20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 EKİM 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr 11 Birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la KKTC’deki siyasi çalkantıyı konuştuk: Sorumlu AKP hükümeti SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Dört günlük KKTC izlenimlerimin son durağı, ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş. Lefkoşa’nın kalburüstü semti Köşklü Çiftlik’te gösterişsiz, tek katlı eski Kıbrıs binasındaki bürosundayım. Sırtında koyu yeşil safari ceketiyle beni karşılıyor. Belli ki bura siyasetindeki güdümlü son ayakoyunları canını fena halde sıkmış. Ama, mücadeleye devam, diyor. AKP hükümetinin buranın iç siyasetine böylesine karışmış olmasından da tedirgin. Din İşleri Başkanı Ahmet Yönlüer’e veryansın ediyor. Tarihte bugüne kadar KKTC’de din ve siyasetin böylesine iç içe geçirilmediğini söylüyor. Son zamanlarda Denktaş Ailesi’nin üzerine çok fazla gelmeye başladılar. Din İşleri Başkanı Ahmet Yönlüer, “Burada dinsiz imansız bir kuşak yetiştireceklerdi. Denktaş’ları bu adadan sileceğiz,” dedi. Hükümet ortağı olduğu dönemde hiçbir girişim olmadığı halde şimdi hükümetten çıkarılınca Serdar Denktaş hakkında yolsuzluk dosyaları mahkemelere gönderiliyor. Neden böylesine hedef gösteriliyorsunuz? DENKTAŞ Çamur atıyorlar, çünkü devlete sahip çıkıyoruz. Atatürk ilkelerine bağlıyız. Dinle siyasetin karışmasına razı değiliz. İslam adı altında insanların kandırılarak birilerinin siyaset yapmasını bu memlekette hiçbir zaman kabul etmedik; yaptırmadık. Dinle siyaset bizim için daima ayrı olmuştur. En önemlisi de Annan Planı’nın kabul edilebilmesi için Denktaş’ın itibarının sarsılması lazımdı. İnanılırlığının yok edilmesi gerekirdi. Madam Fogg (Ankara’daki eski AB Temsilcisi Karen Fogg) devrinde başlayan bu girişim Annan Planı döneminde zirveye çıkmıştır. Ondan sonra geri çekilmediğim için bunları yapıyorlar. ABD’nin, İngiltere’nin, AB’nin, Türkiye’nin (AKP Hükümeti’nin) baskılarına rağmen insanlarımızın yüzde 35’inin Annan Planı’na “Hayır” demesi omurganın sağlam olduğunu, yani imanlı, inançlı, Türklüğüne, devletine, Türkiye’ye bağlı bir halkın var olduğunu, yüzde 65 “Evet” diyenler arasında da çoğu insanın kandırılmış olduğunu dünya âlem görmüştür. “Türkiye böyle ister, Türkiye’nin önünü kesmeyelim, Türkiye’ye zarar veriyoruz” diye yine milliyetçi bir takımın kandırılmış olduğunu bilen kişileriz. ‘Rum AKP’den cesaret alıyor’ Bu nedenlerden mi Denktaş ismini karalamaya çalışıyorlar? Bunu bildikleri için itibarımızı, prestijimizi, geçmişimizi sıfırlamak için büyük bir gayret sarf edilmektedir. Türkiye’de gerici addedilen basında devamlı olarak bizimle ilgili dinsiz, imansız, Allahsız, diye yazılar çıkmaktadır. Allah’a çok şükür onların inandıklarının ötesinde inancımız ve imanımız vardır. Ama kıyafet değiştirerek, Arapvari kıyafetlere girerek, sakal bırakarak herkese, “Ben şuyum, buyum” demek ihtiyacını duymuyoruz. Bizim ne olduğumuzu Allah bilir. Bizim dinimizde kıyafetle din bağlantısı yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Bütün bunlar bazılarının gözüne batmaktadır. Biz bugünkü hükümetin indinde zorluk çıkaran tarafız. Biz zorluk çıkarmıyoruz. İyi değerlendirseler.. kendilerine yardımcı olmaya çalışıyorum. Annan Planı’nı kabul ederek KKTC’den vazgeçtiler. Askerin tümüyle çıkmasına razı oldular. Bundan bu anlam çıkmaktadır. Bu yorum da yapılıyor zaten. Eğer bu tecelli ederse kendileri ve Türkiye çok zor durumda kalacaktır. Biz direniyoruz. Direnişimizin kendilerinin pazarlık gücünü arttırması gerekir. Annan Planı’na “Evet” oyu veren yüzde 64’ün üzerindeki kesimin büyük bölümü Türkiye kökenliler değil mi? Yüzde 30’u Türkiye kökenli. Onlar, “Ne yapalım? Bizim Başbakanımız böyle istedi” diye inanarak bu oyu vermişlerdir. Şimdi hayal kırıklığı içindedirler. Bu son gelişme ise bunların son kıvamına gelmiş şeklidir. Çünkü birkaç ay sonra Türkiye’nin önüne raporlar çıkacak. Bu raporlara Türkiye, “Evet,” diyemeyecek. Ama burada “Evet” diyecek bir takım var, diye algılamaktadırlar. Bu algılama neden kaynaklanıyor? Çünkü kendileri gibi, “Burada KKTC vardır ve var olacaktır. Bir anlaşmada ortaklık iki devlet, iki eşit egemen halk arasında oluşacaktır” demiyorlar. “Biz eşitlikten, uzlaşmadan yanayız” demek suretiyle göz boyuyorlar. AB de bunu büyük bir fırsat bilerek Türkiye üzerindeki baskılarını artırıyor. AB, Sayın Cumhurbaşkanı Sezer’in ortaya koyduğu kırmızı çizgiyi bilse üzerinde bu kadar çok baskı olmayacak. Basın o çizgiyi, “Milli çizgidir. Türkiye bunun altına inemez,” diye manşet atsa, hükümet aynı şeyi söylese bu baskılar gelmeyecektir. Çünkü baskı yenilebilecek olana gelir. Neden Papadopulos üzerinde baskı yok? senin kırmızı çizgin? Görüşmeye hazırsan, “osmosis” de, yüzde 80yüzde 20 de, üniter devlet de formüldür. Karşı taraf bu formülleri dünyanın önüne koymakta ve kabul ettirmektedir. Bunları reddettiğinizi ne zaman söyleyeceksiniz? TBMM’de bu kararlar vardır. Bunlara rağmen aldatılarak Annan Planı’nı kabul ettiniz. Aldatıldığınızı gördükten sonra yeniden bu kararlara dönmek yok mu? Bir de KKTC’nin iç siyasetine ciddi bir müdahale olan Şaban Dişli olayı var. Sizce AKP Dış İlişkiler Sorumlusu Şaban Dişli UBP’den ve DP’den milletvekillerini istifa etmeye ikna edip yeni parti kurdurtan kişi mi? Ben adamı ne gördüm ne de tanırım. Ama bütün basın bu yapılanları belgelemiştir. Şunları söylediğim zaman bana kızdılar, söylemediklerini bırakmadılar: Bu söylentiler var. Sizin adamınız olarak, sizin adınıza konuşan ve 20 Temmuz’da da kızının düğününe gitmek suretiyle bunu vurgulamış olduğunuzu teyiden söyleyen Din İşleri Dairesi Müdürü bürokrat (Ahmet Yönlüer) bütün bu temaslarda rol oynadığını kabul ediyor. “Ankara’yla temaslarda milletvekilleri hep benim odamdan geçti,” diyor. Bu istifa eden adamlardan birisi, “Ankara’ya gittikten sonra beni de ikna ettiler. İstifa ediyorum” diyor. Bu din adamının yalan söylediğini, sizin adamınız saydığımız, sevdiğimiz insanlar. Nasıl aldatıldılar, kandırıldılar, bu oyuna geldiler? Yeni partinin programına bakıyoruz. KKTC’den laf yok. Eşitlikten var, egemenlikten yok, Türkiye’nin garantörlüğünün devamından var. Sen AB’ye Rum’a yamanarak gittikten sonra Türkiye’nin garantörlüğünün devam edeceğini nasıl düşünüyorsun? Annan Planı’nı kabul etmekle o garantörlüğün nerelere getirildiğinin farkında değil misin? Kimi aldatıyorsunuz? Reform yapacaklarmış. Önce bana devleti koruyacağını söyle ki reformun önemi olsun. Türkiye’nin bununla ilgisi yoktur, diyorlar. Bal gibi de ilgisi vardır. Acaba size olan kızgınlık mı birilerine bunları yaptırıyor? Tabii. Serdar’la (Denktaş) birlikte BakuCeyhan petrol boru hattının açılışına Ferdi Sabit Soyer de gitmişti. Soyer orada Erdoğan’ın otomobiline bindi. Sonra da Serdar’a, “Babana çok kızgınlar. Babanı susturman lazım” dedi. Allah’tan Serdar bunu bana o zaman söylemedi. Çünkü beni bilir. Cevabı hemen alırlardı. Uzun zaman ballı börekli koalisyon yaptığın bir insana şimdi olmadık pislikleri atmaya başlıyorsun. Bu olacak iş değil. Ama biz bunlara alışkınız. Tahammül ederiz. Önümüze daha çok şey getirecekler. Direneceğiz ve sonucu göreceğiz. Bu halk aptal değil. Benim en koyu muhaliflerim bile bugün bu olan bitenle ilgili ne Erdoğan bilgisiz Nedir korktuklarınız? Türkiye’nin “Evet” diyemeyeceği şeylere bunlara evet dedirtecekler. Korkum bu. Çünkü CTP zaten parti olarak buna eğilimli. Hemen uzlaşma, derhal uzlaşma ve bütünleşme, deyip duruyorlar. Kiminle uzlaşacak ve bütünleşeceksin? Seni istemeyen, seni azınlık gören, “Türkiye işgalcidir, çıksın. Ayrı devleti kabul etmem” diyenle bütünleşeceksin. “Annan Planı yoktur, dersek sıfırdan başlamış oluruz” diyorlar. İnsan gerçekten hayretler içinde kalıyor. Rum, “Annan Planı” diyerek mi, yoksa “Kıbrıs’ın meşru hükümeti benim” diyerek mi işe başlıyor? Yabancı bilim adamları bile bu hükümetin (Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu iddia eden Rum Yönetimi) meşru olmadığını kabul ediyor. Ya bizim bilim adamları ne yapar? Rum’un lehine yazılanları alır, kullanır. Bizim lehimize yazılanları da es geçer. Görevimiz bizim lehimize yazılanları zirveye çıkarmak, desteklemek ve fiili duruma da sahip çıkmaktır. Başka türlü pazarlık yapamazsınız. Kıbrıs eşitlik, denge meselesidir. Sizce AKP Hükümeti Kıbrıs siyasetinde doğru yolda mı? Her şey ortadayken gündeme Annan Planı geldi. Bunun önüne arkasına bakmaksızın AB rica etmiş diye “Evet” dediler. Bundan geri adım atılması lazımdır. Sayın Sezer’in formülü milli formüldür. Başka çaresi yoktur. Çünkü Rum’un AB’yi kullanarak Kıbrıs’ı alıp kaçmaktan başka bir niyeti yoktur. İşte ek protokol. Ben hatırlıyorum. İngilizlerin beyanatları var, “Ek protokol tanıma anlamına gelmez” diye… Ama yine kandırdılar, imzalattılar. Şimdi de, “Tanınmalı, yükümlülüklerini yerine getir” diyorlar. İzolasyonlar kaldırılmadan limanları Kıbrıslı Rumlara açın, demiyorlar mı? Türkiye bunun karşısında uzun süre, “Siz sözünüzü yerine getirirseniz ve Kuzey Kıbrıs’tan, Kıbrıs Türklerinden ambargoyu kaldırırsanız biz de yükümlülüklerimizi yerine getiririz” dedi. Ben Papadopulos’un yerinde olsam bunun üzerine asılırım. Derim ki: “Bütün dünya azınlığımın ıstırap içinde olduğunu söylüyor. Magosa Limanı’ndan ve Ercan Havalimanı’ndan ambargoları kaldırmamı istiyor. Bunu yaparsam Türkiye de yükümlülüğünü yerine getirecek. Yani Kıbrıs Hükümeti’ni tanıyacak. Bu durumda kaldırıyorum.” Bunu söylese ne yapacaksınız? Ama siz, bu ambargoların KKTC üzerinden kaldırılması gerekir, demiyorsunuz. Son iki beyanatında Allah’a çok şükür, İngiltere “KKTC üzerinden” diyor (Erdoek protokol ğan) ama hüküanlamına gelmez met kararı olarak mı, yoksa sırf bededi. Kandırdılar. yanat olarak mı, İmzalattılar. belli değil. Hükümet kararıysa o zaman Sayın Sezer’in attığı adımı da atmaları lazımdır. Bütün bu yapılanlar bilgisizlikten kaynaklanıyor olabilir mi? Bu konuda Sayın Başbakan’a (Erdoğan) doğru bilgi verilmediğini gördüm. Kendisine, “Siz bize bir yasa yaptırdınız. Bu yasanın içine de her şey bir tarafa manevi tazminat hakkını da koydurdunuz. Manevi tazminat suç işlediğimi kabul etmek ve verdiğim zarar 100 ise 500 ödüyorum, demektir. Yani suçu ve işgali kabul etmiş oluyorsun” dedim. Sayın Başbakan da (Erdoğan), “Yoktur öyle şey” dedi. Kendisine eşlik eden büyükelçilerden bir tanesi şunları söyledi: “Biz manevi tazminatı kabul ettik, ama vermeyeceğiz.” Nasıl şey bu? Rica ederim. Koydunuz ve yasamıza geçirttiniz. Öbür büyükelçi de şunları söyledi: “Evet, ama çok kısıtlı konularda.” Kısıtlı, kısıtsız. Kabul ettiniz. Bu yanlışlar var. Biz 40 yıl bu işin içinde yürüdükse bir şeyler de öğrendik. Onun için hem avukat hem siyaset adamı olarak size söylüyorum: “Kabul edilmiştir.” Bazı konuları gerçekten bilmiyor. İyi de insan bilmediği konularda, hele de Kıbrıs gibi hayati bir konuda nasıl önünü arkasını düşünmeden konuşur? Ben o konuda laf söyleyemem. Beni mandepsiye bastırmaya mı geldin? Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz? Bu mücadele devam edecek. Yahu, verecek misiniz? Vermeyecek misiniz? Cevap verin. Bu halkı 5060 yıldır milli dava diye kullandınız. Allah şehitlerimiz, gazilerimiz, halkımızdan razı olsun. Milli dava, diye ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ada Yunan’a gitmesin, diye. Ben bugün 82 yaşındaki adam evimde gidip oturamaz, rahatıma bakamaz mıydım? Oturamam, çünkü dava devam ediyor. Bu insanlara yazık değil mi? Torunlarım burası Türk mü, Rum mu olacak, bilmiyorlar. Yani onlar bir Kıbrıslılık havası içinde gidip Rum’un kucağına mı oturacaklar? Bu nasıl iş? P O R T R E RAUF DENKTAŞ 1924, Baf doğumlu. Hukuk öğrenimini İngiltere’de tamamladı. Bir süre avukatlık ve savcılık yaptı. 1955’te Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için terör hareketlerine girişen EOKA örgütüyle mücadeleye başladı. 1958’de arkadaşlarıyla birlikte Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurdu. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulunca Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi ve İcra Komitesi Başkanlıklarına seçildi. 1964 Londra Konferansı sonrası Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios tarafından istenmeyen adam ilan edildi ve Kıbrıs’a girişi yasaklandı. 1967’de adaya gizlice girerken Rumlar tarafından yakalandı. Yoğun girişimler sonucu Türkiye’ye iade edildi. 1968’de yasaklı durumu kalkınca adaya geri döndü. 1973’e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetim Başkanı görevlerini sürdürdü. 1974 Barış Harekâtı sonrası 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) ilanının ardından Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı oldu. 1983’te KKTC’nin ilanıyla Cumhurbaşkanlığına seçildi. 17 Nisan 2005’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymadı. 24 Nisan 2005’te görevi Mehmet Ali Talat’a teslim etti. Çünkü adam, “Madem ki bizi 40 yıldır meşru hükümet olarak kabul ettiniz, ben meşru hükümet olarak devam edeceğim. Bana hiçbir şey yapamazsınız,” diyor.. ABD’den Matt Bryza geliyor, “Önerilerinizi Rumların kabul edebilecekleri şekle sokun” diye açıklama yapıyor. Bunun karşısında milliyetçi Türk basını, “Bryza Efendi, kendine gel. Ne demek istiyorsun? Niçin haksız Rum, Türklerin istediği şekle taleplerini sokmuyor, Kıbrıs’ın meşru hükümeti olmadığını söylemiyor” diye neden sormuyor? Peki, siz AKP Hükümeti’nin KKTC ve genel olarak Kıbrıs siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben soruyorum: Bugünkü Türk Hükümeti’nin Kıbrıs siyaseti nedir? Dünyaya, “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır ve var olacaktır. Kıbrıs’ta iki eşit halk vardır. Bu iki ayrı egemen, selfdeterminasyon hakkı olan halk demektir” diyor mu? Eğer bunu dünyaya söylemiyorsanız siz bir kâğıt anlaşmasıyla ve garantilerin de iyice azaldığı bir durumda bu işi bir yere bağlayacaksınız. Sonra da buna, “Zafer,” diyeceksiniz. Bu da bizim beş ya da on yıl içinde yok oluşumuz demektir. Sayın Babacan, “Her formülü görüşmeye hazırız,” diyor. Hani olmadığını, bu işte olmadığınızı beyan edin ki buradaki dindar Türk kökenliler üzerindeki etkisi kalksın. Halk rahatlasın. Benim çağrım bu. Buna cevap verilmedi. Burada hiçbir dönemde dinle siyaset böylesine ve çirkin şekilde iç içe olmamıştır. Burada her gün yazılan yazıları eğer büyükelçilik kendilerine göndermiyorsa bilemem. Kendilerinden olan yazarlar bile bu kadarını kabul edemiyorlar. Boy hedefi Rauf Denktaş Ahmet Yönlüer’in “Denktaşlar’dan kurtulun” çağrısına ne diyorsunuz? Ben kendisini adam yerine koymuyorum. Cevap vermedim ve vermiyorum. Adam olmadığın ve suç işleyen bir bürokrat olduğun için cevabı sana hükümetin vermesi lazım. Ama hükümet buna medyun. Şimdi, bak. Dünyanın neresinde böyle bir şey duyulmuştur? Kavga yok, bir şey yok, parti genel sekreteri birkaç milletvekiliyle birlikte bu din adamı aracılığıyla Ankara’ya gidiyor, Şaban Dişli’yle görüşüyor. Sonra da dönüşte birdenbire istifa ediyorlar. Ve parti kuruyorlar. Parti kurmayı bırakın, hemen koalisyon ortağı oluvermediler mi? Bu nasıl olur? Anlaşılır gibi değil. Kim var arkanda? Kimi temsil ediyorsun? Bunlar yazılar yazdılar. Bir de sizin Şeyh Nazım Kıbrısi’yle ilişkinizi gündeme getirdiler… Ne alakası var? Nazım Kıbrıslı benim mahalle arkadaşımdı. Şeyh olduktan sonra burada yaptığı usulsüzlükler nedeniyle Dr. Fazıl Küçük’ün hışmına uğradı. Tekrar Suriye’ye gitti. Ama benim oğlum öldüğünde (Raif Denktaş) kırk gün benimle mezara gelip duasını okudu. Allah razı olsun. Adamı gördüğümde eski bir dost olarak konuşurum. Nazım Kıbrıslı da kendisiyle bir olmuyorum diye bana saldırıyor. Annan Planı döneminde, “Hayır diyenler günah işler” diye açıklama yapan bir kişi. Peki, CTP’nin ÖP’le kurduğu bu yeni koalisyon hükümetinin sizce ömrü var mı? Önce şunu söylemek istiyorum: Madem partinden şikâyetin vardı partini parti yapsaydın. Arkanda kaç kişi var. Önce onu gör. Üç kişi istifa ediyorsun, sana üç tane bakanlık veriyorlar. Bu nerede görülmüş? Muhtemelen sadece Kıbrıs’ta görülmüştür… İşte, biz burada hep ilkleri yaşıyoruz. İstedikleri kadar saklamaya çalışsınlar mızrak çuvalı delmiştir. Her şey ayan beyan ortada. İlerlemeleri göreceğiz. İnşallah benim korktuklarım başıma gelmez. ‘ ’ CUMHURİYET 11 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle