25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 ARALIK 2006 PAZARTESİ DIŞ BASIN 10 En gözde savaş suçlusu Saddam Hüseyin döneminde Irak’ta mezhep kavgası var mıydı... DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Roma İmparatorluğu çöküyor ROBERT FISK oma İmparatorluğu çöküyor. Baker raporunun söylediği bu. Mezopotamya lejyonların yönetimine girmiyor. Crassus lejyonlarının sancaklarını Suriye ve Irak çöllerinde nasıl kaybettiyse George Bush da öyle kaybetti. İmparatorluğun onurunu kurtaracak bir Mark Antony de yok. Politika “işe yaramıyor”. Baker raporu, Roma Senatosu’nda defalarca duyulmuş olan “çöküş” ve “felaket” sözcükleriyle dolu. Her zaman imparatorluğun çökmesini, kendilerine para, silah ve siyasi destek sağlayan güvenli Batı dünyasının yıkılmasını bekleyen Arap dünyasının da dili bu. Araplar önce İngiltere imparatorluğu ve Winston Churchill’e, sonra da Amerikan imparatorluğu ve Franklin Roosevelt, Truman ve Eisenhower yönetimlerine ve İsraillilere silah, Araplara milyarlarca dolar veren bütün o diğer adamlara Nixon, Carter, Clinton, Bush’a güvendiler. Zenginin Parası... Herald Tribune’ün bu yıl İstanbul’da düzenlemeyi ‘münasip’ gördüğü Lüks Konferansı (Luxury Conference) sırasında dünyanın önde gelen ‘seçkin’ markalarının patronu FrançoisHenri Pinault, “Türkiye, Çin ve Rusya gibi ülkelerde lüks olanın talebi çok etkileyici bulduğunu, bu ülkelerde lüksün büyüme hızının çok yüksek olduğunu” söylemiş. Çin ve Rusya ya da Hindistan’ı bir yana bırakalım. Zira hızlı bir biçimde gelişme gösteren bu ülkelerde lüks tüketim eğiliminin artmış olmasında şaşırtıcı bir yan yok. Şaşırtıcı olan bizim gibi,halkının büyük çoğunluğuyla açlık sınırında debelenip durduğu bir ülkede lükse olan eğilimin hızla arttığıdır. Anlaşılan marka tutkunu tuzu kurularımız, Anadolu bilgelerinin ‘ayranı yok içmeye...’ diye başlayan özdeyişini çoktandır unutmuş görünüyorlar. Lüks bizim neyimize! ??? Aslında lüks markaların ünlü patronu lafı dolandırmıyor. Ona göre dünyada son yıllarda lüks tüketimin önemli ölçülerde artmasının nedeni lüks malların fiyatlarının ucuzlaması değil, yeni zenginlerin ortaya çıkmasıdır. Lüks tüketicilerinin her birinin net varlığı 1 milyon doların üzerindedir. Dünya zenginlik raporuna göre 2000 yılından bu yana liberal küreselleşmenin gemi azıya almasıylabireysel zenginlikleri 30 milyon doları aşan ‘süper zenginler’ de lüks kervanına katılmış bulunuyor. Geçen yıl sözü edilen iki grubun toplam zenginlikleri 33 trilyon dolarken, 2010 yılında bunun 44.6 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Ve lüks markaların patronundan bir itiraf: “Söz konusu zenginleşmenin kısa sürede gerçekleşmesi küreselleşmenin sonucudur.” Ekonomist Eric Le Boucher’in, Le Monde gazetesindeki konuyla ilgili yazısına ‘Süper Zenginlerin Zamanı’ başlığı atması boşuna değil. The Economist Intelligence Unit (EIU) araştırma kurumunun yayımladığı rapor, Barclays Bankası’nın verilerine dayanarak süper zenginlerin sayılarını ortaya koyuyor: “Küreselleşen ekonominin ücretlilere ve halkın bir bölümünün yaşam koşullarına baskı yaptığı izlenimi verdiğinin altı çiziliyor. Buna karşılık küreselleşen ekonomi, hizmetlere, başlangıçta az sermayeye dayanan mesleklere görülmemiş zenginleşme olanağı yaratmakta ve paralarına para katma imkânı sağlamaktadır. Sabit ücretlilerin durumu yerinde sayarken, zenginleşme çok sayıda gözü doymazı hoşnut etmektedir.” Dünyanın en zengin yedi ülkesinde (G7) taşınmazlar hariç 1 milyon dolar ve fazlasına sahip insanların sayıları önümüzdeki on yıl içinde yüzde 158 oranında artacak. 2006’da 6.3 milyon olan zengin sayısı 2016’da 16.3 milyon kişiye ulaşacak. Bunların yarıdan fazlası Amerikalı. (Le Monde, 5.12.06) ??? Kuşkusuz bu tartışmalarda günde 1 dolar ve tüm gereksinmeleri için sadece 5 litre suya hasret, açlığın, işsizliğin, sağlık hizmetlerinin zerresinin yokluğunda kıvranan milyarlarca insanın adı yok. Liberal küreselleşmenin talan boyutlarında olduğu, eşitsizliğin zirveye ulaştığı bir dünyada, tılsımlı deri gibi sürekli küçülen sosyal dayanışma, Kafdağı’nın ardında bir Anka kuşudur. Zenginlerin sayıları artarken yoksulların sayıları azalmaz. Yoksulluk tam tersine ters orantılı bir biçimde artar. Bu liberal küreselleşmenin değişmeyen yasası, kaçınılmaz doğasıdır. BM uzmanı Jean Ziegler’in geçen hafta aktardığımız şu sözlerini bir kez daha yineleyelim: “Toplam nüfusunun bir katı fazlasını doyuracak olanaklara sahip bir dünyada açlıktan ölen her insan, katledilmiş sayılır.” Çıplak gerçek bu. Ama kimin umurunda? Ne yazık ki, “Yırtıcıların amacı, zenginleri yoksullaştırmak değil, yoksulları zenginleştirmektir” masalıyla yıllardır insanları uyuttukları reçete, bugün de geçer akçe olmakta devam etmektedir! Süper zengin takımının alışveriş yapmaktan hoşlandıkları ‘Sarayların mücevhercisi’ ünlü Fomas’da fiyatlar 1000 Euro’dan 15 milyon Euro’ya kadar gitmektedir. Yoksulun Mahmutpaşa’dan satın aldığı 15 YTL’lik bir çift ayakkabı, kimi lüks mağazalarda 150200 YTL’ye alıcı bulmaktadır. 300 küsur milyar TL’ye satılan bir ‘dolmakalemi’ ‘yutmaya’ ne dersiniz? Lüks’e tapınmanın sınırı yok! Balçıkla sıvanması olanaksız gerçek şu: BM üniversitesinin araştırmalarına göre zengin ülkeler de dahil olmak üzere dünyada adaletsizlik dizboyu. Dünyanın yüzde 2 en zengin yetişkinleri dünyanın tüm zenginliklerinin yüzde 40’ını sahiplenmiş durumda. Zengin takımının en tuzu kurularının sadece yüzde 10’u ise dünya zenginliklerinin yüzde 85’inin sahibi. Zenginlerin toplam sayıları ise 5 milyarı aşkın nüfusa sahip bir dünyada sadece 37 milyon. R düşünüyor? Ve Amerikan medyasının hemen koşup Bush’un Baker raporu hakkındaki görüşlerini dinlemesi ne kadar da tipik. Oysa, önce Mezopotamya’da kendi ellerimizle yarattığımız trajedinin kurbanları olan Iraklıların tepkileri öğrenilmeliydi. Iraklılar, Romalıların lejyonlarını sadakatlerini sağlamak için Gotların, Vizigotların ve Ostrogotların arasına karıştırmaya hazır olmaları gibi Amerikan askerlerinin Irak güçlerine “iliştirilmeleri” gerektiği fikrinden hoşlanabilir kısa bir süre önce basın Amerikan güçlerine “iliştirilmişti”. Onlar uygarlığa layık değil Romalıların yaptığı elbette ve ABD’lilerin asla yapmadığı kullarına Roma yurttaşlığı vermekti. Roma yönetimi altına giren her kabile Roma yurttaşı oluyordu. Washington her Iraklıya Amerikan yurttaşlığı verseydi ne olurdu? Ne direniş, ne şiddet, ne çöküş, ne felaket ne de Baker raporu görürdük. Ama hayır. Biz o insanlara uygarlığımızın meyvelerini vermek istiyoruz, uygarlığın kendisini değil. Uygarlık onlara yasak. Peki sonuç? Nefret etmemiz gerektiği varsayılan ülkelerin, yani Suriye ve İran’ın bizi kendimizden kurtarması bekleniyor. “ABD, Irak’ta kargaşa istemeyen ve olayları etkileyebilme gücü olan Suriye ve İran ile yapıcı bir ilişki kurmalıdır.” Bu sözcükleri seviyorum. Özellikle de “ilişki”. Evet, “ABD’nin etkisi” zayıflıyor. Suriye ile İran’ın etkisi büyüyor. Teröre karşı savaşın özeti bu. Peki, Kut el Amara Lordu Blair’den bir ses soluk var mı? (The Independent, İngiltere, 7 Aralık) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer ABD Başkanı George Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair geçen hafta Irak’ı değerlendirdi. öldürdüğü Araplar, Iraklılar, erkekler, kadınlar ve çocukların canı cehenneme. Afganistan’daki “sözcümüz”, artık masum kadınların ve çocukların NATO’nun hava saldırılarında ölmelerini korkunç Taliban’la savaşmamızı gerekçe göstererek doğal sayıyor. Bu anlayış kısmen Bağdat’a da ulaştı; “koalisyon” sözcüsü de zaman zaman teröre karşı savaşları kapsamında kadınlarla çocukları öldürdüklerini kabul ediyor. Ama bunlar imparatorlukları yok eden güçsüzlüğün tümceleri. “ABD Irak’taki olaylar üzerindeki etkisini kaybediyor. Irak hükümetinin çöküşünü ve bir insani felaketi tetikleyecek bir kargaşaya sürüklenme tehlikesi var.” Ama bu zaten olmadı mı? “Çöküş” ve “felaket” Irak’ta her gün yaşanıyor. Ortadoğu’yu umursayan yok Şimdi de onlara Amerikalıların savaşı kazanamadıkları, kaybettikleri söyleniyor. Bir Arap olsaydınız eğer, siz ne yapardınız? Washington’da kimsenin bu soruyu sormadığına emin olabilirsiniz. Aslında bir efsaneden başka bir şey olmayan “teröre karşı savaş” için (sözde) çok önemli olan Ortadoğu, Beyaz Saray’da kimsenin pek de umurunda değil. Orası bir yöre, bir harita, bir bölge. Sorun oradan nasıl çıkılacağı, durumun nasıl kurtarılacağı. Orada yaşayan insanların, her gün öldürdüğümüz ve Iraklıların Şiddet giderek artıyor ABD’nin olayları yönlendirebilme yeteneği zaten yıllardır yok. Ve şimdi şu tümceyi bir kez daha okuyalım: “Şiddet artıyor. Şiddeti Sünni Arap direnişi, Şii milisler, ölüm mangaları, El Kaide ve yaygınlaşan suçlar besliyor. Mezhep çatışması istikrarın önündeki başlıca tehdit.” Bu “yaygın suçlar”, bu “mezhep kavgası” en gözde savaş suçlumuz Saddam iktidarda iken neredeydi peki? Iraklılar bu konuda ne A B’DE İŞLER KARIŞIK Türk hastalığı MICHAEL STÜRMER K ulübe üye olmak için başvuruda bulunan Türkler, işlemler devam ederken Ankara Protokolü’nün kurallarını değiştirmek istiyor. AB, bu protokolde, birlikle Türkiye arasında var olan gümrük serbestisinin kapsamına AB’nin yeni üyesi Kıbrıs’ın da alınmasını kararlaştırmıştı; bu çok doğal. Ama Türk hükümeti, bunun yerine, Kıbrıslı Türkler ve olmayan devletlerinin statüsünü iyileştirmek için gösterdikleri direnişi bir prestij jestine çevirdi. Şimdi ise bir limanla bir havaalanını açmaya hazır görünüyor. Steinmeier çabalıyor Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac sert bir çizgi izlerken, Alman Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier, AB Dönem Başkanı Finlandiya ile pazarlık yapıyor. Steinmeier, ortalığı birbirine katarak başlayan müzakereler sonuçsuz kesilmeden Brüksel ve Ankara’nın, yani iki tarafın da saygınlığını yitirmemesini sağlamaya çalışıyor. Bunun sonucu da, ertelenen formül üzerinde uzlaşma için çekişmeli bitmez tükenmez pazarlıklar oluyor. Şimdi de Finler Türkiye’nin “önerisini” reddetti. Bunların hepsi bir arada, müzakerelerin bundan sonraki aşamaları için hiç de iyi olmayan duygular uyandırıyor. Aynı iyi olmayan duygular, Türkiye’nin çaba harcadığı AB üyeliğinin tarzı ve içeriği için de var. Başlarında İngiltere’nin bulunduğu bir kesim AB üyesi, aslında sadece büyük ve biraz daha lüksünden bir serbest ticaret bölgesi istiyor. International Herald Tribune, 8 Kasım Yaşlı kıtanın Türkiye’yi bir yana bırakıp geleceğiyle ilgili kararlar alması gerekiyor ACI BİR KAYIP 68’liler Birliği Vakfı Eski Başkanı Kardeşimiz Gökalp Eren’in sevgili kardeşi Avrupa için diplomatik kavşak Almanya’nın yeni önerisi ilk dönemde çıkartılarak uygulanması gerekir. ürkiye’nin üyelik Türkiye’ye karşı daha esnek bir tutum Gelecek günlerde yapılacak AB zirvesine müzakereleri zorlu bir göstermek şeklinde yorumlandı. Ancak bu kadar sürmesi beklenen müzakereler, döneme giriyor. Ankara, durumun Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin de kabul Avrupa Birliği’nin (AB) ısrarcı tutumundan kaynaklanan zorlukların ettiği şekilde, birliğin hem içinde, hem de neredeyse tamamına, başka bir aşılması doğrultusunda son bir çaba olduğu dışında, Türkiye konusunda takvim deyişle birliğe üye 25 ülkenin her birine anlaşılmaktadır. FransaAlmanya önerisi uygulanmasını istemeyen ülkelerin çeşitli bir kez daha “Sözümde durmuyorum tepkileri nedeniyle zorlu geçecektir. ve gelecekte üyesi olmak istediğim Kıbrıs Dışişleri Bakanı Lilikas’ın da ailenin bireyleri olan sizleri dile getirdiği gibi, “Bu ülkeler tanımıyorum” dedi. Bu aşamada şu ürkiye, AB’ye bir kez daha AB ortaklarına baskı uygulamak, kritik soru ön plana çıkıyor: Avrupa, “Sözümde durmuyorum ve gelecekte ödüne zorlamak ya da kazanımlar “Türkiye’ye aday ülke statüsünü üyesi olmak istediğim ailenin bireyleri elde etmek konusunda gerekli tanıması kararının olumsuz etkilerini tüm donanımlara sahipler”. yaşamaya devam mı edecek?”, yoksa olan sizleri tanımıyorum” dedi. Bu diplomatik kavşağın yol ayrımında Avrupa’nın gerçek sorunu olan Türkiye konusunu bir yana bırakırsak “Avrupa ilke ve değerlerinin yaşlı Avrupa, bütünleşmenin sadece kendisini mi gerçekte Türkiye’nin adaylığının yeniden kıtanın genelinde yerleşik hale gelmesi” ilgilendirdiğini, yoksa Avrupa dışında gözden geçirilmesi ve YunanKıbrıs (Rum konusuyla mı uğraşacak? şekillenen dengeler ve taahhütlerin ürünü kesimi) hassasiyetinin dikkate alınması Finlandiya girişiminin başarısızlığa mü olacağı sorularına yanıtlar bulup bu demektir. Bu dönemin tamamlanması için uğramasından sonra ABTürkiye doğrultuda kararlar almalıdır. “zaman” konusu ön plana çıkartılmalıdır. ilişkilerinde son derece belirsiz bir ortam hüküm sürüyor. 1830 aylık süre içinde AB Başka bir ifadeyle, Türkiye’yi Avrupa’ya Türkiye ilişkilerinin yeniden yükümlülüklerini yerine getirmeye (Apoyevmatini, Başyazı, Yunanistan, 7 Aralık) değerlendirilmesini öngören Fransa ve zorlayacak belirli bir takvimin ön plana Yunancadan çeviren: Murat İlem T ALPAY EREN 10.12.2006 günü vefat etmiştir. Kardeşimizin cenazesi, 11.12.2006 PAZARTESİ günü (BUGÜN) öğle namazından sonra ŞİŞLİ Camii’ndeki törenden sonra sonsuzluğa uğurlanacaktır. Değerli arkadaşımızın kıymetli kardeşinin vefatı dolayısıyla, en başta Kardeşimiz olmak üzere, Ailesinin, Yakınlarının, Dost ve Sevenlerinin, Vakıf ve değişik siyasal çevrelerdeki yakınlarının acılarını derinden paylaşır, duygularımızı ve başsağlığı dileklerimizi bizzat sunmak üzere arkadaşlarımızı katılmaya davet ederiz. 68’liler Birliği Vakfı Yönetim Kurulu Eposta1 : 68’liler@ttnet.net.tr GSM : 0532 204 80 29 0532 325 85 90 Eziyetli tartışmalar Ancak Almanlar ve AB’nin diğer kurucu üyeleri, hep serbest ticaret bölgesinden daha fazlasını istiyordu. 21’inci yüzyılın yeni dünya düzeninde siyasi olarak da işler bir birlik, her zamankinden daha önemlidir. Ancak genişlemede yön ve yapılabilirlik duygusu kaybolmuş gibidir. Türkiye ile bu eziyetli tartışmalar da derin bir AB hastalığının ifadesidir. (Die Welt, Almanya, 8 Aralık) Almancadan çeviren: Osman Çutsay T CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle