak gerekir. Kuşkusuz, meşruiyeti tartışmasız bu Meclis, Cumhurbaşkanı seçimini yapabilir. Ancak yapmalı mıdır sorusunun yanıtı kesinlikle hayır olacaktır. Şöyle ki: I XXII. Dönem TBMM, hukuken sakat ve ulusal iradeyi çarpıtan 3 Kasım 2002 seçimlerinin ürünüdür. Seçimlere katılma yeterliliği bulunmayan iki siyasi partinin hukuka karşı hileleri gözetilmemiştir. Seçimlere katılan bu siyasi partilerin sırasıyla aldıkları yüzde 7.25 oranında 2.285.500 oy ile yüzde 6.23 oranında 1.960.660 oy, deyim yerindeyse çöpe atılmıştır. Kullanılan geçerli oyların yüzde 13.48’ini oluşturan 4.246.160 oy heba edilmiştir. Baraj altında kalan diğer iki partinin oy oranları anımsandığında, bu hukuksal hataların ne kadar önemli sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, bir siyasi partiye, değil genel başkan, o günkü yasal düzenlemelere göre üye bile olması olanaksız bir kişinin ki aynı nedenlerle adaylığı kabul edilmemiştir adının birleşik oy pusulalarında o partinin genel başkanı olarak yazılması önlenmemiştir. Oysaki Türk seçim hukukunda, oy pusulalarının yanlış bilgi içermesi, yapılan seçimin iptal nedenidir. II Milletvekili genel seçimlerine ilişkin yasa, siyasal iktidarların kendi yararlarına yaptıkları değişiklikler ve seçim barajının çok yüksek tutulması sonucu, “temsilde adalet” ilkesinin yaşama geçirilmesini önlemektedir. Bu nedenle toplam seçmenlerin yüzde 25’ini ve kullanılan geçerli oyların yüzde 34.29’unu alan bir siyasi parti, milletvekili sayısının yüzde 66’sını elde edebilmiştir. Bu oluşumun, ulusal iradeyi yansıttığı söylenemez. III Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli Meclis’inin, yasama görevinin bitmesine sadece altı ay kala Cumhurbaşkanlığı seçimi yapması haklı, yerinde ve etik sayılamaz. 2014 yılına kadar, devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil edecek saygın kişinin, oluşumu sergilenen TBMM tarafından seçilmemesinde sayısız yararlar vardır. Meclisler, öncelikle milletin huzuru ve gönenci için vardır ve bunu sağlamakla yükümlüdürler, sorun yaratmak için değil. Sonraki iki dönemi kapsayacak ve etkileyecek bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin, ülkeye özellikle huzur getirmeyeceği açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin şekil ve yöntemini irdelerken öncelikle toplantı ve karar yetersayıları üzerinde durmak gerekecektir: Anayasanın 96/1. maddesinde genel olarak, toplantı ve karar yetersayıları belirlenirken “Anaya sada başka bir hüküm yoksa üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanılacağı ve katılanların salt çoğunluğu ile karar verileceği, ancak karar yetersayısının hiçbir şekilde üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamayacağı” vurgulanmıştır. Meclis’in toplanmasını ve yasama işlevini kolaylaştırma amacını güden bu genel düzenlemeden iki temel sonuç çıkmaktadır: Bu genel hüküm ancak anayasada başka bir düzenleme yoksa uygulanacaktır. Toplantı yetersayısı herhalde karar yetersayısından fazla olacaktır. Kaldı ki, anayasanın 175/2. maddesinde yer alan, anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesinin ve kabulüne ilişkin açıklamada, aynı maddenin birinci fıkrasına yapılan yollama ile teklifin TBMM üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla yapılacağı ve kabulünün Meclis üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkün olacağı kaydının dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere bağlı olacağı belirlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin düzenlendiği anayasanın 102. maddesinde ise bu şekil yapılamayacağına ve özel gündemde sadece “cumhurbaşkanı seçimi” yer alacağına göre, 102. maddede, 175/2. maddede yer alan istisnanın da bulunmadığı gözetilerek karar için aranan nitelikli çoğunluk üzerindeki katılımın, aynı zamanda toplantı yetersayısı olduğunda kuşku yoktur. Başka bir deyişle, seçim sandığına, en az, Meclis’in üçte ikisini oluşturan 367’nin üzerinde oy atılması gereklidir. Bu oylardan, en az 367’sinin bir aday üzerinde birleşmemesi halinde, birinci oylamada sonuç alınamamış sayılacaktır. III Bu koşulun doğal sonucu, birinci oylamaya en az 367’nin üzerindeki TBMM üyesinin katılmadığının anlaşılması halinde, ikinci oylamaya geçilemeyecektir. Birinci oylama yapılmamış sayılacaktır. Birinci oylamadan ikinci oylamaya geçilememesi, aynı zamanda salt çoğunluğun yeterli olacağı üçüncü ve gerekirse en çok oy alan iki aday arasında yapılacak dördüncü oylamaların da yapılamaması demektir. IV Bu sonuç “devletin başı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil edecek” saygın kişinin, anayasanın özüne ve sözüne uygun bi ? Siyasal iktidar, Cumhurbaşkanlığı seçiminde TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak ilk oylamada 367’nin üzerinde katılım olmamasına rağmen, üçte iki çoğunluğun sağlanamadığından bahisle, ikinci oylamayı gerçekleştirir ve izleyen üçüncü oylamada salt çoğunluğun sağlandığını ileri sürerse bu anayasa hukuku kapsamında, içtüzükte hüküm bulunmadığından “içtüzük ihdası” niteliği taşır ve denetime bağlıdır. Anayasaya aykırı biçimde yapılan böyle bir seçimin iptali zorunlu olacaktır. de açıklayıcı ve ayırt edici bir düzenleme yer almamaktadır. TBMM İçtüzüğü’nün “Cumhurbaşkanı seçimini” düzenleyen 121. maddesinde ise anayasanın açıklanan 102. maddesine yollama yapılması ile yetinilmekte ve madde ayrı bir özel hüküm taşımamaktadır. İçtüzüğün 57. maddesinde, Meclis’teki yoklama usulü düzenlenmiştir. Maddenin, ancak işaretle yapılacak oylamalarda uygulanabileceği açıktır. çimde uzlaşmayla ve en çok katılımla, Türk milletinin onaylayacağı ve verdiği temsil yetkisine uygun olmasını sağlayacağı için yerindedir, haklıdır, etiktir ve anayasaldır. V Birinci oylamaya en az 367’nin üzerindeki üyenin katılamaması nedeniyle oylamanın yapılmamış sayılmasının (TBMM’de birçok uygulaması vardır) ve ikinci oylamaya geçilememesinin doğuracağı bir diğer sonuç, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin anayasada öngörülen sürede tamamlanamamasıdır. Anayasanın 102. maddesinde, Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin dolmasından otuz gün önce seçime başlanacağı ve seçimin, seçime başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılacağı öngörülmüştür. Bu sürenin ilk on günü içerisinde, adayların Meclis Başkanlık Divanı’na bildirilmesi ve kalan yirmi gün içerisinde de seçimin tamamlanması zorunludur. Yirmi gün içerisinde cumhurbaşkanı seçilemezse “derhal TBMM seçimleri yenilenecektir”. Yenilenen seçimle oluşacak TBMM aynı usulle yeni cumhurbaş kanını seçecektir. Seçilen cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar, görev süresi dolan Cumhurbaşkanı’nın görevi devam edecektir. VI Yazının başlığında yer alan “AKP, cumhurbaşkanını tek başına seçemez” saptamasının gerekçesine gelince; bugün itibarıyla AKP’nin milletvekili sayısı 354’tür. 354 sayısı, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk oylamasında gerekli oy sayısına ulaşamamaktadır. O halde gerek ana muhalefet partisinin ve gerekse grubu bulunan veya bulunmayan siyasi partilerin ve bu partiler üyesi milletvekillerinin bugüne değin var olan söylemlerine uygun biçimde hareket etmeleri halinde, Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlanması olanaklı değildir ve sonucunda TBMM seçimlerinin yenilenmesi ve cumhurbaşkanının oluşacak yeni Meclis tarafından seçilmesi kaçınılmazdır. VII Açıkladığımız nedenlerle, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce erken seçim istemleri, siyasal iktidarın iradesine bağlı olduğundan sonuç vermez. Sinei millete dönme yolundaki istemler ise ancak tüm siyasi partilerin ve bağımsız TBMM üyelerinin ortak hareket etmeleri halinde yukarıda vardığımız sonucu doğurur. Ancak, TBMM’nin o güne kadar yapacağı çalışmalara katılmamanın ülkeye vereceği zararlar hesaba katılırsa, bu tür zorlamaların yeğlenmemesi yerinde olacaktır. Hukuki engel Kuşkusuz akla şu soru gelecektir: Siyasal iktidar her şeye rağmen TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak, ilk oylamada 367’nin üzerinde katılım olmamasına rağmen, üçte iki çoğunluğun sağlanamadığından bahisle, önce aynı biçimde ikinci oylamayı gerçekleştirir ve izleyen üçüncü oylamada salt çoğunluğun sağlandığını ileri sürerek cumhurbaşkanının seçildiğini kabul ve ilan ederse ne olacaktır? TBMM’nin bu biçimdeki saptaması bir TBMM kararı niteliğindedir. TBMM kararları genel olarak, Anayasa Mahkemesi’nin denetlemesi dışında olmasına rağmen bu karar anayasa hukuku kapsamında, içtüzükte hüküm bulunmadığından “içtüzük ihdası” niteliği taşır ve denetime bağlıdır. Anayasaya aykırı biçimde yapılan böyle bir seçimin iptali zorunlu olacaktır. Örneğin, M.Yılmaz başkanlığında kurulan hükümetin güvenoyu aldığına ve olağanüstü halin uzatılmasına ilişkin TBMM kararları, Anayasa Mahkemesi tarafından aynı gerekçeyle iptal edilmiştir. Bu nedenle, uzlaşmaya yanaşmayan ve anayasada yer alan tanımlara uygun bulunmayan bir kişinin adaylığında direnen siyasal iktidarın, amacına ulaşmasını hukuk yoluyla önlemek olanaklıdır. Yeter ki, erken seçim isteyen ve sinei millet çağrısında bulunan siyasi partiler ciddi, samimi ve dürüst olsunlar. Onları, Türk milleti önünde büyük bir sınav beklemektedir. * Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kaçınılmaz sonuçlar Bu açıklamaların ışığında, anayasanın “Cumhurbaşkanı seçimini” düzenleyen 102. maddesi incelenirse, şu sonuçlara varılması kaçınılmaz olmaktadır: I Anayasanın 102. maddesi uyarınca, “cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilecektir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa, üçüncü oylamaya geçilecektir. II Bu iki tur oylamada, yoklama istenemeyeceğine, görüşme İran’ın yurtdışından satın alması yasak olan nükleer programda kullanılacak malzemeleri satın alması yasaklandı! Bir başka deyimle, İran’ın zaten yasal olarak ülkesine getiremeyeceği nükleer malzemeler için “gerçekten getiremez” türünden bir karar alındı. Önce İran’ın nükleer yolculuğunu kısaca anımsatalım: 1. 1970’li yıllarda Amerikan yönetimi, dönemin büyük tehdidi Sovyetler Birliği’ne karşı İran’daki Şah yönetimiyle sıkı ilişkiler kurdu. İran’ı nükleer teknoloji ile tanıştırdı. 2. İran’da rejim değişince ve ABD’yi “büyük şeytan” olarak tanımlayan Humeyni gelince ilişkiler kesildi. Devreye Almanya girdi. Büyük Alman firmaları bu ülke ile öteki alanlarda da kurulan ilişkilerin bir parçası olarak İran’ın nükleer teknoloji duygularını “milyar mark” gibi değerler karşılığı okşadılar. 3. ABD, Almanya’ya “ne oluyor” diye sorduğunda 1990’ların ortasına gelinmişti. Dağılan Sovyetler Birliği’nin ardından ekonomik olarak zor durumda olan Rusya, İran’a “milyar dolar” gibi değerler karşılığı dostluk gösterisinde bulundu. Nükleer teknolojisini geliştirmesini sağladı. Teknolojinin yanı sıra bolca uzman da sağladı. Örneğin bin dolar, Rus atom mühendisi için çok büyük paraydı. Gelinen noktada İran, ABD’nin tanıştırması, Almanya’nın ısındırması, Rusya’nın alıştırması sonucu nükleer teknolojide bomba yapabilecek düzeye ulaştı. ??? Bugün sürmekte olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) merkezli gelişmeler ise 2002’de CNN’nin İran’ın nükleer çalışmalarının havadan çekilmiş fotoğrafını yayımlamasıyla başladı. Haziran 2003’te ilk kapsamlı İran raporunu hazırlayan UAEK şöyle diyordu: “İran, nükleer teknolojide sanılandan çok daha ileride!” Raporun ABD’nin Irak işgalinin hemen sonrasına karşılık gelmesi ayrıca dikkat çekici! ABD, bu raporun ışığında İran’a derhal yaptırım uygulanmasını ve bu ülkenin ilk aşamada yalnızlaştırılmasını istedi. Ancak RusyaÇinAB hattı ABD gibi düşünmedi. BM Güvenlik Konseyi’nden yumuşak bir kararın çıkmasının başlıca nedeni de bu. Son kararı ABD yumuşak, Çin biraz sert, Rusya dozunda buluyor! Kararın İran’daki yansıması beklendiği gibi oldu. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, jet hızıyla yanıtını verdi: “Yırtık bir kâğıt üzerine yazılmış bu kararı tanımıyoruz. Önümüzdeki şubat ayında nükleer şölen yapacağız.” İyi şölenler! ABD’nin Irak başarısızlığı ve uluslararası kamuoyunda kendisine duyulan güvensizlik, İran’da karşısına çıktı. BM Güvenlik Konseyi’nin ABD’nin istediği dozda karar almamasının bir başka nedeni de bu. ??? Türkiye, İran kararından doğrudan etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Zira yakın geçmişte düzenlenen bir dizi operasyonda İran’a nükleer malzeme taşıyan bir oluşum ortaya çıkarılmıştı. ABD, bundan sonra da İran’ın gözetlenmesi için en çok Türkiye’den yardım isteyecek. Türkiye ne yapacak? Ankara bu tür durumlarda ilk şu tümceyi kuruyor: “Ben uluslararası kurumların aldığı kararlara uyarım!” Yine öyle yapacak... Ancak bölgedeki gelişmeler salt İran’la sınırlı değil. Dün Suudi Arabistan’da Irak’a komşu ülkelerin toplantısı vardı. Tüm komşular çağrıldı ama Türkiye davet edilmedi. Gerekçe de şu: 1. Türkiye, İstanbul’da Sünnilerin toplantısına izin verdi, tarafsızlığını yitirdi. 2. Türkiye, Irak’ın iç işlerine karışma eğiliminde. Sanki kendileri başka bir şey yapıyorlar! Mekke’deki toplantı Türkiye’nin bölgesel ve küresel dengelere dikkat etmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye eğer, Ortadoğu’da herhangi bir blokla özel yakınlık kurarsa, Türkiye’nin durumu hiçbir bloka yaramaz! ankcum?cumhuriyet.com.tr / IŞIL ÖZGENTÜRK ? Baştarafı Arka Sayfada çıktı. Onu da aşma niyetim vardı. Ama fazla çalışmadığım için ancak sözleşmeli olarak başlayabildim öğretmenliğe. Öğretmenliğe ilk başladığımda bilmiyordum sözleşmeli öğretmenliğin ne olduğunu.. kadrolu öğretmenlikle bir olduğunu düşünüyordum.Ama başladıktan sonra nasıl bir psikoloji ile karşı karşıya olduğumuzu iyi gördüm. İşte bir sözleşmeli öğretmen olarak çektiğim çileler ve yaşadığım sorunlar: İlçe milli eğitime gittiğim zaman ordaki memurlar bana ‘Sen öğretmen değilsin, seninle uğraşacak zamanımız yok’ dediler. Hastaneye gittiğimde ‘Sen nasıl öğretmensin, sağlık karnen niye Emekli Sandığı’ndan değil de SSK’den’, diye soruluyor. Polis arama yaptığında, personel kimliğimi sordu ve gösteremedim. Çünkü öğretmen kimliğimiz yok ve vermiyorlar. Polis bana sen öğretmen değilsin dediğinde iki gün evden çıkmadım ve nerdeyse hayattan kopacaktım. Okul müdürleri angarya işleri daima sözleşmeli öğretmenlere yaptırır. Ben de kendi Öğretmenim Bunu Hak Etmiyorsun! mi ezdirmediğim için benim sınıfım başka şubeyle birleştirildi ve mevcudu 25 kişiden 63 kişiye çıkarıldı. Sonunda müdürle kavga ettik ve beni tehdit etti. 24 Kasım’da ilk Öğretmenler Günüm olmasına rağmen kadrolu öğretmenler birbirlerinin öğretmenler gününü kutladı ve sözleşmeli olduğum için benim öğretmenler günümü kutlamadılar. O günün en mutlu günüm olması gerekirken en mutsuz günüm oldu ve o günü ağlayarak geçirdim. Milli Eğitim Bakanlığı bir sürü söz vermesine rağmen hiçbir sözünü tutmamış olup bizimle dalga geçmiştir ve bize öğretmen ya da insan gözüyle bakmamıştır. Bir devletin MEB’i bu kadar aciz durumda olmamalıdır. Neler çektiğimizi sadece ve sadece sözleşmeli olarak çalışanlar bilir. Bize öğretmen gözüyle bakılmadığı için an geldi hayattan bıktım. Güzelim ülkemde hiç kimse sözleşmeli öğretmenlere öğretmen gözüyle bakmamıştır ve değer vermemiştir. Araştırmalara bakıldığında nerdeyse eğitim alanında dünyada son sıralarda bulunuyoruz. Sabahtan akşama kadar geleceğinin ne olacağını düşünen 25.000 sözleşmeli öğretmenden ne kadar verim beklenir? Ders anlattığımız sırada aniden acaba yarın görevimize son verilir mi diye düşünüyoruz. Bu düşünceyle ders anlatan bir öğretmenden başarı beklenmesi saçmadır ve beklenmemelidir de... Eğer verimli bir eğitim bekleniyorsa öncelikle öğretmenin kafasının rahat olması gerekir. Bizim kafamız rahat değil ve bir sürü sorunla mücadele ediyoruz. Bizler 15 sene okuduk. Ama şu anda içinde bulunduğumuz durum hiç de iç açıcı değil. Geleceğimizin ne olacağı belli olmadığı için hiçbir şey yapamıyoruz. Evlenemiyoruz, askere gidemiyoruz, geleceğe yönelik hesaplar yapamıyoruz. Ama Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik televizyona çıkıp da biz bu kadar öğretmen aldık diyebiliyor. Sayın Bakanım bizi öğretmen olarak görmüyorlar ki biz kendimizi öğretmen yerine koyalım. Arkadaşım kız istemeye gitti ve ailesi kızı vermedi. Vermemesinin tek sebebi ise erkeğin sözleşmeli olması. Siz böyle bir duruma düşerseniz ne yapardınız.Arkadaşım intihar etmeyi bile düşündü. Ama biz destek olup engelledik. Sayın Bakanım, sizin oğlunuz böyle bir duruma düşse ve sırf sözleşmeli olduğu için sevdiği kızdan ayrılsa ne yapardınız oğlunuz için? Oğlunuz için neyi yapacaksanız onu bizim için de yapar mısınız Sayın Bakanım... Ne de olsa bizler de sizin öğretmeniniz ya da çocuğunuz durumundayız. Sözleşmeli öğretmenin önündeki sözleşme ibaresinin kalkmasını ve sadece öğretmen olarak anılmayı o kadar çok istiyorum ki... Biz 25.000 sözleşmeli öğretmene bir iyilik yapıp bu ibareyi kaldırır mısınız? (Sayın Milletvekilim sizleri biz seçtik ve sizin bizlerin sorunlarıyla ilgileneceğinizi düşünerek size mail attık.. ilgilenirseniz çok seviniriz. Ayın 23’ ünde MEB’in bütçe görüşmesinde bunu dile getirirseniz mutlu oluruz.)” Dilerim bu feryatlar duyulur ve ben de bir işe yaramış olurum. CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle