18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ARALIK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Türkiye’nin Toptaş’ı Frankfurter Allgemeine gazetesinde Stefan Weidner, ‘Gölgesizler’ romanı Almanya’da da yayımlanan yazar Hasan Ali Toptaş’ı “Doğu’nun Kafka’sı” diye tanımlamış. Hasan Ali Toptaş nitelemeyi nasıl mı karşıladı? Sorduk, söyledi: “Aslında, her yazar kendisidir. Ne kadar yalnız olduğu sorulduğunda Kafka’nın, ‘Franz Kafka kadar yalnızım’ demesi de buna işaret eder bence. Bir yazar elbette başka bir yazarla anılmak istemez. Ne var ki, bu tür tanımlamalar her zaman yapılıyor. Sadık Hidayet için de ‘İran’ın Kafka’sı’ denmişti.” İyi ki bizim Hasan Ali Toptaş’ımız var. Gürhan Uçkan’ın anısına SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Yeni dış politika yöntemi “17 Aralık 2004’te ‘Kıbrıs’la ilgili yazılı taahhüt vermeyin. Binin uçağınıza geri gelin. Daha uygun şartlarla AB’ye üyelik zemininde anlaşabiliriz, bu tavizi vermeyin’ dedik. Ne yazık ki, Başbakan bu tavizi verdi. 29 Temmuz’da 2005, Dışişleri Bakanı ek protokolü imzaladı, ‘İmzalamayın’ dedik. ‘Efendim biz bir deklarasyon yayımlıyoruz, hiçbir mahsuru yoktur’ dediler. Biz ‘Bu deklarasyonun hiçbir geçerliliği yoktur’ dedik. Bütün bunları söyledik ve maalesef haklı çıktık. Neticede görüyoruz ki, son derece haksız olan Kıbrıslı Rumları desteklemek uğruna AB Türkiye’yi köşeye sıkıştırmakta, inanılmayacak kadar haksız baskılar yapmaktadır.” CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in, durumu kısaca böyle özetlediği günün hemen ertesinde Abdullah Gül’ün moda deyimle “fikri gelGeçen 7 Aralık günü Cumhuriyet’te her yıl olduğu gibi küçücük bir ilan yayımlandı. Çocukları, 1979’da katledilen iyi insan Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’i anıyorlardı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag), bir kitap hazırlığı içinde. Saldırıya uğrayarak aramızdan alınan insanlarımızın yakınları ile görüşerek bir bellek tazelemeyi amaçlıyor. Kitabı hazırlayan um:ag Yayın Yönetmeni Orhan Tüleylioğlu, bu çerçevede Deniz Tütengil Mazlum’un da düşüncelerini almış. Deniz Tütengil Mazlum, bir anlamda yüreğini açmış o ıssızlığa alışmış topluma: “Özgeçmişimde böyle bir olay olması elbette bende tutukluklar da yarattı. Örneğin, bu kadar önemli bir kodi”. Finli meslektaşının kulağına eğilip “Sayın Erkki Tuomioja, aman benden çıktığı belli olmasın ama, size kalben açılmak istiyorum. Bunu Kondi’ye bile açmadım, ilk siz duyuyorsunuz vallahi. Şimdi söyleyeceklerim bizim düşüncelerimiz bizim olmasına da, yine siz bizden çıktığını Brüksel’e söylemeyin sakın. Mahsusçuktan sizin öneriniz gibi olsun” demeye getirdi. Gül’ün kulaktan kulağa fısıldadığı öneri de, üç günlük Müsteşar Ertuğrul Apakan’ın hazırladığı AB’ye armağan edilecek Kıbrıs paketinin ambalajlanıp üzerine fiyonk kondurulmuş haliydi: “Ercan Havaalanı uluslararası trafiğe, Magosa Limanı da doğrudan ticarete açılsın.” Bir yaşımıza daha girdik ve torunlarımıza anlatacak bir masalımız daha oldu: “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, dış politikamız kocakarı dedikodusu yöntemi ile yürütülür iken...” Karar Ermeni tezleri konusunda yıllardır Türkiye’yi yaban ellerde yılmadan savunan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, kasım ayı sonunda Londra Üniversitesi’nde, daha sonra da Edinburg Kent Meclisi’ndeydi. 5 dakikayla sınırlandırılmak istenmesine karşın yarım saat kürsüde kalan Ataöv, konuşmasının en can alıcı bölümünü sonuna bırakmıştı: “Siyasal bir kurum bir tarih konusunda denetlenmeyen bir karar veremez. Gerçek, tüm gerçek; yalnız ve yalnız gerçek yönünde karar verebileceğinizden emin misiniz? Unutmayın ki, bu kararınızla yarınlar da size ilişkin olarak bir karar verecek.” Ansızın çıkıp gelen, çoğulluk aynasında yalnızlığını uzatan ağabey... Umulmadık anda benliğine darılan, sevenlerine sevgiyi çil çil dağıtan ağabey... Şu haydut dünyada kıvamlı satırların peşine vurulmuş, sadecik koşan ağabey... Ne demişti Gürhan Uçkan, ne demişti? “kendimin en iyi arkadaşıyım / en açık sözlü eleştirmeni / en acımasız düşmanı / sevgilerin talihsiz tarafıyım / sevgilisi gelmeyeni / ben kendimin alacaklısıyım” demişti Gürhan Uçkan, içini için için yakarken... Yandı gitti, insanlara su taşırken... babam hâlâ kanlar içinde, vurulup düştüğü asfaltın üstünde yatıyor ve kendisine sahip çıkılmasını bekliyor. Üstelik de biliyorum ki bu duygu, bir aile mirası gibi, bizim çocuklarımızın da peşini bırakmayacak.” Geçmişin çürümüş, pis kokulu tabakalarının üzeri sinsice kapatılabilir mi? Bakıyoruz, görüyoruz, ayrımındayız: Kapatılmış... Altta, babası öldürülen çocukların dinmeyen içli hıçkırıkları fısıltı dehlizlerinde dolanıp çığlık olup yüzeye vuruyor. Üstte, unutkanlığın zamana yayılmış eciş bücüş mumyaları, fosilleri. Yine ortalıktalar. Hep sarmaş dolaş, hep kol kolalar, “Mecbur, bize katlanacaksınız” diyorlar. Papa Laikliğe Savaş Açtı ROMA “Türkiye’nin laik modeli kilisenin işine gelmiyor. Türkler; ‘İslamın kılıcı’ işlevini üstlenmeye devam etselerdi, Vatikan bundan sıkıntı duymazdı. Ama Türkiye hesapta olmayan bir şey yaptı ve şablonu kırdı. Laik düzenin Müslüman bir ülkede de hayata geçebileceğini ve evrensel olabileceğini gösterdi. Kilise için bundan aykırı bir şey düşünülebilir mi? Vatikan’ın bir numaralı düşmanı İslam değil laiklik... Kilisenin hâlâ kabullenmekte direnç gösterdiği ve tepki duyduğu bir şey varsa o da laisizmin orda burda kök salmasıdır.” (Sağnak, “Avrupa’da Din Savaşı”, Haziran 2003). Vatikan’ın “Türkiye’deki laikliği” can sıkıcı bir “çıbanbaşı” olarak görmesi yeni değil. Yenilik, bunu Vatikan koridorlarında alçak sesle konuşulan bir konu olmaktan çıkarıp “meşrulaştırması” ve “aydınlanmacı laikliğe karşı açtığı küresel kampanyanın” ayrılmaz parçası haline getirmesi. “Türkiye’deki laiklik Vatikan’ı neden ilgilendiriyor?” diyeceksiniz... İlgilendiriyor, çünkü Vatikan’ın Ankara’dan bir numaralı talebi “dini cemaatlere özgürlük...” Bu talep Vatikan’ın Türkiye ajandasında en öncelikli yeri işgal ediyor. Türkiye’deki “laik sistem” oysa ki bu hedefe engel çıkaran “lüzumsuz bir komplikasyon” olarak görülüyor. Pratikte, Vatikan’ı ilgilendiren birinci konu bu. Bir de işin “tarihisiyasi” boyutu var. Yukarıda alıntıladığım önceki yazılarımda da işaret ettiğim gibi, laikliğin kök salmasından oldum olası rahatsız olan Vatikan; Berlin Duvarı’nın çökmesiyle Avrupa solunun girdiği krizden yararlanarak, bu “tarihi yol kazasına” son vermek istiyor! “Duvarı yıkan” Polonyalı Papa II. Jean Paul’den bayrağı devralan XVI. Benedikt, şimdi selefinin bıraktığı yerden mücadeleyi sürdürmek istiyor ve Avrupa’yı “neoconfessionalist” deyimiyle tanımlanan “din referanslı bir kıtaya” dönüştürmeyi hedefliyor. nunun, babasının katledilmesinin hesabını soramamış bir evlat olarak, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inanç gerektiren kimi görevleri üstlenmeye hakkım olmadığına inandım. Yani bu konu ve pek çok benzer cinayet çözülmediği, tetik çekenler ve onları azmettirenler hesap vermediği için, yerine getirmediğim bir görev, bir eksiklik varmış duygusu, hep gündemde kaldı, her daim aklımı meşgul etti. Öte yandan, bu olayı yaşadığım ve sonuçlarına katlanmak zorunda bırakıldığım için, hiçbir zaman tam anlamıyla ‘şen’ olamadım. Babama ve bizlere reva görülen bu büyük haksızlık, Unutkanlığın mumyaları ruhumda iyileşmeyen bir yara açtı. Zihnimin bir yanı, her koşulda ve her ortamda bu travmanın izlerini taşıdı. Çok sevilen bir insanın kimvurduya gitmesine seyirci bırakılmak, insanın kanını donduran bu gelişmeleri yaşamak elbette uzun yıllar geçse de unutulacak gibi değil. Babamın öldürülmesinin üzerinden 27 yıl geçti. İnsan, sevdiği bir kişiyi normal bir ölümle kaybedince, yıllar içinde acının küllenmesi, anılar silikleştikçe o kişinin yokluğuna ister istemez alışılması doğaldır elbette. Ama, özetlemeye çalıştığım bu kahredici süreç nedeniyle, ben babamın ölümünü hâlâ kabullenemedim. Benim gözümde Türkiye seyahati... Dönemeç Avrupa’nın bağrı Almanya’dan çıkan yeni Papa’nın bir numaralı misyonu; laisizme karşı savaşı “küresel bir stratejiye” dönüştürmek. XVI. Benedikt’in papalığının ilk 18 ayında, bu bağlamda alttan alta işlediği temalar; son Türkiye seyahatinde ilk kez açıkça su yüzüne çıktı. Ve Türkiye dönüşü İtalyan gazetelerinin manşetlerine oturdu. Konu şu: “Vatikan ‘sağlıklı laiklik’ istiyor!” İtalya’da laiklik temasını ön plana çıkaran konular Türkiye’nin sıcak gündeminden tabii farklı! Roma’da laiklik meselesini “yakıcı” hale getiren paradigmalar, “ötanazi”, “kök hücre denemeleri” ve “eşcinsel evliliklere” odaklanıyor. Parlamentonun hazırladığı yeni bir yasa tasarısı nedeniyle kilise bu konulara müdahil olmak istiyor. Ancak bu sorunlara “perakende” yaklaşmak yerine, “laiklik ekseni” üzerinden “toptancı” bir savaş açıyor. “21. yüzyılın laik devleti nasıl tanımlanmalı” sorusu üzerinden götürülen tartışmanın ucuna Türkiye de ekleniyor. Papa’yı izleyen gazeteciler, hatta XVI. Benedikt’in “laiklik” ve “laikçilik”; “dejenere laiklik”le “sağlıklı laiklik” ayrımlarına ilk kez Türkiye’de girdiğine dikkat çekiyor ve ayağının tozuyla bu kavramları İtalya’da fitillediği “antilaik kampanyanın” parçası haline getirdiğine işaret ediyorlar. “Messaggero” gazetesi örneğin, Papa’nın “sağlıklı laiklik” tanımını Ankara’da kordiplomatik önünde yaptığı konuşmada ortaya attığını vurguluyor. Sol eğilimli “Manifesto” ise “Papa bu konuları Türkiye dönüşünde açtı” diyor. Ve XVI. Benedikt’in “sağlıklı laiklik” ve “laikçilik” kavramlarının içini açıyor. XVI. Benedikt’e göre “laikçilik”, “dindevlet işlerini kesin hatlarla ayıran ideolojik laiklik” oluyor... Papa’nın lanetlediği “ideolojik laiklik”, “dini; yaşamdan, entelektüel düşünce ve ahlaktan dışlayan; kamu alanı dışına iten, yalnızca birey vicdanına indirgeyen laiklik” şeklinde tanımlanıyor. XVI. Benedikt; Avrupa’da böyle bir “patolojik laiklik”(!) görmek istemiyor. Ya ne görmek istiyor? Kutsal Peder’in takdis ettiği laiklik, “sağlıklı laiklik!” Sağlıklı laiklikle kasıt ne? “Dinin bireysel alanla sınırlanmaması ve dini cemaatlere tam özgürlük, yasamaya müdahale!..” Kısacası “dini kamu alanına taşımak istiyor” Papa Ratzinger. Bu Vatikan usulü sağlıklı laikliği, “Manifesto”; “kilisenin cumhuriyetin her alanına burnunu sokması ve el atması” olarak tanımlıyor ve şu soruyu hatırlatmaktan geri kalmıyor: (Türkiye gibi) “Hıristiyan gelenekten gelmeyen ülkelerde de laikliğin nerde başlayıp nerde biteceğini Papa mı tayin edecek?” Buna Papa’nın gücü yeter mi, yetmez mi... tarih gösterecek. Vatikan’ın âlâ ve vâlâ ile Fethullah Gülen’i ağırlamış olduğunu unutmayalım. ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Sosyal Güvenlik 2007: Kamu İdareleri (3) Personel Yasaları 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası: 926 sayılı TSK Personel Yasası,“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne mensup subaylar, astsubaylar ile harp okulları, fakülteler, yüksekokullar ve astsubay okullarında öğrenim yapan asker öğrencilere uygulanır”. “Yasanın amacı, subayların, astsubayların ve askeri öğrencilerin yetiştirilmelerini, sınıflandırılmalarını, görev ve yükümlülüklerini, terfi ve taltifleri ile her türlü özlük haklarını” düzenlemektir. 926 sayılı yasanın 29. maddesi TSK görevlilerini çeşitli rütbelere ayırmıştır. Bir üst rütbeye yükselebilmek için yasada “normal bekleme süreleri” getirilmiştir. Bir memurdan bir günde tepeden inme “bir genel müdür” yapılabilir. Ancak bir üsteğmenin, bir günde yüzbaşı olabilmesi “Cumhuriyet tarihinde” görülmemiştir. Bir üsteğmenin, bir yüzbaşı olabilmesi için 6 (altı) yıl “terfi süresini” beklemesi gerekir. Bir subayın tepeden “general” yapılması ancak şeyhlerin, şıhların, tarikatların devleti yönettiği, Cumhuriyet yasalarının değil “şeriat yasalarının” hâkim olduğu ülkelere özgü bir yöntemdir. Subaylar ve Generaller Normal Bekleme Süreleri Asteğmen 8 Ay Teğmen 3 Yıl Üsteğmen 6 Yıl Yüzbaşı 6 Yıl Binbaşı 5 Yıl Yarbay 3 Yıl Albay 5 Yıl TuğgeneralTuğamiral 4 Yıl TümgeneralTümamiral 4 Yıl KorgeneralKoramiral 4 Yıl OrgeneralOramiral 4 Yıl Rütbeler Astsubaylar Rütbeler Astsubay çavuş Kıdemli çavuş Üstçavuş Kıdemli üstçavuş Başçavuş Kıdemli başçavuş Normal Bekleme Süreleri 3 Yıl 3 Yıl 3 Yıl 3 Yıl 6 Yıl 6 Yıl HARBİ SEMİH POROY TSK görevlilerinin (öğrenciler dahil) sosyal güvenlikleri 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Yasası kapsamında “iştirakçi” olarak sağlanmaktadır. 1 Ocak 2007’den geçerli olarak TSK görevlilerinin sosyal güvenliklerini Sosyal Güvenlik Kurumu “sigortalı” konumunda sağlayacaktır. Kamu personel yasalarından biri de “2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası”dır. 2802 sayılı yasa uyarınca, hâkim ve savcı olabilmek için öncelikle, “adaylığa atanabilmek” gerekmektedir. Adaylığa atanabilmek için de: a) Türk vatandaşı olmak. b) Giriş sınavının yapıldığı yılın ocak ayının son günü itibarıyla, lisans ve lisansüstü (master) öğrenimi yapmış olanlar için otuz, doktora öğrenimini tamamlamış olanlar için otuz beş yaşını bitirmemiş olmak. c) Adli yargı adayları için; hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye’deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak. İdari yargı adayları için; hukuk fakültesinden mezun olmak veya yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye’de hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip başarı belgesi almış bulunmak, hukuk fakültesinden mezun olanlar dışından alınacak adaylar bakımından, her dönemde ihtiyaç oranında, hukuk veya hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmış veya bunlara denkliği kabul edilmiş yabancı öğretim kurumlarından mezun olmak. d) Kamu haklarından yasaklı olmamak. e) ......................... f) Askerlik durumu itibarıyla askerlikle ilgisi bulunmamak veya muvazzaflık hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedeğe geçirilmiş olmak. g) Hâkimlik ve savcılık görevlerini sürekli olarak yurdun her yerinde yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumları bulunmamak. h) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, ....üç aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı bir suçtan veya kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu suçlardan veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir fiilden dolayı soruşturma veya kovuşturma altında olmamak. ı) Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek. j) Hâkimlik ve savcılık mesleğine yakışmayacak tutum ve davranışlarda bulunmamış olmak şarttır. Milletvekili, belediye başkanı adayları seçilirken bu özelliklerden yarısı aransa yeterlidir. Hâkimlik ve savcılık mesleği; üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmak üzere dört sınıfa ayrılır. “Birinci sınıfa ayrıldığı tarihten itibaren üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini yitirmemiş hâkim ve savcılar birinci sınıf olurlar.” Bütün hâkim ve savcıların da sosyal güvenliğini, 1 Ocak 2007’den geçerli olarak 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, “sigortalı” olarak karşılayacaktır. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 11 Aralık www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Çulluğa benzer göç 1 men bir su ku 2 şu. 2/ Mevki, 3 makam... Binek hayvanla 4 rının sırtında 5 ki oturmalık. 6 3/ Tasvir. 4/ 7 İlaç... Yayla ya da bahçe 8 kulübesi... 9 “başlar do1 2 3 4 5 6 7 8 9 ğarken sultaniyegâhın” (Attilâ İlhan). 1 N E B A T İ L E R S İ D E 5/ Karbonil grubuna 2 O Z A N iki alkil kökünün 3 K İ Ç D İ V A N bağlanmasıyla türe 4 U N N A R A İ R İ S yen bileşik. 6/ Dalga 5 L E Ç E E V İ N R E lı parıltılar verilmiş 6 F ON olan bir tür kumaş... 7 P A Ç A L Tavır, davranış. 7/ Yi 8 A L İ L M İ N E ğit, kahraman... Re 9 S E L E F İ L İ K çinesi hekimlikte kullanılan bir ağaççık. 8/ Çanakkale Boğazı’nda, pek çok deniz kazasının meydana geldiği bir burun... Kaynağı antik dönemlere dayanan kirişli bir çalgı. 9/ Ağızda çiğnenip çıkarılan yemek. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Bir bekçi köpeği ırkı. 2/ Faiz... Belirteç olarak kullanılan eylem soylu sözcük. 3/ Bir meyve... Kısa paçalı bir tür pantolon. 4/ Siyasal birlik sağlayan, siyasal birliğe ilişkin olan... Balık yakalama aracı. 5/ İşlek karayolları üzerinde yapılmış otel. 6/ Viyolonsele verilen bir başka ad... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. 7/ Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri... Büyük makamdaki kimseleri hoş sözlerle, fıkra ve öykülerle eğlendiren kimse. 8/ Büyüme, gelişme... Pazar ya da panayır kurulan gün. 9/ “Fesleğen” de denilen güzel kokulu bitki. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle