16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 KASIM 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Alman Telekomu’nu Türkler nasıl çökertti? Marianne A lmanyalı Türkler sonunda Alman telekomünikasyon devi olarak tanınan Alman telefon şirketi “Deutsche Telekom”u çökerttileri Yok yok yanlış anlamadınız! Sanki söz birliği edercesine binlerce Türk’ün birkaç ay içinde Telekom aboneliğinden ayrılıp; EPlus’un yan hizmeti “Ayyıldız”a kaymaları ve “Alo Vatan”da buluşmaları, anlı şanlı Alman Telekomu’nun güçsüzleşmesine ve batmasına neden oldu. Bu müthiş çöküş geçen hafta borsaya yansırken; Almanlar hâlâ daha şaşkın ve öfkeli. Aslına bakarsanız Telekom şirketinin ikide bir hizmetlere zam yapması ve yurtdışı telefon konuşma ücretlerinde Türklere yönelik bir indirimde bulunmaması (!) bardağı taşıran son damla olmuştu. EPlus’un yan kolu “Ayyıldız” devreye girip aylarca ülke çapındaki Türklerin adreslerine broşürler yolladı... Kulaktan kulağa yayılan bedava telefon görüşmeleri jesti, zaten zor koşullarda olan 600 bine yakın Türk aboneyi bir anda etkiledi ve yılbaşından bu yana toplam 1.5 milyon abone, toptan Telekom’u terk edince dev kuruluş çöktü! Artık internet üzerinden ucuz görüşmelerin Münih’te bile her köşe başındaki “call shop”lardan yapılabildiği günümüzde, şimdi kim gider de pahalı telefon faturalarına razı olur? Aslında olayın perde arkasında yatan nedenler hayli çok. Bunlardan en önemlisi, tam 10 yıl önce 18 Kasım 1996’da Alman Telefon İdaresi özelleştirilmişti. Frankfurt Borsası’nda ise bu kuruluşun hisselerinin yüzde 25’i 13 milyar dolar karşılığında el değiştirmişti. Kulakları çınlasın dostum Yılmaz Dikbaş bu ayrıntıları “Özelleştirme Sömürgeleştirme” isimli kitabında teker teker anlatmıştı yıllar önce... Dikbaş özellikle CUMOK toplantılarında bunları usanmadan anlatıyor hâlâ daha... Ancak 10 sene içinde kendini yenileyemeyen ve bunun için 2012 yılını hedef gösteren Telekom, bu süre içinde özel şirketlerle de mücadele etmesine karşın, günümüzde bile her ay 150 bin abonenin çıkışını durduramıyor. Ve bu çöküş olayında en büyük darbeyi Türkler vurdu. Evet, eskiden beri yapılagelen Türkiye konuşmalarının yanı sıra “Arcor” MÜNİH EROL ÖZKAN ve “Alo Vatan” gibi şirketlerin ortaya çıkıp Türkiye sabit görüşmelerini “bedava” yaptırmaları ise bizimkileri sevindiren nokta oldu. İyi güzel de buradaki Türkleri kızdıran esas olayın ayrıntısını da merak etmişsinizdir. Anlatayım efendim. Telekom’un ayda 3.95 Avro’luk ek ücretle sunduğu bedava telefonlaşma hakkından 9 ülke yararlanırken bu listede Türkiye yok denince iş çığrından çıktı. Listede Belçika, Danimarka, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Avusturya, Polonya, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti varken biz neden yokuz diyen binlerce Türk vatandaşı sinirlenmekte haklıydı ve Telekom çığ gibi terk edildi. Evet şimdi yetkililer kara kara düşünüyorlar. Eski telefon şebekelerinin internet destekli telefon ağlarına dönüşümünün bitmesinin ise 2012 yılını bulacağı ve bu arada pek çok çalışanın işini kaybedeceğinin açıklanması, Telekom Yönetim Kurulu Başkanı Kai Uwe Ricke’nin geçen hafta istifa etmesine neden oldu. Ve onun yerine gelen TMobil Genel Müdürü Rene Obermann ise şaşkın mı şaşkın. Zira karşılarında artık telefon devleri var!.. İngilizlerin Vodafone şirketi “Alo Vatan”la ortaklık kurarken, Türklere yönelik özel paket “Mobi”yi devreye soktular... Kıran kırana bir rekabet var şu sıralarda Almanya’da.. Evet bu arada milli gururumuz sayılan cep telefonları Türk gençlerinin ellerinde giderek çoğalıyor ve modelleri değişiyor... Münih’te çoğunlukla Türklere ait cep telefonu dükkânlarına da girip çıkıyorum bugünlerde... Bizimkilerin ellerinde mini TV ekranlı modeller ötedursun, metrolarda cep telefonu ile konuşmak adeta hastalık... Sadece geçen sene Almanya’da 619 yaşları arasındaki kullanıcıların cep telefonlarına 2.5 milyar Avro harcadıklarını da hatırlatalım. Telefonlarda saatlerce çene çalmanın cezası ise yüksek faturaları ödemekle orantılı... Yıllar yılı pahalı gevezeliklerin acısını çeken biri olup “geyik muhabbeti”ni geçmeyen konuşmalardan artık vazgeçtim. Artık elim ahizeye uzanmıyor. İnternet gevezelikleri daha ekonomik, ilginç ve çekici bence... Sahi siz hâlâ daha yüklü telefon faturalarından vazgeçmediniz mi? [email protected] ve JFK G Marc Chagall ve kumarbazlar okkabazlar, sihirbazlar, olan hipodromu, tarihi kumarhanesi hoplayıp zıplayanlar, çılgınca ve eski Roma’yı anımsatan dans edenler, ip cambazları, kaplıcaları ile... Zengini, orta hallisi, müzisyenler, havalarda uçuşan fakiri, akşamları büyük parkın yanı insanlar... Her şey hareketli. Her şey başındaki kumarhanenin kırmızı alacalı bulacalı, gökkuşağının salonlarını dolduruyor. Badenrenklerinde. Rus ve Yahudi insanları. Baden’de 1748’den bu yana kumar Anatevka’nın, Damdaki oynanıyor. Fransız Edouard Kemancı’nın tipleri. Çoğu coşkulu, Bénezet 1848’de bugünkü bazıları hüzünlü. Göğe yükselen kumarhane salonlarını devralıp hayvanlar, inekler, atlar, keçiler, Parisli mimarlara restore ettiriyor. tersine dönmüş evler, kiliseler, On yıl sonra hipodromun işletmesini melekler, kuleler, kubbeler... de üstleniyor. Kırmızının, yeşilin, mavinin değişik Suları şifalı, dükkânları pahalı mı renkleri. Ötelerde bir katedral, pahalı, kumarhanesi sabaha kadar beyaz. Kubbeleri mavi. Yakında, açık BadenBaden’de akan paranın tepenin ucunda, tahtadan kocaman kaynağını soran yok. Kırmızı bir ev. Masmavi. Chagall mavisi! salonlarda yeşil çuha kaplı rulet “Yahudi olmasaydım sanatçı masalarının çevresinde toplanmış olamazdım” sözleri 1887 Rusya insanlar, cüzdanı şişkin efendilerle, doğumlu ressam Chagall’in. üzeri mücevherden geçilmeyen Vârislerinin, dostlarının, Rus müze hanımlar kurulmuş koltuklara. Çoğu ve galerilerinin ödünç verdiği, çoğu buranın müdavimi. Hep aynı masada Avrupa’da ilk kez sergilenen yüzün oturuyor, hep aynı sisteme göre üzerinde eseri ekim sonuna kadar oynuyorlar. Kazansalar da, BadenBaden’deydi. Sadece kaybetseler de kılları kıpırdamıyor. Almanya’nın çeşitli kentlerinden Buz gibi suratlarındaki ifade hiç değil, Fransa ve İsviçre’den de iki değişmiyor. Sadece arada sırada yüz bine yakın Chagall hayranı Oos yanlarına gelen krupiyeye bir şeyler Irmağı kıyısındaki modern Burda fısıldıyorlar. Arkalarında ayakta Müzesi’ne akın etti, parkın duranlar, masadan masaya gezenler yollarında uzun kuyruklar oluşturdu. “ikinci sınıf oyuncular”! Onlar Kimler gelmemiş şanslarını aynı anda Karaormanlar’ın bu şirin, S T U T T G A R T birkaç rulette arayanlar. şifalı suları ve tarihi Genelde ceplerindeki kumarhanesi ile ünlü paranın nereden ve nasıl küçük kentine! Tolstoy, geldiğini bilmeyen genç Dostoyevski, Gogol, insanlar, Rus yeni Turgenyev... Rusların zenginleri. Büyük BadenBaden sevgisi Çar oynuyorlar. Geçen yıl AHMET ARPAD Aleksander’ın 1793’te bu BadenBaden’de 300 bin yöreli Luise ile insan kumar oynamış. evlenmesiyle başlamış ve aralıksız Bunlardan 70 bini yabancı sürmüş. Yeşillerin ortasında köşkler, pasaportlu. Milyarlar yatırılıyor villalar satın almışlar. Almanlar Almanya’da şans oyunlarına. şifalı banyolardan çıkmazken onlar İnsanlar fakirleştikçe kumar kumarhaneden, lokantalardan, oynayanların sayısı artıyor. Son şaraphanelerden çıkmamışlar. verilere göre 180 bin insan kumar Bugün de değişen pek bir şey yok. bağımlısı! Bunlardan 70 bini poker Hatta Gorbaçov’dan bu yana hastası. 35 milyar Avro yatırıyor Rusların BadenBaden “istilası” Almanlar kumar oyunlarına her yıl. artmış. Yeni zenginler sadece Loto, toto, kazıkazan, milli Karlsbad ve Viyana’nın, St. Moritz piyango, at yarışları, rulet masaları, ve Davos’un, Nice ve Cannes’ın bakara... Genci yaşlısı, zengini fakiri villalarıyla otellerini kapatmamışlar. bu bağımlılıktan vazgeçemiyor. BadenBaden’in yamaçlarını Almanya’da 80 kumarhane dolduran çoğu tarihi villa da son kapılarını açıyor onlara her akşam. yıllarda giderek daha çok el İnternette online kumarhaneler de değiştirmekte, Almanlardan Ruslara var. Yıllık kazançları 200 milyon geçmekte. Birkaç yıl önce Avro... Ünlü yazar Mario Simmel, Gürcistan’da görevinden geri Güney Fransa’da yaşadığı yıllarda çekilmek zorunda bırakılan tanışmış Saint Paul de Vence’teki Şevardnadze bile doksanlı yılların evinde Chagall ile. “Birkaç kez başında BadenBaden’de bir villa görüşmüştük” diyor Simmel, alıvermiş kendine! “mükemmel bir insandı”. Şimdi Pırıl pırıl bir Jaguar giriyor otoparka. Zürih yakınlarındaki evinin Zürih plakalı. Şık ve pahalı duvarlarını kimi orijinal Chagall’ler otomobiller dizi dizi ağaçlar altında. süslüyor. “28 Mart 1985’te son Stuttgart’tan, Basel’den, tablosunu bitirmiş ve iskemlesine Strasbourg’dan gelmişler. Jaguar’dan yığılıp ölmüştü. Eserini inen, daracık, kısa mı kısa mini imzalamaya ömrü yetmemişti.” etekli iki sarışın, kırıta kırıta yürüyor Gökten inen bir melek ve cenneti iriyarı adamın peşinden. Başlarında özleyen Chagall’i gösteren bu eserin kocaman şapkalar. Kumarhanenin bir taş baskısı Mario Simmel’in kapısı kalabalık. Saat gecenin on çalışma odasında asılı. Marc biri. BadenBaden’de kumar zamanı! Chagall’in, döneminin tüm Karaormanlar’ın bu şirin kenti, karmaşasına karşın yaşam sevincini parası olanlar için yaşamaya değer yitirmediğini çizgilerindeki şiirsel bir yöre. Büyük bahçeler içinde anlatımda görürsünüz. “Onun stili villalar, yamaçlarda çamlar altında kendine özgüdür, öyle kolay kolay tarihi evler. Sahipleri buralı değil. her sanat akımına uymaz” diyor Onlar Hamburglu, Düsseldorflu, BadenBaden sergisinin küratörü Moskovalı, Riyadlı... Ortasından JeanLouis Prat. Belki o kadar çok Oos Irmağı’nın geçtiği, tarihi ağaçlı sevilmesinin nedeni de bu! Bizlere kocaman parkların kente yayıldığı geride bıraktığı rengârenk, canlı ve BadenBaden moneymaker’ların coşku dolu o düşsel dünya... buluşma yeri. 1858 yılında açılmış www.ahmetarpad.de H Bahreyn’de seçim Bahreyn’de halk, demokrasi yolunda ilerlemek için meclisin 40 sandalyeli alt kanadına seçilecek 39 ismi belirlemek üzere dün sandık başına gitti. Seçmen sayısının 295 bin 686 olduğu ülkede seçimlere, 18’i kadın 221 aday katıldı. Bahreyn’de ilk kez Latife El Gaud adlı kadın milletvekili, seçim bölgesinde sadece kendisinin başvurması nedeniyle meclisin alt kanadına girmeyi garantilemişti. Bahreyn’de adayların seçim kampanyaları çerçevesinde bir aylık harcamaları 21.5 milyon ABD Doları’nı buldu. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının ilk kez tanındığı 2002 seçimlerinde hiçbir kadın aday meclisin alt kanadına girememişti. (Fotoğraf: AFP) Brüksel’in Mahmutpaşası rhan Veli yaşasaydı ve “Brüksel’i dinliyorum” diye bir şiir yazsaydı “cıvıl cıvıl” olarak nitelendireceği yer “Rue de Brabant” olurdu herhalde. “Rue de Brabant De Brabantstraat” da nihayetinde Brüksel’in Mahmutpaşası! Kalabalık, çok renkli ve cıvıl cıvıl bir sokak. Bir İstiklal Caddesi değil örneğin burası. Onun benzeri “Rue Neuve Nieuwstraat” var. Bağdat Caddesi benzeri bir yer arıyorsanız da “Avenue Louise Louizalaan”e gideceksiniz. New York’taki 5. Avenue, Paris’in Champs Elysees’si ya da Londra’daki Oxford Street değil bahsettiğimiz. Dedim ya Rue de Brabant Brüksel’in Mahmutpaşası. Genellikle ortadireğin ya da fakir fukaranın gözdesi. Ama Rue Neuve Nieuwstraat’dan sonra Brüksel’in en ünlü ikinci alışveriş sokağı. Bu sokağı nasıl bulacağım şimdi diye kafanızı hiç yormayın. Fransa ya da Hollanda plakalı araçları izlerseniz varırsınız zaten. Hafta sonları sadece Belçika’nın diğer kentlerinden değil, Fransa’dan ve Hollanda’dan da bir tür bavul turizmi yaşanır bu sokağa. (Benzetme yanlış mı oldu, yoksa Mahmutpaşa yerine Laleli mi deseydim Rue de Brabant’a?) Hollanda’dan otobüslerle bile gelenler var. Arabası olmayanlar da Brüksel Kuzey Tren İstasyonu’nun paralelindeki bu sokağı hemen bulabilirler. İstasyon kapısındaki ilk sokak meşhur kırmızı ışıklar sokağı, paraleli ise Rue de Brabant. İğneden ipliğe her şeyin satıldığı Mahmutpaşa gibi Rue de Brabant’ta da aradığınız her şeyi bulabilirsiniz; giysiden elektronik eşyaya kadar, ne O arasanız elinizin altında. Çaydanlık, nargile, semaver, tesettüre uygun giysiler, kına, baharat, baklagiller... aklınıza ne gelirse satın alabilirsiniz bu sokakta. Sıkı denetimler nedeniyle giderek azalsa da, ünlü markaların taklitlerinin/sahtelerinin de satıldığı bu sokakta üzerinde Halal (Helal) yazan dönerciler /dürümcüler de gözünüzden kaçmaz. Üstelik, her ne kadar “Küçük Fas” ya da “Akdeniz alışveriş sokağı” diye bilinse de çok daha renkli ve çeşitli bir alışveriş sokağıdır burası. Faslı, Türk, Pakistanlı, Hindistanlı ve Kongolu esnaf arasına tek tük BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU sıkışmış Belçikalılar sanki numune olarak yerleştirilmişler gibi. Brüksel’in bu “egzotik pazarı”nda neredeyse Mahmutpaşa’da bulabileceğiniz tüm Türk ürünlerini bulabileceğiniz gibi, bir Faslı gelinle damadın çeyiz düzebileceği kadar da Arap ürünleri var. Aynı benzetmeler Kongo, Pakistan ve Hindistan için de geçerli. Pazar günü bile açık olan bu sokağa arabayla girmek büyük hata. Sokaktaki Faslı ve Türk kasetçiler bangır bangır Türk ve Arap müziklerini sokaktan geçenlere de dinletiyorlar, etraf daha da şenleniyor. Dışarıdan küçük görülen dükkân ya da mağazaların içine girdiğinizde aslında çok büyük olduklarını, uzunlamasına arkaya doğru gittiğini fark edersiniz. Bu kapının arkasında aslında başka bir ülke vardır. Sokağın bir dükkânına girince kendinizi sanki İstanbul’da, Mahmutpaşa’da hissederken bir diğerinde sanki Fas’a gitmiş gibi olursunuz. Bir diğerinde ise kendinizi birden Pakistan’da bulursunuz. Eğer yakınlarda Brüksel’e uğrayacaksanız Rue de Brabant’ı gezdikten sonra bu sokağa çok yakın Botanique Kültür Merkezi’ne uğrayıp Brüksel Akdeniz Sinema Festivali etkinliklerini izleyebilirsiniz. İki yılda bir yapılan festivalin 9’uncusu 23 Kasım’da başladı. 2 Aralık’a kadar devam eden festivalin yarışma bölümünde yer alan Cezayir, Fransa, Bosna Hersek, Fas, İtalya, Mısır, Sırbistan ve Türkiye’den 11 film arasında Reha Erdem’in 2006 yapımı Times and winds (Beş Vakit) filmi de var. 2000 yılında Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filmiyle büyük ödül aldığı bu festivalde, Zeki Demirkubuz 1998 yılında Masumiyet ile Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü. Yarışma bölümünün dışında son 3 yılda çekilmiş 15 uzun metrajlı film gösterilecek. Bu bölümde ise Yılmaz Arslan’ın 2005 Almanya/Fransa/Türkiye ortak yapımı Fratricide filmi yer alıyor. Akdeniz ülkeleri Brüksel’i sadece Rue de Brabant ile değil, sinemalarıyla da renklendiriyor. Acı biberden dökülen film şeridinden oluşan festival afişine ise bayıldım. Not: sokak isimlerinin ilki Fransızca, ikincisi Flamanca.. Brüksel iki dilli ya! [email protected] eleceğiyle ilgili kehanette bulunamayız. Ancak kanımızca haftalık “Marianne” dergisinin geçmişi ve bugünü basınyayın dünyası için hayli sıra dışı bir örnektir. Aslında haftalık bir yayın organının 500. sayısını kutlaması pek o kadar da olağanüstü bir olay değil diye düşünenleriniz çıkabilir. İlk bakışta haklısınız... Fakat kurucusu JeanFrançois Kahn’nın (JFK) kişiliği, derginin doğuşu ve vardığı noktaya yakından baktığınızda belki görüşünüzü değiştirebilirsiniz... 80’li yılların Fransa’sına dönecek olursak... 1981’de büyük umutlarla iktidara gelen solun “Ortak Programı”, radikal ilerici ve devrimci çevrelerde derin bir düş kırıklığı doğururken, tutucu kesimler ve sermaye sınıfı bir yanda yitirdikleri mevzileri nasıl kazanırız kavgası veriyor, öte yandan da kendi egemenliklerini daim kılacak yeni altyapılar, ara mekanizmaları yaratmanın yollarını arıyordu. Büyük endüstriyel ve mali gruplar liberalleşen siyasi havadan istifade basınyayın dünyasına bastırıyordu. JFK’yi yazıları ve televizyon tartışma programlarındaki ateşli karakteri, tutarlı aydın, ‘Doğrucu Davut’ tavırlarıyla tanıyordum. İlerici bir söylemi olmasına karşın, “Stalinci” diye nitelediği geniş bir sol yelpazeye yönelttiği çok sert eleştirilerden ötürü açıkçası biraz rahatsızdım. 1938 doğumlu JFK, tarih eğitimi görmüş, Le Monde ve L ’Express gibi prestijli yayın organlarında yazıişleri müdürlüğü yapacak kadar ön planda bir gazeteciydi. Baskıcı General De Gaulle döneminin yeni nesil cesur, dürüst, araştırmacı kişiliklerinden biriydi. 1965’te Fransa’da esrarengiz bir biçimde yok edilen Faslı muhalefet lideri Mehdi Ben Barka olayını ortaya çıkaran gazeteci oydu... JFK 1984’te “Tek Tipte Düşünce Karşıtı” sloganı ve “Tam Bağımsız” bir dergi projesini hayata geçirdi. Bir “Dayanışma Hisseleri” kampanyasıyla okurlarıyla baştan bütünleşerek değişik bir haftalık yayın organı kurdu. Her “Perşembe’nin Olayı / L ’Evenement du Jeudi” (LEDJ) olmayı başaran dergi kısa sürede kendi alanındaki “Üç Büyükler”, L’Express, Le Nouvel Observateur, Le Point’nın egemenliğini kırdı. İki misli fiyatına rağmen bağımsızlığı ve kalitesi Fransızlara cazip geldi. JFK iç ve dış sorunlar nedeniyle dergiyi 1996’da bıraktı. LEDJ 1 yıl sonra batarken, JFK eski ilkeleri doğrultusunda, emektar ekibin önemli bir kısmıyla, ama bu defa öteki dergilerin yarı fiyatına Marianne’a soyundu. Uzun yazılışıyla, “MarieAnne” adı 19. yüzyıl devrimci Fransa’sının en popüler kadın ismiymiş. Demokrasiyi antikçağlardan beri “kadın” ile özdeşleştiren Cumhuriyetçiler, daha o devirde Fransa’nın simgesi olarak “kadın büstü ve Marianne”ı PARİS seçmişlerdi. Hani 21. yüzyılda cahil ve sivri zekâlı bir bakanın, ilkokul çocuklarının ahlakını, aptesini bozacak diye endişelenip (!) UĞUR HÜKÜM kitaplarda yasakladığı, Eugene Delacroix’nın, üzerinde “tek göğsü açık isyancı kadın, Marianne” resminin bulunduğu “Halka Rehber Özgürlük” isimli tablosunun Marianne’ını... Kendini “devrimci merkezci” niteleyen JFK ve arkadaşları da, her zamankinden daha acil ve elzem olduğuna inandıkları Cumhuriyetçi değerleri savunmak amacıyla dergilerine “Marianne” adını verdiler. 28 Nisan 1997’de okurla buluşan dergi, 4 yıldır kâra geçen, iki senedir de Fransa’nın bayilerde en çok satan siyasi haftalığı. Bayi satışlarında 100 binin üstüne çıkamayan, ama abone sayıları 300400 binlerde dolaşan üç büyükler, abonelerine radyo, televizyon, cep bilgisayarı, DVD göstericisi, bavul vb. promosyon malzemeleri vermekte yarışırken, Marianne sadece “dergi” (Cumhuriyet okuruna ne hatırlatıyor?) vermekle yetinir. Çok az reklam alabilen, kapak ve iç sayfalarında “cinsi latif” cazibesine kapılmayan, medyatik özel dosyalar sunmayan Marianne 150 bini bayi, toplam 250 binlik alıcı sadakatini acep neye borçludur? Hepsi 3 Avro’dan satılan diğer dergilerden farklarını, 500. sayının başyazısını, Yazıişleri Müdürü Maurice Szafran ile imzalayan Yönetim Kurulu Başkanı JFK şöyle açıklıyor: “Başarımız yalnızca radikal bağımsızlığımızdan kaynaklanmıyor. Tek boyutlu, normatif bir yayın politikası benimsememenin sağladığı ayrıcalıktan kazanıyoruz. Yani: Baskıcı neoliberal ortodoksluk ve yıkıcı neo68’ci retoriğe karşı çıktığımız; cumhuriyetçilikte demirlediğimiz; yurtseverlik ve enternasyonalizm karmasını tutturabildiğimiz; dayanışmacı, adil ve ahlaklı bir dünyayı doğuracak hümanist bir devrim hedeflediğimiz; devlet ve bürokrasi, sermaye ve kârı değil, insanı merkeze yerleştiren bir felsefeyi benimsediğimiz; (sözüm ona) gerçek sağduyu diktatörlüğünün emrindeki entelektüel teröristleri sergilediğimiz; yalnızca kurumsal reformlar değil, basında çoğulculuğun garanti altına alınmasıyla sağlanacak demokratik yaratıcılığı talep ettiğimiz; cemaatçi, korporatist geriliklerin ancak hep birlikte aşılabileceğine inandığımız; laiklik bayrağı altında, her türlü karanlık düşünceler silsilesinin ve ruhbanlar sınıfının dönüşüne karşı savaş verdiğimiz için bizi okuyorlar. Hatasızız demiyoruz. Fakat davaya bağlılığımız, tutarlılığımız, dolayısıyla başarımızın temelini oluşturuyor...” 1000. sayı için ileri Marianne... [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle