19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Depolama tesisi olmayan Enerji Bakanlığı, özel şirketlerden depolama taahhüdü istiyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Doğalgazda büyük çelişki AYKUT KÜÇÜKKAYA ‘Sattım’ Ülke ekonomisine 2005’te tam anlamıyla ‘‘damgasını vuran’’ önemli olay, özelleştirme işlemleriydi. O kadar ki ekonomide yıllarca devam eden özelleştirme süreci bu yıl çok ileri aşamalara taşındı. Ancak alınan sonuç, bir taraftan çok sayıda karanlık noktayı içinde taşıyor; bir taraftan da ülkenin ekonomik ve siyasal geleceğini karartıyor. Uygulamanın karanlık noktaları oldukça fazladır. Ancak bunların içinde birkaçı var ki, hiçbir ölçüye girmez; hiçbir biçimde kabul edilemez. Örneğin, TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76’sının satışının, var olan hukuk düzenlemelerine ‘‘aykırılık oluşturduğunu’’, SPKSermaye Piyasası Kurulu saptadı. Bu satışta saydamlık kuralı çalıştırılmadı. TÜPRAŞ’ın bu payını satın alan firmanın, pay senetlerinin piyasa fiyatı dalgalanmalarından yararlanarak 45 yüz milyon dolarlık ek getiri sağlayabileceği; ayrıca, daha sonra çıkarılan kurumlar vergisinin on puan da indirilmesiyle daha az vergi ödeyerek yine yüz milyonlarca dolarlık ek gelir elde edebileceği de bilinen gerçeklerdir. Çok önemli olmakla birlikte, TÜPRAŞ yalnızca onlarca yanlış uygulamanın ‘‘bir’’ örneğidir. Tüm özelleştirme uygulamalarında az ya da çok TÜPRAŞ benzeri karanlıklar yaşanmaktadır. Kuşadası Limanı’ndan Galataport’a uzanan bir dizi liman özelleştirmesi uygulamasıyla ‘‘denize kazık dolgu yaparak yer kazanma ve liman içinde denize sıfır turistik işyeri yapma’’ yoluna gidilmektedir. Özelleştirme ile öngörülen daha etkili liman işletmeciliği, yerini işyeri inşası ve kiralanmasına bırakmaktadır. ??? Türkiye, varını yoğunu satıyor; kamu kuruluşları elden çıkarılıyor; kamuözel ayırımı yapılmadan en büyük üretim birimlerinin, üretim değeri olarak yarıya yakını yabancılara satılıyor. Günümüzde ekonomik ilerleme teknolojik yeniliğe ve ilerlemeye dayanıyor. Teknolojik ilerlemenin temelini telekomünikasyon oluşturuyor. Türkiye’nin telekomünikasyon kuruluşlarının ‘‘tamamı’’ yabancı sermayenin mülkiyetine girmiştir. Aynı önemde olmak üzere sermayenin can damarları olan bankaların sınırsız olarak yabancı sermayenin eline geçmesinin yolları açılmış bulunuyor. Özetle, özelleştirmede ilkesizlik ve kuralsızlık, uygun deyişiyle diz boyudur. Yerliyabancı ayırımı bağlamında gündeme gelen ‘‘sermaye mülkiyeti’’ tartışmaları da bu kuralsızlığın ve bilinç yoksunluğunun doğrudan sonuçlarıdır. Özelleştirme esas olarak iki yöntemle yapılır; blok satış ve halka arz. Bunlara, İMKB’de pay satışı, tesis ve varlık devri gibi çok ikincil yöntemler de eklenir. Özelleştirme 20 yıl önce halka ‘‘satıldığında’’, daha doğrusu toplumun aklına ekildiğinde, ‘‘sermayenin tabana yayılması’’, yani halka arz yönteminin önemi ve özelleştirmenin bu amaçla yapılacağı, bunun ‘‘demokrasinin güçlenmesi için de bir önkoşul’’ olduğu, özellikle vurgulanıyordu. Gelir dağılımının olağanüstü eşitsiz olduğu; yoksullaşmanın kol gezdiği bir ortamda, halkın sermaye sahibi olamayacağı bilinmekle birlikte, bu tür bir pazarlama, özelci iktisatçıların ve medyanın büyük katkısıyla etkili oldu. Halk, halka arzı umutla bekledi. Bu yıl yapılan, TÜPRAŞ, Türk Telekom, ERDEMİR gibi büyük özelleştirmeler için halka arz, belirli yasal düzenlemeler ve az gelirli kesimleri koruyan önlemlerle uygulanabilirdi; daha doğrusu uygulanmalıydı. Halka arz, gelişmiş ülkelerin de başvurduğu bir yöntemdir. Bu yıl Türkiye’nin özelleştirmesinde, blok satış yüzde 86’ya ulaşan bir paya sahiptir; halka arz yüzde 3.3 ile uzak ara son sıradadır. Tesis ve varlık satışı yüzde 5; İMKB yoluyla satışlar da yüzde 5.5 kadar bir özelleştirme payı gösteriyor. Yalnızca bu nokta bile, hükümetin halktan ne kadar uzak olduğunun ve sermayenin mülkiyetinin halka yayılmasına nasıl hasımca baktığının yeni ve önemli bir kanıtıdır. Alın yazısına bakın; demokrasiyi dilinden düşürmeyen bu hükümet, ekonomi ve demokrasi bağını kuramıyor, demokrasinin ‘‘ekonomik temellerine’’ bir ölçüde de olsa katkı yapabilecek olan halka arz yöntemiyle özelleştirmeden kaçmış bulunuyor; sermayenin tekellerde toplanmasını sağlıyor. Hükümet, aslında, büyük kamu kuruluşlarını, onlarla birlikte ülkenin ekonomik varlığını değil, onlarla birlikte demokrasiyi de sattım diyor. Bayramınızı kutlarım. yakupkepenek06?hotmail.com FİŞLERDE İKRAMİYE UYGULAMASI Vergide kazıkazan dönemi Ekonomi Servisi Vergi iadesi yerini ‘‘kazı kazan’’ türü ikramiyeye bırakıyor. Vergi iadesini vatandaşa eziyet ve etkisiz bir yöntem olarak gören hükümet, yeni arayışlar içinde. Gelir İdaresi Başkanvekili Osman Arıoğlu, Çin’de uygulanan, belli sayıdaki satış fişlerine gizlenmiş ve vatandaşın kazıyarak kazanacağı piyango benzeri vergi iadesi yöntemini incelediklerini açıkladı. Kazıkazan piyangosuna benzeyen yöntemle satıcı firma tarafından belli sayıdaki satış fişine gizlenen ikramiye, devletin her yıl ayırdığı belli bir kaynakla karşılanıyor. Şanslı mükellef çıkan ikramiyeyi aynı gün alabiliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yılbaşı öncesinde, emeklilere vergi iadesinde fiş toplama yönteminin kaldırıldığını duyurmuştu. Emekliler, geçen yılın fişlerini 20 Ocak’a kadar teslim edecekler. Yılbaşından itibaren geçerli olan uygulamayla da vergi iadesi emekli maaşlarına yüzde 4 oranında yansıtılacak. RusyaUkrayna arasında yaşanan bir günlük kriz, doğalgazda stratejik konumda bulunan depolamanın önemini bir kez daha gündeme getirirken Enerji Bakanlığı’nın yaşadığı çelişkiyi de ortaya koydu. Stok için henüz depolama tesisi olmayan bakanlık, BOTAŞ’ın elindeki gaz kontratlarını devretmek istediği özel şirketlerden depolama taahhüdü istedi. Ayrıca Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) ithalat ön yeterlilik belgesi almak üzere başvuran özel şirketlerden 37 firmaya yeterlilik belgesi verirken Türkiye’ye gaz satan yabancı ülke şirketlerinin bu firmalardan yalnızca 6’sına ‘‘satıcı onay belgesi vermesi’’ ise dikkat çekiyor. EPDK, BOTAŞ’ın elindeki gaz kontratlarını devir için ithalat lisansı yeterlilik belgesi alan ? Bir taraftan depolama tesisi olmayan bakanlık, BOTAŞ’ın elindeki gaz kontratlarını devretmek istediği özel şirketlerden depolama taahhüdü isterken; diğer taraftan da Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan ithalat ön yeterlilik belgesi alan 37 firmanın yalnızca 6’sı Türkiye’ye gaz satan yabancı ülke şirketlerinden “satıcı onay belgesi” alabildi. özel şirketlerden 40 şirket başvurdu, 37 firmaya yeterlilik belgesi verildi yeraltı depolama taahhüdü alıyor. EPDK’nin bu uygulaması 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda tarif ediliyor. Kanuna göre şirketlere, BOTAŞ’tan kontrat devri almaları durumunda ellerindeki miktarın asgari yüzde 10’unu yeraltı depolarında tutma şartı getiriliyor. BOTAŞ, yıllık 25 milyar metreküplük doğalgaz taahhüdünün 16 milyar metreküplük bölümünü özel sektöre devretmeyi istiyor. İki proje bulunuyor Bu rakam da özel şirketlerin devlete 1.6 milyar metreküp depolama taahhüdünde bulunmaları anlamına geliyor. Ancak Türkiye’de depolama tesisi olmadığı düşünüldüğünde söz konusu şirketlerin bu şartı yerine getirmesi şimdilik mümkün gözükmüyor. Türkiye’de yal nızca BOTAŞ ve TPAO’nun yürüttüğü iki proje bulunuyor. Silivri’deki projenin bir yıl, Tuz Gölü’ndeki projenin ise 10 yıl sürmesi planlanıyor. BOTAŞ, 2004’te kontrat devri ihalesine çıkmış, ancak bu ihale 4 kez ertelenerek iptal edilmişti. 30 Kasım 2005’te doğalgaz kontrat devirleri için yeniden ihale süreci başlatıldı. Bu ihalelere EPDK’nin yeterlilik verdiği 37 firmanın büyük çoğunluğu, Türkiye’ye doğalgaz satan şirketlerin ‘‘satıcı ön onayı’’ belgesi vermemesi nedeniyle katılamadı. Toplam 6 grupta ihale gerçekleştirilirken bir ihalede teklif yeterli görüldü, diğer ihalelerde ya teklif gelmedi ya da şirketlerin teklifleri yeterli görülmedi. Bu ihalelere katılan Aytemiz Gaz’ın satıcı onay belgesi olmadığı için verdiği teklifler geçersiz sayılmıştı. İKİ TİP SÖZLEŞME GÜNDEMDE YÜZDE 90’I 10 İLDEN YAPILIYOR 16 ülkeye milyar dolarlık ihracat ANKARA (AA) Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Türkiye’nin 1 milyar doların üzerinde ihracat yaptığı ülke sayısının 16’ya çıktığını bildirdi. Tüzmen’in verdiği bilgiye göre, bu ülkeler sırasıyla Almanya, İngiltere, İtalya, ABD, Fransa, İspanya, Irak, Rusya, Hollanda, Romanya, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Belçika, Bulgaristan, Yunanistan ve Suudi Arabistan. Tüzmen, 2004 yılında ‘‘1 milyar doların üzerinde’’ ihracat yapılan ülke sayısının 14 olduğunu hatırlattı. İhracatın yüzde 90’ının, 10 ilden yapıldığını kaydeden Bakan Tüzmen, 2005 yılında ihracatı en yüksek oranda artan ürünlerin fındık, zeytinyağı, kimyevi maddeler, taşıt araçları ve yan sanayi malları olduğunu bildirdi. Türk Telekom personeline ‘koşullu’ zam ? Kamuya nakil hakkından vazgeçen personele, tüm kazanılmış hakları korunarak çalışanın özelliğine göre yüzde 35’e varan maaş artışı ve 6 yıla varan iş güvencesi sağlanacak. Ekonomi Servisi Özelleştirme sonrası özel sektör statüsüne geçen Türk Telekom’da, çalışanlara kamuya nakil hakkından vazgeçmeleri halinde kazanılmış hakları korunarak yüzde 35’e varan maaş artışı ve 6 yıla varan iş güvencesi önerildiği bildirildi. Türk Telekom yönetimi, insan kaynakları politikasının ana unsurlarını Trabzon, Adana, Ankara ve İstanbul’da yapılan 4 bölge müdürlüğü toplantısı sonrasında çalışanlarla paylaştı. Türk Telekom Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Dr. Paul Doany, ‘‘Özelleştirme sonrasında kendilerini devlet memuru olarak gören ve devlet memuru ayrıcalığından kopmak istemeyenlerin başka kurumlara gitme yönündeki kararlarını saygıyla karşılayacağız’’ dedi. Açıklamaya göre, çalışanlara 2 tip sözleşme öneriliyor. Birinci tip sözleşmede, 12 Nisan 2006 tarihine kadar kurumda kalmayı tercih edenler, kamuya geçme hakkından vazgeçmiş sayılacaklar. Türk Telekom’da kalmayı seçen çalışanlar kıdem, unvan ve yaşadıkları şehir gibi kriterler dikkate alınarak yüzde 35’e varan maaş artışından yararlanabilecekler. En geç 28 Şubat 2006 sonuna kadar sunulan sözleşmeyi imzalamaları durumunda çalışana bir maaş tutarında ikramiye ödenecek. Bu çalışanlar, 6 yıla varan iş güvencesinden yararlanacak. İkinci tip iş sözleşmesi, birinci tip sözleşmeye uygulanan iş güvencesi, özel ikramiye ve maaş artışı gibi avantajlı hükümleri içermeyecek. Bu sözleşmede önerilecek olan maaş, kamuya geçilseydi alınacak olan miktardan daha fazla olmayacak. Elektrik Mühendisleri’nden Türk Telekom tepkisi: ‘YAPISAL ZAYIFLIKLAR SÜRÜYOR’ MÜSİAD’dan cari açık uyarısı Ekonomi ServisiMüstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) hazırladığı raporda, etkileyici kazanımlara karşın, Türkiye’nin hâlâ birtakım yapısal zayıflıklar ve kurumsal eksikliklerle karşı karşıya olduğu, bunlar arasında cari işlemler açığı, işsizlik ve fakirliğin ön planda geldiği belirtildi. MÜSİAD’ın ‘‘Türkiye Ekonomisinde Son Durum’’ başlıklı raporunda, dış ticaret açığı ve GSYİH’nin yüzde 6.2’si gibi rekor bir oranı yakalaması beklenen cari açığın (22 milyar dolar) artık oldukça karmaşık bir konu halini aldığı vurgulandı. Aba altından sopa gösteriliyor Ekonomi Servisi Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), Türk Telekom özelleştirmesinin olumsuz yansımalarının personel politikalarıyla ortaya çıkmaya başladığını belirterek personelin, yasal durumu bile netleşmeden tercih yapmaya zorlandığını savundu. EMO’dan yapılan yazılı açıklamada, bölge toplantıları düzenleyen şirketin, çalışanların 12 Nisan 2006 tarihinde sona erecek olan yasal haklarını kullanmadan 5 hafta içinde ilk kararlarını vermelerini istediği savunularak şu ifadelere yer verildi:‘‘Şirket, bu süre içinde kendileriyle çalışmak istediğini bildiren personel için (daimi personel) ifadesini kullanırken nakil hakkından vazgeçmeyen personelin ücret artışlarından yararlandırılmayacağını açıklayarak aba altından sopa göstermektedir.’’ Açıklamada, şöyle denildi: ‘‘Şirket, bölge toplantılarında 5 yıllık süre içinde nakil hakkından vazgeçmeyen personele hiçbir şekilde zam yapılmayacağını, ancak kendisiyle sözleşme imzalayanların ücret artışlarından yararlandırılacağını bildirmektedir. Telekom çalışanları, havuçsopa mantığıyla şirket çıkarları doğrultusunda tercih yapmaya zorlanmaktadır.’’ DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un siyasi yaşamı geçen hafta sona erdi. Halbuki birçok yorumcu, Şimon Peres’in, İşçi Partisi’nden Şaron’un yeni partisine katılmak üzere ayrılırken dediği gibi, yalnızca onun Ortadoğu’ya barış getirebileceğine inanıyordu. Üstelik Hüsnü Mubarek de aynı düşüncedeydi. İsrail halkının çoğunluğu da adeta kaderini Şaron’un ellerine bırakmıştı, güvenle ‘‘Arik (Şaron’un kısaltılmışı) gerekeni yapar’’ diye düşünüyordu. Şimdi Şaron siyaset sahnesinden çekilirken arkasında bir iktidar boşluğu, Haaret’z’den Akiva Eldar’ın işaret ettiği gibi, belki de yalnızca siyasi kaos bırakıyor... Bu durumun genel olarak Ortadoğu’da yeni bir belirsizlik yarattığı da kesin. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA erginy?tr.net katli. İsrail halkı için adeta, Lacan’ın, her şeye kadir arzuları söz konusu olunca, hiçbir kural tanımayan, ‘‘müstehcen babası’’ olmuştu Şaron: Cesur ama bir o kadar da yolsuzluklara batmış... Ya Şaron bir gün yok olursa? O gün beklenmedik bir çabuklukla geldi. Üstelik, Şaron, her büyük adam gibi yerine kimseyi yetiştirmemişti. Zaten onun yerini kim alabilirdi? Şimdi arkasında büyük bir boşluk bırakıyor, tarih sahnesinden çekilirken... Büyük adamdı ama, despotik rejimlerde görülen cinsten, demokrasilerde değil... bütünleşme değil, parçalanma yönünde ilerliyor. Ancak yine de gelecek seçimlerden, en azından bir İşçi PartisiKadima hükümetinin çıkması olasılığı var. Eğer Kadima seçimlerde çökerse, Netanyahu yönetiminde, iyice sağa kaymış bir Likud hükümeti kurulabilir. Netanyahu, Şaron’un Gazze’den çekilmesine karşı çıkmıştı, hükümete gelirse ilk fırsatta İran’ı vuracağını söylüyor. Öyleyse, eğer Likud iktidara gelirse, İsrail toplumundaki kutuplaşma ve parçalanma eğiliminin, dış politikada maceracı girişimler olasılığının güçlenmesini beklemek gerekir. Nitekim, piyasalara bakılırsa, Şaron’un hastaneye kalkmasıyla birlikte uluslararası yatırımcılar da böyle bir beklenti içine girdiler. Bir tarafta, Filistin’de Hamas, İran’da Ahmedinecad, Gazze’de yerleşmeye başlayan El Kaide türevi örgütlenmeler, öbür yanda Netanyahu, gündemde daha fazla savaş, kan ve gözyaşı var. Bush hükümetinin Arap devletleri ve Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinin daha zorlaşacağını da söyleyebiliriz. Türkiye’deki yönetimin de Irak ve İran’la ilgili olarak ABD’ye, Şaron döneminde verdiği sözleri yeniden gözden geçirmesi akıllıca olacaktır. Ne kadar cılız olursa olsun, tek umut, bir Kadimaİşçi Partisi hükümeti olasılığı. Ancak böyle bir hükümetin de dış politikasının, Filistin sorununa yaklaşımının ne olacağı konusunda hemen hiçbir işaret yok ortada; İsrail siyasetinin felç olması, iç çatışmaların güçlenmesi, sağın belki orduyla birlikte daha başka seçenekler aramaya kalkması olasılığı da söz konusu. Özetle, Şaron büyük adamdı(!) ve arkasında büyük bir kara delik bıraktı. ‘Büyük adamdı’ Gerçekten da Şaron ‘‘büyük adamdı’’. Daha çocukluğunda başlamıştı Araplarla savaşmaya, topraklarına el koymaya. Sonra çok parlak bir asker olarak savaşmaya devam etti, sık sık komutanlarının dahi emirlerini hiçe sayarak. Başında kanlı sargı beziyle medyada boy gösterdiğinde, 1973’te Yom Kippur savaşının kaderini belirlemiş bir kahramandı. Askeri başarıları arasında, Lübnan’ın işgalini, Sabra ve Şatila katliamlarını kim unutabilir ve yerleşimci hareketini başlattığını, İsrail’in en muhafazakâr güçlerini bir araya getirerek Likud’u kurduğunu, 2000 yılında tapınak tepesine ziyaretiyle giderek dinci hareketlerin etkisine giren 3500 Filistinlinin, 450 İsrailli sivilin yaşamına mal olan II. İntifadayı başlattığını... Oslo barış sü reci onun elinde öldü. Şaron’a göre Arafat, Hitler’e benziyordu, Bin Ladin’den farkı yoktu. Barış sürecinde taraf olamazdı, tasfiye edilmeliydi.. edildi de... Şaron büyük adamdı, ‘‘hedeflenmiş öldürmeler’’, yargısız infazlar da onun getirdiği bir yenilikti. Böylece Şaron, Filistin halkının liderlerinin çoğunu ortadan kaldırdı. Buldozerlerle evleri yıkarak cezalandırmak, Cenin seferi, Arafat’ın ölümüyle sonuçlanan abluka, Filistin halkının topraklarına el koymak, parçalamak amacıyla inşa edilen ‘‘Güvenlik Duvarı’’ hep onun katkılarıydı ‘‘barış sürecine’’. Böylece Filistin’in ekonomisi çökertildi, toplumsal dokusu çözüldü, eski FKÖ Temsilcisi, Oxford Üniversitesi’nde öğretim üyesi Karma Nabulsi’nin dediği gibi, ‘‘siyaseti birbiriyle rekabet halindeki sekter gruplara dönüştü’’. Evet Şaron büyük adamdı, Hamas varlığını ona borçludur, bugün Filistin siyasetinde en büyük güç olmaya başlamasını da. Büyük adamdı Şaron. Gerektiğinde, Gazze’den 9000 yerleşimciyi, tek taraflı olarak tahliye etmeye çekinmedi. Böylece bir anda üç kuş vuruyordu. ‘‘Şahin’’ Şaron ‘‘yerleşimcilerin dokunulmazlığını bozduğu için’’ İsrail politik yelpazesinin merkezinden hatta solundan büyük destek aldı. Batı medyasında özellikle, neredeyse, Rumsfeld’in doğrudan müdahalesi olmasa savaş suçlusu olarak yargılanacağı Avrupa’da ‘‘barış güvercini’’ ilan edildi. İkincisi: Gazze, Filistin yönetimine hiçbir hazırlık yapma fırsatı vermeden boşaltılınca, arazi ve iktidar kapma yarışı Filistinli siyasi örgütler arasında bir çatışma alanına dönüştü. Üçüncüsü, İsrail Gazze’nin denetimi Şaron’dan Sonra... N’olacak şimdi? Meydan aniden ‘‘sıradan politikacılara’’ kaldı. Daniel Pipes’in deyişiyle İsrail’de siyaset ‘‘normal mecrasına geri dönüyor’’. Likud’un başında Benjamin Netanyahu, Kadima’nın başına geçmesi beklenen Ehud Olmert. Netanyahu, Likud’un başın geçmek için kendini aşırı sağla özdeşleştirmiş bir kariyerist. Çok medyatik, ama medya artık başka şeyler görmek istiyor. İsrail halkının da, Netanyahu gibi Eşkanazi seçkinlerinden bıktığı da söylenebilir. Netanyahu, ABD ve neoconlarla çok yakın ama, Bush yönetimi, bölge politikasını onun gibi aşırı sağın kucağında bir politikacıya endeksleyemez. Bu yüzden ABD’nin İsrailFilistin politikası, şimdi bir belirsizlik dönemine giriyor. Kadima’ya gelince, birincisi Şaron’suz bir Kadima’nın seçimleri kazanma şansı zayıf. Olmert çok başarılı bir işadamı, ama Şaron değil, karizması olmadığı da bir gerçek. Daha önce değindiğim gibi, İsrail toplumsal dokusunda egemen trend, merkezde (AP) ni askeri olarak hiçbir biçimde elinden çıkarmadan, yerleşimcileri devreden çıkararak savunma maliyetini azaltmış oluyordu. Büyük adamdı Şaron. Kim iktidardayken kendi partisini terk ederek yeni bir parti kurar. Şaron, Likud’u terk edip Kadima (İleri) adlı bir ‘‘merkez partisi’’ kurdu. İşçi Partisi’nin eski lideri Peres bile Kadima’ya katıldı. Kamuoyu yoklamaları, İsrail halkının, gelecek seçimlerde bu partiyi iktidara getireceğini gösteriyordu. Halbuki, Kadima’nın ne programı belliydi, ne de seçimlere hangi listeyle gireceği. Büyük adam olduğu için Şaron, planlarını başkalarıyla paylaşmazdı, kolaylıkla yalan söyler, beklenmedik anda fikrini değiştirir, sık sık büyük riskler alabilirdi. Ne yapacağını kimse önceden kestiremezdi. Buna rağmen, İsrail halkı kaderini onun ellerine terk etmişti son yıllarda. Şaron, kural, engel tanımazdı, gerçeği kendi elleriyle şekillendirirdi. Hem çok acımasız olabilirdi hem de şef CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle