19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 EKİM 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Turizm gelirleri düşerken giderleri gittikçe artan Türkiye’nin dünya sıralamasındaki sekizinciliği tehlikede 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Türkiye fakir turist cenneti Ekonomi Servisi Turizmde kötü geçen 2006 yılının sonuna doğru, istatistikler de sektörü düşündürmeye başladı. Coğrafi konumu itibarıyla dört mevsim turist çekebilme avantajına sahip olan Türkiye, en fazla turizm geliri elde eden ülkeler sıralamasında 8. sırada bulunmasına karşın göstergeler “SOS” veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bu yılın ilk 9 aylık (ocakeylül dönemi) verilerine göre, Türkiye’ye gelen yaklaşık 12.7 milyon turistin yüzde 73.6’sını orta gelir düzeyindekiler oluşturdu. Zengin turistlerin oranı ise Cumhuriyet Niteliği Cumhuriyetin 83. yıldönümü coşku ve de kuşku ile kutlandı. Coşku ile kutlayanlar Cumhuriyetçilerdi. Peki, neden kuşku? Çünkü Cumhuriyet niteliksel olarak bir aşınma süreci yaşıyor. ??? Çağdaşlaşma doğrultusunda köklü bir dönüşüm olan Cumhuriyetin düşünce ve eylem dayanakları ana başlıklarıyla, şöyle özetlenebilir: Egemenliğin, yani yönetim gücünün asıl kaynağının ulus olduğunun yaşama geçirilmesi Cumhuriyetin uygun deyimiyle yaşam suyudur. Saltanatın kaldırılması egemenliği gökten yere indirmiş; hilafetin kaldırılması da Türkiye’yi, İslamın yönetim merkezi ve Hıristiyanlık karşısında savunucusu, yani ‘‘bayraktarı’’ olmaktan çıkarmıştır. Cumhuriyet, çoğunluğu Müslüman olan bu toplumun ‘‘siyasal’’ İslamdan tamamıyla kopuşudur. Kimi tarihçilerin ‘‘Doğu Sorunu’’ olarak adlandırdıkları Osmanlı’nın ayrışması, toprak kayıplarından ağır dış borçlara kadar, siyasal, etnik ve ekonomik tüm yönleriyle, Lozan Barış Antlaşması’nda kesin sonuca bağlanmıştır. Antlaşma, yaklaşık üç yıl süren ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sonucudur. Dış güçlerle eskinin hesaplarının görüldüğü Lozan çözümü, ülke içinde etnik milliyetçiliğin çatışmacı tuzağına değil, toplumsal dayanışmanın ve uzlaşmanın barışçı açılımına dayanır. Bu olgu somut anlatımını ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’ özlemini yaşama geçiren Mustafa Kemal’in ‘‘ölümünden bir yıl önce’’ gerçekleştirdiği Güneydoğu gezisinde yaptığı ‘‘eşitlik’’ çağrısında bulur. Osmanlı’nın yasal ve kurumsal yapısının, özellikle de hukuk ve eğitim alanının, çağdaşlık yönünde dönüştürülmesi süreci, Cumhuriyetin kalıcılığını sağlayacak dayanakların güçlendirilmesini amaçlamaktaydı. Aklın egemenliğini temel alan bilimsel eğitim, yurttaşların yaratıcı yeteneklerini geliştirmesinin yollarını açacaktı. Bu nitelikleriyle yepyeni bir sayfa olan Cumhuriyet, umutla çağdaşlığa ve ileriye doğru bakmanın; sürekli yenileşmenin adıdır. ??? Son on yılların iç ve dış gelişmeleri hiç kuşkusuz, Cumhuriyetin temel değerlerini de etkilemiştir ve etkilemektedir. Ancak bu etkileme, neredeyse tümüyle olumsuz yönde olmaktadır. Sonuncusundan başlayalım. Eğitim hızla bilimsellikten uzaklaştırılıyor. Devlet okullarında kullanılan ders kitaplarından, Cumhuriyetin düşünsel esin kaynağı olan Fransız Devrimi’ni betimleyen ünlü ‘‘Özgürlük Tablosu’’ çıkarılıyor; tamamıyla dogmatik ve gerici düşünceler gençlerin beyinlerine yerleştirilmek isteniyor. Günümüzün bilimsel gelişmelerinin temeli olan devrim kuramı yok sayılıyor; ders kitaplarında aptes suyunun kandaki alyuvarları arttıracağı bile yazılabiliyor. ‘‘Kuran’ın Türkçe açıklamalarını okumalıyız’’ tümcesi ders kitaplarından çıkarılıyor; bunun yerini, ‘‘cemaat’’ övgüleri alıyor. Ülkemizde hukukun katillerin, çete reislerinin ve hırsızların at oynattığı bir ortamda nasıl çiğnendiği bir yana, bankacılık başta olmak üzere pek çok yasal düzenlemenin İslam dininden etkilendiği de yadsınamaz. Daha da önemlisi, kadın erkek eşitliğini esas alan Cumhuriyet hukukunu uygulaması gerekenlerin gözleri önünde her gün kadını aşağılayan, giderek hapseden, köleleştiren, cemaat, tarikat hukukunu egemen kılan bir ‘‘hukuk’’ uygulaması adım adım yaygınlaşıyor. Son yılların küreselleşme süreci, İslam ile Hristiyanlığı (ve Yahudiliği) karşı karşıya getiriyor; dünya, bunların birlikte yaşayıp yaşayamayacağını tartışıyor. Türkiye, sağcı siyasetçilerinin oy kaygıları ve ABD’nin de isteğiyle geçmişte komünizme karşı kale yapılmak istendi; adım adım İslama sığınıldı. Komünizmin kendi kendini elemesinden sonra ülkenin bu kez de İslam ülkelerine ‘‘demokrasi örneği’’ olması isteniyor. Büyük çelişki de budur; çünkü, Türkiye’de Cumhuriyet bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulmadı. ??? Irkçı ve dinci söylem ve çatışmalardan ve bunlara dayalı ‘‘korkudan’’ olabildiğince uzak kurulan Cumhuriyet, toplumu barış içinde umut dolu bir geleceğe taşıyacak çağdaşlaşma değerlerine; ‘‘ilerici değişime’’ dayanır. Ek olarak, Cumhuriyetin kurucuları, yalandolan; çalıpçırpma nedir bilmediler; kuruluşun harcını doğruluk, dürüstlük ve erdem ile yoğurdular. Cumhuriyetin niteliğini oluşturan değerlerin eskimemesi dileğiyle bayramınızı kutlarım. ? Dünya Turizm Örgütü’nün turizmden elde edilen gelir istatistiklerine göre Türkiye, dünya sıralamasında 8. sırada yer aldı. Ancak bu yılın ilk 9 aylık verilerine göre turizm giderleri artarken gelirleri düştü. Aynı dönemde Türkiye yine zengin turisti çekemezken gelenlerin yüzde 90’lık bölümünü orta ve alt gelir grubundan olanlar oluşturdu. yüzde 12.8’de kaldı. Turistlerin yüzde 55.5’inin gezi ve eğlence, yüzde 11.2’sinin yakınlarını ziyaret, yüzde 6.2’sinin ise alışveriş amacıyla geldiği belirlendi. Yılın ilk 9 ayındaki Türkiye’nin toplam turizm geliri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.8 oranında gerileyerek 13.7 milyar dolara, kişi başına turizm harcaması da yüzde 2.7 oranında gerileyerek 746 dolara düştü. Turizm harcamaları da yüzde 0.7 azalarak 2.1 milyar dolar olarak gerçekleşti. Geçen yılın 3. çeyreğinde 766 dolar olan kişi başına turizm geliri, bu yılın aynı döneminde 746 dolara düştü. Bu dönemde kişi başına turizm gideri ise tersi bir gelişme ile arttı. Kişi başına turizm harcaması geçen yıla göre yüzde 7.4 artışla 659 dolara yükseldi. Türkiye’ye gelen turistlerin 2005 yılında elde ettiği 18.2 milyar dolarlık turizm geliriyle sıralamada, Almanya ile Avusturya arasında yer alıyor. Dünya Turizm Örgütü (WTO) verilerine göre, dünyada en fazla turizm gelirini 81.7 milyar dolar ile ABD elde etti. 2004 yılında da 74.5 milyar dolarla zirvede bulunan ABD’nin turizm gelirleri 2005 yılında yüzde 9.6 oranında artış gösterdi. ABD’yi turizm gelirleri 2004 yılına göre yüzde 5.8 artışla 47.9 milyar dolar gerçekleşen İspanya ve turizm geliri 40.8 milyar dolardan 42.3 milyar dolara yükselen Fransa izledi. Geçen yıl turizmden İngiltere 30.4 milyar dolar, Çin Halk Cumhuriyeti ise 29.3 milyar dolar kazandı. Sıralamadaki en yüksek turizm geliri elde eden ilk 10 ülke arasında gelirini 2004 yılına göre en fazla artıran ülke ise Türkiye oldu. Buna göre, bir önceki yıl 15.9 milyar dolar elde eden Türkiye’nin turizm geliri 2005 yılında yüzde 14.2 oranında arttı. Turizm hanutçunun eline kalacak ÖZCAN ÖZGÜR Sektörden telif yasasına tepkili GÜRSU KUNT MUĞLA Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1618 sayılı yasada yapmayı planladığı değişikliğe turizmcilerin tepkisi yükseliyor. Aynı zamanda BODER (Bodrum Otelciler Derneği) yöneticisi olan Bodrum Ticaret Odası Meclis Başkanı Zeki Köylü, değişikliğin komisyoncu acentelerle, yabancı uyruklu hanutçuların işine yarayacağını, esnafı ise yok edeceğini savundu. Yasa değişikliğiyle turizm acentelerine sadece ören yeri ve müzelerdeki gezilerde rehber bulundurma şartının getirildiğini kaydeden Köylü, sektörde kaçak olarak çalışan yabancıların yasayla birlikte rehberliğe de el atacaklarını belirterek ‘‘Yasa değişikliğiyle bakanlık, rehberleri sektörden tasfiye edip meydanı kaçaklara bırakmak istiyor. Bakanlık devlet eliyle komisyon karşılığı alışveriş yapılması anlamına gelen hanutçuluğu adeta teşvik etmek istiyor’’ dedi. Turizm gelirinde 82 milyar dolarla ABD başı çekerken gelen turist sayısına göre ise Fransa dünya sıralamasında birinci oldu. Toplam 76 milyon turist çeken Fransa’yı sırasıyla 55.6 milyon turist ile İspanya, 49.4 milyon turist ile ABD, 46.8 milyon turist ile de Çin izledi. Türkiye ise bu sıralamada 9. sırada yerini aldı. Türkiye’ye gelen turist sayısı 2005 yılında bir önceki yıla göre yüzde 26.1 oranında artış göstererek 16.8 milyondan 20.3 milyon kişiye çıktı. ANTALYA Turistik tesisler, müzik meslek birliklerine verilen telif ücretinin, rant modeli yarattığı iddiasıyla ilgili yasanın düzeltilmesini istiyor. Devam eden uygulamanın serbest sözleşme mantığında işlediğini, her müzik meslek birliğine, birliğe üye sanatçının eseri çalınsın çalınmasın, oda başına ya da müzik yayını yapılan alan hesabına göre telif verildiğini ifade eden turizmciler, bunun eser sahipleri açısından da haksız bir uygulama olduğunu söylüyor. Akdeniz Turistik Otelciler Birliği Basın Sözcüsü Yusuf Hacısüleyman, ‘‘Devam eden uygulama gereği, hiçbir eser üretmeyen kişilere bile bir derneğe üye oldukları için ödeme yapmak zorunda kalıyoruz. Asıl emeğe saygısızlık budur. Nasıl bir kitap aldığımızda, telifini kitap ücretinin içinde ödüyorsak, tesislerimizde çalınacak müzik için de aynı uygulamanın olması gerekiyor’’ dedi. Ö Z E L L E Ş T İ R İ L E C E K K İ T ’ L E R İ N YAT I R I M I A Z A L D I ANKARA (AA) Özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlardan Türk Hava Yolları’nda (THY) yapılan hisse satışıyla birlikte buranın KİT statüsünden çıkarılması, kapsamdaki kuruluşların gelecek yıl yapacağı yatırımların yarı yarıya azalmasına neden oldu. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) verilerine göre, özelleştirme kapsamındaki kuruluşların yatırım tutarının 1 milyar 455 milyon YTL düzeyinde olması bekleniyor. Söz konusu yatırım rakamının 700 milyon YTL ’ si THY’nin yatırım kaleminde yer alıyor. THY’deki kamu hissesinin yüzde 50’nin altına düşmesiyle birlikte yatırımlar içinde yer almaması 2007 yılında yapılacak yatırımların 725 milyon YTL düzeyinde kalmasına neden olacak. Söz konusu rakamlar özelleştirme kapsamındaki kuruluşların gelecek yıl yapacağı yatırımların bu yıla göre yüzde 50.2 oranında azalması anlamına geliyor. Gelecek yıl özelleştirme kapsamındaki kuruluşların yapacağı 725 milyon YTL’lik yatırım yüzde 68’i TEDAŞ tarafından gerçekleştirilecek. TEDAŞ, 2007 yılında 493 milyon YTL tutarında yatırım hedefliyor. Bu kuruluşu 106 milyon YTL yatırım ile PETKİM izlerken, TEKEL’de 88 milyon YTL tutarında yatırım planlıyor. E M O : T E K E L K O N U S U N D A K A M U O Y U YA N I LT I L I Y O R Ekonomi Servisi Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), elektrik dağıtım bölgeleri konusunda kamu elindeki tekelin zararlı, özel bir şirketin elindeki tekelin zararlı olmayacağı iddiasıyla kamuoyunun aldatılmak istendiğini belirtti. EMO’dan yapılan yazılı açıklamada, elektrik hizmetinin kamu elinde tekel olarak yürütülürken, serbestleşme ve rekabet baskısıyla parçalama dayatıldığı belirtilerek özel sektöre kârlı bir şekilde bu alanların devredilmesi söz konusu olduğunda yeniden bütünleşik büyük bir tekel yapının yollarını açacak arayışların devreye sokulduğuna dikkat çekildi. Açıklamada, Rekabet Kurulu’nun 22 Temmuz 2005 tarihli TEDAŞ’ın özelleştirilmesine ilişkin verdiği görüşte, sadece dağıtım ve perakende hizmetlerinin birlikte özelleştirilmesinin sakıncalarına dikkat çekilmediği, bunun yanı sıra “arz güvenliği ve yabancı yatırımların teşviki amaçlarının dikkate alındığı, buna karşılık rekabet tesisi ve tüketicinin korunması hususlarına ilişkin düzenlemelerin yetersiz kaldığı’’ saptamasının da kurul tarafından yapıldığı kaydedildi. Açıklamada, şunlar kaydedildi: “Bu, hem ihale sonrasına dönük olarak kurul kararı üzerinde ipotek oluşturulması hem de bu ihalelere ilişkin davalar açıldığı dikkate alındığında yargıya bir müdahale anlamı taşımaktadır.” [email protected] [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com bir servet savaşı yaşanıyor. Asya bu savaşta acımasız yöntemlerle saldırıya geçmiş durumda. Asya’da çalışma koşulları son derecede kötü, sanayi çevreyi mahvediyor. Asya’nın yükselişi, eğer Batı, prensiplerinin esiri olmaktan kurtularak kendini savunmaya başlamazsa, Batı’nın çöküşü olacak.” Bu yüzden, Steingart “Korumacılık! Batı Kendini Savunmalıdır” başlıklı yazısında, gerekirse Batı korumacılığa da başvurmalıdır. Özellikle Çin’in ekonomik rekabet alanında devleti aktif olarak kullandığına dikkat çekerek, Batı’nın da buna karşılık vermesi gerektiğini savunuyor. Steingart’a göre “saf piyasa ekonomisi yalnızca ekonomistlerin kafasında var. Gerçekte devletler başka türlü davranıyor… Bu yüzden ABD korumacılığa yöneliyor… Çünkü dış ticaret gerçekte ulusal çıkarlara göre kullanılan bir siyasi araçtır…” Steingart’a göre, Batı artık çalışanların yaşam standartlarını yükseltemiyor. Küreselleşme, bulundukları yerlerde kalmaktan başka seçeneği olmayan (halbuki öbürleri buraya geliyor!E.Y) Batılı işçilerin ücretlerinin gerilemesine neden oluyor. Dünyanın üretici kapasitesi Doğu’ya kayıyor. Bu bölgelerde işçilerin ücretleri giderek yükseliyor, dünya ekonomisinde Batı’da refah azalırken Doğu’da artıyor. Bu nedenlerle Batı ve Avrupa Birliği’nin salt tüketiciyi değil, aynı zamanda işçilerini de koruması gerekiyor. Steingart, “Bunlar kulaklara solcu veya devrimci gelebilir ama, iki farklı ekonomik bölgenin, toplumsal refah devletinde yaşayan işçilerle, vahşi kapitalizm altında çalışan işçilerinin ürettiği malların dükkân vitrinlerinde buluştuğu günümüzün gerçeklerini yansıtıyorlar o kadar” diyor. Sanırım bu tartışmalar, hem sınıf savaşlarının hem de ülkeler, bloklar arası rekabetin, siyasi gerginliklerin daha da artacağı bir döneme girmekte olduğumuzu gösteriyor. Bu yeni dönemin sorunlarının Türkiye’de henüz bilinçlere çıkmadığını, “kanat önderlerinin” hâlâ neoliberal dogmaları, küreselleşmecilik söylemlerini tekrarlamaya devam ettiklerini görmekse gerçekten kaygı verici… İ N G İ L İ Z O B S E RV E R G A Z E T E S İ DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Tarih tekerrür etmez derler. Ama galiba “küreselleşme” bir istisna. Ondokuzuncu yüzyılın sonundaki küreselleşme atılımına bakınca, gelişmiş ülkelerde gelir dağılımının bozulmaya, hükümetlerin önce emperyalist politikaları hızlandırmaya (Cecile Rhodes, sömürgelerin, İngiltere’de toplumsal devrimi engellemek için gerekli olduğunu düşünüyordu) sonra da korumacılığa yöneldiklerini, böylece küreselleşmenin çökmesine yol açan istikrarsızlıklara katkıda bulunduklarını görüyoruz. (Örneğin: Jeffrey G Williamson, “Globalization then and now: Late 19th and late 20th centuries compared”, National Bureau of Economic Research, Working paper 5491,Mart 1996.) Benzer bir sürecin günümüzde de yaşandığı gözlemleniyor. 11 Eylül yazımda, FED Başkanı Bernake, Financial Times’dan Martin Wolf, Nobel ödüllü ekonomist Stiglitz ve Morgan Stanley Başekonomisti Stephen Roach’un bu sürece ilişkin kaygılarını aktarmıştım. Geçen hafta yine bu konu tartışılıyordu. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Performansta Rus ve Türk borsası birinci Ekonomi Servisi Son 10 yıllık dönemde, Rusya ve Türkiye borsalarının, en iyi performans gösteren borsalar olduğu belirlendi. İngiltere’nin en büyük yatırım fonu yönetim şirketi Fidelity tarafından yapılan bir araştırma, son on yıllık dönemde, en iyi borsa performanslarının yükselen piyasalarda ortaya koydu. Araştırmaya yer veren İngiliz The Observer gazetesi, çoğu yıllarda en kötü borsa performansı gösteren ülkeler arasında yükselen piyasaların da yer aldığına işaret ederek, bu çerçevede, Türkiye’nin en parlak yıllarının birinden sadece üç yıl sonra dibe vurduğunu belirtti. The Observer, yükselen piyasaların yatırımcılar için riskli de olabileceğini, yatırım için yanlış yükselen piyasayı seçmenin yol açacağı zararın çok acı sonuçlar doğurabileceğini yazdı. Büyük ‘İstikrarsızlığa’ Doğru arasında sallanan tarihsel sarkacın sermayeden yana çok fazla gitmiş olduğunu saptayarak “Bu megatrendin (küreselleşmeE.Y) en istikrar bozucu dönemine giriyor olabiliriz” diyordu (Global Economic Forum 23/10). Roach yazısında ABD, Japonya, Almanya ekonomilerinde emek gelirleri üzerinde oluşan basınçlara, 2001/2003 döneminden bu yana bu ülkelerde üretkenlik artarken gerçek ücretlerin, milli gelir içinde emeğin payının artmadığına hatta gerilediğine dikkat çekiyordu. Diğer taraftan, Roach’un gözlemlerinden hareketle kapitalizme ve küreselleşmeye ilişkin çok ilginç sonuçlara ulaşmak da olanaklı: Örneğin, Roach’a göre: a) Küreselleşme asimetrik bir süreç, tüketiciden çok üretici yaratıyor (öyleyse, kapasite fazlası sorunu artmaya devam edecek, uluslararası rekabet giderek yoğunlaşacak); b) gelişmiş ülkelerde üretkenlik artıyor, ama gerçek ücretler bu artışı izlemiyor (böylece, neoliberal iktisat teorisinin en temel tezlerinden biri yalanlanmış oluyor); c) küresel ücret arbitrajı sermayenin yüksek ücret bölgesinden düşük ücret bölgelerine göç etmesi yüzünden gelişmiş ülkelerde emekle sermaye arasındaki uçurum sermaye yararına açılıyor (öyleyse, neoliberalizmin, emekten sermayeye değer, toplumdan mali sermayeye servet transferini amaçlayan bir sınıf savaşı taktiği olduğuna ilişkin tez Harvey, Dumenil ve Levy doğrudur); d) ülkeler arasında cari açık, cari fazla dengesizlikleri oluşmuştur (öyleyse, döviz piyasalarında sarsıntılar, mali piyasalarda krizler, korumacı refleksler gündemdedir). Roach, emeğin örgütlenme düzeyindeki düşüklüğü göz önüne alarak, sınıf savaşımında bir sertleşme beklemiyor, ama siyasilerin bu duyarlılıklardan yararlanmak isteyeceklerini, seçmene şirin görünmek için korumacılığa yönelmelerinin neredeyse kaçınılmaz olduğunu, tarihin sarkacının mutlaka, aynı şiddetle geri geleceğini ileri sürüyor. Küreselleşme ücretleri düşürüyor Atlantik’in bu yakasında da benzer kaygılar söz konusu. Financial Times’in “emektar” ekonomik yorumcusu Samuel Brittan, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Freeman’ın “Emek Piyasalarındaki Dengesizlikler” başlıklı bir çalışmasını aktararak, 2000 yılından bu yana Çin, Hindistan ve Rusya’nın, dünya emek piyasalarının nüfusunu 3 milyon yeni işçi ekleyerek yüzde 100 arttırdıklarını vurguluyor (20/10). Böylece, sanayi proletaryasının tarihe karıştığına ilişkin tezin de gerçeklerle bağdaşmadığını, geçerken saptayarak devam edersek, Brittan, yeni gelenlerin hızla teknolojik vasıflarını yükseltirken Batı ülkelerindeki işçilere göre daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul ettiklerine dikkat çekiyor. Bu da Batı ülkelerindeki işçilerin ücretleri üzerinde aşağı doğru bir basınç yaratıyor. Brittan’ı sermayeyi olumsuz etkilemeden emeğin payını nasıl arttırırız (iğnenin başında kaç peri dans edebilir? Ya da, bakınız Cecile Rhodes) sorusuyla baş başa bırakarak devam edersek, bu tartışmalara Almanya’nın en etkili dergilerinden Der Spiegel’in editörü Gabor Steingart’ın de bir kitapla katıldığını görüyoruz. Steingart’ın Spiegel’de bazı bölümleri aktarılan kitabındaki saptamalarına göre küreselleşme, Avrupa’da kendi topraklarında kendini yabancı hisseden (siz, “çok fazla yabancı var” diyor diye okuyunuz!), iş bulma olasılığı çok düşük, eğitim düzeyi, entelektüel formasyonu son derecede zayıf, ABD’deki “white trash” (beyaz çöp) denen kesime benzer, yeni bir alt sınıf (underclass) yaratıyor. Steingart, “İlk kez geçen 10 yıl içinde homojen bir sınıf olarak şekillenen bu yeni proletaryanın demokrasi için çok büyük bir tehdit oluşturduğunu” düşünüyor (26/10). Steingart’a göre halen: “Küresel çapta Emek ve sermaye arasında gidip gelen sarkaç Bu tartışmaların iki ekseni var. Birincisi ABD’nin imparatorluk atılımının başarısızlıkla sonuçlanmasına bağlı olarak, geçen hafta Le Figaro’da Renaud Girard’ın altını çizdiği gibi “dünyanın, tehlikeli bir ABD iktidarsızlığı dönemine girmekte olmasıyla” ilgili (25/10). Tarihçi Niall Ferguson’un “Amerika’nın kırılgan imparatorluğu” (Los Angeles Times, 24/10), David Brooks’un “Bundan sonra ne olacak dönemi” (The New York Times, 26/10), Der Spiegel’in editörü Gabor Steingart’in “Gerileyen süper güç” (Spiegel,24/10) başlıklı yazıları, hep bu konuyla ilgiliydi. Tartışmanın ikinci ekseniyse küreselleşmenin gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkileriyle, bunun potansiyel sonuçlarıyla ilgili. Ben bu hafta ikincisiyle ilgili tartışmaları aktarmaya çalışacağım Stephen Roach, emekle sermaye CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle