19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 EKİM 2006 ÇARŞAMBA 6 HABERLER Belediye Başkanı Tütüncüoğlu, ihaleye girerlerse ilçenin ambiansının değişeceğini söyledi: AVRUPA GÜRAY ÖZ Yeşil sermaye Çeşme’ye akar ÖZLEM GÜVEMLİ Gerçeğin Renkleri Her şeyin bir rengi olmalı. Bir zamanlar okuduğum bir kitapta, renklerin gerçekte var olmadıklarını, yalnızca ışığın bir oyunu olduklarını söyleyen bilim adamıyazara fena halde kızmıştım. Sonra kızgınlığım geçti. Var olan şeylerden var olmayan, ama yine de var olmaya devam eden şeyler yaratmaya ya da en azından onları görmeye, keşfetmeye aklımız yetiyor demek ki! Aşk da böyle bir şeydir. Onu doğayla beslenen hormonlarımızın dürtükleyip durduğu bir maceranın sonunda keşfettik. Ama hep iyi şeyler yarattığımızı ya da keşfettiğimizi söylemek zordur. Doğduğumuz, yaşadığımız yerlerle ilişkimiz de aslında çok karmaşıktır. Topraklarımıza bağlandık, kendimizi ve yurtlarımızı sevdik. Irkçılığımız eskidir. Yurtseverlikle değiştiremediğimiz kör milliyetçiliğimizin hızla ırkçılığa dönüşüvermesi doğası gereğidir. Ümmetçiliğin, anlamsız cemaatçiliğin dünyayı bir türlü rahat bırakmamasını nasıl açıklayacağımızı ise gerçekten bilemiyorum. Ama daha tuhaf olan, ultramodern silahlarıyla üstümüze çullanan emperyal saldırganlara uçbeyi olma rüyası gören şaşkınlığın, pek çok ülkede ve bizim ülkemizde egemen olabilmesidir. Şaşkınlığımız bu kadar da değildir. Sömürüye, kapitalin egemenliğine derin bir öfke duyduğumuzu söylerken kapitalist ülkelerin, anayasasına “Serbest piyasa ebedidir” yazmış birliğine “uygarlık projesi” diyebiliriz biz. Şimdi sessizce ve biraz da gönüllü bir boyun eğişle, artık önemsiz saydığımız bağımsızlığımızı ve aklımızı yitirirken, hep söylediğim ve söylemeye devam edeceğim gibi, parıltılı ortaçağın derinliklerine, ivmesi gittikçe artan bir hızla ilerliyoruz. ??? Estetiği keşfimiz büyük mucizeydi. Onu, sonradan acımasızca ihanet ettiğimiz doğadan öğrendik. Cinayetlerimizde bile estetiğin rengini arar ve çoğunlukla buluruz. Sürülerimize gıpta ile bakan komşumuzu bir kalın sopayla halledip, sürülerine sahiplendiğimiz günden beri elimizden düşürmediğimiz sopa ve kötüye kullanabilme becerisini gösterdiğimiz bilimin armağanı silahlarımız ne güzeldi! Fatihlerimizin, kahramanlarımızın kan dökücülüğüyle belki bugün eskisi kadar övünemiyoruz, ama hâlâ o utanılası gururumuzu eskitebildiğimizi söyleyemeyiz. Tarihi yanlış okumakta ve yaşamaktaki ısrarımızın bu kadar inatçı olması, tarihten değil bizden gelir. Uçaklarımızla yağdırdığımız bombalarla yerle bir ettiğimiz şehirlerin yerine yeni şehirler kurarken, gittikçe uzayan gökdelenlerimiz şehirlerimizi boğdu. Olsun! Onlarda da bir estetik görmeyi ve şehirlerimizi bu kez yeni halleriyle sevme becerisini bizden başka kim gösterebilir? ??? Yenilikleri sevdik, ama eskiden kopmamak için direnişimiz öyle can acıtıcıdır ki, şaşıp kalırsınız. Kimi zamansa ışığa doğru koşan ve ateşte kavrulan pervaneler gibiyiz. Şimdi geride bıraktığımız yüzyılda çektiğimiz acılardan ve ahmaklıklarımızdan sonra yeni ortaçağımızın parıltılı karanlığına koşuyoruz. Haksızlıklara karşı yeni ve kalıcı başarılar kazanmak için bize herhalde yeni yüzyıllar gerekli. Tam keşfettiğimizi sandığımız anda içini dışını değiştiriveren gerçek karşısında çaresizliğimizi tanımlama ihtiyacı neler de söyletiyor bizlere: “Kafamız karmakarışık oldu bu son yüzyılda, özellikle de son çeyreğinde bu yüzyılın!” Şimdi böyle diyoruz. Kimi katı gerçeklere boyun eğerken, o gerçeklerin içinde keşfedeceğimiz gücümüzle harekete geçmek yerine, gerçeği yeniden biçimlendirebileceğimize inancımızı yitirmek en ölümcül keşfimizdir. Ama hikâye öyle değil, benim yazdığım gibidir. Tarihin acı, tatlı, gülünç ve kimi zaman pek ümitsiz sayfalarına rağmen, aşkın içten içe yanmayı hep sürdüren, kendi sonsuz çeşitlemesiyle ve renkleriyle umut veren ışığı var oldukça, sırtımız yere gelmez bizim. eposta: [email protected] Çeşme’de turizm geliştirme alanı ilan edilen 112 metrekarelik arazi için açılan ihaleler 31 Ekim’de sonuçlanacak. İhaleye katılacak firmalarla ilgili bazı duyumlar aldıklarını belirten Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, “Duyumlarımıza göre yeşil sermaye buraya akacak. Bahreynliler geçen günlerde gelip buraları gezdi. İhaleye girecekler mi bilmiyoruz her şey 31 Ekim’den sonra belli olacak. Ancak tahmin ettiğimiz firmalar ihaleleri alırlarsa Çeşme’nin ambiansı değişir” dedi. Gazetemizi ziyaret eden Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, ilçenin en önemli sorununun turizm yatırımlarının geliştirilmesi olduğunu söyledi. Geçen yıl Kültür ve Tu ? Gazetemizi ziyaret eden Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, ilçenin en önemli sorununun turizm yatırımlarının geliştirilmesi olduğunu söyledi. Tütüncüoğlu, geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önce 12 bin metrekare, sonra da 112 bin metrekarelik bölgeyi turizm geliştirme alanı ilan ettiğini anımsattı. rizm Bakanlığı’nın önce 12 bin metrekare, sonra da 112 bin metrekarelik bölgeyi turizm geliştirme alanı ilan ettiğini anımsatan Tütüncüoğlu, “112 bin metrekarelik alan 5 ayrı bölgeden oluşuyor. 31 Ekim’e kadar ihalenin sonuçları belli olacak. İhalenin kimler tarafından alınacağı çok önemli bizim için. Şartnamede ne gibi değişiklikler yapılacağını takip edeceğiz” dedi. Çeşme’nin turizm açısından çok zengin kaynaklara sahip olduğunu dile getiren Tütüncüoğlu, ilçenin yatak kapasitesini arttırmayı ve daha iyi bir diyalog kurmayı planladıklarını anlattı. Tütüncüoğlu, Çeşme’nin 2022 bin olan yatak kapasitesini ilk etapta 40 bine, ikinci etapta 70 bine çıkarmayı hedeflediklerini kaydetti. 5 bölgeli turizm yatırım planları ile yatak kapasitesinin 70 bine kadar çıkacağını belirten Tütüncüoğlu, yine de bu yatırımlarla ilgili şüpheleri olduğunu söyledi. İhale sonrasında arazileri almak için belediyeye başvuru yapılacağını anımsatan Tütüncüoğlu, “Biz de düşündüğümüz gruplar ihaleleri alırsa bu arazileri vermemek için elimizden geleni yapacağız. Gerekirse yargıya da başvuracağız” diye konuştu. Tütüncüoğlu, şöyle devam etti: “Haremseramlık oteller açılabilir. Zaten son dönemde böyle uygulamalar yaptılar. Burada bazı otelleri kiralıyorlar, bunlardan biri de Familya Otel. Sabah kadınlar, öğleden sonra erkekler denize giriyor. Otelin camlarına baştan aşağı perde çekiliyor. Denizin içine direk dikiyorlar, tel çekiyorlar. Hanımlar denize girerken teli çekiyorlar, şikâyet olduğunda gidiyoruz hemen perdeyi açıyorlar. Bir şey olmuyor. Bu yeni yatırımlarda aynı şey olmasından korkuyoruz. Çeşme’de geçen günlerde Arap Turizm Serbest Bölgesi ilan etmek istediler. Kendi ülkelerine ait toprak parçası yaratmış olacaklardı ilan edilseydi.” Keyfi kararlar Tütüncüoğlu, turizm bölgesi ilan edilen 112 bin metrekarelik alanın daha önce 1. derece sit alanı olduğunu ancak daha sonra planlamanın düzgün yapılabilmesi için 2. derece sit alanı ilan ettiklerini söyledi. Zamanın sit kararlarının hiçbir teknik veriye dayanmadan keyfi bir şekilde alındığını öne süren Tütüncüoğlu, “O bölgelerde doğru düzgün planlama yapamıyorduk. Zamanında sit kararları verilirken teknik veriler dikkate alınmamış. Hazine yerlerini birinci derece ilan etmişler. Bir tarlaya bakıyorsunuz yarısı birinci, yarısı üçüncü derece sit alanı. Keyfi kararlar olduğu için kim dava açsa kazandı zamanında. Planlamanın düzgün olması için birinci derece sit alanlarının 2. derece olmasına karar verdik” dedi. Tütüncüoğlu, Çeşme’ye termal turizm merkezi kurmak ve geliştirmek istediklerini dile getirerek, tesisleri hem sağlık hem de eğlence turizminde kullanmayı planladıklarını kaydetti. Çeşme’nin İzmir’deki Balçova Termal Tesisleri’nin 2030 katı kapasiteye sahip olduğunu vurgulayan Tütüncüoğlu, “Şu an 50 otele sıcak su verebiliyoruz. Termal tesislerimizi geliştirdiğimizde Çeşme’deki oteller 45 ay değil yıl boyu hizmet verebilecek” diye konuştu. Rüzgâr enerjisinden yararlanabilmek için bir ara duran çalışmaların yeniden başladığını anlatan Tütüncüoğlu, “Çeşme’nin rüzgâr potansiyeli yüksek. Buraya yapılacak rüzgâr santralı İzmir’in yarısının enerjisini sağlayabilecek durumda. Hükümet desteklerse gelişecek” dedi. DİYANET İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Bütçesi 37 kurumu solladı ? Diyanet İşleri Başkanlığı, 2007 bütçesiyle kamu idaresindeki genel bütçeli 50 idare içerisinde 13’üncü sıraya yerleşti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Diyanet İşleri Başkanlığı, 2007 için ayrılan 1 milyar 638 milyon 383 bin YTL ’lik bütçesiyle kamu idaresindeki genel bütçeli 50 idare içerisinde 13’üncü sıraya yerleşti. Personel giderleri açısından bakıldığında ise Diyanet, personeline ayırdığı 1326 milyar YTL ’yle, sırasıyla Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Adalet Bakanlığı’ndan sonra bütçede yedinci sırada bulunuyor. Diyanet’in geride bıraktığı 37 bakanlık ve kurumun her birine ayrılan bütçelerinin kaç katı olduğu hesaplandığında ise ortaya şu tablo çıkıyor: ‘‘Cumhurbaşkanlığı’nın 48.3 katı, TBMM’nin 4.5 katı, Anayasa Mahkemesi’nin 90.8 katı, Yargıtay’ın 35 katı, Danıştay’ın 44.9 katı, Sayıştay’ın 19.2 katı, Başbakanlık bütçesinin yüzde 6 fazlası, MİT’in 3.8 katı, MGK’nin 128.7 katı, Devlet Personel Başkanlığı’nın 156.4 katı, YDK’nin 158.2 katı, DPT’nin 4.3 katı, DTM’nin 16.1 katı, Gümrük Müsteşarlığı’nın 7.9 katı, TÜİK’in 10.2 katı, Özürlüler İdaresi’nin 379 katı, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün 387.4 katı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün 775.3 katı, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün 462.1 katı, SHÇEK’nin 2 katı, AB Genel Sekreterliği’nin 170.3 katı, İçişleri Bakanlığı bütçesinin yüzde 38 fazlası, Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın 7.1 katı, Dışişleri Bakanlığı’nın 2.3 katı, Gelir İdaresi Başkanlığı bütçesinin yüzde 26 fazlası, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın 2.2 katı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 4 katı, Ulaştırma Bakanlığı’nın 2 katı, Denizcilik Müsteşarlığı’nın 25.2 katı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nün 38.4 katı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 5.1 katı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 4.3 katı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün 355.6 katı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2 katı, Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesinin yüzde 69 fazlası, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün 16.3 katı.’’ [email protected] Kayıp teşvik skandalına ilişkin savunmasının her unsuru Sayıştay raporunda çürütülüyor Hazine denetim dinlemiyor MURAT KIŞLALI BABACAN VE ÇANAKÇI SUÇLANMIŞTI Sayıştay’ın raporuna göre, 2005’te Hazine tarafından bazı kuruluşlara aktarılan 138.2 milyon YTL’lik teşvik kredisi kayıtlarda yer almamış, Sayıştay, uygulamalardan Devlet Bakanı Ali Babacan’ı sorumlu tutmuştu. Babacan’ın TMSF ile olan 170 milyon YTL’lik mahsuplaşmada ‘‘mevzuata uygun davranmadığını’’ tespit eden Sayıştay, Hazine’nin TMSF’den borç tahsilatında yetersiz kaldığını, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı’nın ‘‘iç denetim sistemini zayıflattığını’’ belirtmişti. kaynaklı kredi uygulamasını aracı bankalar aracılığıyla yürütmekte.’’ Sayıştay raporunda, ‘‘Bu Hazine’nin genel sorumluluğunu devretmesi anlamına gelmemektedir’’ denilerek, ‘‘tüm iş ve işlemlerin’’ Hazine’nin gözetim ve denetimi altında gerçekleştirilmesi istendi. Gerek bugüne kadar verilen teşvik kredilerinin geri dönüşleri konusunda, gerekse diğer konularda başta aracı bankalar olmak üzere ilgili birimler nezdinde Hazine Kontrolörleri derhal görevlendirilmeli ve düzenlenen raporlar doğrultusunda gerekli tedbirler alınmalıdır’’ denildi. ? ‘‘Bu uygulama kapsamında bugüne kadar aracı bankalara aktarılan kaynaklar, hangi teşvik belgeli yatırımlara, ne tutarda kredi kullandırıldığı ve kredi geri dönüşlerine ilişkin bilgiler en detaylı bir biçimde derlenmekte ve denetlenmektedir.” Sayıştay raporunda ‘‘Bugüne kadar hangi aracı banka kanalıyla, han ANKARA Hazine Müsteşarlığı, halk ve TBMM adına kendisini denetleyen Sayıştay’ın ‘‘138 milyon YTL ’lik kayıp teşvik’’ ile ilgili önerilerini dikkate almak yerine yanlışlarında ısrarcı oldu. Sayıştay raporundaki açık tespitlere karşın müsteşarlık, yazılı bir açıklama yaparak Hazine hesaplarında görülmeyen 138 milyon YTL ’lik teşvikin bir ‘‘muhasebe sorunu’’ olduğunu ileri sürdü. Hazine’nin açıklamasındaki savunma ise Sayıştay’ın raporunda madde madde çürütülüyor. Hazine Müsteşarlığı’nın, Cumhuriyet’in gündeme getirdiği ‘‘Hazine’de 138 milyon YTL ’lik kayıp teşvik skandalı’’ haberleri ile ilgili açıklaması, skandalın boyutlarının ısrarla gizlenmeye çalışıldığını ortaya koydu. Hazine Müsteşarlığı’nın açıklamasında getirdiği savunmalar ile Sayıştay’ın ‘‘2005 Hazine İşlemleri Raporu’’nda her bir savunmayla ilgili tespitleri şöyle: ? ‘‘Hazine 1992’den beri bütçe gi yatırımcılara ne şartlarda kredi verildiği bilgileri ve verilen bu kredilerin geri dönüşlerine ilişkin yeterli veriye ulaşılamamıştır. Teşvik kredilerinin ne kadarının geri döndüğü, ne kadarının zamanında ödenmediği Hazine’ce bilinmemekte ve izlenememektedir’’ denilerek Hazine’nin savunması açıkça yalanlandı. ‘Muhasebe kayıtları hatalı’ ? ‘‘Sayıştay raporunda dikkat çekilen husus, bütçe kaynaklı kredilere ilişkin işlemlerin muhasebeleştirme yöntemi ile ilgilidir.’’ Sayıştay raporunda ‘‘Hazine’ce verilen teşvik kredilerine ait muhasebe kayıtları hatalıdır’’ denilerek yönteme değil, hataya dikkat çekildi. ? ‘‘İşlemler bütçe gelirgider hesaplarına kaydedilmektedir. Bu uygulama 15 yıldan beri yürütülmektedir.’’ Sayıştay raporunda ‘‘Yapılan incelemelerde önceki yıllara ait kredi ödemelerinin de alacak hesaplarına kaydedilmediği anlaşılmıştır.’’ denilmek suretiyle uygulamanın geçmişte de hatalı yapıldığı ifade edildi. SEZER’DEN 61. YIL MESAJI: ‘Denetim mekanizması işlemedi’ ? ‘‘Uygulamanın mevzuat çerçevesinde yürütülmesi ile ilgili denetimler Hazine Müsteşarlığı’nın denetim birimlerince yapılmaktadır.’’ Sayıştay raporunda ‘‘Teşvik kredilerinin izlenmesine yönelik yeterli denetim mekanizması işletilememiştir: BM yaşamsal önem taşıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye’nin 20092010 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için adaylığını açıkladığını anımsatarak ‘‘Ülkemiz, bulunduğu duyarlı coğrafyanın ve tarihinin yanı sıra ekonomik, toplumsal ve siyasal özelliklerinin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusunda üzerine yüklediği sorumlulukların bilincindedir’’ dedi. Sezer, BM’nin kuruluşun 61. yıldönümü nedeniyle kutlama mesajı yayımladı. Sezer mesajında şunları kaydetti: ‘‘Türkiye, uluslararası barış, istikrar ve güvenliğin sağlanmasında BM örgütünün işlevinin geliştirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Açlık, yoksulluk, nüfus artışı, salgın hastalıklar, çevre sorunları, küreselleşmenin yararlarının eşitsiz dağılımı gibi öğeler, terorizm, insan kaçakçılığı ve ticareti, yasadışı göç ve benzeri asimetrik tehditleri beslemektedir. Uluslararası alanda devletlerin eşit biçimde seslerini duyurabildikleri, sorunlarını ve çözüm önerilerini gündeme getirebildikleri tek evrensel düzlem olan Birleşmiş Milletler, insanlığın karşı karşıya bulunduğu bu tehditlerin aşılmasında yaşamsal önem taşımaktadır.’’ Nuriye Akman’ın ikinci romanı “Örtü” (Doğan Kitap). Birinci kitabı “Nefes”, hayal dünyasına yapılan yolculukları, doğayla insan arasındaki ilişkiyi anlatıyordu. İkinci roman Örtü ise rüyalara yolculuk sayılabilir. Her şey rüyayla başlayıp rüyalarla sürüyor. Romana adını veren örtü konusu türbanlı kadınların hikâyesiyle bir anlam kazanıyor. Örtünen kadınlar, örtünmeyi bırakıp açılan kadınlar ve de erkekler. Roman Türkiye’nin siyasi arka planını da yansıtıyor. Bildiğimiz Susurlukçu tipler, Hizbullahçılar, St. Petersburg’la İstanbul arasında gidip gelen bir ressam. Tabii her zaman olduğu gibi cinayetler. “Örtü” romanındaki cinayetlerin hedefi de kadınlar. Kadınların değişik organlarını kesip bir camiye bırakan seri katil, verdiği mesajlarla örtünmeyen kadınları cezalandırdığını söyleyerek onları korkutuyordu. ??? Akman, romanını asıl olarak rüyalar üzerine kurmuş. Rüyalarla gerçekler iç Örtülerin Ardındaki Dünyalar… içe geçiyor. Karabasanlar, korkular, yaşanmış ve yaşanacaklar rüyalarla bir anlam kazanıyor. Hizbullahçılardan kaçıp kurtulan Mahsun’un rüyasından bir bölüm: “Bu kez görüntü yoktu, sadece sesler duyuluyordu. Birçok insan aynı anda konuşuyor, cümleler birbirine karışıyordu. Hem duymak istiyordu onları tek tek, hem anlamaktan korkuyordu. İtiraflar ediliyordu ‘Benliğimde bir inkılap başladı ve özümü teslim almaya muvaffak oldu. Yol (Hizbullah’ın romandaki adı) sayesinde itibar gördüm, Cahiliye dönemim bitti’ diyordu biri. ‘Akşam yemeğinde menemen yedim. Gündüz karıma tabak aldım. Bunları rapora nasıl yazacağım?’ diye soruyordu diğeri. ‘Cahili düğünlere iki sefer katılmışam. Gençliğimde hırhızlık yapmışam. Askerden sonra tövbe etmişem. Sofuluğa başlamışam. Okul tanımamışam’ diye durumu özetleyen vardı. Kendini ‘Harem selamlık bilmiyordum. Yabancı kadınlarla oturuyordum. Bir kere de sinemaya gitmişim’ diye ihbar eden vardı.” Mahsun’un rüyası bu tür kâbuslar ve itiraflarla sürüp giderken kendisini da saran tehditlerle sona eriyordu: “Bilin ki hainlikten dönmeyenler cezalandırılacaktır. Aklınızı başınıza alın. Yoksa o başları almasını biliriz biz.” ??? Romanda değişik simgeler ve semboller, değişik olay örgüleri içinde değişik anlamlar kazanarak sürüp gidiyor. Organcı diye bir tip var. Organcı kadınları kesiyor, kadınların organlarını sokaklara bırakıyor. Hizbullah’ın elinden kurtulmuş pastacı çocuk ise organ biçiminde pastalar imal ederek toplumsal şizofreniyle büyük bir ilgi odağı haline dönüşüyor. Gazetecilerin olayları yorumlayışını hafif alaya alan bir yaklaşım dikkat çekiyor. Organcı olduğunu itiraf eden bir Susurlukçu, polisle çatışıp intihar ediyor ve geride bir itiraf mektubu bırakıyor: “Medyanın keskin kalemleri, sağlam kaynaklara dayandıkları izlenimi veren yorumlarla durumu netleştirdi! Onlara göre bu, derin devletin marifetiydi. ‘Önce kadınları kestirdiler bir Rambo bozuntusuna, sonra da işini bitirdiler’ diye düşündüler. Bir eliyle irticayı tokatlayan devlet, öbür eliyle İslam sopasını kullanarak toplumu terorize ediyordu. Adam intihar falan etmemişti, bıraktığı mektup da kesin düzmeceydi.” ??? Romanın sonundaki “Rüyalar gerçeğin örtüsüydü” tanımlaması, Nuriye Akman’ın örtüyle yalnızca başörtüsünü, türbanı anlatmak istemediğini; insanın bilincini, kavrayışını örten örtülerle rüyalar üzerinden bir hesaplaşmaya girmek isteyişini ifade ediyor. En azından ben böyle anladım. Romanın beni etkileyen bölümlerinden birisi de örtünen ve açılan kadınların yaşadığı dramlardı. Kadınların iktidar mücadelesinde kullanılmasıyla ortaya çıkan acılı hikâyelerdi. Saçları dökülen kadınlar, aldatılan kadınlar, ikinci eş olarak alınmak istenen örtünen kadınlar, romanın gerçek kahramanları. Onların acılarına ve sevinçlerine ortak oluyor, acılarını paylaşıyoruz. Bilmediğimiz ve anlamadığımız bu dünyanın sorunlarını romanda çok farklı bir bakış açısıyla izliyoruz. Romanın değişik ve ilginç bir kurgusu olduğunu da söyleyebilirim. Şaşırtıcı ve sürükleyici. Şu satırlar da Boğaz’ı ve İstanbul’u çok güzel anlatıyor: “Sis, işgal donanması gibi girdi İstanbul’a. Gri benzi ve sinsi gülüşüyle şehri yutmaya hazır, bütün gece Sarayburnu açıklarında bekledi.” En iyisi, siz kitabı okuyun… Annan: Daha yapılacak çok şey var BM Genel Sekreteri Kofi Annan da 24 Ekim BM günü nedeniyle yayımladığı mesajda, BM’nin kalkınma, insan hakları ve güvenlik hedefleriyle ilgili olarak daha yapacak çok şeyinin olduğunu söyledi. Annan, dünyada zenginle fakir arasındaki mesafenin giderek arttığını, hâlâ dünyada pek çok insanın açlık ve fakirlikle karşı karşıya olduğunu, zulüm ve baskı gördüğünü, terorizm sorununun devam ettiğini bildirdi. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle