17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sabih KANADOĞLU Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı nayasamızın 104/2 maddesi uyarınca, cumhurbaşkanı; devletin başı olma sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder. Sadece bu neden, yüce makama seçilecek cumhurbaşkanının, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edebilecek nitelikleri taşımasını ve Türk milletinin çoğunluğu tarafından da onaylanacak ve benimsenecek bir kimlik ve kişilik sahibi olmasını gerektirir. Aksine bir seçim, temsilde yaratacağı zafiyet ve sıkıntının ötesinde, milletimizin birliğini ve giderek geleceğini tehlikeye düşürür. Anayasamızda böyle bir tehlike öngörülerek, Cumhurbaşkanlığı seçiminde siyasi partilerin uzlaşması aranmış ve Türk milletinin çoğunluğunun onayını sağlamak üzere, bazı koşullara yer verilmiştir. Anayasanın 101. maddesinde cumhurbaşkanında aranacak nitelikler belirtilmiş ise de, sayılan nitelikler şeklidir. Kırk yaşını doldurmak ve yükseköğrenim yapmış olmak veya TBMM üyesi değilse milletvekili seçilme yeterliliğine sahip bulunmak, cumhurbaşkanı seçilebilmek için önkoşul olmaktan ileriye gidemez. Cumhurbaşkanında bulunması gereken nitelikleri, anayasanın 103. maddesinde yer alan “ant içme” metninden saptamak olanaklıdır. Cumhurbaşkanı, öncelikle; I “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini korumak” görevini yüklenmiştir. Bu ilkeleri içten ve yaşamının bütününde özümsemiş ve bu konuda milletine güven vermiş olmalıdır. Alt kimliküst kimlik tartışmaları açanların, devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapmayı suç olmaktan çıkaranların, egemenliği Türk milleti adına kullanan yargı erkinin bağımsızlığına kısıtlamalar getirerek, siyasallaştırmaya çalışanların bu ant içmeye hak kazanıp kazanmadıkları mutlaka tartışılmalıdır. II Cumhurbaşkanı ayrıca “anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk illi Eğitim Bakanı’nın evrim kuramını yadsımasını ve ateistlikle evrim anlayışını eş tutmasını çok yadırgadım. Doçent unvanı taşıyan bir bakanın bu konuşmasını, bir öğretmen olarak, özellikle bir biyoloji öğretmeni olarak içime sindiremedim. 18071882 yılları arasında yaşayan Charles Darwin bir ömür boyu süren inceleme ve araştırmaları sonucunda evrim kuramını (teorisini) ortaya atmıştır. Ömrünün büyük bir bölümünü Galapagos Adaları’nda canlılar üzerinde yaptığı incelemelerle geçirmiştir. Darwin’den sonra gelen bilginler bu teoriyi kabullenmişler ve daha geliştirmişlerdir. Yerçekimi kanunu gibi kanunlaşmasa bile çürütülememiştir. Bir zamanlar Vehbi Dinçerler de evrim kuramını biyoloji kitaplarından çıkarmış, onun yerine yaradılış görüşünü koymuştu. Yaradılış görüşüne göre Tanrı dünyayı yarat PENCERE Ulusal Bilinçten Yoksunluğumuz... Tevatür hoş bir sözcük... Bir dostuma dün AB’den söz açacak oldum... Tepki gösterdi: Bırak şu tevatürü!.. AB Türkiye için tevatüre mi dönüştü?.. Hayır!.. Biz AB’yi bıraksak bile Avrupa bizi kesinlikle bırakmaz!.. Osmanlı’dan bu yana iç içe, sarmaş dolaş, al takke ver külahız... AB ile daha çok işimiz var. ? AB bir uygarlık tasarımı!.. Ne yazık ki çağımızda bile uygarlık sömürücü ve emperyalist içeriğinden kurtulamadı; AB’nin de ister istemez bu kusurları var... Ama, ulus devletleri bir araya toplayıp ortak bir çatı kurarak özgürlükçü ve demokratik hukuk düzeni altında tek yönetime dönüştürmek tasarımı hiç de fena sayılmaz... 1917’de Sovyetler de buna pek benzemese de ilginç bir girişime geçmişlerdi; onlarınki sosyalist iddia güdüyordu; yıkıldı... AB kapitalist bir yapıyı öngördüğünden dışa dönük yüzünde yoksul dünya açısından ehven sayılmayabilir... Şu İngiltere AB üyesi değil mi?.. Haline bakın!.. Sözüm ona uygar AB’nin içinde tek bir üye ağzını açıp konuşmuyor: Bu ne rezillik?.. demiyor. AB’nin derdi şimdilik Irak’la değil, Kıbrıs’la... ? Avrupa “Aydınlanma”nın beşiğidir; insan hakları, laiklik, demokrasi, ne varsa AB’nin tarihinden kökenleniyor... Ama, bütün bu süreçlerde de Avrupa hem insanlığın hem de kendi kendisinin canına okuyordu... Yalnız 20’nci yüzyılda 50 milyon insanın hayatına mal olan iki büyük dünya savaşını Avrupalı Avrupa’da çıkardı... Peki, Avrupalı, AB’ye nasıl geldi? Avrupalıya mintarafillah, gökten Avrupa’da barış tebliği mi indi?.. Yok canım... AB’nin kökeninde ağırlıklı bir sözcük var: Sermaye!.. Uluslararasılaşıp palazlanan sermayenin AB işine geliyor... AB’yi oluşturan gücün kökenindeki gizem kimsenin meçhulü değil!.. ? Biz AB’nin vazgeçemediği bir baş belasıyız... AB’ye girip de Avrupa Parlamentosu’na bir yayılsak, Türk kalabalığı hepsinin iflahını keser... O Avrupa Parlamentosu ki üyeleri arasında Ermeni soykırımı iddiasını kendisine dava edinmiş olanları saymakla bitiremezsin... Avrupa’nın patronları Türkiye’yi şimdilik ellerinin altında tutmakla birlikte içlerine almak niyetinde değiller... Ama herkesin çok iyi bildiği bu durumu “müzakere” sürecini on yıl uzatarak sürdürebilirlerdi... Yine de sürdürebilirler... Müzakere “görüşme” demektir... Görüşmenin ne sakıncası olabilir?.. ? AKP iktidarının üstünde ABD’nin “Ilımlı İslam Devleti Modeli” tasarımı gün geçtikçe koyulaşıyor... AB ise büsbütün tevatürleşti... Türkiye bu dış koşulların ortasında etnik ve dinsel iç çatışmanın geriliminde sürüklenmekte... Ulusal bilinçten yoksunluğumuza ise diyecek yok!.. Öncesiz Sonrasız Bir Zaman... “Tanrı... Büyük yabancı. Başka hiçbir sözcük bu denli hem yakın, hem uzak olamaz. Tanrı üstüne hiçbir şey bilmiyoruz aslında: Biliyormuş gibi davranıyoruz. Varolarak bakıyoruz. Varolmayışı bizi ilgilendirmiyor.” Bu, bir şiir mi? İlhan Berk’in şiirleri böyledir! Düşünürsün bu ne diye! Bir resim mi, bir özdeyiş mi, bir öykü girişi mi? Hiçbiri, belki hepsi... “TanrıAllah”... Yüzlerce, binlerce yıldır insanın baş derdi, baş sorunu, baş konusu!.. Her şey onunla var, onunla yok! Yüz binlerce şiir, yazı, kitap, destan, hayal, gerçek, araştırma, inanç, inanç dışı, her şey, her şey... “Biz yarattık Tanrı’yı” diyenler de çıkmadı mı? İnsan olmasa, insanın düşünme yetisi olmasa, Tanrı diye bir “şey”, bir “anlam”, bir “güç” olabilir miydi? Ama insan kim? İnsan nasıl olmuş? Al sana, içinden zor çıkılırçıkılmaz bir soru?.. İlhan Berk’in “Sözcükler” dergisinin ikinci sayısındaki “Aforizmalar”ını okuyorum. Tanrı’yı arayan ya da aramayan, Tanrı üstünde düşünmeye başlayan ya da bizlere başlatmak isteyen ya da istemeyen şair, bunları yazmış işte: “Bir ağaç tanıdım. Bir anlamı olmalı bunun. Tanrı’yla konuştuk belki de.” “Tanrı” diye bir kavram, her yerde, her şeyde, diyen felsefecilere hak vermemeli mi? “Enelhak” diyen Hallacı Mansur boşuna mı konuştu da derisini yüzdüler? Neyse, İlhan Berk için öyle bir tehlike yok, nasıl olsa seksenini çoktan geçti, yol ne kadar uzarsa, o da, o kadar Tanrı’yı, Tanrı’sını ya da “doğanın Tanrı’yla” bütünleştiğini bilir. ??? İlhan Berk’i yıllardır görmedim... Benim gençlik dostum... Bir bakıma ağabeyim! Kendini, kendi gücüyle yetiştirmiş, bütün bir yaşamı şiirle bütünleştirmiş... Şiir olarak bakmış her şeye. Nesnelere, doğaya, masaya, kaleme, pencereye, ne varsa her şeye... Bir şair yaşamı nasıl olur, diye sorarsanız, işte o, işte yıllardır Bodrum’da şiirlerini yazan, zaman zaman resimler de çizen, ama hep şiirle yatıp kalkan, İlhan Berk!.. “Nesnelerin seslerini düşündüm. En başta da bir kurşunkalemin, bir bardağın, yıkılan bir masanın, sandalyelerin seslerini... Hepimizin kendine övgü sesleri vardır. Bir ses ormanı.” Hep kötü şairlere verildi Nobel’ler! Hiç düşündük mü? Niye gerçek şairler bir yana itildi, görülmedi? Oysa edebiyat, sanat, kalıcılık onlarındı... Nobel’i veren yeteneksiz kişiler bilemezdi, tanıyamadı onları da ondan... Yaşayanlardan İlhan Berk’tir biri, Dağlarca’dır öbürü.. Melih Cevdet’ti, Oktay Rifat’tı, Nâzım Hikmet’ti zamanında Nobel alması gerekenler... Önemli olan yazmaktır! Önemli olan bugünlerde değil yarınlarda yaşamaktır! Seslerin, olayların, alkışların, övgülerin, kazançların, çıkarların, geçici ünlerin üstünde, dışında kalarak işini yapmaktır. İşte biri, benim Nobel’den de üstün tuttuğum biri, bir şair, doksanındaki İlhan Berk!.. “Biz şimdiden başlayarak yazmak: Zamanı sorgulamak diye bakabiliriz buna. Eksik, parçalanmış zamanı elinden tutmak. Öncesiz sonrasız zamana uzanmak. Orda, zamanla hesaplaşmak.” A ilke ve devrimlerine ve laik Cumhuriyet ilkesine” bağlı kalacaktır. Geçmiş siyasal yaşamında bu kavram ve ilkelere bağlı kalmak şöyle dursun, savaş açmış kişilerin de, anılan ant içmeye yeterli oldukları söylenemez. Türk milleti, “gelişerek değiştiğini” söyleyenlerin, yeniden “değişerek özüne döndüğünü” duymak ve görmek istememektedir. Demokrasiyi, amaçladıkları düzene ulaşmak için araç olarak görenler, anayasayı ayak bağı kabul edenler, yargı kararlarını uygulamayanlar, beğenmedikleri kararları veren yüksek yargı organlarını paylayıp suçlayan ve ulemaya başvurma yolunu gösterenler, çoğunluk istediğinde laiklik ilkesinin kalkacağını söyleyenler, Türkiye’nin bir İslam ülkesi olduğunu yabancı ellerde ilan edenler, Atatürk ilke ve devrimlerinin devrini doldurduğunu ve yerlerini artık İslami değerlere bırakmaları gerektiğini beyan eden ve bu beyanında direneni en yakın çalışma arkadaşı seçip, bürokrasinin başına getirenler, “değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez laiklik ilkesinin” yeniden tanımlanmasını isteyenler, bu kutsal anda bağlı kalamazlar ve ona layık olamazlar. III Cumhurbaşkanı ayrıca “milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden” ayrılmayacaktır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek” için bütün gücüyle çalışacaktır. Milleti, bizden olanlar ve olmayanlar biçiminde ayrıştıranlar, laik Cumhuriyet aleyhinde kadrolaşanlar, milli eğitimi dinsel eğitime çevirmek isteyenler, yoksullaşan ve bu durumdan şikâyetçi olanları azarlayanlar, yolsuzluklarla mücadele sözü verip, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkanlar, haklarında ileri sürülen yolsuzluk iddialarından aklanmayanlar, yolsuzluk yapanları değil, ortaya çıkaranları suçlayanlar, dinsel inançlarının uygunluğu nedeniyle, büyüklüğünü vehmettikleri kişilerin yanında diz çökenler, takıyyeyi siyasette başarının tek yolu sayanlar, bu kutsal andı ağızlarına almamalıdır. Cumhurbaşkanının tarafsızlığına gelince; Cumhurbaşkanının, varsa parti ile ilişiğinin kesilmesi ve TBMM üyeliğinin sona ermesi, onu partili cumhurbaşkanı olmaktan korur ve tarafsızlığı bu koşullarla sınırlıdır. Gerçekte, cumhurbaşkanı anayasanın uygulanmasında, hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, Atatürk ilke ve devrimlerinin ve laik Cumhuriyetin korunmasında kesin olarak taraftır. Ve taraf olduğunu bütün dünyaya ilan ederek, bu yolda “bütün gücüyle çalışacağına” büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namus ve şerefi üzerine ant içmiştir. Andına sadık kalan bir cumhurbaşkanı, sayılan ilke ve kavramlara yapılacak saldırılara karşı koymak görevini de yüklenmiştir. Demokrasilerde olmayan “demokrasiyi yok etme özgürlüğünü” kullanmak isteyecek din bezirgânları çıkarsa (ki çıkacaktır), karşılarında Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eden ve andını yerine getirmek için birçok görev ve yetkiyle donatılan cumhurbaşkanını bulmalıdır. O halde, Türkiye cumhurbaşkanı olarak seçilecek ve Cumhuriyetin kurucusu yüce Atatürk’ün haleflerinden biri olma onurunu kazanacak kişinin, “koruma, bağlı kalma ve yüceltme” görevlerini yerine getirmek için tanınan yetkileri kullanabilecek bilgi, deneyim ve kişilik sahibi olması gereklidir. Devlet terbiyesi almış, tarih bilincine sahip, “üslubu beyan, ayniyle insan” özdeyişine uygun hareket eden, milleti bütünüyle kucaklayacak bir saygın kişi üzerinde siyasi partilerin uzlaşarak, anlaşmaları zorunludur. Unutulmamalıdır ki, iki ya da daha fazla koyun gütmede gösterilen becerinin, iyi bir sürü çobanı olmaya yeterli olduğu söylenebilir. Kayı aşiretine bey seçiminde dahi kullanılmayan bu ölçütün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne cumhurbaşkanı seçme sürecine yaklaştığımız bir sırada dile getirilmesi, büyük bir talihsizlik ve Türk milletine saygısızlık olmuştur. Cumhurbaşkanının seçim yöntem ve biçimi ayrı bir yazının konusunu oluşturacaktır. bir soydan geldiğini kanıtlar. Gözün alt kısmındaki deri kıvrımı, alt göz kapağının körelmesinden oluşmuştur. Örnekler çoğaltılabilir. Türlerin evrimi filogeni adını alır. Filogenideki evrimi (filogenetik evrim) aynen bireyin evriminde de görmekteyiz. Bir bireyin yumurtadan başlayarak ergin hale gelinceye kadar geçirdiği tüm evreler ontogeni adını alır. Bu da ontogenetik evrimdir. Bugün en gelişmiş canlı insandır. Bundan milyarlarca yıl sonra değişen ortam koşullarına uyum sağlayan daha gelişmiş canlılar oluşabilir. Darwin’in evrim teorisini yadsımak, bağnazlıktan başka bir şey değildir! Not: Ülkemiz satılıyor. Ulusal değerlerimiz ve Cumhuriyetimiz tehlikede! Buna dur dememiz gerekir! CHP’li olarak Deniz Baykal’dan toplu halde istifa bekliyoruz. Tek kurtuluş yolumuz bu!.. M Evrim Kuramı Neclâ TÜRKEL Biyoloji Öğretmeni mış, arkasından tüm canlıları aynı anda oluşturmuştur. Oysa jeolojik etütlerde en eski oluşan toprak katmanları arasında ilkel canlı fosillerine rastlanmaktadır. Üst katmanlara çıkıldıkça (yani daha sonraki devirlerde oluşan katmanlarda) daha gelişmiş canlı fosillerine rastlanmaktadır. Yine bu katmanlarda (toprak tabakaları) yapılan incelemeler sonucunda dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra ilk canlının oluştuğunu görmekteyiz. Vehbi Dinçerler, biyoloji öğretmenlerinin derslerde Darwin teorisini anlatmasını yasaklamıştı. Ben bu yasağa asla uymadım. Öğrencilerimin doğayı daha iyi tanımalarını, doğa olayları ile ilgili konularda bilinçlenmelerini ve pozitif bilimlere yönelmelerini istedim. Öğretmenliğim sırasında en önem verdiğim konu evrim konusuydu. Öğrencilerim bunu çok iyi bilirler. Evrimi kanıtlayan birçok delil var ortada... Kurbağa larvaları (tetor) kuyruklu olup aynen balığa benzer. Kurbağalar balıkların evriminden oluşmuştur. Sürüngenlerin evriminden oluşan kuşların en ilkeli olan Arkcopteriks dişlidir. Sonra dişler kaybolmuş, yani körelmiş, ağız gaga şeklini almıştır. Memeliler kuşların evriminden oluşmuştur. İlkel memeli olan Ekidne, Ornitorenk gagalı memelilerdendir. İnsana gelince, kuyruksokumu kemiği insanın kuyruklu bir soydan geldiğini kanıtlar. Hiçbir işe yaramayan apandisit (kör bağırsak) insanların otçul KADIKÖY 6. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA İLANI Dosya No: 20061151 Ta. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar açık artırma suretiyle satışa çıkarılmıştır. Satış BOSTANCI SANAYİ OTOPARKI Kadıköy adresinde yapılacaktır. Birinci artırma 26.01.2007 günü saat 10.0010.10 arasında yukarıda yazılı adreste yapılacağı ve o günü kıymetinin %60’ını ve öncelikle alacakları, satış masrafı ile paylaştırma masraflarını geçmek kaydı ile satılacağı, böyle bir bedel ile alıcı çıkmadığı takdirde 31.01.2007 günü saat 10.0010.10 arasında yukarda yazılı adreste ikinci artırma yapılarak tahmin edilen değerinin %40’ını ve öncelikli alacaklıları, satış masraf ile paylaştırma masraflarını geçmek koşulu ile satılacağı, alıcı çıkmadığı takdirde satış talebinin düşürüleceği, ihaleye katılmak isteyenlerden tahmin edilen kıymetinin %20 oranında nakit veya teminat mektubunun isteneceği, aksi halde ihaleye dahil edilmeyecekleri ve satış şartnamesinin icra dosyasından görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarası ile müdürlüğümüze başvurmaları, teslim masrafları, ihale damga resmi ve %8 KDV’nin alıcıya ait olduğu ilan olunur. 13.12.2006 Lira 17.500,00 YTL Adet 1 Cinsi (Mahiyeti ve önemli nitelikleri)34 AN 4417 PLAKALI RENAULT MARKA KANGOO MULTIX MARAUTH 1.5 TİPİ 2004 MODEL KAMYONET 17.500,00 YTL Toplam (Basın: 62918) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle