25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EKİM 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 İsmail Uyaroğlu, şiirinde şair olmak için uyulması gereken kuralları sıralıyor ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Yaşamın tacı: acı... Şair olmak için uyulması gereken kurallar var mıdır? İsmail Uyaroğlu “10 Derste Şairlik” adlı şiirinde “Her şeye şaşarak bakacaksın, doğaya tutkun olacaksın, insanları seveceksin” gibi yedi dizeyi alt alta sıralar ve şair olmanın son üç dersini şöyle sunar okura: 8. Acı çekeceksin 9. Acı çekeceksin 10. Ve acı çekeceksin Şiirin adındaki “şairlik” sözcüğü yerine “ressamlık” ya da “müzisyenlik” yazsak bir şey değişir mi? Şüphesiz hayır. Şaşırmak, doğaya tutkun olmak, insanları sevmek duyarlı her insanın yaşamında yer alır… Ve tabi, acı çekmek! İyi de, bunlar yeterli midir şiir yazmaya, resim yapmaya ya da heykel yontmaya? ‘Kanlı Düğün’ ‘Amerikan Cinneti’ Zeynep Atikkan’ın “Amerikan Cinneti” adlı kitabını (Yapı Kredi Yayınları) elime aldığım günden beri bırakamadım. Kâh altını çizerek, kâh yanına notlar düşerek, sık sık “İşte bu, işte bu!”, “Asıl neden bu”, “Önemli olan şu” diye sayıklayarak, sanki bir polisiye kitap okurmuşçasına heyecanlanarak, kimi zaman kendi tarihimde , kendi coğrafyamda, kendi isyanlarımda, öfkelerimde ve şaşkınlıklarımda yolculuğa çıkarak, sürdürürken okumayı, bir de baktım 500 sayfayı bitirivermişim! 11 Eylülden günümüze, Amerika’da, Amerika’yla Avrupa ve dünya ilişkilerinde, ekonomik politik, toplumsal dönüşümlerde yaşananları, dünyanın değişimini, eşsiz bir araştırmayla ortaya koyuyor Zeynep Atikkan... Eşsiz bir araştırma demem boşuna değil: Konuyu ele alan binlerce makaleden seçilmiş alıntılar, bire bir görüştüğü yüzlerce insanla yaptığı konuşmalar (bu insanlar arasında ünlü politikacılar, politika ve strateji uzmanları, şanlı şöhretli akademisyenlerden tutun sokaktaki adama, Amerika’daki öğrencilere, unutulmuş bir kasabanın süpermarketindeki satıcı kadına dek her kesimden örnekler var), medyanın yorumları… Bunları kendi çarpıcı gözlemleriyle, tarih ve politika birikimiyle, yılların verdiği gazetecilik deneyimiyle, özgün düşünceleriyle harmanlayarak tartışmaya açıyor… Yeni dünya düzeni üzerine araştırmasını bilgiyle ve duyarlılıkla bütünlüyor. Bütün bu söylediklerimi, ustaca bir kurgu ve su gibi akan bir dille, okumamızı kolaylaştıracak biçimde bize sunuyor. Kitabı okurken, kimi zaman, bugün dünyanın “terörist” dediği insanlar mı, yoksa “Neoconlar” yani yeni muhafazakâr çete mi daha tehlikeli; köktendinci Müslümanlar mı, yoksa köktendinci Evanjelikler mi daha büyük tehdit oluşturuyor, bilemedim… 21. Yüzyıl savaşlarının askeriyeden çok özel sektöre yaslandığını gördükçe, emperyal güce, tek kutuplu dengesizliğe bir kez daha lanet ettim… Medyanın, insanları nasıl manipüle edebildiğine bir kez daha şaştım… Aydınların sessizliğiyle kahroldum… Amerikan dış politikasına egemen olan “hukuksuzluğun üstünlüğü”, “şiddetin üstünlüğü” ve bu üstünlüğün toplum tarafından hoşgörülmesi karşısında korktum! Korkuların, yalanların, tehditlerin, otosansürün bir toplumu nasıl uçurumun eşiğine getirebileceğini gördüm… Evet, 11 Eylül sonrasında ABD’nin yaşadığı bir “cinnet”ti!.. Bush ve yönetimi, kendi politikalarını hem Amerika’ya hem dünyaya dayatırken, hukuku ve kurumları yok saydı. ‘“Cinnet’; çünkü kendi içlerine kapanıp düşman üretenler dünyayı sadece tehdit prizmasından görmeye başladılar. ‘Cinnet’; çünkü ABD’de farklı düşünce artık intikam duygusu yaratıyordu. ‘Cinnet’; çünkü olasılıklar topluma temel önermeler gibi sunuldu. ‘Cinnet’; çünkü toplum korku bağımlısı oldu.” Zeynep Atikkan daha birçok nedenler sayıyor neden bunun bir cinnet olduğunu açıklamak için, ama ben yukarıdakileri seçtim. “Ne hayranlık, ne nefret… 11 Eylül Amerikası ile ilişkilerin mantığını ve kurgusunu iyi oturtmak gerekli! Bu ilişkinin ‘Amerikan düşmanlığı ile Amerika karşısında ezilip büzülmek’ dışından bir üçüncü yolu olmalı. Bu da Amerika’da ne olup bittiğini, bu ülkedeki tartışmaları, yeni eğilimleri çok iyi izlemek ve kavramakla mümkün” diye yola çıkan Zeynep Atikkan’ın kitabını bitirdiğimde, ben de kendimi aynı soruyu sorarken buldum: “Belki de tarihinin hiçbir döneminde Türkiye, Batı için bu kadar zaruri olmamıştı! Çünkü hiçbir zaman ‘Uygarlıklar Çatışması’na bu kadar yaklaşılmamıştı! Türkiye kendi öneminin farkında mı? Bu süreci yönetecek kadroları var mı?” Bu zor sorularla bizi baş başa bırakan yazarın son sözleri şöyle: “Bu kitapla amacım, durumdan vazife çıkarmak değil, gazetecilik görevini yerine getirmek, yani cinneti sergilemekti. Cinnet ile cinayet birbirine o kadar yakın olabiliyor ki!” Teşekkürler Zeynep Atikkan. Kitabın, araştırman, kişiliğin, gücün, cesaretin, bilimsel ahlakın ve dünyayı ve günümüzü daha iyi kavramamı sağladığın için! zeynep@zeyneporal.com Lorca, “İçiniz kor gibi yanarken susmak acıların en beteridir” der, “Kanlı Düğün” adlı eserinde. Öyleyse sanat eserleri, susan acılı insanların haykırışlarını dile getirirler.. Onları üretenler de, sessizliği bozanlar, yani sanatçılardır. Başkasının acısını yüreğinde hissetmek!.. Böyle olmasaydı, Nâzım Hikmet, faşist Mussolini’nin çizmeleri altında ezilen bir Habeş gencinin diliyle “Taranta Babu’ya Mektuplar”ı yazar mıydı? Şair, İsmail Uyaroğlu’nun üç kez yinelediği “acı çekeceksin” maddesinin birini üzerine almalıdır. Geriye kalan, çektiği iki acı, başkalarının acılarıdır. Acıyı doğuran zevktir. Ben buna inanıyorum. Siz inanmazsanız Balzac’ın da benim safımda olduğunu bilin. Şüphesiz ki, bu düşünceyi paylaşan yalnız ikimiz değiliz. Bakın, Bernard Shaw’un da söyleyecekleri var bu konuda: “En aşırı zevklerin sürdürülmesi doğurur en dayanılmaz acıları.” Shaw’a göre, bir yaşam yaratmak ne denli güç ve acılı ise, başkalarının yarattığı yaşamı çalmak da o denli kolaydır. Acılar üst üstedir yaşantımızda. Daha büyük acıların korkusu hafifletir diğerlerinin ağırlığını. İnsana dayanma gücü veren de bu korkudur. Bir de şu var: Bize acı verenler, bunu önceden açık açık söyleseler di, çektiğimiz acılar daha hafif olurdu. Öğrenilebilen bir şeydir acı. Bu yüzden okullara bir “Acı Dersi” konulmalıdır!.. Ve kitaptaki ilk konu, Nazilerin toplama kampları olmalıdır. Acılar unutulmak için vardır. Yaşamın bu baharatını lezzete dönüştüren de, Mevlana’ya göre sevgilinin ta kendisidir. George Sand da, acıların en değerlisini, lezzetlisini sevmenin verdiği acı olarak tanımlamıştır. Ama unutulmayan, ıstıraba dönüşen acılar da yok değildir. Sunay Akın’ın dizelerini anımsamanın sırasıdır: Geçim parası için nice yaşlının eski İstanbul evlerinden getirdiği eşyalar üstüne kâr koyulup satılıyor antik acılar çarşısında Juan Gelman, Paris’te bir parkta otururken, üstlerine ağ atarak güvercinleri toplamakta olan görevli leri seyre dalar. Pislikleri binaların dış yüzeylerine ve heykellere zarar verdiği için Paris’te sevilmez güvercinler… Birden, yaşlı bir kadın şemsiyesiyle saldırır güvercin timine! Görevliler, bir hayvansever sandıkları kadını sakinleştirmek için banka oturturlar ve sorarlar: “Bayan bunu neden yaptınız?” Kadının verdiği yanıt soğuk duş etkisi yaratır yüreklerde: “Oğlum öldü…” ‘Çünkü oğlum öldü’ Bu söz üzerine tüm başlar devrilir hüzünle… Bir görevli: “Çok üzüldük ama bize neden saldırdınız?” Kadın titreyen sesiyle: “Çünkü oğlum öldü, güvercin oldu…” Uzun süren sessizliği bir başka görevlinin çıkışı bozar: “Bakın hanımefendi güvercinler orada. Hangisi oğlunuzsa gidin alın, biz de işimize bakalım.” Kadın, yaşlı gözlerini güvercinlerden ayırmadan konuşur: “Hangisi oğlum bilmiyorum. Hem bilsem de, ayırır mıyım hiç onu arkadaşlarından!..” Evlat acısı… Budur işte acıların en büyüğü. Victor Hugo ne de güzel söylemiş: “Çocuğunu kaybeden anne için her gün ilk gündür. Bu acı hiç yaşlanmaz.” Uluslararası İstanbul Taş Heykel Sempozyumu’nda sahil parkları için yeni heykeller üretildi İSTON’dan sanata destek HAYRİ ARSLAN İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi arasında imzalanan Boğaziçi Kıyı Düzenlemeleri protokolüyle Karaköy’den Sarıyer’e kadar kıyı şeridini heykellerle donatma projesi sürüyor. Proje çerçevesinde Fındıklı parkında gerçekleştirilen 4. Uluslararası Taş Mermer Heykel Sempozyumu’nun kapanış töreni, İSTON A.Ş Genel Müdürü Kadir Serdar Taflan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Ahmet Över Gezgin, Heykel Bölümü Başkanı Prof. Vedat Somay ile sanatçıların ve sanatsever lerin katılımıyla gerçekleşti. Sempozyumun kapanış töreninde konuşan İSTON AŞ Genel Müdürü Kadir Serdar Taflan, kent mobilyaları üreten İSTON’un bu sempozyumun sponsoru olarak, sanatsal değeri büyük bir kent mobilyasının oluşturulmasına katkıda bulunmaktan büyük mutluluk duyduklarını ifade etti. Rektör Yardımcısı Prof. Ahmet Över Gezgin de, İBB ve Mimar Sinan Üniversitesi tarafından yapılan Kıyı Düzenlemeleri protokolüyle önemli bir sanatsal etkinliğe imza atıldığını belirtti. Prof. Gezgin konuşmasında, heykel sanatının gelişimine önemli katkılardan dolayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a teşekkür etti. Prof. Ahmet Över Gezgin törende, dört yıl boyunca sponsorluk desteğini sürdüren İSTON AŞ Genel Müdürü Kadir Serdar Taflan’a teşekkür belgesi sundu. Törende, sempozyuma katılan Marcelo Wog (Peru), Topaz (Almanya), Hiroyuki Asano (Japonya), Janina Rudnicka (Polonya), Roland Mayer (Almanya), Ayşe Sibel Kedik, Özgür Turhan, Evrim Çamoğlu, Atilla Galip Pınar, Sıla Şen (Türkiye) adlı sanatçılara da teşekkür belgeleri de verildi. Sempozyumda oluşturulan eserler, Karaköy’den Sarıyer’e kadar olan kıyı şeridindeki parklarda sergilenecek. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle