18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 ARALIK 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Jest Gülhan Elmas: “Rumlara jest olarak liman açılıyor. Oldu olacak Ermenistan’a jest olarak sınır açılsın, PKK’ya jest olarak da Apo için af çıkarılsın!” Ya ğ m u r E k i m Müslüman sol parti kurulacakmış... “Allah kabul etsin!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Ağar’la Öcalan yakınlaşıyormuş. Hangi ovada? Ahmet Mete Apak: “BBC, AB’nin Türkiye’yi cezalandırmak için toplanacağını bildirdi. Tayyip’i tek ayak üstünde karatahtaya dikip 500 defa ‘limanları açacağım’ diye yazdırırlar mı?” Ceza İKİNCİ cumhuriyetçilerin, dinden geçinen tarikatçıların ve bölücü milliyetçilerin kafa kafaya verdikleri bir süreç yaşadığımızı söylüyor Şevket Çorbacıoğlu. Ve şöyle diyor: “Bu süreci işletenlerin tek malzemesi demokrasi. Demokrasi onlar için; sen söylerken ve yazarken değil, onlar söylerken ve yazarken geçerlidir. Sürekli ‘sınırsız demokrasi avcılığı’ yaparlar. Onlar eleştirir, sen eleştiremezsin! Onlar gibi düşünmediğin için; faşist ve anti demokratsın, çağın gerisinde kalmış düşünce düşmanısın. Çünkü; hem laik, üstelik Atatürkçüsün. Her telden çalan hormonlu renkli bir gazete, Cumhuriyet gazetesi özentisiyle yayın hayatına girdiğinde zaman zaman konuk yazar olmuştum. Fakat bilinmez bir nedenle yazılarım kesildi. Gazete de zamanla Cumhuriyet takıntılı bir hal almaya başladı. Bu sefer gazetenin entelektüel yazarlarının yazılarına belli periyotlarda yorum getirmeye başladım. Önce sayfalarını kapatan gazete ardından; yazılarıma da internet sayfalarını kapattı. Evet, düşüncelerim ekrandan silinmişti. Düşünce silmenin, Hitler faşizminin kitap yakmasıyla bir farkının olmadığını, özellikle bunu yapanların; sınırsız özgürlükçü demokrasi yanlısı sınırlı sorumlular olduğunu söylemek istiyorum. Bilmem belki de; popülizm adına ‘padişahım sen çok yaşa’ diyemediğim için cezalandırılmıştım. Bu tepkinin demokratik kriterle değil, Hitler dönemi kitap yakmalarla örtüştüğünü düşünerek gazeteyi aradım, ama geçerli bir neden gösteremediler. Bana göre bu yaklaşım; bu günlerde ‘kafa kafaya mı gelelim, kafa kafaya mı Virüs verelim’ diyenlerin; kafa kafaya vermiş olanlarına yoğun yüklenmemden kaynaklanmaktadır. Belli bir zaman sonra tekrar yorum olanağı yakaladım, fazla yüklenmiyor, fakat önceki duruşumu koruyordum. Derken tekrar yorumlarım kesildi, yani düşüncelerim ekrandan silindi. Anladım ki, fincancı katırlarını ürkütmüş; bölücü ve irtica katsayısı ağır basan; postmodern entelektüel cumhuriyet karşıtı ve de aydınlığı karanlıkla harmanlayanların düşüncelerini bulandırıyordum. Evrensel gerçekler doğrultusundaki yazılara katlanamayanlar nasıl olur da ‘özgürlükçü demokrasiyi’ kalemlerinden hiç düşürmezler anlamış değilim! Bir arkadaşım, şu uyarısı ile beni düşündürdü: Malum gazete bana 207 virüs göndererek bilgisayarımı yok etti. Dikkatli ol hepsi aynı bunların!” İsveç Yerine Pinochet’den Söz Etmek Eğer Şili eski diktatörü Pinochet’nin ölüm haberini almamış olsaydım, bugün bu köşede hiç gitmediğim, görmediğim, yalnızca fotoğraflarından tanıdığım bir kuzey ülkesinin, İsveç’in doğasından, kıyılarından, beyaz kentlerinden söz edecektim. Televizyonlardan izlediğim Nobel Ödül Töreni’nin o ağırbaşlı ama sıcak, o soylu ama kucaklayıcı havasından ne yalan söyleyeyim çok etkilendim. Her ülke coğrafyası, doğası, insanları, toplumsal davranış biçemleriyle kendine özgü bir bütün oluşturuyor. Parlamenter monarşisi, örnek demokrasisi, insan haklarına yaklaşımı, eriştiği refah düzeyi kişi başına düşen yıllık gelir 46 bin dolar refahın bireylere dağılımı ile bu özgünlük çok belirgin İsveç’te. Ama dediğim gibi ben bunlardan çok doğasından, kıyılarından, beyaz kentlerinden söz edecektim hiç gitmediğim, görmediğim bu ülkenin. ??? Yurtdışında yaşadığım uzun yıllarda İsveç’e gidip gelen arkadaşlarımız anlata anlata bitiremezlerdi bu alanı büyük, nüfusu küçük ülkenin insan ruhunu dinginleştiren yanlarını. Nedense, dünyanın en güzel kızlarının bu ülkede yaşadıklarına ilişkin yerleşik bir kanı vardı bizlerde; o kızlardan biriyle ve hep en güzeli olurdu o birisi yazları güneşin hiç batmadığı, kışlarıysa günün bir türlü ağarmadığı o ıssız kıyılarda el ele yürüme öykülerini dinlerken için için kıskanırdık anlatanı. 1930’lu yıllarda uzun bir süre Göteborg’da yaşamış olan babamın da birçok anısı vardı bu ülkeden. Öğrencilik yıllarında Ingrid adında bir sevgilisi olduğunu bilirdik örneğin. Onu değil, ama yakışıklı bir süvari olan ağabeyi Sven’i tanımıştık gemisinin yolu İstanbul’a düştüğünde, 1953 yılıydı. Babamla İsveççe konuşmuştu Sven Amca. Sonra uzun yıllar biz ona patlıcan turşusu, o da bize İsveç ekmeği göndermişti. İşte bunlardan, bir de hâlâ içimde bir yaz sonu, rüzgârlı bir günde ne bileyim Sundsvall’de deniz kıyısında anorağımın yakaları kalkık, kafamda kasket, ayaklarımda lastik çizmeler, ellerim cebimde, tek başıma yürüme arzusu taşıdığımdan; sonra trenle Stockholm’e dönüp mutlaka bir barda İsveç votkası içmek isteyeceğimden söz edecektim. Olmadı. ??? Augusto Pinochet öldü. Dünyamıza kötülükler yağdıran bütün lanetli yaratıklar gibi o da çok uzun yaşadı. Öldüğünde 91 yaşındaydı. 11 Eylül 197311 Mart 1990 arası, 17 yıl hüküm sürdüğü dönemde Şili halkı tarihinin en acılı, en karanlık yıllarını yaşadı. 22 Ağustos 1973 günü sosyalist Cumhurbaşkanı Salvatore Allende tarafından Kara Kuvvetleri Komutanı olarak atanmıştı. Yirmi gün sonra, darbenin ilk günü olan 11 Eylül’de askerleri Cumhurbaşkanı Sarayı’nı bombaladılar. Allende direnmek istedi, başaramadı; bir tabancayla intihar etti. Aynı gün 2131 kişi tutuklandı, tutuklanmalar hep sürdü; kesin sayısı bilinmiyor. Bilinenler, ölenler ve kaybolanlar. Tutuklulardan 2095’i öldü/öldürüldü; 1102 kişi kayboldu. ??? Pinochet de Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasal/stratejik etki alanındaki tüm darbeciler gibi emperyalizmin işbirlikçisi, uşaklaştırılmış bir tetikçiydi. Efendilerinin verdiği görevi layıkıyla başardı. İktidar olduğu dönemde yüz binlerce Şilili, ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Geleceğinden korkan tüm öbür darbeciler gibi Şili halkına uyduruk bir “anayasa” dayattı. Bir deli gömleği olan bu “anayasa” ona devlet başkanlığı görevini sürdürmesini mümkün kılıyordu. 11 Mart 1990 tarihine kadar bu görevde kaldı. Ne var ki o uyduruk “anayasa”nın öngördüğü üzere yaşam boyu “doğal senatör” ve 1998 yılına kadar da genelkurmay başkanı olarak kaldı. Pinochet, iktidarı boyunca işlediği hiçbir suç nedeniyle yargı önüne çıkartılmadı; hesap vermedi. 19982000 yıllarında Londra’da gözetim altında tutulması, Falkland Savaşı’nda Arjantin’e destek olması nedeniyledir. 15 Eylül 2005 yılında ise dokunulmazlığı kaldırılmıştı; öldüğünde Santiago’da ev hapsindeydi. Yargılanamadan öldü. Ne diyelim, Tanrı’nın laneti onun ve onun gibilerin üzerine olsun. eposta: dkavukcuoglu?superonline.com SESSİZ SEDASIZ (!) Teşbihte hatanın sonu zırva olur! TÜRKÇEDE yanlış kullanılan bir deyimden söz ediyor emekli yazın öğretmeni Hami Karslı: Bir şeyi başka bir şeye benzetmek isteyen kişi söze ‘teşbihte hata olmaz’ diye başlayarak uysa da uymasa da, aklınca bir benzetme yapar. Yazın sanatında da çokça kullanılan ‘teşbih’ sözcüğü Arapça’da ‘şibh’ sözcüğünden üretilmiş ‘benzetme’ ‘benzetilme’ anlamında kullanılan bir sözcüktür. Teşbihte hata olmaz, deyimi ise, ‘teşbih hatayı kaldırmaz. Bu bakımdan teşbih yaparken iyi düşünmeli ve benzeyenin benzetilene uygunluğuna dikkat edilmeli’ anlamında söylenmiştir. Yoksa ben yaptım oldu mantığı ile teşbih yapılmaz. Artık simgesi aydınlatma yerine karatma anlamında algılanan ‘ampul partisi’nin ve hükümetin başkanı ‘liman açma’ konusunda ‘devlet politikalarını yok sayarak’ yaptığı son icraatı savunurken, tutumunu İsmet Paşa’nın, Lozan Barış Antlaşması’ndaki tutumuna benzetmiş. Başbakanın ilk önce ‘teşbih sanatı’nı iyi öğrenmesi gerekir. Teşbihte hata yaparsan ‘teşbih’ teşbih olmaktan çıkarak ‘zırva’ya dönüşür. Lozan ve İsmet Paşa ile bugünkü başbakan ve yaptıkları arasında en ufak bir benzerlik bulunmamaktadır. Tam aksine bu iki olay ve iki isim birbirleriyle ‘siyah’ ve ‘beyaz’ın zıtlığı gibi zıttır. Çünkü Lozan, tüm dayatmalara karşı direncin ve bağımsızlığın anıtıdır. Liman açma girişimi ise dayatmalara karşı teslimiyetçiliğin belgesidir.” behicak?yahoo.com.tr Verici Tacettin Güleç: “Veresiye vere vere kalmadı. Ödünleri vere vere olmadı!” Gurur Akif Kökçe: “Memleket, Orhan Pamuk’la gurur duymalıymış! Keşke Orhan Pamuk da memleketinden gurur duysa!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘Kar’ı da ‘Artık’ Yeniden Yazmalı... Nobel konuşmasının “çok beğenilme”sinden sonra Orhan Pamuk için “artık” yazmamaya karar vermiştim; edebiyatçı değil, “mimar” olmamdan ötürü “kıskandı” denemese bile… Hele Zeynep Oral’ın adeta “doruktaki sevinci”ni okuyunca, “galiba ben de, ya kutlamalı ya da susmalıyım” diye düşündüm… Orhan Pamuk’un görüşleri “ulusal değerler”imiz açısından tartışılsa da ülkeye Nobel’i getirmesini “ulusal kazanım” saymak gerekir(miy)di?.. Ne var ki Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine verdiği demeç, bu yazıyı kaçınılmaz kıldı. “Artık siyaset konuşmayacağım; dünyaya kültür penceresinden bakıyorum…” diyen Pamuk, kendisini eleştirenler için de şunu eklemişti: “Onları okumuyorum bile…” (10 Aralık 2006gazeteler) Oysa Pamuk, örneğin “Kar” romanındaki “irtica” hareketini, tutup Kars’a yakıştırmasını eleştirdiğimde; “Kars geyiği yapıyor” diyerek yazdıklarımı okuduğunu; ama “anlamadı”ğını kanıtlamıştı. (Milliyet25 Ocak 2002) Çünkü o eleştirimde özetle diyordum ki; “siyasi amaç yerine kültürel katkıyı yeğleseydi; Kars’ta gericiliğin değil, aydınlanmanın ‘hayal’ini kurardı…” (Cumhuriyet24 Ocak 2002) Şimdi Orhan Pamuk, madem ki “artık” dünyaya kültür penceresinden bakmaya karar vermiş; o halde Kar romanını da “Kars’ın kültürel gerçeği”ni gözeterek “yeniden yazması” gerekmez mi? Eğer bu “karar”ını Kar’dan önce alabilseydi; örneğin “100 bin baskı satılamazsa kitapları ne yaparsınız?” sorusuna, “Kars Kalesi’nde tuğla olarak kullanırız”(!) gibi uygarlık mirasına saygısız bir yanıt da verilmezdi. (Hürriyet20 Ocak 2002) “Haber Türk” televizyonu da Pamuk’un “Türk bayrakları”yla karşılanmasını istediği tanıtım filminde, “10. Yıl Marşı” yerine; belki de Kars’ın “Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa”sını fon müziği yapardı… de işte bu “kamuoyuna başka, dostlarına başka” görünenlerimiz yüzünden gelmiyor mu?.. Örneğin, çok satan bir gazetemizdeki edebiyat dünyamızın saygın kalemi, geçen yıl bir dostlar buluşmasında demişti ki; “Pamuk hem tarihi bilmiyor hem de Türkçeyi…” Aynı “duayen”in bu sözlerine 3 ünlü aydınımız da tanık olup katılmalarına rağmen, izleyen günlerde Pamuk’u yine hep göklere çıkarttı; şimdi de İsveç’teki konuşmasına övgüler diziyor… Oktay Akbal ise tam tersi bir tutumla, evde söylediği neyse köşesinde de onu yazan; dostlarıyla paylaştığı düşüncelerini yazılarına da “sansürsüz” aktaran; bu nedenle de “bilge”liğinin doruğundaki edebiyat anıtımız… Cumhuriyet’teki köşesinde geleneksel Nobel konuşmalarının “insanlığa karşı sorumluluk”lar taşıdığını anımsatırken; geçen seneki Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan İngiliz yazar Harold Pinter’ın şu sözlerini “örnek” olarak aktarmıştı; “Bush ve Blair Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkartılmalıdır. …O füzeleriyle kimi vuracaklarını merak ediyorum; Ladin’i mi; sizi mi; beni mi?.. Bilmiyoruz…” (Cumhuriyet 19 Kasım 2006) Orhan Pamuk, Türkiye’nin en birikimli edebiyat ustasından kendisine “armağan” sayması gereken bu “ders verici anımsatma”yı bile umursamadan; “babasının bavulu”yla herkesi ağlattı, gönülleri fethetti… Ama evrensel ödüllü bir “dünya yazarı” olarak, “insanlığın gönlünü” de fethedebildi mi? Dünya ondan insanlığı ağlatanları “sanatçı kimliğiyle sorgulaması”nı beklerken, duygulu bir babaoğul öyküsünü yeğlemesi, gerçekten “edebiyat” için miydi? Çağımızın büyük yazarları, önemli ödüllerin coşkusunu dünyayla paylaşırken, “tüm insanlığın aydını” olmalarına yakışır bilinçteki bu sözleriyle tarihe geçiyorlar… Bizler ise insanlığa onurlu ve bağımsız yaşamanın destanını armağan etmiş bir ulus olarak, “yazarımız” Orhan Pamuk’un Nobel konuşmasını sadece “baba sevgisi”yle anımsayacağız… ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 13 Aralık www.mumtazarikan.com Oktay Akbal’ın ‘ders’i.. Pamuk’un Nobel konuşmasından “mutlu” olduklarını “yazan” kimilerinin ise özel sohbetlerinde “umduklarını bulamadıkları”nı “söyleme”leri, beni daha da üzüyor… Zaten başımıza gelenlerin önemli bir bölümü 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Isparta ilinde, “ulusal 1 park” kapsa 2 mına alınmış 3 bir dağ. 2/ Bir tuzla ürünü 4 nün satıldığı 5 bölgeler... Ya 6 bancı. 3/ Eski 7 dilde ekmek... Gemi 8 de sancağı, 9 yelkeni ya da 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sereni direkten aşa1 M A R T O L O S ğı alma. 4/ Ahlak... 2 E Ü R S İ N E K Hayvanlara vurulan 3 H A Y D A R İ A damga. 5/ İzmir’in H A K K U L Çeşme ilçesine bağ 4 T A GO R A lı turistik bir belde. 5 E D A A F M 6/ Bir nota... Bir 6 D Ö N Ü Ş AMA T A çokluğu oluşturan 7 İ L varlıklardan her biri. 8 E S E N J Ü T 7/ Orta Asya’da ya 9 A K İ K L İ L A şayan Şamanist Türkler arasında yaygın bir fal... Itırlı bir bitki. 8/ İskambilde bir kâğıt... Sıkıntı veren, hoşlanılmayan şeyler için kullanılan bir sözcük. 9/ Erzurum’un bir ilçesi... “ kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” (Âşık Veysel) YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Antalya’nın Alanya ilçesine bağlı turistik bir belde. 2/ Uzak... Asya’da bir göl. 3/ Argoda kaba saba ve görgüsüz kimseye verilen ad... Hararet. 4/ Sahip... “ adın kalleş olsun” (Enver Gökçe). 5/ Tütün dizmek, kurutmak ve işlemek için kullanılan kapalı sergi... Eski dilde su. 6/ Afyonkarahisar’ın Sultandağı ilçesine bağlı, özellikle kiraz üretimiyle tanınmış belde. 7/ Dört Halife’nin sonuncusu... Bir bilgisayar oyunu. 8/ Kabiliyet. 9/ Teşhis... Anadolu’da kurulmuş eski bir uygarlık. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle