Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22 EKİM 2006 PAZAR 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN İnönü Üniversitesi Rektörü Hilmioğlu ile sanattan siyasete kadar çeşitli konuları konuştuk Karşı Karşıya İki Evde Aynı Sözler Sevgili, Hasan Pulur ile aynı zamanda olmasa bile birkaç yıl arayla karşı karşıya evlerde oturduğumuzu öğrendiğimde, aradan yarım yüzyıldan fazla geçmişti. Milliyet’te çalıştığım sırada, 500 liralık banknotların tedavülden kalkması üzerine bir röportaj hazırladığım günlerde, Hasan Pulur ile konuşuyordum, bana; Ben ilk kez, 500 liralık banknotu çocukken Bayan Kalyopi’nin evinde gördüm, demişti. Bir tüccar olan dayısı göstermiş küçük yaşlarda. Zengin bir tüccarın, metresi Bayan Kaliyopi için yaptırdığı, köşesinde garip bir kulesi olan, özgün bina çocukluğumun ilk anılarından biridir. Çünkü Dalga Sokağı ile Bademaltı Sokağı’nın köşesini oluşturan binanın tam karsışında, Bademaltı Sokak 14 numaradaki iki katlı kârgir evde oluşan ilk çocukluk anılarım. Bilmem Afacan Hasan, çocukluğunda bir süre oturduğu, sonra kaçtığı evin karşısındaki binayı ve yine sözünü ettiğim o iki sokağın karşı köşesinde duran akasya ağacını hatırlar mı? Hasan Pulur’un “Olaylar ve İnsanlar’ın Peşinde Bir Ömür” kitabını elime ulaşır ulaşmaz okudum ve daha hemen başında, Bayan Kalyopi’nin evindeki bir konuşmaya gelince acı acı gülmeye başladım. Meğer benden yedi buçuk yaş büyük olan Hasan Pulur ile birkaç yıl arayla, karşı karşıya iki evde aynı kaderi paylaşmışız ve onun gibi kaçarak kurtulamayan ben, daha sonra yedi yıl birlikte çalıştığım, meslektaşım ile aynı işyerini paylaşırken değil de kitabını okurken öğrenecekmişim, ortak kaderimizi. Birlikte okuyalım: “...Madam Kalyopi’nin evinde su yoktu, su taşımaktan kollarım kopmuştu. Bir de annem beni hiç dışarı çıkarmazdı. Soranlara veya ‘Bu çocuğu rahat bırak da biraz oynasın’ diyenlere de ‘Ben bu çocuğu babasız büyütüyorum, dünyanın hali belli olmaz’ diye cevap veriyordu. Baskı iyice bunaltmıştı beni. Ve siz de evden kaçmaya karar verdiniz. Evet, ben babamla anlaştım, kumpas kurduk ve ben babamın Nişantaşı’ndaki evine kaçtım, resmen kaçtım....” Bu nehir söyleşi türündeki kitaptan anladığıma göre, olay 1940 ya da bir iki yıl öncesinde oluyor. Hasan Pulur kaçtıktan bir iki yıl sonra, karşılarındaki, arkasında bahçesi olan Bademaltı Sokak 14 numaradaki eve taşındık. Bahçesinde kendi başıma oynar, ön cephedeki pencereden karşı evi, köşedeki akasya ağacını, gelip geçenleri ve Dalga Sokağı’nı, taa Doktor Esat Işık Sokağı’na kadar seyreder, Dalga Sokağı’ndaki Levanten eczacının kızı Nüket veya Nugette’i içimi çekerek izlerdim. Beni de oynamak için sokağa bırakmazlardı, annem ile anneannemin gerekçeleri de, Hamiye Hanım’ınki ile aynıydı. Çocuğu babasız büyütüyorlardı, dünyanın hali belli olmazdı. Ben kaçarak paçayı kurtarmış olan Afacan Hasan Abi’nin öyküsünü bilmiyordum ki... Hoş bilsem ne olacaktı ki? Benim babam onunki gibi Nişantaşı’nda değil, Amerika’da, Dallas’ta oturuyordu. Ben kaçamadım. Yedi yaşma gelince, daha sokakta bile oynamadan yatılı okula gittim... Velev ki dostun olsun, yine de başkasının yaşam öyküsünde, kendi anısını yaşamak çok tuhaf oluyor . Hasan Pulur’un, Sefa Kaplan’ın söyleşilerle oluşturduğu yaşam öyküsünde, sayısız ortak dost, hep zaman aralığıyla sayısız ortak mekân mevcut. Okurken çok keyif aldım. Gazeteciliğe erken başlamış olan Hasan Pulur, ben daha üniversitede öğrenciyken Milliyet’te ünlü bir köşe yazarı olmuştu. Muhabirlikten gelmeliğin getirdiği ustalıkla “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde son derecede ilginç olaylar ve gözlemler aktarırdı. Benim gençliğimde bir deyim vardı: “Tam Hasan Pulur’luk olay.” Hasan Pulur ile ilgili kendisinin bilmediği bir olayı aktararak noktalayayım Sevgili. Dostum rahmetli Kürşat Kutay olayları ve basını yakından izleyen, çok okuyan bir kişiydi. Medyanın yozlaşmasından o da şikâyetçiydi. Ama sevdiği, dürüstlüğünden kuşkuya düşmediği gazetecilerin de üstüne titrerdi. Günün birinde, benim beğenmediğim, ama onun izlediği bir garip yazar, Hasan Pulur’a yakışıksız biçimde sataştı. Kürşat, yazıyı okuyunca adamın telefonunu buldu ve aradı. Beyefendi, dedi. Sizi ilgiyle okuyordum. Ama Hasan Pulur gibi artık örneği az kalmış dürüst bir yazara yakışıksız sataşmanızı kabul edemem, üzülerek söyleyeyim ki, bundan böyle sizi izleyemeyeceğim… ‘İktidar boğazımızı sıkıyor’ FIRAT KOZOK ANKARA İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, gelecek yıl cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacağına işaret ederek ‘‘Cumhurbaşkanlığı makamında, cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırı bir insan oturamaz. Oturmamalıdır, oturtulmamalıdır’’ dedi. Prof. Dr. Hilmioğlu ile sanattan irtica tartışmalarına, cumhurbaşkanlığı seçiminden rektörlerin toplu istifa etmesi senaryolarına kadar çeşitli konuları konuştuk. Hilmioğlu’na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle: İktidar bugüne kadar, üniversitelerle birçok kez karşı karşıya geldi... Bu iktidarla birlikte Türkiye genelinde tüm üniversiteler, etap etap sıkıştırılmaya, mevcut kadroların kullanım izni verilmemeye, kaynaklar kısılmaya başlandı. Daha sonra araştırma projelerinin önemli bir kısmına el kondu. Üniversitelerin ken Frof. Dr. Hilmioğlu’ndan: ? Cumhurbaşkanlığı makamına cumhuriyet felsefesine aykırı biri oturamaz. ? Türkiye’de Cumhuriyete sahip çıkacak kişi ve di yarattıkları kaynaklara el konuldu. 4 yılda üniversitelerin döner sermaye gelirlerinde yüzde 50 civarında bir azalma oldu, üniversiteler döner sermaye ödeyemez hale geldi. Hastaneler adeta iflasın eşiğine geldi. Üniversitelerin, teşhis ve tedavi nedeniyle hak ettikleri faturalarda kesintiler oldu. Yani bu iktidar döneminde üniversitelerin boğazı sıkılıyor, bu da bilinçli bir programın ürünüdür. Türkiye’de bir taraftan eğitim, diğer taraftan da sağlık kurumları hızla özelleştiriliyor. Birkaç ay içerisinde ciddi bir krize düşerek hasta bakamaz hale gelebiliriz. kurumlar var. ? İktidar üniversitelerin boğazını sıkıyor. ? Sanat olmazsa rejim karşıtları iktidara gelir. ? Hasta bakamaz hale gelebiliriz. miyetsizliklerinin göstergesidir. İrtica vardır, irticayı yetiştiren kurumlar da vardır. Askerden ve Cumhurbaşkanı’ndan art arda irtica uyarıları gelirken hükümet, böyle bir tehlikenin bulunmadığını savunuyor. Bu ülkede, Başbakanlık Müsteşarlığı makamında oturan bir insan, tamamıyla dinin referans alınması gerekir diyorsa, denetimsiz Kuran kursları had safhadaysa, ramazanda yemek yiyen insanlar öldürülüyorsa, kimse ‘‘İrtica yoktur’’ diyemez. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, rektörler buna işaret ediyorsa, tabii ki bir tehlike vardır. Laikliğin tanımını yapın diyenler devletin en tepe noktalarında oturuyorsa, bu sami Felsefe asla değişmeyecektir Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bazı rektörlerin istifa edeceği kulislerde konuşuluyor... YÖK olarak bu konuda herhangi bir karar alınmamıştır, zaten alınamaz ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi bellidir. Bu kuruluş felsefesine karşıt güçler, siyasi ve ekonomik anlamda hangi güce erişmiş olurlarsa olsunlar, bu kuruluş felsefesi asla değişmeye cektir. Çünkü Türkiye, bu cumhuriyete sahip olacak kuşakları yetiştirmiştir. Bu cumhuriyet, cumhuriyet karşıtlarını yetiştirmiştir ama, cumhuriyete sahip olacak kişi ve kuruluşları da yetiştirmiştir, kurmuştur. Üniversiteniz, son dönemde sanattaki atılımlarıyla dikkat çekiyor. Bu çerçevede cumhuriyetsanat ilişkisini yorumlar mısınız? Cumhuriyet, bir çağdaşlaşma ideolojisidir. Bu projenin, her ne kadar birbiri içinde girift olsa bile 3 ayağı vardır. Bunlardan birincisi eğitimdir. Türk toplumunun, çağdaşlaşabilmesi için çağdaş bir eğitim sistemine ve eğitimcilere sahip olması gerekir. Bu anlamda cumhuriyet, kendi ilkelerine, kuruluş felsefesine uygun kuşaklar yetiştirmek için uygun kurumlar kurmuştur. Diğer bir ayak olan bilimde de Türkiye belirli bir mesafe kat etmiştir. Ancak, diğer bir ayak olan sanatta, Atatürk’le başlayan İnönü ile süren bir dönem var. Bu dönemden sonra sanata gereken önem verilmedi. Kaçakçılıkla suçlanan müsteşarın dosyası kapatıldı, Demirağ görevden alındı ANAVATAN Gümrükte hesaplaşma İLHAN TAŞCI ANKARA Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in ‘‘kaçakçılığa yardım’’ suçlamasından soruşturulmasına izin vermediği Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin’in dosyası kapatılırken 3 milyon dolarlık kaçakçılığı ortaya çıkaran Gümrük Teftiş Kurulu Başkanı Erdener Demirağ görevden alındı. Gebze’deki bir kaçakçılığı soruşturan müfettişlerin kendi teşkilatlarının en tepe noktasına kadar ulaşmasının ardından, gümrükteki ‘‘hesaplaşmalar’’ iyice su yüzüne çıktı. Soruşturma sonucunda ulaşılan belge ve belirlemeleri içeren raporları, gereği için Başbakanlık ? Devlet Bakanı Tüzmen’in soruşturulmasına izin vermediği Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin’in dosyası kapatılırken 3 milyon dolarlık kaçakçılığı ortaya çıkaran Gümrük Teftiş Kurulu Başkanı görevden alındı. Teftiş Kurulu ile başsavcılığa gönderen Gümrük Teftiş Kurulu Başkanı Erdener Demirağ önceki gün görevden alındı. AKP’nin iktidara gelmesinin ardından Demirağ’ın görevden alınmasına ilişkin 2 kararname Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından uygun görülmeyerek geri çevrilmişti. AKP’nin yönetim modeli haline gelen vekâletin en yoğun olduğu gümrükte Demirağ, asaleten görevini sürdüren sayılı bürokratlar arasında bulunuyordu. Gümrüklerde görevden alma girişimlerinde Gebze’de ortaya çıkarılan akaryakıt kaçakçılığının etkili olduğu konuşulurken, kaçakçılık yaptığı belirtilen Sahra şirketinin ardındaki ‘‘asıl gücün’’ kim olduğu sorusunun yanıtı aranıyor. Müfettiş raporlarında, Gümrük Müsteşar Vekili’nin kaçakçılık yaptığı belirtilen şirketin yetkilileriyle ‘‘makam odasında sorunun lehe çözülmesi için görüşme yaptığı’’ belirlemesi yer almıştı. Raporda, kaçakçılığın en önemli enstrümanı olarak nitelendirilen yazının bürokratlarca ‘‘hissedilen telkin ve/veya baskıyla’’ kaleme alındığı görüşüne yer verilmişti. Şahin, Bursa Gümrük Başmüdürlüğü’ne atanma kararnamesi Sezer tarafından veto edilmesine karşın Tüzmen tarafından Gümrük Müsteşar Vekilliği’ne getirilmişti. Şahin, hakkındaki ‘‘kaçakçılığa yardım’’ raporunu Gümrük Teftiş’ten istemiş, ancak Başkan Demirağ, ‘‘kaçakçılığın boyutunun 10 milyon doları bulması ve incelemenin devam ettiği’’ gerekçesiyle vermemişti. Bakan Tüzmen, müsteşar vekilinin kaçakçılığa yardım suçlamasına ilişkin soruşturulmasına izin vermeyerek dosyanın kapatılmasını sağladı. Yardımın yürütmesine durdurma ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay 10. Dairesi, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin, ANAVATAN Partisi’ne 2006 yılı Hazine yardımında bulunulmasına ilişkin kararının yürütmesini durdurdu. Daire, Maliye Bakanlığı’nın, İdare Mahkemesi’nin kararını temyiz eden başvurusunun ilk incelemesini tamamladı. Tetkik Hâkimi Yahya Şahin, Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik yapan yasanın, 10 veya daha fazla milletvekili bulunan siyasi partiye, TBMM’deki en az Hazine yardımı alan siyasi partiye yapılan kadar devlet yardımı yapılmasını düzenleyen geçici 16. maddesinin yürürlükten kaldırıldığını anımsattı. Böylece davacı ANAVATAN Partisi’ne sonraki yıllar için devlet yardımı yapılmasının yasal dayanağı kalmadığını anlatan Şahin, Hazine yardımına imkân veren diğer düzenleme olan Siyasi Partiler Yasası’nın ek birinci maddesinin, Hazine yardımını, seçimde barajı geçme ya da geçerli oyların en az yüzde 7’sini alma şartına bağladığına işaret etti. Danıştay Savcısı Metin Çetinkaya ise Maliye Bakanlığı’nın temyiz nedenlerinin yerinde görülmemesini ve reddedilmesini istedi. Daire, 5341 sayılı Yasayla Siyasi Partiler Yasası’nın ek 16. maddesinin yürürlükten kaldırılması ve yeni bir düzenlemeye yer verilmemesi karşısında, ANAVATAN Partisi’nin kazanılmış hakkı bulunduğu yolundaki iddiasının hukuki geçerliliği olmadığına karar verdi. Daire, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin ANAVATAN Partisi’ne 2006 yılı Hazine yardımının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi de eklenerek ödenmesi yönündeki kararının yürütmesini durdurdu. DANIŞTAY SALDIRISI PKK SORUMLUSU Özbilgin ailesine ödül ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay’a yönelik saldırıda yaşamını yitiren 2. Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin adına ailesine, ‘‘Demokrasi ve Laiklik Şehidi’’ ödülü verilecek. Tüm Yargı Mensupları Derneği Genel Başkanı Salim Çoruk, yaptığı açıklamada, 3 Kasım 2006 tarihinde Ankara’da düzenleyecekleri dayanışma gecesi resepsiyonunda, hukukçular, siyasetçiler ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerini bir araya getireceklerini söyledi. Çoruk, gecede, Mustafa Yücel Özbilgin’in ailesine ‘‘Demokrasi ve Laiklik Şehidi’’ ödülü verileceğini bildirdi. Ödülü, Özbilgin’in oğlu Avukat Gökhan Özbilgin’in alacağını belirten Çoruk, “Yargımıza karanlık güçlerin yapmış olduğu bu saldırıyı unutmayacağız. Unutulmasına izin vermeyeceğiz’’ dedi. Fehmi Aslan teslim oldu SİİRT (AA) Siirt Valiliği’nce yapılan açıklamada, 1994 yılından beri PKK içinde bulunan ve üst düzey lojistik yöneticiliğine ve grup liderliğine dek yükselen Fehmi Aslan’ın Pervari ilçesinde teslim olduğu kaydedildi. Açıklamada, Aslan’ın, ilk ifadesinde, ‘‘Artık neye hizmet ettiklerini bilmediklerini ve bunu sorguladıklarını, eskiden devlet kurmak gibi bir hayalleri olduğunu, bunun gerçekleşmeyeceğinin örgüt lideri dahil anlaşılmasına rağmen örgüt mensuplarınca anlaşılamadığını’’ belirttiği, lider kadrosunun kendi konumlarını korumayı örgütün sürmesine bağladıklarının düşünüldüğünü söylediği kaydedildi. Açıklamada, Aslan’ın, ‘‘Örgüt tarafından ilan edilen ateşkesin örgüt mensuplarınca sevinçle karşılandığını ifade ettiği’’ belirtildi. Kurtuluş sevinci asirmen?cumhuriyet.com.tr SONSUZLUĞA UĞURLANDI Tunceli merkeze bağlı Doluküp köyünde 24 Eylül günü bir grup PKK’li tarafından kaçırılan Tunceli AKP İl Başkanı Veli Suroğlu’nun oğlu Serdar Şener Suroğlu önceki gece serbest bırakıldı. 26 gün boyunca PKK’lilerin elinde tutulan Suroğlu, saat 21.00 sıralarında bırakıldıktan sonra Ovacık ilçe merkezine kadar yürüyerek jandarma karakoluna başvurdu. İşlemlerin ardından babasına kavuşan Suroğlu gece geç saatlerde Tunceli kent merkezindeki evine döndü. Evinde eşi ve yakınları tarafından karşılanan Suroğlu, 6 yaşındaki oğlu Baran’ı kucakladı. Şinasi Kaya toprağa verildi İstanbul Haber Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurucularından ve Türkiye Maden İşçileri Sendikası başkan vekili Şinasi Kaya (68) dün öğle vakti Levent Camii’inde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’ndaki aile kabristanında toprağa verildi. Kaya’nın cenaza törenine Kaya ailesinin yanı sıra DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK’e bağlı sendikaların genel başkanları ve yöneticileri, eski başkanlardan Kemal Türkler’in eşi Sabahat Türkler katıldı. DİSK eski genel başkanlarından Rıdvan Budak, tüm Madenİş Sendikası mensuplarına başsağlığı dileyerek, “Şinasi Kaya Türkiye sendikal hareketinin yetiştirdiği çok yönlü, sosyal diyalog yanı çok güçlü bir arkadaşımızdır. Türkiye sendikal hareketine çok büyük katkıları olmuştur. Şinasi Kaya Türkiye sendikal hareketinin son temsilcilerindendir” dedi. Kaya’nın eşinin ayakta durmakta zorlandığı cenaze töreninde, kızı Tülin Çağlayan “Bu kadar aydınlık insanı biraraya getiren babam onurlu bir hayat yaşamıştır” diye konuştu. Yeni yeni sosyalist oluyordum. A. Kadir’in “1938 Deniz Harp Okulu Olayları ve Nâzım Hikmet” kitabı çıkmıştı. Ankara’da aldığım bu kitabı şubat tatilinde Tarsus’a getirmiştim. Okuyordum. Annem gördü. “Oğlum bu tehlikeli, Nâzım Hikmet’in vatan haini olduğunu söylüyorlar” dedi. Vatan haini sözünü ilk ne zaman duymuştum hatırlamıyorum, belleğime bu kitap yüzünden kazınmıştı. Nâzım Hikmet vatan hainiydi. Onu öyle damgalamışlardı. Sovyetler Birliği’ne sığınmış, Türkiye aleyhine düşmanlık ediyordu. Türkiye’de söylenen buydu. O zamanın gazetelerini birçok kez taradım. Belleğime kazılıdır. İlericisi, muhafazakârı, Cumhuriyetçisi, Padişahçısı fark etmiyordu, hepsi Nâzım Hikmet’i hedef alan son derece sert haberler yapıyorlar, makaleler yazıyorlardı. 10 yıl önceydi, Yaşar Kemal’in ‘Vatan Haini’ Sözünün Tarihsel Serüveni Der Spiegel dergisinde Kürt sorunu üzerine bir açıklaması yayımlanmıştı. Yer yerinden oynadı. Yaşar Kemal de artık vatan hainiydi. Hakkında davalar açıldı, açıklamalar yapıldı. Bazı solcu arkadaşları onu terk ettiler. Aleyhine gazetelere demeçler verdiler. Ona yapılan suçlamalar arasında öne sürülenlerden birisi de şuydu: Nobel almak için bunları gündeme getiriyor. O günlerin gazete açıklamaları arşivimde duruyor. Kimin ne dediğini de biliyorum. Onlar da kendilerini biliyorlar. ??? Belleğimiz zayıftır. Çabuk unutur, çabuk vazgeçeriz. Ancak arşivler unutmaz. Üstelik şimdi bilgisayar çağındayız. Kimin ne dediğini bulmak için günlerce kütüphanelerde dolaşmak gerekmiyor. Bilgisayarın tuşlarından internetten geçmişe kolayca yolculuk yapabiliyoruz. Yaşar Kemal Nobel’i alsaydı, acaba nasıl bir tablo ortaya çıkardı diye düşünmeden edemiyorum. Yaşar Kemal’in Nobel adayı olduğu yıllarda ona karşı da malum cephe tepkiler göstermiyor muydu? ??? Bütün bunları neden anımsatmak istiyorum. Her konuda düşman cephe yaratmak konusundaki alışkanlıklarımızın nedenleri üzerinde düşünüp duruyorum. Acaba bu tepkilerimizin, bu öfkelerimizin arkasında siyasi ve ideolojik kaygılar mı, yoksa geleneksel kültür mü daha çok rol oynuyor? Yani Nobel, Kıbrıs, AB, Kürt sorunu, Ermeni sorunu hepsi bahane mi? Biz birbirimizle kavga etmek için bahane mi arıyoruz? Birbirimize başarıyı haram etmekten zevk mi alıyoruz? Türk Milli Futbol Takımı Dünya Üçüncüsü olduğunun ertesi günü Şenol Güneş’i topa tutmamış mıydık? Tarihimizi bu açıdan araştırmakta yarar var diye düşünüyorum. Başarıdan, muhalefetten hoşlanmayan geleneklerimiz neden bu kadar güçlü? Her halk büyük ölçüde kuvvetten korkar ve etkilenir. Kuvvet siyasi mücadelede her zaman etkili bir silahtır. Bu nedenle biz güçlüden yana oluruz diyerek kendimize özel suçlamalar yapmamız doğru olma yabilir. Fakat şunu kabul edelim ki, uluslararası başarıları hazmetmek kolay değil. Hele Nobel gibi bir ödülü hazmetmek hiç kolay değil. Nâzım Hikmet’in dünya çapındaki büyük başarısını hazmedebildik mi? Yaşar Kemal’in büyük romancılığını içimize sindirebildik mi? ??? “Vatan haini” sözcüğünün ülkemizdeki tarihsel seyrini izlemekte de sayısız faydalar olduğunu düşünüyorum. Yazılı belgelere bakarak on yıllar boyunca kimlere neden vatan haini denildi, hatırlamakta araştırmakta yarar var. Belki bir üniversite kürsüsü böyle bir araştırmaya girişebilir. Toplumsal kültür kodlarımızı belki bu “vatan haini” sözcüklerinin tarihsel seyrini izleyerek bulabiliriz. Ne dersiniz? CUMHURİYET 04 K