17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ARALIK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Yüzde 33.5’lik kesinti nedeniyle aralıkta ATO’ya başvuran 979 emekli, hisselerini çocuklarına ve eşlerine devretti 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Emekliler kayıt dışına kaçıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, çalışan emeklilerin yeni yasa nedeniyle kayıt dışına çıkmaya başladığını belirterek “Emeklilerin tek umudu, Anayasa Mahkemesi’nin bir an önce karar alarak yasa yürürlüğe girmeden konuyu açıklığa kavuşturması’’ dedi. ATO’dan yapılan yazılı açıklamada, 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek emekli şirket ortaklarından brüt asgari ücretin yüzde 33.5’i oranında sosyal güvenlik destek primi kesilmesini ön Hükümet ve ‘15 Üniversite’ Hükümet, geçen yılın son günü, 30 Aralık 2006’da 15 ilde yeni üniversite kurulmasına ilişkin 5447 sayılı yasanın çıkarılmasını sağladı. Ancak aradan geçen sürede bu yasanın rektör seçimleri maddesine bir türlü işlerlik kazandırılamıyor; böyle olunca da 15 üniversite kurulması, hukuk ve siyaset savaşına dönüşüyor. Hükümetin bilim yuvalarına nasıl baktığını, “tarihe not düşmek için” özetlemem gerekiyor. ??? Yasanın ilk düzenlemesinde, hükümet yeni kurulan üniversitelerde “rektör adayı” gösterme yetkisini “iki yıllığına” kendi üzerine alıyordu. Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan, Cumhurbaşkanı’na atama yapması için “üç isim” önereceklerdi. Bu düzenleme Cumhurbaşkanı Sezer tarafından, “üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerklikleriyle bağdaşmadığı” gerekçesiyle bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e gönderildi. Meclis, Cumhurbaşkanı’nın isteklerini hiçe sayarak yasayı, 1 Mart 2006’da (5467 sayılı) “aynen” kabul etti. Yasa 17 Mart’ta yürürlüğe girdi. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı, rektör atanmasıyla ilgili maddenin Anayasa Mahkemesi’nce iptalini istedi. Anayasa Mahkemesi yapılan yasal düzenlemenin “bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliği” yönünden anayasaya aykırı olduğuna, 4 Mayıs’ta karar verdi. İlgili madde “değiştirilerek” yeniden Meclis’e getirildi. Değişikliğe göre yasanın yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir ay içinde Yükseköğretim Genel Kurulu’nun üye tam sayısının dörtte üç çoğunluğuyla belirlenecek altı profesör adaydan on beş gün içinde Milli Eğitim Bakanı’nca seçilerek sunulan üç aday arasından Cumhurbaşkanı’nca atanacağı; eğer YÖK bir ay içinde bu işlemi yapmazsa, üç kurucu rektör adayının doğrudan Milli Eğitim Bakanı’nca belirlenerek Cumhurbaşkanı’na sunulacağı öngörülüyordu. Cumhurbaşkanı bu yasayı da “bir kez daha görüşülmek üzere” 1 Aralık günü Meclis’e gönderdi ve geçen hafta da Meclis Milli Eğitim Komisyonu, Cumhurbaşkanı’nın istemlerini bir yana bıraktı, maddeyi ilk biçimde olduğu gibi “aynen” benimsedi. Komisyon’un eski düzenlemeyi “aynen” kabul etmesi, bu hafta Meclis’in de aynı yolu izleyeceği anlamına gelir. ??? Aslında bir yıl önce yasa çıkarıldığında, bu üniversitelerin dördünde, Namık Kemal (Tekirdağ), Düzce, Ordu ve Uşak’ta rektör seçecek sayıda öğretim üyesi bulunmaktaydı. Ancak hükümet, iyi niyetten tümüyle yoksun olduğunu kanıtlarcasına, o üniversitelerde de rektör seçilmesine olanak tanıyan bir yasal düzenlemeye geçit vermedi. Rektör atamalarıyla ilgili bu yasal gelgitler sürerken, YÖK, yeni kurulan üniversitelerin yönetimine bunların eskiden bağlı oldukları üniversitelerin rektörlerini görevlendirdi. Bu dört üniversitede rektör seçimleri yapıldı; isimler Cumhurbaşkanı’na bildirildi; bugünlerde Cumhurbaşkanı atamaları yapacak. Meclis rektör adayı saptama yetkisinin hükümette olmasında ısrar edeceğine göre bu dört üniversitenin yönetiminin nasıl bir belirsizlik tüneline sürükleneceği de ayrı bir sorundur. ??? Hükümetin 15 yeni üniversite kurulmasındaki iyi niyetten yoksunluğunun asıl kanıtlarından biri de, 2007 bütçesinde bu üniversitelere ayrılan yatırım ödeneğidir. Bunların içinde 12 üniversitenin “her biri için” ayrılan ödenek yalnızca 500 bin YTL ya da 500 milyar liradır. Evet yanlış okumadınız, 12 yeni üniversite büyük kentlerdeki bir apartman dairesi fiyatında bir yatırımla yetineceklerdir. Yalnızca Düzce 12.5, Kastamonu 1.4 ve Giresun Üniversitesi 1.1 milyon YTL yatırım ödeneği alacaktır. Hükümet yeni üniversitelerin yatırımlarıyla, nasıl kurulacaklarıyla değil, rektörlerinin kimliğiyle ilgilidir. Israrla ve inatla rektörleri kendisi saptamak istiyor. Üniversitenin bilimsel ve yönetsel özerkliği ile siyasal güç arasında “baş döndürücü” bir hukuk savaşı yaşanıyor. Gerçekte yaşanan hukuk savaşının çok ötesindedir; hükümetin ısrarla istediği, yeni kurulan üniversitelere “kendi kadrolarını” yerleştirmek ve yükseköğretimi içinden çökertmektir. [email protected] [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ? Yeni yılda yürürlüğe girecek olan emekli şirket ortaklarından brüt asgari ücretin yüzde 33.5’i oranında sosyal güvenlik destek primi kesilmesini öngören yasa nedeniyle büyük bir panik yaşandığını belirten ATO Başkanı Aygün, “3 yaşındaki bebeğe, 85 yaşındaki nineye ve 80 yaşındaki dedeye hissesini devretmek için odamızı arayanlar bile oldu’’ diye konuştu. gören ‘’Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’’ nedeniyle şirket ortaklığından kaçışın başladığı belirtildi. Açıklamada, geçim sıkıntısı nedeniyle emekli olduktan sonra BağKur kapsamında bir işyeri açan emeklilerin hisse devri için ATO’ya yaptıkları yoğun başvurunun izdihama yol açtığı ifade edilerek son 20 günde hisse devri için ATO’ya akın eden emeklilerin sayısının 979’a ulaştığı, kayıtlara göre emeklilerin, hisselerini daha çok çocuklarına ve eşlerine devrettiği bildirildi. ATO Başkanı Aygün de, yasanın emekli şirket ortaklarında büyük bir paniğe yol açtığını ve hisse devri sırasında çok ilginç olaylar yaşandığını belirterek “3 yaşındaki bebeğe, 85 yaşındaki nineye ve 80 yaşındaki dedeye hissesini devretmek için odamızı arayanlar bile oldu. Yasa, emeklilere korkulu rüyalar gördürüyor’’ değerlendirmesinde bulundu. Önümüzdeki hafta randevu alanların da hisse devri yapmalarının ardından sayının birkaç bine ulaşaca ğını tahmin ettiklerini belirten Aygün, bu nedenle yılbaşına kadar cumartesi ve pazar günleri de mesai yapacaklarını bildirdi. ATO’dan yapılan açıklamaya göre, brüt asgari ücretin yüzde 33.5’i oranındaki sosyal güvenlik destek primi bugünkü rakamla 178 YTL tutuyor. Bu rakam beyan edilen aylık kazanca göre, brüt asgari ücretin 6.5 katı olan 1.157 YTL’ye kadar çıkabiliyor. Bu parayı ödemek istemeyenlerin emekli aylıklarından vazgeçmeleri gerekiyor. ÇALIŞMA BAKANI BAŞESGİOĞLU: 283 bin BağKur’lu vergi mükellefi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, BağKur’dan emekli, ticaret veya benzeri faaliyetlerde bulunan ve gerçek usulde vergi mükellefi olan 283 bin 702 kişinin, sosyal güvenlik destek primi ödemekle yükümlü olduğunu bildirdi. Başesgioğlu, CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’nün soru önergesine verdiği yazılı yanıtta, 1 Ocak 2006’dan itibaren ödenmesi gereken aylık sosyal destek güvenlik priminin 62.40 YTL olduğunu ifade ederek şöyle devam etti: “31 Aralık 2005 tarihi itibarıyla diğer sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık ve malullük aylığı alan, esnaf ve sanatkârlar ve diğer bağımsız çalışanlardan, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun ilgili maddesine göre 60 bin 511 kişi kapsama alınmış olup, bunlardan 27 bin 561’i kısmen veya tamamen primini ödediği, 32 bin 949 kişinin ise hiç prim ödemediği tespit edilmiştir.’’ Bahçıvan: BSE bir oyundur ? Deli dana hastalığının (BSE) Türkiye’yi 10 yıl sonra et ithalatçısı yapmak için düzenlenmiş bir oyun olduğunu belirten SETBİR Başkanı Bahçıvan, “Bu taktiklere ve yalanlara yenilmeyelim” dedi. MURAT GÜLDEREN Revika yeni pazarlar peşinde Ravika markasıyla zeytinyağı üreten tavukçuluk sektörü şirketlerinden Keskinoğlu, İsrail, Kanada, Azerbaycan ve Kosova’dan sonra, önümüzdeki yıl Bulgaristan, Makedonya ve Bosna Hersek’e zeytinyağı ihracat yapmak için çalışmalara başladı. Şirket yağ sektöründeki pazar payını da yüzde 1’den yüzde 8’e çıkarmayı hedefliyor. Keskinoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu üyesi Keskin Keskinoğlu, Manisa Akhisar’da üretimini yaptığı Ravika zevtinyağları ile ilgili bir basın gezisi düzenledi. İki yılda tamamlanan ve 1.5 milyon dolara mal olan yağ tesisinin, yıllık 10 bin ton dolum kapasitesine sahip olduğunu kaydeden Keskinoğlu, dünyada hızla artan zeytinyağı üretimi nedeniyle yeni pazar arayışlarına girdiklerini açıkladı. Keskinoğlu, gelecek yıl 5 bin ton yağ üretiminin yarısını yurtdışına satmayı planladıklarını açıkladı. HALK BANKASI Çalışan da özelleştirmeye karşı İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Danıştay 13. Dairesi’nin yürütmesini durdurmasıyla gözler Halkbank’ın özelleştirilmesi girişimlerine çevrilirken bankanın eski çalışanlarından Hüseyin Ölmez de benzer amaçla İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne başvurmuştu. Ölmez, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın 15 Ağustos 2006 tarihli Halkbank’ın özelleştirme programına alınmasına ilişkin kararının ardından yaptığı başvuruda, bankanın kamusal önemini vurgulamıştı. Halkbank’ın KOBİ’leri destekleme görevi olduğunu anımsatan Ölmez, başvuru dilekçesinde şu görüşlere yer vermişti: “Türkiye Halk Bankası’nın özelleştirilmesi durumunda, kamunun KOBİ’lere kredi açısından destek vermesi olanaksız hale gelecektir. Özelleştirmenin, yeni istihdam yaratamayacağı, aksine yeni işsizler yaratacağı da açıktır.” DİYARBAKIR Türkiye, deli dana olarak bilinen BSE hastalığı nedeniyle 10 yıldır Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden canlı hayvan ithalatı yapamıyor. Yatırımcılar bunun için yeterli damızlık hayvan bulamıyor. Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) Başkanı Erdal Bahçıvan, hayvan ithalatının önündeki engellerin kaldırılması halinde bu alandaki yatırımların da artacağını söyledi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve SETBİR tarafından düzenlenen “Kamu Özel Sektör İşbirliği ve Güneydoğu’ya Yatırım Fırsatları” toplantısında konuşan Bahçıvan, “Bir gün gelir BSE’nin çaresi bulunursa 10 yıl sonra 8 YTL ’ye satılan eti 3 YTL ’ye sat diyebilirler. Bu taktiklere, bu yalanlara yenilmeyelim” diye konuştu. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker de hayvancılıkla ilgili yeterli ve yüksek kalitede hammadde temininin önemli bir sorun olduğunun sanayiciler tarafından vurgulandığını, et üretiminin sağlıklı ve yeterli miktarda yapılabilmesi için gerekli et üretiminde de, sıkıntıyla karşılaşıldığının belirtildiğini kaydetti. Sektördeki tersane sayısı 37’den 61’e çıktı, ama siparişler karşılanamıyor Gemi yapımına tersane yetişmiyor HİCRAN ÖZDAMAR İZMİR Türkiye’nin gemi yapım sektörünün son yıllarda yüzde 360 büyüdüğü belirtilirken, İzmir’de tersane yapılmasının Ege Bölgesi’ni cazibe merkezi haline getireceği vurgulandı. Ulaştırma Bakanlığı Denizcilik Müsteşar Yardımcısı Hasan Naiboğlu, dünya genelinde gemi yapım portföyünün yüzde 89 büyüme gösterdiğini, bu hızın Türkiye’de daha büyük oranda geliştiğini belirtti. 2002’de 34 gemi inşa edilmesine karşılık bu rakamın 2005’te 81’e yükseldiğini kaydeden Naiboğlu, tersanelerinin 2010 yılına kadar dolu olduğunu söyledi. Naiboğlu şu bilgileri verdi: “Türkiye’de 2002 yılında 37 tersane mevcutken, bugün tersane sayımız 61’e çıktı. 59 adet yeni tersanenin yatırım çalışmaları da devam ediyor. Bu yatırımlar tamamlandığında, Türkiye dünya gemi inşa sanayinde dünya dördüncüsü olacak. 2005’te gemi inşa sanayimizin ticaret hacmi 4 milyar doları buldu.” Denizcilik Müsteşarlığı Gemi İnşa ve Tersaneler Genel Müdürü Sami Kabaş da İzmir’deki yat üreticilerinin Aliağa’da yapılacak Çaltıdere yat imalat tersanesinde toplanacağını söyledi. 1129 dönümlük alanda 60 yat üretim merkezinin bulunacağı bir tersane tasarladıklarını bildiren Kabaş, “Burada dünyanın en önemli yat üretim merkezi kurulacak” dedi. D Ü N YA E K O N O M İ S İ N E B A K I Ş “Soğuk Savaş” ın ardından oluşan gerçeklik içinde ortaya çıkan iki eğilim, 2000’li yıllarda, hızla bu gerçeklikten koparak biri siyasi, diğeri mali iki spekülatif köpük oluşturmaya başladılar. Bunlardan biri, uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan “tek kutupluluk” eğilimi. Bu eğilim, George Soros’un vurguladığı gibi (The Atlantic Monthly, Aralık 2003) 11 Eylül’den sonra bir “Amerikan üstünlüğü köpüğüne” dönüştü. İkincisi ise 1990’larda hızlanan mali genişleme eğilimine ilişkin. Bu eğilim, 1990’ların sonunda, iki borsa krizinden geçtikten sonra 2000’lerin başında daha da hızlanarak, Michael Rubin’in deyimiyle, “adeta hayal edilmesi olanaksız büyüklükte” bir spekülatif köpük yarattı. 2006 sonunda oluşan görüntü, bu “köpüklerin” ikisinin de, şimdi genleşme sınırlarına ulaşarak patlama noktasına geldiklerini düşündürüyor. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Başlamadan biten rüya: İmparatorluk “Soğuk Savaş” bittikten sonra, bir ABD merkezli, “tek kutuplu dünya” olasılığı gerçek bir eğilim olarak şekillendi. ABD dış politika kurumları, bu eğilimi güçlendirmek için harekete geçerken Fransa, Almanya, Çin ve Rusya gibi ülkeler ise dış politika tercihlerini, bu eğilime karşı ve “çok kutuplu” bir dünyadan yana yapıyorlardı. 1990’larda, Clinton döneminde, bu tek kutuplu dünyaya, artık uluslararasılaşan Amerikan kültür endüstrisinin de özel katkılarıyla, “küreselleşme” (Washington Mutabakatı altında mali genişleme) ve “teknolojik devrim” (Yeni Ekonomi) üzerinde yükselen bir hegemonya (benimsenen bir liderlik ve rakipsiz bir askeri güç) yoluyla ulaşılmaya çalışıldığını gördük. Ancak yine gördük ki, Asya Krizi, “Washington Mutabakatı”nın, internet şirketleri krizi de “Yeni Ekonomi” söyleminin dayanaklarını yıktılar. ABD de giderek, dünyayı daha çok askeri gücünün merceğinden görmeye başladı: “ABD vazgeçilmez ülkeydi”, “ABD en uzun boylu, öyleyse en uzağı gören ülkeydi”… Böylece, tek kutuplu dünya eğilimi gerçeklikten kopmaya, giderek siyasi anlamda bir “spekülatif köpük” oluşturmaya başladı. Bu köpüğün en çarpıcı belirtisi de, “yeni muhafazakârların”, “Yeni Amerikan Yüzyılı” teması altında hazırlayarak 2000 yılında yayımladıkları, 11 Eylül’den sonra Bush yönetiminin de dış politika doktrini olarak benimsediği imparatorluk projesiydi. Bundan sonra sürecin tam bir fanteziler resmi geçidi olarak ilerlediğini gördük. Afganistan yeniden yapılandırılacak, Irak’ta adeta “panayır gezintisi kolaylığıyla” demokrasi kurulacaktı. Pentagon uzmanlarından Thomas Barnett “Çekirdek ve Çatlak” teorisini ortaya atıyor (Esquire, Mart 2003), Irak’ın bir başlangıç olduğunu açıklıyordu. Condoleezza Rice, “rejim değişikliği bekleyen” 60 kadar ülkeden söz ediyor, Beyaz Saray bünyesinde, Yeniden İnşa Bürosu adı altında bir sömürgeler bakanlığı bile kuruluyordu. 11 Eylül’den bu yana hep vurgulamış olduğumuz gibi, ne bu imparatorluk atağının bir başarı şansı ne de Irak’ta ABD için bir zafer olasılığı vardı. Şimdi, BakerHamilton Irak Çalışma Grubu (IÇG) Raporu gelinen noktada ABD Irak politikasını “olmuyor”, “çöküş”, “felaket” sözleriyle betimliyor; Bush yönetimini, bölgeye yıkmaya gittiği ülkelere, adeta “Irak’tan sonra sıra size gelecekti, ama olmadı, sap 2007 Yılına Girerken İki ‘Köpük’ (I) landık kaldık, bize yardım eder misiniz?” demeye zorluyor. Bu önerilerin, dış politika tartışmalarının sınırlarını belirlemek, sapmaları engellemek amacıyla yaratılan, hazine tarafından finanse edilen, üyeleri bizzat başkan tarafından atanan, United States Institute of Peace’in kurduğu bir grup olan IÇG tarafından yapılıyor olması (Mark Rothschild, Antiwar, 09/12/06) köpüğün patlamaya başladığını, bu arada BushCheney ikilisinin de ilahlara kur ban edilmek üzere olduğunu gösteriyor. Ancak Pentagon tarafından hazırlanmakta olan bir ikinci rapor, bu “günah keçilerinin” direneceğini de gösteriyor. Kısacası “köpük patlarken” etrafa epey pislik bulaşacak gibi... Hızla kayan zeminler Bu “köpük” ABD’ye pahalıya mal oldu. Nitekim, ABD Irak’ta yenildi, Afganis tan’da tek kutupluluktan vazgeçerek NATO ve müttefiklerine dayanmaya başladı, ama burada da bir zafer gündemde değil. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi bölge halkına demokrasi hediye etmek yerine, siyasi İslamın daha da radikalleşmesine, ABD düşmanlığının daha da yayılmasına, “şer ekseni” ülkelerinin bölgesel etkisinin daha da artmasına hizmet etti. Bu sırada, Avrupa tekrar Ortadoğu’ya geri dönmeye başladı, İsrail de, salt ABD’ye dayanmanın yeterli olmayacağını kavrayarak Avrupa’yı yeniden keşfetmeye başladı (Dominic Moisi, Project Syndicate, 07/12). Council on Foreign Relations’ın direktörü Haas da “Ortadoğu’da ABD döneminin kapanmakta olduğunu” yazıyor (Foreign Affairs Kasım/Aralık 2006). ABD’nin arka bahçesi Latin Amerika’da ABD karşıtı solcuhalkçı rejimler şekilleniyor, hatta Venezüella’da Chavez aktif olarak, yerel ve küresel çapta bir ABD karşıtı blok inşa etmeye çabalıyor. Wall Street Journal, bu gelişmeleri, “ABD’nin yeminli düşmanları, komünistler ve İslamcı radikallerin ittifakı” olarak algılıyor (09/12). Üstelik Latin Amerika artık, Çin’in ekonomik, siyasi etki alanı oluşturmaya başladığı, Rusya’nın ABD karşıtı ülkelere silah satmaya başladığı bir bölgedir. Dahası, Nixon döneminde, büyük çabalarla SSCB’den uzaklaştırılan Çin’in, şimdi, enerji piyasalarından Orta Asya’daki güvenlik örgütlenmelerine kadar bir seri girişimle Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Bu yakınlaşma üzerinde oluşan Şanghay Örgütü’nden aldıkları destekle, Kırgızistan ve Tacikistan, ABD’den üslerini topraklarından çıkarmasını talep edebiliyorlar. Bu sırada Ukrayna yeniden Rusya’nın etki alanına girmeye, bu gelişmelerin ortasında, Rusya da, enerji piyasalarındaki konumundan faydalanarak Avrupa’dan Çin’e kadar uzanan bir bölgede adeta jeopolitik bir “menteşe” haline gelmeye başlıyor (Joseph Stroupe, Asia Times, 22/11/06). Ortadoğu’da İsrail Avrupa’yı yeniden keşfederken, Asya’da, Güney Kore’nin, Kuzey’le ilgili sorunlarını çözmek için Çin’e dayanmaya başladığı, Ortadoğu’da petrol zengini ülkelerin petrol gelirlerini değerlendirirken giderek Asya’ya yönelmeye başladıkları, Çin’in Ortadoğu’ya girmenin yanı sıra ülkeden ülkeye krediler yoluyla Afrika’da yeni bir nüfuz alanı oluşturmakta olduğunu da görüyoruz (Financial Times, 08/12). Özetle, karşımızdaki görüntünün ana karakteri, “tek kutupluluk” eğilimi “spekülatif bir siyasi köpüğe” dönüştüren imparatorluk projesi yüzünden ABD’nin tüm geleneksel etki alanlarında, ayağının altındaki zeminin kaynakta olmasıdır. “Köpük”, tek kutupluluk eğilimini, tümüyle ortadan kaldıracak yönde deliniyor. İkinci köpüğe gelince, bu da, doların uluslararası konumunu tehdit ettiği için ABD hegemonyasının geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. İkinci köpüğün çapını hayal edebilmek için mali piyasaların en tehlikeli enstrümanlarından, kredi türevlerinin hacminin 1987’den bu yana yüzde 23.102 (yanlış okumadınız, yüzde yirmi üç bin) artarak dünya hasılasının yüzde 772.8’ine ulaştığını görmemiz yeterli. Dünya, üretim kapasitesinin 7 katından daha büyük bir kredi köpüğü üzerinde duruyor. Daha ne kadar durabilir? Duramadığı takdirde neler olabilir? Çarşamba günü tartışacağız. CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle