25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EKİM 2006 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr OECD Genel Sekreteri Angel Gurria’dan AKP hükümetine bir dizi uyarı: Borç yükünü düşürün SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 1961’de özellikle kalkınmakta olan ülkelerin lehine olmak üzere üyesi ülkelerin ekonomik ve toplumsal refahlarının geliştirilmesi amacıyla kuruluyor. Bugün 30 üyesi var. Türkiye de bunlardan birisi. OECD şimdilerde bir genişleme sürecinde. Üye adayı pek çok ülke var. Ama anlaşıldığı kadarıyla bütün kriterlere uyan tek ülke Şili. OECD’nin Türkiye’yle birlikte yürüttüğü pek çok program bulunuyor. Bunlardan birisi geçen hafta İstanbul’da SPK’yle ortaklaşa olarak tanıtıldı. O da şirketlerin yönetimleri için yeni oluşturulan kriterlerle ilgili rapor. Bu raporun duyurulması amacıyla OECD’nin Genel Sekreteri Meksikalı Angel Gurria da İstanbul’a geliyor. Gurria’yla Boğaz boyunca yapılan bir tekne turunda konuşuyoruz. Basına ve medyaya yansıtılanların aksine Gurria, Türkiye ekonomisinin gidişatından endişeli. Diplomatik bir dille iyimser olduğunu söylemekle birlikte, bu cari açıklar ve borç yüküyle hiçbir yere varılamayacağı gibi mayıstaki benzeri bir dalganın ekonomiyi yeniden vurmasının mümkün olabileceği mesajını da veriyor. Siz İstanbul’a SPK’yle yürüttüğünüz ortak bir projeye ilişkin hazırlanan bir raporun açıklanması için geldiniz. Bu konuyu bize anlatır mısınız? GURRIA Türkiye’yle pek çok ortak çalışmamız var. Bunlardan birisi SPK’yle olan şirket yönetimi çalışması. Bu çalışma şöyle: Özellikle İMKB’ye kayıtlı şirketlerin nasıl yönetildikleri, yetkililerin performanslarını nasıl denetledikleri ve yatırımcıları şirketlerinden pay almaya nasıl ikna ettikleri, bu çalışmaların şeffaf olmasının güvence altına alınması, işlemlerin düzgün yapılması ve şirket yönetiminin azınlık hissedarlarının haklarını koruduğunun saptanması, Türkiye’de pek çoğu aile şirketi olan şirketlerin işlemlerinin şeffaf olarak yürütülmesi ve kamuoyunun da doğru bilgilendirilmesi. Böylece kamuoyunun bu şirketlere olan güveni artacak ve menkul kıymetler borsasına yatırım yapmaya özenecektir. Sermaye piyasaları ülke ekonomisinin çok kritik unsurlarıdır. Borsalar halkın tasarruflarını güvenle yatıracağı, aynı zamanda da yabancı yatırımcının cezbedileceği yerlerdir. Çünkü pek çok yatırımcı şirket satın almaktan çok hisse almak istemektedir. Türkiye için sermaye piyasaları gelecekteki büyümenin de unsurlarıdırlar. Türkiye kendi tasarruflarını destekleyecek yabancı yatırım gereksinmektedir. Böylece daha hızlı büyüyecektir, daha fazla sermaye yatırımı olacaktır. Bu sermaye de gelecek refahın, bilginin kaynağını oluşturacaktır. Mesele çağdaş eğitim Türkiye’deki sermaye piyasalarının istikrarlı mı, yoksa kırılgan mı olduğunu düşünüyorsunuz? Türkiye’deki sermaye piyasaları istikrarlı. Çünkü mikro ekonomik koşullar istikrarlı. Sermaye piyasaları mikro ekonomik koşulları yansıtır ve vurgular. Beş yıldır ekonominiz büyüyor ve bu büyüme göreceli olarak yüksek görünüyor. Enflasyon oranı da düştü. Ama geçen yaz başında bir dalgalanma oldu. Şimdi bu dalgalanmanın üstesinden gelindi. Ancak bütün sorun hemen işlerin düzeldiği sanısına kapılıp bayram etmemek. Evet, göstergeler iyi, ama ‘ Geçen yaz başında bir dalgalanma oldu, ama bunun üstesinden gelindi. Bütün sorun hemen işlerin düzeldiği sanısına kapılıp bayram etmemek. ’ Türkiye istikrarlı olarak nasıl büyüyeceğini güvence altına almalı. Türkiye genç kuşağını iş pazarında rekabet kapasiteleri olacak biçimde yetiştirmeli, üretiminin kalitesi ve maliyetini rekabet şansını artıracak biçimde dünya standartlarına uydurmalı. Özellikle de Türkiye’de kendi araştırma ve geliştirme çalışmaları, bu alana yatırımlarıyla patentler ve yeni buluşlar ortaya çıkmalı. Türkiye’deki üniversiteler özel sektörle daha iyi ve daha sıkı bir çalışma içine girmeli. Ayrıca Türk hükümeti sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim sistemlerini güçlendirmeli ve bu desteklere ihtiyaç duyan halk kesimlerini rahatlatmalı. Bir de çok genç bir nüfusa sahip olan Türkiye, bu demografik durumunu kendi yararına çevirmelidir. Genç bir nüfus olduğu için iş alanlarına çok sayıda insan girmek istiyor. Oysa Avrupa ülkelerinin çoğunda durum böyle değil. Çünkü o ülkelerde nüfus yaşlı. Hatta Japonya ve Güney Kore’de de durum böyle. Buralarda, yakında pek çok insan emekli olacak ve çalışan kişi sayısı çok düşecek. Söylediklerinizden Türk ekonomisinin biriminin rekabet gücüne bağlıdır. Normal şartlarda para birimlerinin pariteleri arztalep ilkesine göre hareket eder. Türkiye’de ise Merkez Bankası, enflasyon baskılarına karşı önlem olarak faiz oranlarını yüksek tutmakta ısrarlı oldu. Birtakım şeyler yaparken sadece işin parasal yanını değil reel ekonomik yanını da göz önünde tutmanız lazım. Bu da yeni buluşlar, işgücü istihdamı, üretici pazarlar, şirketlerin parasal durumlarının değerlendirilmesi demektir. Dolayısıyla yatırımların ve profesyonel çalışanların niteliği de çok önemlidir. Türkiye’de çok katı kurallarla işleyen bir çalışma sistemi var. Yani insanları istihdam etmek ya da işlerine son vermek çok pahalıya mal oluyor. Anladığım kadarıyla buna alternatif bir paralel pazar oluşturmuşsunuz. Bu pazarda koşullar tam olarak uygulanmıyor. Belki istihdam daha düşük maliyetli oluyor, ama aynı zamanda üretimin gelişmesi için gerekli olan teknoloji daha az kullanılıyor. Türkiye’nin önündeki tehditler bunlar. Bunlara çok dikkat etmek ve gerekli önlemleri almak zorundasınız. Türkiye ve Meksika ekonomileri bir sosyal güvenlik sistemi, halledilmesi gereken en önemli konular. Sizin Meksika Maliye Bakanı göreviniz sırasında ülkenizin para birimi pesoyu çok sağlam bir para haline getirmek için mucizevi işler yaptığınız söylenir. Nasıl bir mucize yarattınız? Ben mucize yaratmadım. Sadece çok basit işler yaptım. Yani mali disiplini korudum ve dengeledim. Bunu yaparsanız ve dolayısıyla borç yükünü azaltırsanız işleri kolayca halledersiniz. Ben Maliye Bakanı’yken dış borç yükünü yeniden yapılandırmak zorunda kaldım. Bunu yapmak için de dış borçları yeniden müzakere ettim. Ama eğer disiplinli davranırsanız, kurumlarınız güvenilirse, bağımsız ve güvenilir bir Merkez Bankanız varsa karşınızdakine güven verirsiniz. Bu güven sayesinde de enflasyon düşer, çünkü açığınız düşük olur. Faizler sadece nominal olarak değil, reel olarak da iner. Eğer enflasyon oranınız yüzde 10 ise faiz oranları da artı yüzde 10 olur. Güven olmazsa; bankaya ya da hisse senetlerine para yatıracak olan tasarruf sahibi daha yüksek faiz sistem daha fazla insanın istihdam edilmesine olanak yaratıyor. Bu da verimliliği artırıyor. Ama eğer çok yüksek maliyetli katı bir sisteminiz varsa, sosyal güvenlik katkıları çok yüksekse yeterli verimlilik sağlayamazsınız. İşte Avrupa’nın sorunu bu. Bir de Avrupa’da işsizlik sigortasının çok yüksek oluşu da bu sorunu körüklüyor. Çünkü zaten işsizlik için göreceli yüksek bir para alıyor. O zaman çalışmayı neden istesin? Yükselen pazarlar konusu var. Bu yükselen pazarlar genelde yüksek enerji, özellikle de petrol fiyatlarıyla nasıl sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlayabilirler? Yükselen pazarların pek çoğunun ekonomileri petrole bağımlı. Öncelikle şunu söylemeliyim ki petrol fiyatları son zamanlarda eskiye kıyasla yüzde 25 oranında düştü. Şimdi arztalep dengesi biraz daha düzeldi. Dünyada da genel olarak ekonomik büyümede bir azalma olması nedeniyle petrole olan talep de biraz düşebilecektir. Dünyada petrol fiyatlarının yükselmesi, dünya ekonomik büyümesini belki yüzde 0.5 etkilemiştir. P O R T R E ANGEL GURRIA 1950, Tampico, Meksika doğumlu. Yükseköğrenimini ekonomi dalında Meksika ve İngiltere’de Leeds Üniversitesi’nde yaptı. Uzun yıllar çeşitli kamu kuruluşlarında çalıştıktan sonra Meksika ithalatihracat bankası Bancomext, ardından da Meksika Ulusal Kalkınma Bankası Başkanlığı görevlerini üstlendi. 199498 arası ülkesinin Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü. 19982000 yılları arasında Maliye Bakanlığı görevini sürdürdüğü dönemde Meksika ekonomisini düze çıkarmayı başardı. Bu dönemde Meksika’nın OECD’ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyeliğine önayak oldu. Haziran 2006’da da bütün üye ülkelerin oylarını alarak OECD Genel Sekreterliği’ne seçildi. gidişiyle ilgili iyimser olduğunuzu anlıyorum. Hal böyleyken cari açıklar hızla artıyor ve borç yükü de gittikçe ağırlaşıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Borç yükü azalıyordu. Derken bir şey oldu. Sorun bu borç yükünün artmasını nasıl önlemekte yatıyor. Göreceli olarak faiz dışı fazlayı koruyorsanız bir yandan da gider tarafına bakmanız lazım. Sağduyu ve mantık çalıştırdığınız zaman açığı aşağı çekip gelirlerinizi artırmanız gerektiğini görürsünüz. Türkiye’nin yaptığı önemli bir iş var. O da borcu çok yüksek düzeylerden aşağı çekmeyi başarması. Ama bunun peşini bırakmamak lazım. Borç yükünün aşağı çekilmesi süreklilik kazanmalı. Ayrıca dikkat çekmek istediğim nokta, açık yüksek olduğu zaman enflasyonun da yüksek düzeylerde olacağıdır. Bu da mali dengeleri olumsuz etkileyecektir. Cari hesaplara gelince… Cari hesaplar pek çok unsura bağlıdır. Nelere bağlı olduğunu söyler misiniz? Öncelikle bu, ekonominin ve para arasında benzerlikler olduğunu biliyorum. İkisinin bir kıyaslamasını yapar mısınız? İki ülke ekonomileri arasında zaman zaman aynı olayların yaşandığını görüyorum. Bugün şirket yönetimi konusundaki sorunlar Meksika’da da var. Örneğin, şirketlerin önemli bir kısmının ailelere ait olması, şirketlerin iç içe geçmiş ilişkileri ve şeffaflık gerekliliği Türkiye’nin de, Meksika’nın da sorunları. Büyük bir sorun da eğitime çok para harcamak yerine daha iyi eğitime para harcamak, her alanda rekabet gücüne sahip olabilecek, dünyanın her yerinde kendilerine iş bulma kapasitesine sahip, sadece dil bilen değil, yeni buluşları doğallıkla benimseyen, yeni buluşları rahatlıkla kullanabilen üniversite öğrencileri yetiştirmek. Tabii ki hem Meksika hem de Türkiye’de sağlam bir altyapıya ihtiyacımız var. Ayrıca kaynaklarımıza yatırabileceğimiz kamu finansmanını doğru yönlendirmeliyiz. Eğitim, sağlık, altyapı, su, bayındırlık ve iskân, emekliler ve sağlık hizmeti gereksinenler için sağlam talep eder. Gelecek hakkında güven varsa enflasyon oranı bugünkünden daha düşük olur. İş dünyasına rahat çalışabileceği bir ortam yaratılmalı, kurallar her dakika değiştirilmemeli. Devlet de bütün üretim sektörlerinin sahibi olmak yerine çalışma yaşamının sadece denetçisi olmalıdır. Oyunun adı güven ve inanılırlıktır. Bunlar sağlam üretim zeminini ve ekonominin istikrarlı bir yola girmesini sağlayacaktır. Petrol fiyatları enflasyonu körükler Bir de Avrupa ülkelerinin meseleleri var. Avrupa’da bugün sosyal pazar sistemi geçerli. Bu sistemle Avrupa’nın, üretkenliği esas alan Atlantik ve Pasifik kutuplarıyla rekabet gücü olabileceğini düşünüyor musunuz? Avrupa ve özellikle ABD arasındaki fark, tam olarak verimlilikten kaynaklanıyor. ABD’deki işgücü ve çalışma koşulları daha fazla verimliliği özendiriyor. ABD’de istihdam ve yeni işe alma maliyetleri düşük. Dolayısıyla da bu Petrol fiyatındaki her 2030 dolarlık artış, dünyanın ekonomik büyümesini yüzde 11.5 arası küçültmektedir. Dolayısıyla yüksek petrol fiyatları sadece ülkelerin ödemeler dengelerini olumsuz etkilemekle kalmıyor, dünyanın ekonomik büyümesi için de önemli bir sorun yaratıyor. Şimdiye kadar enerji fiyatlarındaki yükseliş, enflasyon üzerinde göreceli olarak az etki yaptı. Daha önce kapasite tam olarak kullanılmıyordu. Ama artık dünya tam kapasiteye geçtiği için gaz ya da petrol fiyatlarının yükselmesi, enflasyonu körükleyecektir. O nedenle petrol fiyatının yüzde 25 düşmesi çok iyi oldu. Ya fiyatlar yine yükselirse o zaman genelde neler olur? Genelde bu yükseliş bütün mal fiyatlarına yansır. Şimdilik petrol fiyatlarında hâlâ dalgalanma mevcut. Ama ben fiyatların dengelenmesini bekliyorum. Bu dengelenme üçdört yıl sonra düşünemeyeceğimiz yükseklikte bir düzeye oturacaktır. Ama yine de en yüksek noktasından aşağı çekilmiş olacaktır. ‘ Faiz dışı fazlayı koruyorsanız bir yandan da gider tarafına bakmanız lazım. ’ ‘ Disiplinli davranırsanız, kurumlarınız güvenilirse, bağımsız ve güvenilir bir merkez bankanız varsa karşınızdakine güven verirsiniz. ’ OECD ile çalışmak Ankara’nın lehinedir OECD’nin bir genişleme sürecine girdiğini biliyorum. Bu genişleme sürecinde üye adayı ülkeler kimler? Bu süreçte söylediğiniz gibi kimi ülkeler üye adayı durumundalar. OECD bu ülkeleri incelemeye aldı. OECD’ye üye ülkeler örgütün çıkarları için en iyisini istiyorlar. Üyelik için tercih ettikleri ülkeler dünya ekonomisinin temsilcileri olanlar. OECD’yle halihazırda ilişkisi olan bir grup ülke var. Bunlar Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin. Bunlar kimi alanlarda OECD’yle çalışıyorlar. Bunlar belli alanlarda OECD’yle çalışıyorlar, ama OECD’nin tam üyesi değiller. OECD için faaliyet alanını genişletmek çok önemli. Neden? Çünkü OECD de küreselleşmek istiyor. Bundan amacı da dünya ekonomisini daha iyi işler hale getirmek. Bunu yapabilmesi için de bütün dünyayı kucaklayan bir üyelik yapısına sahip olabilmesi lazım. Hangi ülkelerin yeni üyeliğe alınabileceği ise duyarlı bir konu. Son olarak AB’ye tam üye olan ülkeler de OECD’ye üye olmak istiyorlar. Bunlardan kimileri küçük ülkeler ve dünya ticaretinde önemli bir payları yok. Öte yandan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin gibi ülkelerin ekonomileri büyüyor ve gelişiyor. Dolayısıyla dünya ekonomisi üzerinde çok ciddi yansımaları oluyor. OECD’ye üye olmak birtakım yükümlülükler ve ödevler üstlenmenin yanı sıra tabii ki ayrıcalıklar da sağlıyor. Bu nedenle aday ülkelerin öncelikle OECD’ye tam üye olmadan örgütün komiteleriyle çalışmalarını görmek önemli. Yani bu çalışmalarla hangi ülke OECD’ye yük, hangi ülkelerin de kazanım olacakları mı saptanmak isteniyor? Kimse kimseye yük olmasın. Bizim amacımız bu. Ama özellikle üye olmasını istediğimiz birkaç ülke de var. Örneğin epey zamandır üye olmak isteyen ve ekonomik gelişmesini standartlara uyduran bir ülke var. O da Şili. OECD’nin hiç Güney Amerikalı üyesi olmadığı için Güney Amerika’dan bir üye alınması yararlı olacak. Bir de Asya ülkeleri var. OECD üyesi olan Japonya, daha fazla Asya ülkesinin OECD’ye üye alınmasını istiyor. OECD’nin 23 üyesi Avrupalı, 7’si değil. Dolayısıyla burada ciddi bir dengesizlik var. Üye ülkeler bu durumun dengelenmesi gerektiğinde fikir birliğine vardılar. Asya ülkelerinden Çin, serbest piyasa ekonomisi uyguluyor, ama belli bir siyasi rejimi var. OECD’nin üyeler için koyduğu birtakım kurallar bulunuyor. Bunlardan birisi de özgür işçi sendikalarının bulunması. Oysa Çin’de işçi sendikaları yok. Dolayısıyla Çin’in üyeliği güçleşiyor. Hindistan bağlantısız bloktan bir ülke. Batılı kapitalist ülkelerle sıkı bağları olsa bile henüz yapısal önemli bir değişim yapmadı. Belki hiçbir zaman yapmayacak. Tabii bu kendi seçimi. Ama Hindistan’la bağlantıyı sürdürmemiz de önemli. Brezilya’yla ortak çalışmalarımız oldu. Ekonomisini, tarımını incelemeye aldık. Muhtemelen günün birinde OECD üyesi olacaktır. Peki, genişleme sürecini ne zaman başlatıyorsunuz? Gelecek yıl mayıs ayında üye olmasını istediğimiz ya da üye olmadan ortaklık bazında birlikte çalışmayı amaçladığımız ülkelerin listesini hazırlayacağız. Peki, ya Rusya ve Ukrayna? Onlarla ilgili değerlendirmeler neler? Rusya’ya OECD’ye üyeliği konusunda bir güvencemiz var. Bu güvence 1997’de verilmişti. O tarihten beri Rusya’yla çalıştık, Rusya ekonomisiyle ilgili derin çalışmalar yaptık. İyi de Rusya’da bir oligarklar sorunu var. Bunu nasıl aşacaksınız? Bu gerçekten yükselen bir sorun. Müzakereleri sürdürüyoruz, ama bu müzakereler umduğumuzun aksine süratlenmiyor. Bu noktada Rusya’nın belli bir gelişme gösterdiğini, ancak henüz üyeliğe hazır olmadığını düşünüyoruz. Ukrayna’yla birlikte Orta Asya cumhuriyetleriyle de ilişkilerimiz var. Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerimize Türkiye yardımcı oluyor. OECD Türkiye için çok önemli olabilir. Çünkü bizimle çalışmalarınızla Türkiye ekonomisini geliştirebilir, tam anlamıyla çağdaşlaştırabilir. Hâlâ istiyor mu bilmiyorum, ama yakın zamana kadar Türkiye AB’ye tam üye olmayı amaçlıyordu. OECD’nin Türkiye’yle çalışmaları Türkiye’nin AB yolunun önünü açar. Bizim işimiz müzakereleri etkilemek değil. Söylemek istediğim, ortak çalışmalarımızın Türkiye’ye yardımcı olacağıdır. Türkiye pek çok alanda bizimle çalışıyor, özellikle de doğrudan yabancı yatırımlar alanında. Çünkü Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırıma gereksinimi var. ‘ Büyük bir sorun eğitime çok para harcamak yerine daha iyi eğitime para harcamak, her alanda rekabet gücüne sahip, dünyanın her yerinde iş bulabilecek üniversite öğrencileri yetiştirmeli. ’ CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle