25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 2006 CUMA 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN ABD’nin PKK temsilcisi Ralston, örgüte karşı askeri çözümün asla ilk seçenek olmadığını söyledi Mustafa Yıldırım TESEV’i Anlatıyor 2 Mustafa Yıldırım dün bu sütunlarda TESEV’i anlatmaya başlamıştı. Bugün devam ediyoruz. Söz yine Sn. Yıldırım’da: Boğaziçi Üniversitesi Vakfı, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Vakfı ve Eczacıbaşı Vakfı ortak girişimiyle ve 200 kişinin katılımıyla oluşturulan TESEV’in kurucuları arasından bazı büyük şirketlerin sahiplerini ve yöneticilerini, ABD’nin güvenlik şirketi RAND (İşbirliği yapan bazıları ‘thinktank’ diyerek toplantılarını aklamaya çalışıyorlar) bağlantılı kişileri, evinde Soros ile toplantı yapanları, üniversite rektörlerini anımsatmıştık. TESEV’in yayımladığı bazı raporlara ya da konferanslara bakıp “Ne var bunda? İşte onlar da fikirlerini yayımlıyorlar!’’ diyenler çoğunlukta. Bu raporlar ve konferanslar, TESEV yöneticilerinin açıklamalarından, kurucularınyöneticilerin sivil ağ bağlantılarından, yurtdışı katılımlarından, konferansçıların kimliklerinden ve ABDİsrail destekçisi çalışmalarından, ABD istihbarat ve dışişleri görevlerinden ayrı tutulduğunda salt düşünce eylemi olarak görülebilir. Örneğin imam hatip okulları ya da Müslüman kadınlar araştırmalarını, ABD’nin “Uluslararası Din Hürriyeti’’ operasyonundan; iç göç ile ilgili çalışmayı, Lozan’ın mübadele maddelerinden ve Kürt federe devleti girişimlerinden; azınlık hukuku çalışmalarını, ABDAB’nin “Müslüman azınlıkların hakları tanınmalıdır’’ çağrılarından ve ABD Kongresi’nce hazırlatılarak, Kurtuluş Savaşçılarını birer iç isyancı konumuna indirgeyerek Lozan’ın yasal temellerini yok sayan raporla birlikte PekinVarşova konferanslarında ABD delegelerini Türkiye karşıtı konuşmalarından ayrı değerlendirirseniz senaryonun tümünü anlamamış olursunuz. TESEV’in çalışmalarını olumsuz bulanların çoğu, vakfın kurucuyöneticilerinden birkaçının ilişkileriyle sınırlı eleştirilerde bulunurken bu vakfın kurucusu şirketleri ve ABD bağlantılarını görmezden gelmektedirler. Bu son derece doğal, çünkü TESEV, Sivil Örümcek Ağı’ndaki önemli işlevine uygun olarak birçok kurum ve kişiyle içlidışlı çalışıyor; devletin kurumlarından büyük destek alıyor... TESEV’in çalışmaları Türkiye’nin ulusal yapısına olumlu katkı sağlamaktan çok, ABDABYunanistanİsrail ittifakına yardım sağlamaktadır. Bu yardımı yükseltmek için elinden geleni yapan TESEV’in ulusal güvenliğin tartışıldığı günlerde İstanbul’a getirip konuşturduğu yabancılardan birkaç örnek, vakfın işlevini anlamlandıracaktır. ??? Strobe Talbot, ABD’nin ünlü güvenlik elemanlarındandır. TESEV, her konuğuna yaptığı gibi Talbot’u da Boğaziçi Üniversitesi’nde konuşturdu. Talbot, Irak’ın silahlı işgalini aklayacak konuşmayla Türkleri ABD desteğine çağırıyordu. Talbot aslında kendi devletinin çıkarlarına bağlı bir kişidir. Onu bir düşünür gibi tarafı olduğumuz bir savaş başlamak üzereyken getirenler onun şu açıklamasını bilmiyor olamazlar: “Demokrasiler (ülkeler), ticaret ve diplomaside güvenilir ortaklar olmalıdırlar ve Amerikan çıkarlarına uyumlu savunma ve dış politika izlemelidirler!’’ Zaten TESEV direktörü eski Büyükelçi Özdem Sasberk de, Irak’ın işgalinden önce “Bir sivil toplum lideri olarak diyorum ki, Türkiye’nin yeri stratejik müttefikinin yanıdır’’ diyerek Amerikan dış politikasına yeterli desteği vermişti. John Brademas, Yunan asıllı eski senatör, Onasis Vakfı Başkanı, Helen Mirasını Koruma Vakfı Başkanı idi. Daha da önemlisi Sivil Örümcek Ağı’nın merkez örgütü NED’in 10 yıla yakın başkanlığını yapan kişiydi. Öylesine önemli bir adamdı ki, yönetiminde TESEV’den de kişiler bulunan TÜSİAD heyeti, Amerika’ya gidip, TC Anayasası’nın değiştirilmesiyle ilgili raporu Brademas’a vermişlerdi. 19 Şubat 2001 para krizinden hemen sonra Kemal Derviş, arkadaşı John Wolfowitz’in de desteğiyle TC Hükümeti’ne bakan olarak atanmıştı. Derviş’in sözüyle “kriz içinde reformlar” yapılmaya başlanmıştı. Sıra Kıbrıs’ın Annan Planı denilerek ABDABAtina İttifakına devrine gelmişti. TESEV, Brademas’ı İstanbul’a getirdi. Brademas, Boğaziçi’nde Atina tezlerini sonuna dek propaganda etmek ve kişisel dostluklar edinmek olanağı buldu. John Brademas’ın Türkiye sevgisi (!) geçmişe dayanmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hemen ardından öne geçen Brademas, hem Türkiye’ye, hem de Kıbrıslı Türklere karşı ambargo yasalarının çıkmasını sağlamıştı. ABD hazinesinden milyonlara varan dolarlar ve AB fonlarından milyonlara ulaşan Avro’lar alan, QuantumSoros’un en büyük parasal desteğine sahip olan TESEV, ABD tarafından en çok desteklenen ARI Derneği ile birlikte daha birçok TC aleyhtarını İstanbul’a taşımıştır. Bunların içinde en önemli Türk düşmanı ise Yunan asıllı Amerikalı John Sitilidesf’tir. Sitilides, Abdullah Öcalan’ın teslim günlerinde Türkiye aleyhine imza toplayarak, Amerikan Başkanı’na veren kişidir. Alan Makowsky gibi, TESEV konuğu İsrail destekçilerini, “Ordu Siyaset’’ uzmanı İngilizleri bu köşe yazısına sığdıramayız... Onlarla ilgili bilgi kitapta yeterince var... ‘PKK olumlu adım attı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ABD’nin PKK ile mücadele özel temsilcisi Joseph Ralston, terör örgütünün ateşkes kararını, ‘‘Bu olumlu bir ilk adım’’ sözleriyle değerlendirdi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ise Ralston’a, PKK ile mücadele konusunda ‘‘Bu bir oyalama egzersizine dönüşmemeli’’ dediği belirtildi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dün ABD’nin terörle mücadele özel temsilcisi Joseph Ralston’ı Dışişleri Bakanlığı Konutu’nda kabul etti. Görüşmeye Türkiye’nin terörle mücadele koordinatörü emekli Orgeneral Edip Başer de katıldı. Ralston ve Başer, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. Başer, görev tanımı içinde olan terörle mücadele ko ? Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dün ABD’nin terörle mücadele özel temsilcisi Joseph Ralston’ı Dışişleri Bakanlığı Konutu’nda kabul etti. Gül, Ralston’dan, PKK’ye karşı mücadelenin sonuçsuz bir süreç haline gelmemesini istedi. Ralston ise kısa zamanda somut adım atacaklarını söyledi. PKK’nin ateşkesini olumlu bir adım olarak nitelendiren Ralston, askeri seçeneğin masada olduğunu ancak bunun asla yapılacak ilk şey olmadığını ifade etti. nusunun önemli noktaları üzerinde Ralston ile mutabakatlarını bir kez daha tazelediklerini söyledi. Ralston da açıklamasında Başer’le ikinci toplantılarını yaptıklarını, ancak süreç içinde telefon ve elektronik postayla irtibatın devam ettiğini söyledi. ABD’nin terörün ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu bildiğini ifade eden Ralston, bu sorunu çözmek için Türk tarafıyla tam işbirliği içinde olduklarını ifade etti. İkili daha sonra soruları yanıtladı. Ralston ‘‘Irak’a gittiğinizde Kürt yetkililerle PKK’nin silah bırakmasına ilişkin herhangi bir görüşmeniz oldu mu’’ sorusuna, ‘‘Bölgede ziyaretimde birçok Iraklı yetkili ile görüştüm. Başbakan, yardımcısı ve Savunma Bakanı ile çeşitli temaslarda bulundum’’ yanıtını vermekle yetindi. Ralston, ‘‘ABD’nin ateşkesi nasıl değerlendirdiği’’ sorusu üzerine ise ‘‘Bu olumlu bir ilk adım. Ancak bu sorunu tümden halletmeye yetmez, çünkü PKK halen Irak’ta faaliyet gösteriyor’’ dedi. Edip Başer ise PKK’ye karşı askeri operasyonun gündemde olup olmadığı sorusuna, ‘‘Askeri seçenek de masada, zamanı ve yeri geldiğinde her iki tarafın da onayıyla böyle bir operasyon da gündem dışı değil’’ yanıtını verdi. Başer, Ralston ile görüşmelerinin kaydedeceği aşamaya bağlı olarak Irak tarafının da görüşmelere katılacağını söyledi. Ralston ise askeri seçeneğin masada olduğunu ancak bunun asla yapılacak ilk şey olmadığını ama gerekirse bunu önerebilecek lerini vurguladı. Başer bunun ardından kendisine yöneltilen ‘‘Yakın bir süreçte somut adım atılacak mı? Bu konu gündeme geldi mi? Mahmur Kampı gündemde’’ sorusuna, ‘‘Evet söylediğiniz seçenek görüşülmüştür. Yakın süreçte sonuç alınmasını bekliyoruz’’ yanıtını verdi. Gül’den çağrı Edinilen bilgilere göre Gül, görüşmede, ‘‘Koordinatörlük müessesesinin bir oyalama müessesesine dönmesine müsaade etmemeliyiz, her aşamada somut sonuçların ortaya çıkması beklentimiz var. Bunların takipçisi ve destekleyicisi olacağız’’ dedi. Gül, Ralston’a her türlü zorluğa karşın ‘‘mutlaka başarılı olacağı’’ inancını da dile getirdi. 25 YAŞ DEĞİŞİKLİĞİ GEÇTİ İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN C HP’DEN MUHALEFET ŞERHİ: Genel seçimler 4 Kasım 2007’de ? Erken seçim kararı alınmaması durumunda genel seçimler 4 Kasım 2007 tarihinde yapılacak. TBMM Genel Kurulu’nda seçilme yaşının 25’e düşürülmesine ilişkin madde 414 evet oyuna karşılık 23 ret oyuyla kabul edildi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda, Milletvekili Seçimi Yasası’nda yapılan değişiklikle genel seçimlerin kasım ayının ilk pazar günü yapılması benimsendi. Buna göre, erken seçim kararı alınmaması durumunda 2007 yılında genel seçimler 4 Kasım’da yapılacak. Milletvekili seçilme yaşını 25’e indiren anayasa değişikliği de genel kurulda kabul edildi. CHP ile uzlaşan AKP, dün bağımsız adayların birleşik oy pusulasında yer almasını öngören Milletvekili Seçimi Yasası’nda değişiklik öngören yasa önerisini hızla TBMM Genel Kurulu’na getirdi. Görüşmeler sırasında verilen bir önergeyle, Milletvekili Seçimi Yasası’nın 6. maddesinde yer alan ‘‘Her seçim döneminin son toplantı yılının 3 temmuz günü seçimin başlangıç tarihidir ve ekim ayının ikinci pazar günü oy verilir’’ hükmü, ‘‘Her seçim döneminin son toplantı yılının 20 temmuz günü seçimin başlangıç tarihidir ve kasım ayının birinci pazar günü oy verilir’’ biçiminde değiştirildi. Buna göre, erken seçim kararı alınmaması durumunda genel seçimler 4 Kasım 2007 tarihinde yapılacak. AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, değişikliğin Yüksek Seçim Kurulu’nun isteği üzerine CHP ile uzlaşılarak yapıldığını açıkladı. Kabul edilen yasa önerisine göre, bağımsız adaylara seçim pusulasında son sıradaki siyasi partiden sonra yer verilecek. Bir seçim çevresinde birden fazla bağımsız aday varsa, sıra aralarında çekilecek kurayla belirlenecek. Başta ve ortada bağımsız adayın adı ve soyadı yazılacak. Belirli bir aralık veya çizgiden sonra çapı iki santimetre olan bir boş daire basılıp, bunların altı çizilecek. Birden fazla bağımsız aday sütunları arasında, yarım santimetre ve iki çizgi ile belirlenmiş bir aralık bulunacak. Vakıflar Yasa Tasarısı laikliğe tehdit ? Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyeleri, Vakıflar Yasa Tasarısı’na muhalefet şerhi koydu. CHP’li milletvekilleri, AKP’nin, vakıfları laiklik karşıtı örgütlenmenin ana kaynağı yapmak istediğini vurguladılar. EMİNE KAPLAN namikzafer@yahoo.com Aşçı’nın yaşamı tehlikede İstanbul Barosu üyesi avukatlar, tecride karşı ölüm orucunun 192. günündeki meslektaşları için Adalet Bakanı Çiçek hakkında suç duyurusunda bulundu İstanbul Haber Servisi İstanbul Barosu üyesi avukatlar, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in cezaevlerindeki tecrit sorununun çözümüne ilişkin somut adım atmayarak ölüm orucunun 192. gününde olan meslektaşları Behiç Aşçı’nın yaşamını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulundular. Sultanahmet’teki İstanbul Adliyesi önünde bir araya gelen Tecrite Karşı Dayanışma Komitesi üyeleri adına açıklama yapan avukat Şükriye Erden, tecritin neden olduğu sorunların ve ölüm oruçlarının sona erdirilmesi için baro başkanlarından oluşan bir heyetin Adalet Bakanlığı’ndan günlerdir görüşme talep ettiklerini anımsattı. Adalet Bakanı Çiçek’in baro başkanları ve avukatların tüm randevu taleplerini görmezden geldiğini dile getiren Erden, “Meslektaşımız Aşçı cezaevlerinde yaşanan sorunlara dikkat çekmek amacıyla başladığı ölüm orucu eyleminin 192. günündedir. Sağlık durumu gün geçtikçe daha kötüye gidiyor” dedi. Demokratik kitle örgütlerinin ve baroların tüm girişimlerini görmezden gelen Çiçek’in görevini ihmal ederek kasten adam öldürme, işkence ve görevini kötüye kullanma suçlarını işlediğini ifade eden Erden, şöyle devam etti: “Adalet Bakanı, meslektaşımız Aşçı’nın yaşamını tehlikeye atmaktadır. Bugüne kadar çözüm için hiçbir çaba göstermemiştir. Ağır ve açık insan hakkı ihlali olan tecriti sürdürmesi ve meslektaşımızın yaşamını hiçe sayması hukuka ve adalete olan inancımızı yitirmemize neden olmuştur.” Yaşanacak tüm olumsuzlukların tarihsel ve hukuksal sorumluluğunun Adalet Bakanı’na ait olduğunu söyleyen Erden, Çiçek’i suç işlememeye, avukatlık mesleğine daha fazla zarar vermemeye çağırdıklarını söyledi. ANKARA CHP’li milletvekilleri, Adalet Komisyonu’nda kabul edilen Vakıflar Yasa Tasarısı’na muhalefet şerhi koydu. AKP’nin vakıfları dokunulmazlık ve sınırsız olanaklarla donatarak laiklik karşıtı örgütlenmenin ana kaynağı yapmak istediği vurgulanan şerhte ‘‘Gürcistan ve Kırgızistan ve benzeri örneklerle bu vakıfların neler yapabildiği görülmüştür’’ denilerek ‘‘Soros’’ uyarısı da yapıldı. TBMM Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyelerinin Vakıflar Yasa Tasarısı’na verdikleri muhalefet şerhinde, şu görüşlere yer verildi: Tasarının getirilişinin birkaç nedeni ve amacı vardır. Bunlardan birisi AB’nin azınlık vakıfları ve yabancı vakıflar konusunda yapmış olduğu baskıdır. AB müktesebatı içerisinde Vakıflar Yasası diye bir bölüm bulunmamaktadır. Öncelikle üniter devlet olan Türkiye’de azınlıkların tüzelkişiliğinin olmasından bahsedilemez. Hiçbir üniter devlette azınlıkların tüzelkişilikleri yoktur. Böyle bir paralel devletçiliğin varlığı üniter devletin inkârıdır. Vakıflar Yasası’nda sorun sadece azınlık vakıfları ile ilgili düzenlemeler değildir. Yabancı vakıflar ve yabancıların kuracağı vakıflar ile ilgili dü zenlemeler de büyük sorunlar taşımaktadır. Tasarıyla, yabancı vakıflar Türkiye’de şube açabilecektir. Bunların Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının izni ve bilgisi dahilinde olmaları ve yapılan ekonomik transfer ve faaliyetlerinin kontrol altına alınması gerekir. Aksi halde Gürcistan ve Kırgızistan ve benzeri örneklerle bu vakıfların neler yapabildiği görülmüştür. Tasarıyla yabancıların oluşturduğu kurula vakıf kurma olanağı getirilmiştir. Ama bu vakıflar Türk vakfı niteliğinde olacaktır. Bu vakıflar, sınırlamaya tabi olmadan Türkiye’de gayrimenkul edinebileceklerdir. Böyle bir düzenleme ile önemli toprakların ve stratejik yerlerin yabancılara geçme olasığı vardır. Bu vakıfların dış yardım alma, yurtdışı faaliyeti, uluslararası birlik, üst birlik kurma hakları da nazara alındığında tablonun vahameti ortaya çıkar. AKP tüm eleştirilere rağmen tasarıda ısrarcı olmuştur. Bunun nedenlerinden biri, vakıflar bir laiklik karşıtı örgütlenmenin ana kaynağı yapılmak isteniyor. Vakıflar, geniş olanak ve dokunulmazlıklarla donatılmıştır. Bunu örgütlenme platformu olarak kullanmak istemektedirler. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında şube ve temsilcilik açılmasında ısrar edilmesinin nedeni budur. asirmen?cumhuriyet.com.tr ABTÜRKİYE MÜZAKERELERİ Rum yönetimi frene basacak LEFKOŞA (AA) Kıbrıs Rum yönetimi, Ankara’nın, limanlarını ve havaalanlarını Rum gemi ve uçaklarına açma zorunluluğunu yerine getirmedikçe, TürkiyeAB üyelik müzakerelerinde frene basacaklarını açıkladı. Rum hükümet sözcüsü Hristodulos Pashardes, ‘‘Amacımız, en azından 8 Kasım’a dek TürkiyeAB üyelik müzakerelerinde geriye kalan 34 başlıktan hiçbirini ele almamak’’ dedi. Rum sözcü, Yunanistan ile birlikte Brüksel’deki AB ülkeleri büyükelçilerine sanayi başlığında yapılacak müzakerelerin açılmayacağını bildirdiklerini söyledi. AB Komisyonu’nun, 8 Kasım’da, Türkiye ile sürdürülen müzakereler konusunda bir ilerleme raporu yayımlaması bekleniyor. Fransız Parlamentosu, düşünce özgürlüğünü, insan haklarını çiğneyen bir kanunu kabul etti. Meclisin küçük bir azınlığı tarafından kabul edilmiş de olsa, henüz kesinleşmemiş de olsa bu kanun, Fransa gibi düşünce özgürlüğüne beşiklik etmiş bir ülke açısından ayıptır. “Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi suç sayan ve ceza vermeyi amaçlayan bir kanun nasıl çıkarılabilir? Bu konu tarihçilere, araştırmacılara bırakılmalı diyen onlar değil miydi? Bir Fransız tarihçinin kararı protesto eden tutumunu bizim gazetelerimiz ve televizyon kanallarımız haklı olarak “yürekli bir aydın” tanımlamasıyla haber yaptılar. Bir bilim insanı rüzgâra karşı durduğu için Türkiye’de sevgiyle karşılandı. Acaba Fransızlar Fransız tarihçinin tutumunu nasıl karşıladılar? Tahmin ediyorum ki, yalnızca küçük bir milliyetçi azınlık tepkiyle karşılamıştır. Aydın zaten biraz da genel geçer fikirlere, sıradanlığa karşı durabilen insan de Bir Karar, Bir Ödül... ğil midir? Fransız tarihçi bir aydın tipidir. Kendi meclisinin yanlış kararına, ülkesindeki milli önyargılara karşı durabildiği için yürekli bir tutum almıştır. Sonuç olarak Fransa Meclisi’nden geçen kanun, Avrupa’nın demokratik değerlerine de aykırıdır. Düşünceyi, bir konuda çoğunluğa ters düşen bir görüşü cezalandırmayı suç sayıyor. Tartışmayı önlüyor, gerçeklerin ortaya çıkmasının önüne set koyuyor. Bu kanunun Voltaire’in Fransa’sına bir şey kazandırmayacağı açıktır. Bu girişim Fransa’nın özgürlükçü tarihine düşmüş kara bir lekedir. ??? Fransız Meclisi’nin düşünceyi ve tartışmayı yasaklayan kararının üzüntüsünü yaşadığımız dakikalarda, bir mutlu ödül haberi de bütün dünya ajanslarının haber bültenlerinin üst sıralarında yer alıyordu. Dünya ajansları Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığını duyuruyorlardı. Bu ödülün, ülkemizin büyük çoğunluğunda sevinç yaratırken bazı kesimlerde burukluk, bazı kesimlerde de öfke yaratacağını tahmin edebiliriz. Halbuki ben hangi görüşten olursak olalım, dünyanın en büyük edebiyat ödüllerinden birisinin bir Türk yazarı tarafından kazanılmasının bizleri mutlu etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu ödülle Türk edebiyatı dünya birinci ligine çıkmış oluyor. Türkçeye, ülkemizin yazarlarına artık her zamankinden daha çok ilgi olacaktır. Edebiyatımız daha çok konuşulacak, okunacaktır. Bu mutluluğu paylaşmalıyız. Ödülün “siyasi olduğu” da söylenecektir. Bu ödül her şeyden önce bir edebiyat ödülüdür. Asıl olan Orhan Pamuk’un eserlerinin edebi değeridir. İşin hiç mi siyasi yanı yoktur diye sorarsanız, bence mutlaka vardır. Nitekim ödül komitesi de “Pamuk’un, ülkesinin melankolik ruhunu arayışında, kültürler çatışmasını ve kesişmesini anlatımında yeni semboller bulduğu’’nu gerekçe göstererek bu ödülü ona vermeyi uygun gördüğünü açıkladı. Orhan Pamuk, birçok önemli sanatçımız ve yazarımız gibi eleştirel tavırlarıyla da tanınıyor. Zaten bütün yazarların eserlerine, kendi içinde yaşadıkları topluma ilişkin dertleri, kaygıları, tepkileri, sevinçleri yansır. Yaşar Kemal’de de, Nâzım Hikmet’te de, Yılmaz Güney’de de, Aziz Nesin’de de toplumsal düzene ilişkin eleştiriler, tasvirler, insan tipleri vardır. Bu nedenle de kurulu düzenin hedefi haline gelmişler, çok acılar çekmişlerdi. Tehditler almışlar, hapishanelerde yatmışlardı. Sanatçı biraz da “aykırı” kimliğiyle, “ters” kimliğiyle sanatçıdır. Orhan Pamuk’un bazı söylediklerine kızabilirsiniz, Yaşar Kemal’in eleştirel tutumundan rahatsız olabilirsiniz, Yılmaz Güney’in sivri sözlerinden hoşlanmayabilirsiniz, ama bu onların büyük sanatçılar olduğu gerçeğini değiştirmez. ??? Fransız Meclisi’nin kararı bir ayıptır. Bu ayıp Fransızların çok başını ağrıtacaktır. Türkiye, bu kararla mağdur edilmiştir, ancak haksızlığa uğradığı için önemli bir destek kazanacaktır. Nitekim, AB dahil birçok Avrupa ülkesinin önde gelen siyasetçileri bu tutuma karşı çıkıyorlar. Orhan Pamuk’un kazandığı büyük ödül, ülkemiz adına büyük bir mutluluktur. Bu ödülü bireysel olduğu kadar, Türkçemizin, edebiyatımızın bir büyük başarısı saymalıyız. Bundan Türkiye kazançlı çıkacaktır. Fransız Meclisi’ni kınıyor, Orhan Pamuk’u kutluyoruz... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle