23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 ARALIK 2006 ÇARŞAMBA 4 Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları’nın Türkiye Raporu’yla ilgili yaptıkları değerlendirme ve vardıkları uzlaşma ne anlama geliyor? Gazeteleri okuyup televizyonları dinlediğimizde çok değişik fikirlerin ortalıkta dolaştığını görüyoruz. MHP içindeki militan kanadın sözcüsü sayılabilecek Yeniçağ gazetesinin manşeti şöyleydi: “Ofsayt Karar”. Başlığın devamında ise şunlar söyleniyordu: “AB ‘altın golü’ saymadı ve 8 müzakere başlığını askıya aldı. AKP hükümetinin son dakika girişimi sonuç vermedi. Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, Rumlara liman ve havaalanlarını açmayan Türkiye ile 8 müzakere başlığının askıya alınması konusunda uzlaştı.” AB’ye karşı olan çevrelerin görüşleri her zamanki gibi olumsuzdu. AB Türkiye’yi “kazıklama”yı sürdürüyordu. Olacak şey değildi çıkan son kararlar. Olumsuz taraftan bakılınca işlerin daha da olumsuz olduğu söylenebilirdi. HABERLER GLOBALPOLİTİKÜLTÜR AB Treni ve Türkiye’nin Yolu Olumlu taraftan bakan ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak ise manşetinde şunlara dikkat çekiyordu: ‘Bilgi’ Brüksel’den geldi. Haberin spotunda ise şunlar yer alıyordu: ‘Limanlar’ önerisi Ankara’da ‘bilgi verildiverilmedi’ tartışmasına konu edilirken, KKTC’ye uygulanan izolasyonları kaldırmayı AB gündemine soktu.” Sonuçta Yeni Şafak, KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılması konusunun AB tarafından dile getirilmesini önemli bir başarı olarak görüyordu. ??? AB konusu Türkiye’yi tam ortasından bölen konuların başında geliyor. Çünkü Türkiye’nin nereye gideceği, gelecekte nasıl bir yapılanma içine gireceği AB ile sanki bağlanmış gibi. Türkiye’nin büyüyen dış ticareti içinde AB tayin edici bir yere sahip. Dış ticaret hacminin yüzde 60’ına yakınını AB ülkeleri oluşturuyor. Gümrük Birliği Türkiye’nin yararına mı oldu, zararına mı oldu tartışması da bu sürecin önemli konularından birisi. Türkiye’nin 1996 yılından itibaren Gümrük Birliği’ne girmesiyle ekonomi çok zorlandı. Özellikle sanayi üretimi yapan büyük firmalar sırat köprüsünden geçtiler. AB’de üretilen teknoloji ürünleriyle Türkiye’nin rekabet edebilmesi kolay değildi. Türkiye zor olanı başardı. Şu anda Avrupa pazarlarında rekabet edebilecek çok sayıda ürün ve kurum ortaya çıktı. Otomotiv, beyaz eşya, tekstil ürünlerinde Türkiye’de üretilen mallar Avrupa’da kendilerine büyük bir pazar yaratabildiler. ??? Türkiye AB ilişkilerinde ekonomik boyut çok önemli. Bu nedenle her siyasi gerginlik ve umutsuzluk ekonomiyi de olumsuz yönde etkileyebiliyor. Siyasetçiler, bunu her zaman dikkate alan bir duyarlılık içinde hareket etmek zorundalar. Nitekim son “haber verildiverilmedi” tartışması sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nı “Piyasaları bozacaksınız” diye uyarıyordu. Belki de buna duyarlı olan iş çevrelerine mesaj yolluyordu. “Bakın onlar huzuru bozup ekonomiye zarar veriyorlar” demek istiyordu. ??? AB ile ilişkiler bir dış ilişki olmasına rağmen, sonuç olarak bir iç ilişki haline dönüşmüş durumda. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yarattığı gerginlik AB üzerinden kendisini ifade ediyor denebilir. Kıbrıs sorunu AB ile yapılan bir tartışma olmasına rağmen, tamamen iç politika malzemesi olarak kullanılıyor. Daha önce de böyle olmuştu. Sonuç olarak şunu görelim: AB ile Türkiye arasında eşit olmayan bir ilişki söz konusu. Biz üye olmak isteyen tarafız, onlar ise üye kaydeden taraf. Üstelik onların içinde henüz Türkiye ile çözülememiş birçok temel gerginlik noktası bulunan iki ülke karar merciinde. Bu Türkiye’nin işlerini daha da zorlaştırıyor. ??? Türkiye bütün iniş çıkışlara rağmen AB trenini şimdilik devirmeden yoluna devam ediyor. Buna kızanların neden kızdıklarını anlamakta zorluk çekiyorum. AB’yle ilişkilerin zor olacağı baştan biliniyordu. Ancak bu Türkiye’nin yüzyıllara dayanan bir tercihiydi. Bazı önemli engeller aşıldı. Avrupa Birliği’ne uzun bir yolculuk olarak bakmak gerekiyor. Bundan sonunda Türkiye kârlı çıkacaktır… ERGİN YILDIZOĞLU 2007 Yılına Girerken İki ‘Köpük’ (II) Pazartesi yazımda, “Amerikan üstünlüğü köpüğünün” patlamaya başladığına değinmiştim. Bu kez, geçen yıllarda, mali piyasalarda oluşan “spekülatif köpüğe” değineceğim İki müdahale... Bugünkü mali konjonktür iki siyasi müdahalenin ürünü. Birincisi: Asya krizinin arkasından, gelişmekte olan piyasaları uluslararası sermayenin giriş çıkışına açık tutmak, doların uluslararası konumunu korumak amacıyla, 1999’da Köln Zirvesi’nde tasarlanan, Yeni Uluslararası Mali Mimari. Böylece, Bretton WoodsII olarak adlandırılan ilişki şekillendi: Başta Asya’da Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler, tasarruflarını ABD’ye gönderiyorlar, ABD, günde 23 milyar dolara ulaşan bu kaynaklarla ekonomik büyümeyi sürdürüyor, ithalat yapıyor, dünya ekonomisini ayakta tutuyor. Ama cari açığı hızla artıyordu. Bu ilişki içinde Asya’da başta Çin olmak üzere, merkez bankaları, dolar karşısında paralarının değerlenmesini (ABD’ye yönelik ihracatlarını düşünerek) engellemek için, düzenli doları destekleyici döviz operasyonları yapmaya başladılar. Böylece, Asya ülkelerinin merkez bankalarında üç trilyon dolara ulaşan bir döviz rezervi oluştu. Doların geleceği de bu rezervin kaderine bağlandı. İkincisi: 2001 resesyonu sırasında yeniden gündeme gelen kapasite fazlası talep yetersizliği sorununu aşmak, tüketim harcamalarını, kredi kullanımını canlandırmak için büyük merkez bankalarının yaptığı müdahale. Bu müdahalenin sonucu, hem ABD’de ve dünyada gayrimenkul piyasalarında bir “köpük” oluştu, hem de her türlü spekülatif enstrümanın kullanımı yaygınlaştı. Örneğin, International Swaps and Derivatives Associations verilerine göre, kredi türevlerinin hacmi 1987’den bu yana yüzde 23 bin arttı. Yolun sonunda Şimdi, Bretton WoodsII sisteminin sonuna geldik. Amerika’da, yaklaşık 78 milyon insan (1950’lerde doğan kuşak) emekli olmaya başlıyor. Bunların, sosyal sigortalar ve sağlık hizmetleri üzerinden getirdikleri mali yükler devletin sorumluluklarını 60 trilyon dolara kadar yükseliyor. Bu sorumlukların, para basarak karşılanması kaçınılmaz. Tabii, bunun, enflasyonu körükleyerek, devletin borcunu aşındırmak gibi ek bir yararı da olacak. Ancak, bu enflasyonun elinde dolar rezervleri/varlıkları olanları mutu etmeyeceği açık. İkincisi, ABD cari açığı GSMH’nin yüzde 6’sını geçiyor; Asya’da ticaret fazlası veren ülkelerin dövizlerinin değerlenmesi gerekiyor. FED Başkanı Bernake ve Hazine Sekreteri Paulson bu konuyu konuşmak için bu hafta Çin’deler. Asya Kalkınma Bankası’ndan ve Japonya’nın en etkili ekonomistlerinden, Masahiro Kawai, Asya ülkelerinin, bu revalüasyonu, dalgalanmalara yol açmamak için, blok halinde davranarak gerçekleştirmelerini öneriyor (Forbes, 07/12). Üçüncüsü, Asya merkez bankalarında, (The New York Times (10/12) OPEC ülkelerinin kasalarında biriken dolar rezervlerinde (Financial Times 11/12) bir çeşitlendirme, dolardan uzaklaşma süreci başlamış durumda. Böylece, yabancı yatırımcıların ABD piyasasına ilgileri azalırken, Asya’da merkez bankaları arasında doları destekleme operasyonlarına bir eşgüdüm için de son verme önerisi, Bretton WoodsII’den “toplu çıkış” anlamına geliyor. Öyleyse, doların, dalgalanarak da olsa, değer kaybetmeye devam etmesi, bir aşamada, yeni bir düzleme geçmesi beklenebilir. Kawai, doların yüzde 20’lik bir değer kaybının, ticari ağırlıklı etkisinin yüzde 4’ü geçmeyeceğine dikkat çekerek, ABD cari açığında belirgin bir düzelme için, gerilemenin yüzde 40’a ulaşması gerekebileceğini savunuyordu. Absürd bir şey Mali piyasalardaki köpüğe gelince, kredi türevlerinin hacminin 1990’da 3.5 trilyon dolarla, dünya hasılasının yüzde 27’sine eşit bir büyüklükten, bu yıl, 90 trilyon artarak, 380 trilyon dolarla dünya hasılasının yüzde778’ine ulaşmış olması “absürd”, bir “şeyle” karşı karşıya olduğumuzun kanıtı. Üstelik, bu piyasalarda işlemlerin yüzde 55’ini, sayıları 1990’da 300’den, 2000’de 3000’e, 2005’te de 10 bine ulaşan, piyasalar sıkıştıkça, daha riskli işlemlere girişen, “Hedge fonlar” tarafından gerçekleştiriliyor olması çok vahim. Piyasalar sıkışıyor çünkü, 2004’te başlayan faiz artırımları, artık likiditeyi daraltmaya başladı. Böylece heç fon iflasları artıyor. Örneğin, 2004’te bu fonların yüzde 4.7’ü batmıştı. Bu oran 2005’te yüzde 11.4’e yükseldi (Global Economic Forum, 17/11). ABD ekonomisinin büyümesinde belirleyici rol oynayan ev piyasalarındaki hızlı daralma, bize “2007’de resesyon var” diyor. Bretton WoodsII’den “toplu çıkış” tartışması, “Dolar desteklenmeyecek, ABD’ye dış kaynak girişi azalacak!” diyor. Avrupa’da istikrarlı büyüme beklentisi, “yatırımcı Avro’ya yönelecek” diyor. Doların değer kaybı, “Wall Mart etkisi” üzerinden hane halkı bütçesini zorlayacak. Prof Rubini’nin vurguladığı gibi, düşük kaliteli ipoteklerde hızla artmaya başlayan ödeme zorlukları, “ABD banka sisteminde, giderek küresel mali sistemde kriz riksi artacak” diyor. Dolardaki gerilemeyle, mali piyasalardaki köpüğün çakışma olasılığı çok yüksek. 2007 çok “ilginç” bir yıl olacak! erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle