20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 EKİM 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Deprem Bugün Olursa Ne Olacak?’ Prof. Dr. Mete TAPAN Bayramlarda Düşünmek! Hiç yakıştırmak istemiyorum! Bizim toplumda bir uyuşukluk mu var? Bir salgın hastalık gibi bir şey mi bu? “Küçücük aşım kavgasız başım” mıydı, yoksa “Dünya yansa benim hasırım yanmaz”mıydı geçmişimizden bugüne gelen umursamazlığımız... Bireycilik desem değil! Çünkü bireylik, bir toplumun parçası olduğunu duymaktır. Tek başına bir dünya olamayacağını bilmektir. Bu başka bir şey, duyarsızlık, bilinçsizlik, daha doğrusu körlük, ne kendini, ne de içinde yaşadığın dünyayı görebilmek... Demokrasi diye diye insanlarımızı yanılttık, aldattık, uyuşturduk! Beş yılda bir oy ver, yöneticilerini seç, sonra yan gel yat!.. Onlar yasalar çıkarsınlar, söylevler çeksinler, senin yaşamınla ilgili kararlar alsınlar, vergiler, cezalar!.. Sana yurtdışında askerlik yaptırsınlar, savaşlara soksunlar! Bütün bunları senin uyuşuk halinden yararlanarak, senin adına yapsınlar, sen hâlâ derin uykunu sürdür!.. ??? “Kaldır başını kan uykulardan / Böyle yürek böyle atardamar / Atmaz olsun / Ses ol, yumruk ol, ışık ol / Karayeller başına indirmeden çatını / Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm / Alıp götürmeden büyük denizlere / Çabuk ol”. Rıfat Ilgaz hepimize seslenmiş. Acılar çeken, yer yer umutlanan, yer yer karabasanlar içinde boğulan bir toplumun insanlarını uyandırmak istemiş: “Benden geçti mi demek istiyorsun / Aç, iki kolunu iki yanına / korkuluk ol öyleyse” demiş!.. Yarın bayram, çocukluğumun Şeker Bayramı... Hani ev ev dolaştırıldığımız, büyüklerin elini öptüğümüz, mendil içinde para ya da çikolata aldığımız bayram günlerindeyiz.. Bayramlar, sevinçlerin yaşatıldığı günler!.. Ben, ailem, yakınlarım, dostlarım iyiyse sorun yok, vız gelir ötesi diyemediğimiz bir gündür bayram... Mutluluğu paylaşma zamanı! Sen ben değil, biz, bizler, sizler, onlarla, bir bütünün bayramı!.. ??? Ama sorumluluğumuzu bilmezsek, üzerinde yaşadığımız toprakların, ağaçların, kuşların, balıkların, güneşin, ayın, rüzgârların bir parçası olduğumuzu, çevremizdekilerle, uzaktakilerle, hani o gitmediğimiz, görmediğimiz ama içtenlikle bizim saydığımız köylerle, kasabalarla bütünleşmenin bilincini duymazsak, boşuna gelir gider bayramlar, seyranlar!.. Yazarlar, şairler toplumun öncüleridir. Değilseler, hiçbir şey değildirler! Şiirleri, yazıları, içi boş balonlardır. Bir anlığına kendini aldatmaktır... Gerçek mutluluk, bir mutlu topluluğun içinde duymaktır kendini... Ama önce bileceksin, göreceksin, duyacaksın kendi dışındaki dünyayı. Akrep gibisin, demiş, serçe gibisin, koyun gibisin, midye gibisin demiş Nâzım Hikmet. Sonra da balyoz gibi indirmiş utanç verici bir gerçeği tepemize: “Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani / hani şu derya içinde olup / deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf / Ve bu dünyada, bu zülum / senin sayende / Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / kabahat senin / demeye de dilim varmıyor ama / kabahatin çoğu senin canım kardeşim.” ??? Evet, yarın bayram. Sana bir bayram armağanı işte!.. “Sen” dediklerim alınmasınlar mı, hayır herkes alınsın, herkes biraz düşünsün, okurken sevişirken, koşarken, düşünsün; oy verirken, kimilerini alkışlarken düşünsün. Gerçek bayramların nasıl yaratılacağını da, düşünsün! 1 999 depreminden bu yana tam 7 yıl geçti. O günkü deprem, özellikle İstanbul’un bir parçasını da vurmuş olması nedeniyle çok önemsendi. Binlerce vatandaşımızı kaybettik, yine binlercesi yaralandı, evsiz barınaksız birçok insan çaresizlik içinde yaşam mücadelesi verdi. Deprem, binlerce yapıyı yerle bir etti. Usulüne uygun olarak yapılmayan, mühendislik hizmetlerinden nasibini almayan yapılar iskambil kâğıdı gibi yıkıldı, yüzlerce insan bu yapıların altında can çekişti. Deprem yapacağını yapmış, yapılar yok olmuştu. Devlet çaresizlik içinde zarar ve acıyı azaltmak için çaba gösterdi. Deprem Konseyi kuruldu, Marmara Denizi’ndeki fayların özellikleri araştırıldı, afet merkezleri oluşturuldu, üniversitelerimizde afet öncesi, afet anında ve afet sonrası alınması gereken önlemler üzerine çalışmalar yapıldı. Bu konuda dış ülkelerden araştırma desteği alındı. Medyada bir dizi yetkili bilim adamı, depreme karşı alınacak önlemlerle ilgili düşüncelerini halkımıza yansıttı. Tüm bu saydıklarıma daha bir dizi yapılan işleri, etkinlikleri sıralamak olanaklıdır. Sözü edilenlere karşın ‘‘Yarın 7 büyüklüğünde veya üstünde, merkez üssü İstanbul’a daha yakın bir yerde bir deprem olursa, yukarda sıraladığım etkinlikler acaba ne işe yarayacak?’’ diye düşünmekten yine de kendimi alamıyorum. Binalar yine aynı bina, 98 deprem yönetmeliğine uymuyor, birçok yapı hasarlı olmasına karşın makyaj yapılarak (çatlakların doldurulup cephelerin boyanması gibi) yine kullanılıyor. Temellerinde, kolon ve kirişlerinde korozyon saptanmış konutlar maalesef herhangi bir iyileştirici önlem alınmadan iskân ediliyor. Mevcut Kat Mülkiyeti Yasası nedeniyle hasarlı veya deprem riski yüksek yapıların güçlendirilmesinin gerçekleşmesinde sorunlar çıkmaktadır. Mülk sahiplerinin anlaşamaması nedeni ile yapıların güçlendirilemediği, gelecek bir depremde büyük bir risk teşkil ettiği yine bir gerçektir. Marmara Denizi altındaki fayın bir veya çok defada kırılacağı üzerindeki araştırmaları veya deprem anında veya deprem sonrasında hangi devlet kurumu veya özel birimin ne türlü görevleri yerine getirmesi ile ilgili planları, küçümsediğim için değil, salt iskân etme olanağı olmayan ve bir depremde üzerlerine çökecek olan bu yapılarda yaşayan insanlarımız için, bugün bu etkinliklerin ve araştırmaların fazla bir anlamı olmadığını dile getirmek istiyorum. Yapılar on saniyede iskambil kâğıdı gibi yıkılmış, vatandaşlar enkaz altında yaralı olarak kalmış veya yaşamını yitirmiş olursa, dünyanın kâğıt üzerindeki en doğru deprem sonrası planı veya bilimsel saptamaları ne işe yarar, bilemiyorum. Kuşkusuz özellikle bilimsel çalışmaların gelecek için, deprem yüklerinin saptanmasında çok büyük yararı vardır. Ancak bugün yedi yıl geçtikten sonra vatandaşlarımın büyük bir yüzdesi yine deprem yönünden iskâna uygun olmayan konutlarda oturuyorsa ve bu konutlar 78 büyüklüğünde bir deprem sonrası oturanların mezarları olacaksa, tüm bu bilimsel veya organizasyonel çalışmalar insanlar öldükten sonra ne işe yarar? Deprem sonrası defalarca dile getirilen Kat Mülkiyeti Yasası’nın değiştirilmesi, riskli yapıların hemen güçlendirilmeleri veya bu yapıların yıkılıp yeniden inşa edilmeleri, yapıların kaçak olan bölümlerinden arındırılması, zemin yönünden zayıf olan alanların güçlendirilmesi gibi öneriler maalesef yeterince dikkate alınmadı. daki duyarlılıklarını etkilediğini herkes gibi ben de anlıyorum. Ama yaşadığımız günlerde olup bitenler yüzünden, timsah gülümsemeleri ile dostumuz müttefiklerimiz dediğimiz Fransa gibilerinin utanç verici, aşağılayıcı, ikiyüzlü davranışlarını küfür sayacak denli bir öfke yaşıyorum. Binlerce yükseköğrenim görmüş genç insanın kapı kapı dolaşarak iş aradığı, işsizliğin çığ gibi ve tehlikeli bir şekilde büyüdüğü ülkemizde, gençlerimizin yurdumuzda ve yurtdışında bize layık görülenlere bunca umarsız olmalarını, hayal kırıklıklarından oluşan, adeta kronikleşen umutsuzluklarını dağıtmak için, yukarıda sözünü ettiğim tablodaki görüntüleri verircesine kendilerini avuttuklarını da anlıyorum. Ama yine de umudumuz onlar. Nasıl kurulduğu nerde ise unutulmak, unutturulmak aşamalarına doğru sürüklenen, böyle oldukça da sözde dostlarımızın köklü ve saklı düşmanlıklarını, saygısızlıklarını, artık hiç saklamadıkları, en kıymetli varlığımız Cumhuriyetin emanet edildiği gençler neredesiniz?!. Sizden başka kimden, neyi bekleyebiliriz?.. PENCERE Saralı Cumhurbaşkanı İster misiniz?.. Çocukluğumuzdan bu yana hepimiz ‘sara’yı biliriz; kimi zaman kaldırımda bilinçsiz yatan birini göstermişlerdir... Yardım edelim mi?.. Hayır, dokunma, sara... Saranın Frenkçesi epilepsi... Ayıp değil saralı olmak; kimi zaman kişiye yakışır bile... Dostoyevski saralı değil miydi?.. ? Ne var ki bir subay saralı özel vurgusuyla ‘olabilemez!..’ Kimi meslek ve makam sarayı kaldırmaz... RTE Başbakan olduğundan bu yana çoğu kişiden Erdoğan’ın saralı olduğunu işitmiştim... Balyozlu macera bu kuşkuyu somut biçimde ve açık seçik gündeme getirdi; oysa devlet hayatında bu gibi konular soru işareti kaldırmaz... İşin şakaya gelir yanı yoktur; devletin belirli noktalarında görevli kişilerin sağlık konularında gizlilik ülkenin aleyhinedir... ? Balyozlu kurtarma operasyonundan sonra ayağa kalkarak hayata merhaba diyen Recep Tayyip gazetecilere açıkladı: İyiyim!.. Allah daha da iyilik versin!.. Her krizden sonra saralı iyi olur; ama, işin ciddiyeti rafa kaldırılamaz... Başbakan saralı mı, değil mi?.. Halk gerçeği öğrenmeli!.. ? Türkiye’yi olağanüstü bir gerilime sürükleyen Recep Tayyip’in derdi nedir Allahaşkına?.. Takıyyeci mi, değil mi?.. Neden müseccel bir mürteci olduğu kendi yazısıyla sabit Dinçer’i Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğunda oturtuyor?.. ‘Minareleri süngü, kubbeleri miğfer, camileri kışla’ yapmayı neden düşünüyor?.. Ülkenin barışa, dostluğa, kardeşliğe ihtiyacı varken nedir bu gerilim, çatışma, kavga ortamının nedeni?.. Yoksa Başbakan gerçekten saralı mı?.. ? Recep Tayyip’in cumhurbaşkanlığı olasılığı var... Yüzde 25 oyla Meclis’in yüzde 65 çoğunluğunu ele geçiren AKP bunu yapabilir; RTE Çankaya’ya çıkabilir... AKP’ye takıyyeci deniyor... RTE’ye saralı deniyor... Halka sormalı: Çankaya’da saralı bir cumhurbaşkanı ister misiniz?.. Tayyip Bey’in sağlığı konusundaki tüm soru işaretleri önce bu bakımdan yetkili hekimler tarafından yok edilmeli... Yoksa Türkiye zıvanadan çıkacak... Yazık olacak Cumhuriyetimize... Gençlik Nerede? Oktay SÖNMEZ Denizci yazar H afta sonu. Taksim Meydanı, İstiklâl Caddesi, Kadıköy tarafında Bağdat Caddesi nasıl kalabalık nasıl kalabalık, yürünmüyor. Caddeleri, sokakları, kafeleri dolduran, sinemaların, mağaza vitrinlerinin önünde öbek öbek toplananların büyük çoğunluğu gençler. Öğrenciler. İster istemez kulak misafiri oluyor insan, bakınca da görmezlik edemiyor. Nerdeyse her birinin kulağında bir telefon yapışık, el ele, kol kola, moda deyimi ile bitmeyen bir geyik muhabbeti. Hepsi mutlu görünüyor. Dünyaya, günümüzde olup bitenlere en ufak ilgiler, aldırdıkları yok gibi. Hani Orhan Veli’nin “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya” misali. Gruplardan kahkahalar, futbol maçı takılmaları, sataşmaları, yükseliyor. Ayrıcalıklı ve entel havasına bürünmüş tipler de var, havalarından geçilmiyor sakin ve küçümser bir gülümseme ile kalabalığı süzüyorlar. Artık kesinlikle çok satan ya zarın kitaplarından birini adeta ismi iyi okunsun gibilerinden göğüslerinin üstünde tutuyorlar. Hani, “Binlerce Ermeni, binlerce Kürt’ü kestik” demek kahramanlığını (!..) gösterdiği için Fransa’nın, AB takımının gözbebeği olan yazarın kitapları. Nasıl olabiliyorsa “Hiçbirini okumadım ama seviyorum, beğeniyorum” diyenlerden. İlan edilişi nedense Fransa Parlamentosu’nun seçimlerde Ermeni oylarını kazanmaktan başka amaç gütmeyen, akıl almaz çirkinlikteki kararının alındığı güne rastlayan Nobel Ödülü’nün sahibi yazarın kitapları bunlar. Gençlerimizin bu çirkin olaya en ufak tepkisi ve ilgisi yok gibi görünüyor. Giydikleri ünlü markaların, dinledikleri liste başı şarkıların, gömüldükleri malum gazetelerdeki “kim kiminle ne yapmış” sayfalarının dünyasında kakara kikiri eğleniyorlar. Fransa Parlamentosu’nun yetmiş üç milyon insanımızı aşağılayan, adeta küfreden kararı, AB takımının yıllardır aşındır dığımız kapılarında kerliferli büyüklerimizi süründürdükleri, dilendirdikleri kimsenin umurunda bile değil. Kurtuluş Savaşı, Atatürk devrimleri, cumhuriyetimizin ilkeleri unutulmuş, bir zamanlar dedelerinden ninelerinden dinledikleri uzak masalların kırıntıları sanki. Yok. Bizim gençliğimiz, gençlerimiz böyle değildi. Üniversite bahçeleri, kantinler yürekleri gençliklerinin bütün doğal rüzgârlarını yaşayan, fakat aydınlık gözleri ışıl ışıl, dünyada ve yurtta olup bitenleri de uyanık bir duyarlılıkla sürekli izleyen, gerektiği yerde anında tepki veren, yasalar içinde ve seviyeli bir ağırbaşlılıkla caddelere dökülen, meydanlardan sesini dünyaya ve tüm ilgililere duyuran çocuklarla doluydu. Bir sürü değerli profesör, öğretim görevlisi dostum, arkadaşım var. Hepsine sorarım zaman zaman “Ne oldu bizim gençliğimize” diye. Kırk elli yıl öncesinin üniversite öğrencileri nereye gittiler? Doğrusu aldığım cevaplardan hiç de tatmin olmuş değilim. Evet, başta 12 Eylül dönemi ve bazı yönetimlerin gençleri sindirip susturduğu, ülkemizin ve insanımızın onuru, saygınlığı, hakları ile ilgili konular CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle