19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 EKİM 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Amerikan ordusunun haksızca saldırıp işgal ettiği Irak’ta yaptığı hatalar inanılır gibi değil Askerlerimiz boşuna mı ölüyor?.. TIMOTHY GARTON ASH oşuna öldüler.” Ölü bir askerin annesi için dayanılmaz, onları ölüme gönderen politikacılar içinse utanç verici iki sözcük. Bizim liderlerimiz de, “Onlar boşuna ölmediler” diyor. Ama artık onlara kim inanır ki? Irak’taki Amerikanİngiliz başarısızlığının boyutlarını düşündüğümde, günün birinde oğlu Irak’ta ölmüş bir askerin annesine dürüstçe ve inandırıcı bir şekilde “Oğlun Irak’ta boşuna ölmedi’’ diyebilmemizi sağlayabilecek koşulların oluşabilmesi ya da uzun dönemli stratejik bir eylem planı yapılabilmesi çok zor görünüyor. Evet, birliklerimiz kötü bir diktatörlüğü yıktı ve Irak halkının çoğu ilk başta buna sevindi. Özellikle Kürtlerle Şiilerin yaşamlarında düzelen şeyler oldu. Cezaevinde ya da sürgünde olan bazı insanlar artık evlerinde. Milyonlarca Iraklı, yıldırmalara karşın istedikleri partiye oy verebildi. Basın, eskisine oranla daha özgür. Bazı yerlerde işgal güçleri önemli altyapı ve inşaat işleri yaptılar. Ama bütün artılar bu kadar; eksiler ise çok daha fazla. 40 aydan fazla bir süredir devam eden işgaldeki başarısızlıklarımız inanılır gibi değil. ABD’nin milyarlarca dolar harcamış olmasına karşın Irak’taki elektrik, su, kanalizasyon ve petrol sektörlerindeki durum, işgal öncesinden çok daha düşük düzeylerde. Ekonomi eskisinden çok daha kötü. Artık insanlar Saddam’ın gizli polislerinden ve işkencecilerinden korkacaklarına çetelerden, milislerden, suçlulardan ve köktendincilerden korkuyor. Diktatörlüğün yerine anarşi getirmek, cehennemin bir katından diğerine geçmekten başka bir şey değil. Bir Iraklı, geçenlerde şöyle demişti: “Saddam döneminde bir devletimiz vardı, kötü bir devlet, ama bir devlet olmaması çok daha kötü.” John Hopkins Üniversitesi’nin işgalden beri 600 bin sivilin öldüğü yönündeki tahmini abartılı Silahsızlanma Üzerine 2430 Ekim 2006 Dünya Silahsızlanma Haftası bugün sona ermiş bulunuyor. Ama beklendiği gibi, ne ülkemizde ne de dünyada bu yaşamsal soruna ilgi gösteren pek oldu. Aslında kimsenin silahlanmanın durdurulması ya da en azından frenlenmesi gibi bir mucize beklediği yok. Çünkü zaman silahlara veda zamanı değil, savaş zamanı. Yüzlerce irili ufaklı savaşın sürdüğü, bir o kadarının hazırlandığı, nükleer tehdidin giderek yaygınlaştığı bir dünyada ölüm ticaretinden milyarlar vuran yırtıcıların tatlı kârlarından vazgeçmeleri beklenemez. Tam tersine onların işine gelen, savaşları kışkırtmak, bölge ve dünya üzerindeki egemenlik alanlarını genişletmektir. Bir bakıma silahlanma savaşları, savaşlar silahlanmayı doğurur. Bu etkileşimin kısırdöngüsünde parsayı toplayanlar ise ölüm tacirlerinden başkası değildir, Wall Street savaşı boşuna sevmez. 2000 yıllarının durgunluğunda dibe vuran New York Borsası Irak’ın işgaliyle ‘üç ay gibi ‘kısa bir sürede 7 bin 891’den 8 bin 985’e fırlayarak 1000 puanlık tarihi bir artış kaydetmiştir. Bu aynı zamanda Bush yönetiminin askeri ve güvenlik harcamalarını da aynı şekilde ateşlemiştir. W. Bush’un saldırgan politikaları silah pazarına canlılık kazandırmış, özellikle de askersel sanayi devlerinin ekmeğine yağ sürmüştür. Pentagon’un bütçesi 2002’den bu yana hemen her yıl %5’ten fazla artarak 2007’de 500 milyar dolar sınırına dayanmıştır. Bu rakama Afganistan ve Irak savaşlarının ek harcamaları dahil değildir. Ancak, uzmanların altını çizdiğine göre savaşlar, finans pazarlarının yırtıcılık kapasitelerini ne denli artırsa da bunun da bir sınırı olduğunun altını çizmektedirler. Nitekim devasa finans ihtiyaçları, devleti ve devletle iş ilişkisinde olan şirketleri aşırı ölçüde borca batırmış ve devletin borçlarını 3 bin milyar dolar gibi akıl almaz düzeylere çıkartmıştır. Ama Birleşik Devletler, Amnesty International’ın verilerine göre silah ticaretinde % 60’la başı çekmektedir. 2004 yılında dünya ülkeleri silahlanmaya 975 milyar dolar harcamışlardır. Silahlanmaya ve silahlı kuvvetlerinin ihtiyaçlarına en çok para harcayan 455 milyar dolarla Birleşik Amerika ön sırada. Avrupa Birliği 211 milyar dolarla 2. sırada yer alıyor. Fransa ise ABD ve İngiltere’yi 46.2 milyar dolarla izliyor. Afrika, Asya, Latin Amerika ve Ortadoğu ülkelerinin yıllık silah harcamaları ise 22 milyar dolar. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitisü’nün raporuna göre dünya ülkelerinin askeri harcamaları 1 trilyon 118 milyar dolar gibi ürkünç düzeyde. Bunun %48’i Birleşik Devletler’e ait. ??? Ağır silahlanmanın yanı sıra, ‘kibarca ‘hafif’ diye nitelenen silahlanmanın da göz ardı edilmemesi gerek. Yine Amnesty International’ın verilerine göre bugün dünyada dolaşımda 600 milyon ‘hafif silah’ mevcut. Bunlar her yıl 500 bin ölümün sorumlusu. Rakamın 300 bini silahlı çatışmadan, 200 bini ise cinayet ve intiharlardan oluşuyor. Türkiye de doğal olarak bu belanın dışında değil. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, bireysel silahlanma son sekiz yılda yüzde 358 oranında artış göstermiş. Bugün dolaşımda 1 milyon 800 bini kurusıkı olmak üzere 7 milyonu ruhsatsız 9 milyon silah bulunuyor. Umut Vakfı’nın araştırmalarına göre ise ülkemizde her sekiz kişiden biri silahlı. Ruhsatlı silahların sayısı 2 milyon 316 bin olmasına karşın ruhsatsızlar bunun iki, üç katı daha fazla. Magandaların serseri kurşunlarına kurban gidenlerin sayıları yılda 700. Ruhsatsızların önemli bir bölümü ya kaçak ya da kurusıkıdan bozma. Ama gelin görün ki, ne kurusıkılar yasaklanabiliyor ne de silah kaçakçılığının önü alınabiliyor. Magandalara verilen cezaların ise yetersiz olmaları bir yana, yargılanmaları yıllar sürdüğü için caydırıcılıktan uzak. Planlı, programlı ve sürekli ruhsatsız silah aramaları ise ya yetersiz ya da yok denilecek kadar az. Ayrıca ruhsatlı silahlar konusunda yeterince titiz davranılmadığı da açık. Görülen o ki, silahlanmanın durdurulması ya da en azından frenlenmesinin gerçekleşmesi neredeyse olanaksız bir düş. Ancak yine de şu sözü edilen Silahsızlanma Haftası’nın dişe dokunur bir yararı olmadığı söylenemez. Nitekim geçen çarşamba günü bir BM’ler komitesi dünyadaki silah ticaretinin denetim altına alınması yönünde karar almış ve on beş Nobel Barış Ödülü sahibi tarafından hazırlanan karar metni genel kurulda, sadece Birleşik Devletler’in ret oyuna karşın 139 ülkenin onayıyla kabul edilmiştir. Bu, dünya silah ticaretinin denetimiyle ilgili uluslararası yasaların güçlendirilmesi yolunda önemli bir adım olarak görülmektedir. Amnesty International’ın Genel Sekreteri Kate Gilmore’a göre, ‘silah ticaretinin uluslararası planda denetim altına alınması’ hükümetler için tarihi bir gelişmedir. Böylece hükümetlerin elleri, sorumsuz ve ahlaksız silah ticaretinin önlenmesinde güçlenmiş olacaktır. ‘B Irak’ta Mart 2003’te başlayan işgalden bu yana bir hiç uğruna ölen Amerikan askerlerinin sayısı 3 bini aştı. Elbette Macaristan ve Irak birbirinden farklı. Macarlar kendi ülkelerinin özgürlüğü için savaşıyordu. Karşılaştırma yapabileceğimiz nokta ise, bu tür çarpıcı olaylara ilişkin yargılarımızın uzun dönemdeki sonuçlarına ve aynı zamanda kendi politikalarımıza da bağlı olarak yıllar içinde değişiyor olması. Batı demokrasileri ders aldı Talih yaver gider ve demokrasiler kendi hatalarından ders alıp daha akıllıca bir uzun dönemli mücadeleye girişebilirlerse, bir yenilgi bile zafere giden yolda bir dönüm noktasına dönüşebilir. 1956’dan sonra Batı demokrasileri hatalarından ders aldılar, “düşmanı püskürtmek” söyleminden vazgeçtiler, Radio Free Europe’u Orta ve Doğu Avrupa halklarını ayaklandırmak için kullanmayı bıraktılar ve komünist dünyayla bir “yumuşama” sürecine girdiler. 50 yıl sonra, Irak’ta büyük bir yenilginin ardından yine yanlışlarımızdan ders çıkarabilecek miyiz? Teröre karşı “savaş”ın, soğuk savaş gibi askeri yöntemlerle kazanılamayacağını kabul edebilecek miyiz? Aralarında Suriye ve İran’ın da bulunduğu bölge ülkeleriyle diplomatik ilişki kurup 1970’lerdeki Helsinki sürecine benzer bir şekilde bölgesel güvenlik görüşmeleri başlatabilecek miyiz? Arap ve İranlı muhalifler ve aydınlarla işbirliği yaparak Müslüman devletleri ve halklarına yönelik yumuşama politikaları oluşturabilecek miyiz? Yoksa, ABD Irak’tan kaçıp büyük umursamazlığına çekilecek ve bir sonraki başkanının yönetimi altında mutsuz bir tecrit ve sözde gerçekçilik karışımını mı benimseyecek? Gelecek yıllarda birincisini benimsersek eğer, hâlâ yas tutan anneyi avutacak birkaç dürüst sözcük bulabiliriz. Ama ikincisini benimsersek dürüst bir teselli olmayacak. (The Guardian, İngiltere, 26 Ekim) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer (Fotoğraf: AFP) bile olsa, sivil ölümü korkunç boyutlarda. Ülkede iç savaş patladı bile. Yabancı askerler ayrıldıktan sonra, belki ama sadece belki, Şii, Kürt ve Sünni liderlerle yabancı hamileri aşağı yukarı bölünmüş bir konfederal devlete dayalı bir çözüm üzerinde uzlaşabilirlerse durum biraz düzelebilir. Ve bu sadece Irak’ın içindeki öykü. ülkenin nükleer silah üretme olasılığını güçlendirdi. İşgal, ABD’yi hiç olmadığı kadar dünyanın gözünden düşürdü ve bu ülkenin istediğini yaptırma gücünü azalttı. Amerikanİngiliz saldırısı ve işgalinin çağımızın en aptalca stratejik hatalarından biri olduğunu söylemek için hiç de erken değil. Peki, yaslı ana babalara dürüstçe ne diyebiliriz? “Çocuğunuz boşu boşuna öldü’’ mü? Bunları düşünürken aklıma geçen hafta 50. yıldönümü kutlanan 1956 Macar devrimi geldi. Her iki öykü de, bir diktatörün (Budapeşte’de Stalin, Bağdat’ta Saddam) devrilmiş heykelinin çevresinde kutlamalar yapan neşeli kalabalıklarla başlamıştı. Her iki ülkede de, 2 hafta içinde kutlamalar öldürmelere ve sefalete dönüştü. Üç yıl sonra 1959’da Macarlar, devrimin yenilgiyle sonuçlandığını kabul edecekti. Çoğu, devrimin lideri İmre Nagy’nin idamına izin veren Janos Kadar’ın pragmatik “gerçekçilik” yolunu benimseyecekti. Ama, 33 yıl sonra 1989’da Budapeşte’de Nagy’nin görkemli yeniden gömülme törenini izledim. Bir Macar tarihçinin dediği gibi, bu “yenilginin zaferi” idi. Dünyadaki bilanço daha kötü Dünyadaki bilanço ise çok daha kötü. Amacı, dünyayı demokrasiler için daha güvenli hale getirmek olan bir müdahale, dünyayı bütün demokrasiler için çok daha tehlikeli bir hale getirdi. Geçenlerde ABD’nin kendisinin yayımladığı Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi Raporu, Irak’ın terörü körüklediğini doğruladı. İşgal, 7 Temmuz bombacılarının da aralarında bulunduğu kendi ülkelerimizdeki Müslümanları kızdırdı. Güçlerimizi ve dikkatimizi Afganistan’daki El Kaide üslerinin kökünü kazımaya yönelik meşru görevimizden saptırarak Taliban’ın yeniden toparlanmasına yol açtı. Militan, İslamcı İran’ı bölgesel galibe dönüştürdü, bu AB ÖLÇÜTLERİ TÜRK DEVLETİNE AYKIRI Generaller ve gerçek diplomasi GEORGIOS P. MALUHOS T ürk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt önümüzdeki günlerde Atina’ya gelecek. Bu ziyaretten hemen sonra AB Komisyonu, Ankara’nın üyeliği konusundaki ilerleme raporunu yayımlayacak ve AvrupaTürkiye ilişkilerinin gelecek dönem için rotasını çizecek. planı hazır olmalı Raporun yayımlanmasından sonra neler olacağı aşağı yukarı Brüksel’de herhangi bir engelin belli; Ankara’nın Avrupa’daki ortaya çıkması durumunda, yolu her geçen gün daha dik TürkYunan ilişkilerinin yokuşlu olacaktır. Çünkü olumsuz yönde gelişmesi üyelik ile ilgili AB kriterlerinin tehlikesi kontrol altında yerine getirilmesi, Türk tutulamayabilir; bu da devletinin yapısına aykırıdır. başka bir gerçektir. Ankara üyelik kriterlerini, Gerçekte Türkiye’nin AB özellikle de insan haklarıyla üyeliği konusu, Yunanistan’ı ilgili ölçütleri yerine getirmesi bile aşan, çok daha geniş durumunda, milyonlarca insan boyutlu bir konudur. Bu ifade özgürlüğüne durumda, yeni kavuşacaktır. Ancak stratejilerin bu durum ülke hazırlanması ve olası bütünlüğünü bir başarısızlık rüksel’de kesinlikle daha durumunda bir bir engel büyük tehlikeye “B planı”nın hazır çıkması sokacaktır. Türk olması gerekir. Bu tür devleti demokrasi durumunda bir planın, savunma ile yüzleştiğinde, yeteneklerimiz ile TürkYunan etnik çeşitliliğin siyasi ve askeri ilişkileri ifade özgürlüğünü kararlılığa dayanan resmen tanıdığında, olumsuz bir temeli olmalıdır. hatta köken ile din Yunanistan için etkilenebilir. bir tarafa, Türk gerçek tehlikeyi vatandaşlarının oluşturan Türk siyasi haklarına uygulanan “iktidarındaki kurumla” bu baskılar son bulduğunda, plan çerçevesinde ayrıntılı görülmemiş fenomenlerle karşı görüşmelerde bulunulmalıdır. karşıya gelecek ve doğal olarak İktidardaki bu kurum ise, bu duruma şiddetli tepki kesinlikle “Türk askeri gösterecektir. liderliğidir.” Kıbrıs’ın bir Yunanistan’ın dış politikaları, sosyalist hükümet tarafından yıllardan beri Türkiye’nin işgal edildiğini kim unutabilir? Avrupa yolunda Yunan siyasi sistemi, doğudaki ilerleyebileceğine yönelik “siyasi güvencenin” sadece strateji üzerinde yapılandı. Türk askeri kurulu düzeni Ancak, zaman geçtikçe bu tarafından verilebileceğini artık stratejinin yok olduğu anlamalıdır. “Generaller görülüyor. Türkiye içindeki diplomasisinin” esas içeriği de tüm engellerin aşılması bu olmalıdır. Madem ki Türk durumunda dahi, üyeliğin politikası söz konusu kurum onaylanması Fransa, Almanya, (TSK) içinde ilkel düzeyde dile Avusturya veya başka ülkelerin getiriliyor, bu durumda parlamentolarının ya da Yunanistan, hatta tüm Avrupa halklarının alacakları tavra dahil herkes “siyasi” düzeyde göre şekillenecektir. Bu tavrın “generaller” ile görüşüp olumlu ya da olumsuz olacağı konuşmalıdır. konusunda kimse şimdiden bir (Kathimerini, Yunanistan, şey söyleyemeyeceği gibi, 24 Ekim) Yunancadan güvence de veremez. Bu çeviren: Murat İlem noktada, Yunan siyasetinin “gizli eveti” olduğu anlaşılıyor. Buna göre Yunanistan, Türkiye’nin Avrupa üyeliğini desteklemesi ve bu üyeliğin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda, ikili gerginlikten kaçınılabileceği tezini kabul etmiş bulunuyor. Ancak bu tezin kabul edilmesinin ne kadar safiyane olduğu inşallah anlaşılmıştır. B NATO, Moskova yönetimine şimdilik genişlememe sözü veriyor B Yatıştırma çabaları... VİKTOR VOLODİN, STANİSLAVLYUBİMOV ATO’nun Riga zirvesinin başlamasına tam bir ay kala, askerisiyasi paktın Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, Rusya yönetimini, kendisiyle işbirliğini sürdürmeye kararlı oldukları yolunda yatıştırmak ve ikna etmek amacıyla Moskova’ya geldi. Brüksel’den gelen misafiri yalnızca Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Sergey İvanov değil, Devlet Başkanı Vladimir Putin de kabul etti. NATO Genel Sekreteri, görüşmelerden sonra, Riga zirvesinde “paktın yeni üyelerle genişlemesiyle ilgili hiçbir karar alınmayacağı” ve “kimseye davetiye çıkarılmayacağı” yolunda açıklama yaptı. Ancak gelecekte böyle bir genişlemenin imkânsız sayılamayacağını da sözlerine eklemek zorunda kaldı: “Belki daha sonraki dönemde böylesi davetler gündeme gelebilir. Kapımız yeni üyeler için açıktır.” 2004 sonbaharında paktın üye sayısı, eski sosyalist ülkelerden gelen katılımla 19’dan 26’ya çıkmış ve bu durum Moskova’yı pek memnun etmemişti. Şimdi Makedonya ve Arnavutluk pakta girmek için can atıyor, Azerbaycan ve Ukrayna’nın da NATO’ya üye olacağı söylentileri yoğunlaşıyor ve Rusya açısından en N rahatsız edici olanı da, son zamanlarda Moskova ile çatışma politikası izleyen Gürcü yönetimi durmadan pakta katılma kartını oynuyor. Genel Sekreter, Kremlin’i yatıştırmak için elinden geleni yaptı. Birincisi, yeni ülkelerin NATO’ya girmeleri için geçilecek yol daha epeyce uzun. İkincisi, Brüksel, Rusya’yı artık çoktandır bir düşman olarak görmediğini belirtiyor. Scheffer, Rusya’yla işbirliğinin “26 + 1” formülüyle bile değil, “27 eşit ülkenin işbirliği” Scheffer ve Putin(AP) formülüyle sürdürüldüğünü, Rusya’yla ilişkilerin diğer ülkelerle olduğu gibi yürütüldüğünü dile getirdi. Rusya Devlet Başkanı ise konuşmasında, NATO ile işbirliğinin, uluslararası terorizmle mücadele, Afganistan’daki NATO güçlerine yardım edilmesi, Akdeniz’deki kurtarma çalışmaları kapsamında yardımlaşma da dahil bütün alanlarda başarıyla geliştiğini vurguladı. Gazetemizin aldığı bilgiye göre, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, RusyaNATO Konseyi’nin oturumuna katılmak amacıyla 3 Kasım’da Brüksel’e gitmeye hazırlanıyor. Moskova’daki görüşmelerde RusyaGürcistan ilişkileri, Abhazya ve Güney Osetya konusuna geniş yer ayrıldı. Scheffer, Rusya’yı Gürcistan’a uyguladığı yaptırımları kaldırmaya çağırdı. Moskova ise Genel Sekreter’e Gürcistan’la yaşanan anlaşmazlığa ilişkin kendi görüş açısını açıkladı. Savunma Bakanı İvanov, Rusya’nın elindeki verilere göre, Tiflis’in Abhazya ve Güney Osetya ile krizi güç kullanarak çözme eğiliminde olduğunu aktardı. ‘Sorun kalmadı’ Brüksel, Gürcistan konusunu aynı zamanda bir başka soruna, Avrupa’da Sıradan Silahların Sınırlanması Anlaşması’na (AKKA) bağlayarak algılıyor. Paktın bazı üyeleri söz konusu anlaşmanın onaylanmasını, Rusya birliklerinin Gürcistan ve Moldova’dan çekilmesine bağlıyorlar. Moskova ise, Gürcistan’daki birliklerinin zaten hızlandırılmış biçimde çekildiğini ve bu konuda sorun olmadığını savunuyor. Rusya, adapte edilmiş AKKA’ya NATO’nun yeni üyelerinin, en başta da Baltık devletlerinin de imza koymasını istiyor. (Vremya, Rusya, 27 Ekim) Rusçadan çeviren: Hakan Aksay CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle