19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 OCAK 2006 PAZARTESİ 4 HABERLER Albayraklar’a satışın iptaline ilişkin mahkeme kararını uygulamayan Metin Kilci, yargıda hesap verecek 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Balıkesir’de SEKA sevinci ? Balıkesir SEKA’nın Albayraklar AŞ’ye satışı sırasında yaşananların tam bir rezalet olduğunu belirten CHP Miletvekili Orhan Sür, “51.2 milyon dolar değerindeki fabrikanın 1.1 milyon dolara satışı, satışın iptaline yönelik kararların uygulanmaması, tam bir skandal” dedi. COŞKUN YAMAN Yorum Farkı... NTV’de yayımlanan ‘‘Yorum Farkı’’ programını kaçırmamaya çalışarak dikkatle izliyorum. Sayın Prof. Emre Kongar ile Sayın Mehmet Barlas’ın karşılıklı görüşlerini, düşüncelerini öne sürdükleri program, şu anda yayında olan en iyi programların bence başında geliyor. İki uygar insanın çok düzeyli ve çok nitelikli bir programla ilgi çekmeleri, başarılı yayıncılığın önemli bir örneği. Düzeysiz ve niteliksiz bunca programın ‘‘Ne yapalım, halk bunu istiyor’’ diye pompalandığı bir dönemde, ‘‘Yorum Farkı’’, durumun hiç de öyle olmadığını gösteren parlak bir örnektir. ‘‘Yorum Farkı’’ izleniyor, beğeniliyor ve daha çok sürmesini istiyorum, bekliyorum. Mehmet Barlas, günümüzün ‘‘popüler kültürü’’nü yansıtan bir tutum izliyor. Ele aldıkları her konuda ‘‘uzlaşmacı’’, ‘‘durumu kolaylaştırıcı’’, ‘‘kimseyi rahatsız etmemeye özen gösteren’’, kimi zaman ‘‘sivri noktaları törpüleyip geçiştiren’’, ‘‘çatışmadan uzak kalmaya çalışan’’ bir yol izliyor. Olaylar karşısındaki ‘‘yorum’’u böyle. Emre Kongar ise insanlık tarihinin evrensel kültürüne sahip çıkıyor. Ele aldıkları her konudaki ‘‘çelişkileri ortaya koyuyor’’, ‘‘uzlaşma ve çatışmada ne gerekiyorsa onu yapıyor’’, ‘‘durumu kolaylaştırmaya çalışmadan irdeliyor’’, ‘‘doğrudan yana ödünsüz tavır almaktan çekinmiyor’’, ‘‘sivri noktaları sivri bir dille belirtmekten kaçınmıyor’’, ‘‘çatışmayı göze alıyor’’. Olaylar karşısındaki Emre Kongar yorumu da böyle. Kanımca program ‘‘yorum farkı’’nı değil, ‘‘eksen farkı’’nı yansıtıyor. Mehmet Barlas ‘‘günü kolaylaştırıcı’’ bir tutum içinde, Emre Kongar ise ‘‘günü, öncesi ve sonrası ile inceleyici’’ bir tutum içinde görünüyorlar. Programı yürüten iki kişi de zaman zaman çok karşıt, kimi zaman da yaklaşan tutumlarını örnek bir uygarlık içinde ortaya koyuyorlar. Toplumun birçok kesiminde yürütülen tartışma sahiplerinin görüp örnek almaları gereken olgunlukta uygar davranışlardır bunlar. Spor sahalarından parlamentoya kadar yansıyan pek çok davranışın örnek alması gereken bir tutum ve dil düzeyi sergileniyor ‘‘Yorum Farkı’’nda. Her televizyon yayını aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk taşıyor. Televizyonlar, radyolar, filmler, tiyatro oyunları, resim sergileri, müzik yapımları, her kültürel etkinlik, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk taşıyor. Her yapım, bu sorumluluğu, kendi anlayışı, kendi amacı, kendi çapı ile orantılı olarak taşıyor. Banu Alkan’la (popüler kültürün Afrodit’i) sevgilisi Murat Bey arasında yaşananlar da bir TV programıdır, NTV’de izlediğimiz ‘‘Ağlayan Deve’’ ya da ‘‘Küba’’ filmleri de. Elbette isteyen istediğini izler ama isteyip izleyenler arasında da dağlar kadar fark olur. Umberto Eco ile Kardinal Carlo M. Martini arasında yapılan karşılıklı görüşmeler de bir kitap olarak yayımlandı: İnanç ve İnançsızlık Umberto Eco ve Kardinal Martini (1001 Kitap YayınlarıAralık 2005). Bu kitapta biri laik (Umberto Eco), diğeri teolog din adamı (Kardinal Martini) olan iki kişi arasında ‘‘doğum ve yaşama hakkı’’, ‘‘kadınların din adamı olması’’, ‘‘laik ahlakdinsel ahlak’’ konularındaki farklı görüşleri açıklanıyor. Orada da bu iki düşünce insanının nasıl bir kültürle donanmış oldukları, birbirinden farklı görüşleri açıkça ama son derece saygıyla açıkladıkları dikkat çekiyor. İşte toplumların aydınlatılması böyle oluyor, örnekler böyle ortaya konuyor. Uygar dünyaya katılmak isteyenler, önce uygarlığın ne olduğunu öğrenmek ve anlamak zorundadırlar. Uygarlık, kendisinden başkasını anlamak istemek, anlamaya çalışmak, değer vermek, ona da kendisi gibi ve kendisi kadar yaşama hakkı vermeye çalışmak olarak da tanımlanabilir. Ancak bu tanım kabul edilip yaşama geçirildikten sonradır ki uygar bir yaşam olabilecektir. Dürüstlük, çalışkanlık, dayanışma, sevgi, saygı, birbirini anlama, kendine ve birbirine değer verme, geniş bakış açısı, sevecen bir yürek ancak o zaman olabilecektir. Yorum farklarımızı bilerek, ne için ve nasıl yaşadığımızı anlayarak yaşamalıyız. Mutlu isek nasılını, mutsuz isek nedenini anlayarak yaşamalıyız. Hep birlikte nasıl yaşayacağımızı düşünmeliyiz. İnsanların gerçek bayramı da bunu bilmektir, bunu yaşamaktır. İnsanlığın ortak bayramı da o zaman yaşanacaktır. email: erdalatak?superonline.com erdalatak?gmail.com www.erdalatabek.com BALIKESİR Danıştay 1. Dairesi’nin, Balıkesir SEKA’yı değerinin çok altında bir fiyatla Albayraklar AŞ’ye satışının iptaliyle ilgili mahkeme kararlarını uygulamayan Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci hakkında soruşturma izni vermesi, Balıkesir’de sevinçle karşılandı. CHP Balıkesir Milletvekili Orhan Sür, ‘‘Maliye Bakanı Kemal Unakıtan sürekli ola rak kendi yandaşlarını korumaya çalışıyor, ama yargı gereken kararları alıyor’’ dedi. SEKA konusunda yaşananların tam bir ‘‘rezalet’’ olduğunu savunan Sür, ‘‘51.2 milyon dolar değerindeki fabrikanın 1.1 milyon dolara satışı, satışın iptaline yönelik kararların uygulanmaması, Unakıtan’ın bu konuda görevini yapmayan bürokratını korumaya alması tam bir skandal. Zaten Unakıtan’ın neyini tartışacaksın, hangi yaptığı doğru ki? Türkiye’yi çadır devleti gibi yönetmek istiyorlar, ama buna izin vermeyeceğiz. Mücadelemizi sürdüreceğiz’’ diye konuştu. Türkİş İl Temsilcisi Hüseyin Akyüz, ülkedeki özelleştirmelerin peşkeşe dönüştüğünü, yargının ardı ardına verdiği kararlarla bir kez daha gösterdiğini söyledi. Kararla, Unakıtan’ın ‘‘zırhının delindiğini’’ belirten Akyüz, ‘‘Balıkesir SEKA’daki özelleştirme skandalında da ihmali ve suçu olan herkesin yargı lanması gerekir. Bundan sonraki özelleştirmelerde daha titiz davranılmasını istiyoruz. Kamu yararı yoksa özelleştirme yapılmasın’’ diye konuştu. Akyüz, Albayraklar’ın yargı kararları doğrultusunda fabrikayı kamuya devretmesi gerektiğini vurguladı. Davayı açanlardan eski SEKA işçisi Zafer Ateş de Danıştay’ın son kararıyla birlikte Maliye Bakanı Unakıtan’a da Yüce Divan yolunun açılması gerektiğini savundu. Fes hedilen SEKA Meslek Okulu Mezunları Derneği’nin eski başkanı da olan Ateş, ‘‘Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, ‘Bugüne kadar hakkımda yapılan suç duyurularının hepsi için takipsizlik kararı verildi. Hiç birinin yargıya gitmesine gerek görülmedi’ diyordu. Şimdi yargı yolu açıldı. Bu kararla birlikte Maliye Bakanı Unakıtan için de ileride dokunulmazlığının kalkmasıyla birlikte Yüce Divan’ın yolu göründü’’ dedi. Fehmi Koru telefon edip ‘‘Bir yemek davetim var, gelir misin’’ diye sorduğunda evet demiştim. Ardından, ‘‘Başbakan’ı da davet ettim, sanırım zamanı olursa gelecek’’ dedi. Koru, daha sonra bu yemek davetini, İstanbullu meslektaşlarına bir jest olarak açıkladı. Kendisi Ankaralı olduğu için İstanbul’a geldiğinde hep ağırlandığını, bu nedenle kendisinin de yılbaşı nedeniyle böyle bir davet düzenlediğini söyledi. Yemeğe kimlerin çağrılı olduğunu bilmiyordum. Gittiğimde gördüm. Hemen her gazeteden bir kişi çağrılmıştı diyebilirim. Yemek başlarken görüşmenin ‘‘off the record’’ olduğu söylendi. Ben de kurala uyarak notlarımı tuttum, ancak ilk gün yazmadım. Ertesi gün baktığımda Mehmet Barlas Sabah’ta, Enis Berberoğlu Hürriyet’te, İsmet Berkan Radikal’de, Nazıl Ilıcak Bugün’de görüşmeye ilişkin izlenimlerini ve notlarını yazmışlardı. Fehmi Koru da bu daveti neden verdiğini anlatmıştı. Zaten Başbakan’la yemekte konuşulanların yazılmayacak özel bir tarafı da yoktu. Yine de kurala uymayı tercih ettim. Başbakan’la Konuşmadan İzlenimler Tayyip Erdoğan, hemen her gün söylediklerinin ötesinde yeni bir şey söylememişti. Önemli olan, kendisine sormak istediğimiz pek çok şeyi birinci elden sormak ve dinlemek olanağını bulmamızdı. ??? Tartışma ve eleştirilerin ilki, Yücel Aşkın nedeniyle yargıya müdahale edilip edilmediği konusundaydı. ‘‘Sayın Yücel Aşkın’la bir mücadelemiz varmış gibi gösteriliyor’’ diyerek kendisini savunmaya çalıştı. Bu konuda hiç konuşmadığını, halbuki CHP lideri Deniz Baykal dahil bütün CHP yönetiminin, rektörlerin, Barolar Birliği’nin Van’a ziyarete gittiklerini ve bunun yargıya müdahale olarak görülmediğini, kendisi anayasanın 138. maddesini hatırlatınca böyle yorumlar yapıldığını ifade etti. Kendisinin konuşmasının ardından soruşturmaların açılması konusundaki hatırlatmalar üzerine, ‘‘tamamen tesadüf’’ diyerek karşılık verdi. Bu arada kendisinin tutuklandığı dönemdeki gelişmeleri hatırlattı. Mahkeme sonuçlanıncaya kadar TÜSİAD’ın o zaman bir açıklama yapmadığını belirtti. Ancak karardan sonra bir bildiri yayımlandığını vurguladı. Başbakan’la konuşulan ikinci önemli konu, zina ve içki yasağı konusunda oldu. Bu konularda toplu bir eleştiriden söz edilebilir. Başbakan, kendilerinin içki konusunda hiçbir yasak getirmediklerini söyledi, bu konuda sorunu olan varsa beni arasın dediğini anımsattı. ??? Başbakan’a Avrupa Birliği’nden gelen heyetler konusunda, ‘‘Benim davama neden gelmiyorlar, yargıya müdahale ediyorlar’’ sözlerini hatırlattım ve ‘‘Düşünceye yönelik davalar açıldığı sürece gelecekler, ayrıca geçmişte sizin için gelmemişlerse, bundan sonra düşünce özgürlüğü davalarını izlemesinler mi?’’ dedim. Onların gelmesini istemediğini, çifte standartlı olduklarını, ayrıca kendi ülkelerinde yargıya böyle müdahale etmediklerini tekrarladı. 301. madde konusunda da Başbakan’ın süreci bekleme niyetinde olduğu anlaşılıyor. O zaman ardı ardına açılan ve düşünceyi hedef alan davalar devam edip gidecekti. Kemal Kerinççi’ye uygun bir ortam varlığını sürdürecekti. İsmet Berkan’ın eski 159. maddeye yeniden dönelim önerisini not aldı. Konuşacaklarını ifade etti. ??? Şemdinli konusunda sorduğum soruya aldığım cevap tatmin edici değildi. Başbakan, geçen zaman içinde Şemdinli konusunda ‘‘ikna edilmiş’’ gibiydi. Asıl tepkileri, oradaki eylemlere ve eylemcilere yönelikti, ‘‘Susurluk’’ benzetmelerinden hoşlanmadığı gibi, ‘‘devlet içinde çeteleşme’’, ‘‘gideceği yere kadar gidilecek’’ vurguları uzaklarda kalmıştı. Bir siyasi affın mümkün olmadığı, Kürt sorununa ilişkin yeni açılımların pek de bek lenmediği söylenebilirdi. Kıbrıs konusunda Türkiye’nin tutumu çok netti: KKTC’ye yönelik ambargolar kalkmadıkça, limanlar açılmayacak ve ek protokol imzalanmayacaktı. ??? ABD’li yetkililer ardı ardına neden geliyorlardı? Başbakan’a göre, bizim açımızdan abartılacak bir durum olduğu söylenemezdi. Türkiye, Suriye ile yeni anlaşmalar imzalamaya devam ediyordu. Mayınlar Türkiye tarafında da temizlenecekti. Türk müteahhitleri Filistin’in imarı için devreye girmişlerdi. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda hükümetin pek bir niyeti olmadığı izlenimini edindim. Hükümet toptan bir paketten yanaydı. Yalnızca siyasetçilerin dokunulmazlığının kaldırılmasını doğru görmüyorlardı. Başbakan, CHP’ye, bürokratların da normal yargıda yargılanacakları bir paket önerdiklerini ve kabul görmediğini söyleyerek durumu savundu. ??? Sonuç olarak, yeni olan ne vardı derseniz, yeni bir şey duymadım diyebilirim. Polis panzerinin ezdiği gencin ailesine tazminat MERSİN (Cumhuriyet) Mersin Valiliği, 2002 yılındaki nevruz olaylarında polis panzerinin ezdiği Mehmet Şen’in ailesine 14 bin 500 YTL tazminat ödeyecek. 2002 yılında dönemin Mersin Valisi Akif Tığ, güvenlik gerekçesiyle kentte yapılmak istenen Nevruz kutlamalarına izin vermemiş, bunun üzerine birçok yerde protesto gösterileri düzenlenmişti. Bu gösterilerden birinde 36 yaşındaki Mehmet Şen, olaylara müdahale eden polis panzerinin altında ezilerek yaşamını yitirmişti. Olay sonrasında Mehmet Şen, hazırlanan resmi rapora göre 8’de 8 kusurlu bulunmuş, panzeri kullanan polis Ergün İlhan hakkında beraat kararı verilmişti. Bu gelişmelerden sonra Can ailesi, 5233 Sayılı Terörden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Yasa’dan yararlanmak üzere yaptığı başvuruya olumlu yanıt aldı. Mersin Valiliği, Can ailesine yasa kapsamında 14 bin 500 YTL tazminat ödemeyi teklif etti. Teklif aile tarafından kabul edilerek karşılıklı sulhname imzalandı. TECRİDE 121 KURBAN VERİLDİ Cezaevlerinde bir ölüm daha İstanbul Haber Servisi Cezaevlerindeki tecridin sona erdirilmesi istemiyle ölüm orucu eylemi yapan Sincan F Tipi Cezaevi’nde tutuklu Serdar Demirel, yaşamını yitirdi. F tipi cezaevlerinin kapatılması istemiyle 6 yıldır süren ölüm orucu eyleminde yaşamını yitirenlerin sayısı Demirel ile birlikte 121’e yükseldi. Halkın Hukuk Bürosu’ndan yapılan yazılı açıklamada, tutuklu ve hükümlülerin tecride karşı başlattığı ölüm orucu eyleminin sürdüğü belirtilerek ‘‘Tecrit öldürmeye, F tipleri can almaya devam ediyor. Bu gerçek her geçen gün yeni bir ölümle AKP iktidarının yüzüne çarpıyor. Tam 6 yıldır, gençyaşlı, kadınerkek, yok sayılan tecrit işkencesini anlatmak için ölüyor. İşte 121. ölüm’’ denildi. 1964 yılında Çankırı’da doğan ve 1991 yılında tutuklanan Serdar Demirel’in 19 Aralık 2000’den itibaren Sincan F Tipi Cezaevi’nde kaldığı ifade edilerek Demirel’in burada 9 Mayıs 2005’te ölüm orucuna başladığı anlatıldı. Açıklamada, ‘‘Müvekkilimiz, kendisine zorla müdahale işkencesi sürerken 6 Ocak’ta yaşamını yitirdi. Demirel zorla tıbbi müdahale sonucu katledildi. Zorla müdahale bir insanlık suçudur. Bilimsel namusunu yitirmiş doktorları uyarıyor, Tabipler Birliği’ni göreve çağırıyoruz’’ denildi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle