25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 OCAK 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kredi Kartı Faizleri Av. Ayşe EREN Diri Diri Yanmak FRANSA’DA yayımlanan ve Harika Sirel Şeren’ce Türkçeye kazandırılan bir romanın adı bu. Ürdün’de yaşanmış bir ‘‘töre cinayeti’’nin romanı. On yedi yaşındaki Souad, evlenmeksizin gebe kaldığı için ailece ölüme mahkum edilir. Eniştesi, üstüne benzin döküp kibriti çakar ve Souad diri diri yanmaya başlar. ‘‘Başka çıkış olmadığı için bahçeye koşuyorum... Alevler üzerimde, koşuyor ve haykırıyorum. Kaçmayı nasıl başardım? Arkamdan koştu mu? Düşüp yanmamı mı bekledi?.. Can havliyle bahçe duvarına tırmanıp komşunun bahçesine ya da sokağa attım kendimi. Kadınlar köyün çeşmesine kadar sürüklediler. Korkudan haykırırken su üzerime boşaldı... Başım göğsüme eğik, soğuk su devamlı akıyor, ama beni daha çok yakıyordu. Acıdan bağırıyordum... Kızarmış et kokusu ve duman kokusu... Bayılmış olmalıyım.’’ İsviçre’ye kaçırılıp orada tedavi gören bu hanım, başından geçenleri bir ‘‘çığlık’’ romanıyla anlattıktan sonra, şimdi Avrupa’nın bir yerinde saklanmakta. uş gribi yüzünden diri diri alevlere atılan, tepeleri yanarken kaçıp yine yakalanan ve yeniden ateşe fırlatılan o tavuklar, kaçabilseler bile yaşadıklarını hiç anlatamayacaklardı. ‘‘Kuş beyni’’ diye alaya aldığımız o ufacık organın neyi nasıl algıladığını, cıyaklamalar sırasında neler hissettiğini hiç bilmeyeceğiz. Ama, olanları televizyon ekranlarında seyrederken attığımız çığlıkların anlamını hep biliyoruz: İnsanlık ve ülkemiz adına atılan utanç çığlıkları. ‘‘İtlaf’’ başka türlü olamaz mıydı? Kuş gribi konusuyla başka türlü baş edilemez miydi? Toplum ve devlet daha hazırlıklı olamaz mıydı? İnsanlar daha bilinçli yetiştirilip duyurular daha önce ve daha iyi yapılamaz mıydı? tanç verici olan, yalnız tavuklara, kazlara, hindilere yapılan değil. Bir yandan çağdaşlık ve Avrupalılık iddiası taşırken bir yandan da tahlil yaptırmak, aşı ve ilaç bulmak için başka diyarlara el açmak daha mı az utandırıcıdır? On bir ay önce bu sütunda da yazıldı: Türkiye, bırakın ilaç sanayiindeki ihmalleri ve teslimiyetçiliği, artık en basit aşı ve serumları bile imal edemeyen bir ülke durumundadır. Cumhuriyetin daha 1928’de kurduğu Ankara Hıfzıssıhha Merkezi köreltilmiş, gerekli teknolojik yenileme yatırımları yapılmamış, daha ucuza geliyor diye Küba, Hindistan, Sırbistan ve Hırvatistan gibi ülkelerden dışalım yoluna gidilmiştir. Bu gazetede haberi de çıktı: Dünyada benzer sekizon aşı üretim kuruluşundan biri sayılan ve Manyas’taki ilk kuş gribi vakasında o kanatlıdan alınacak etken maddesiyle virüs saptayıp aşı üretebileceği bilinen Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Merkezi de ‘‘elektrik faturası yüksek geldiği için’’ bu iktidarca geçen yıl dağıtılmıştır! Toplum namusu yalnız Irak’taki torba uygulamasına katlanmakla lekelenmez. Kuş gribinde düşülen durumlar da bir çeşit ulusal namus lekesidir. Yoksa, hınç alırcasına ateşe diri tavuk atmak da namus temizlemek için işlenen bir ‘‘töre cinayeti’’ mi? O cinayet türü gibi, ürküntü ve utanç verici. B K asında yer alan ‘‘Kredi kartı borcuna af geliyor’’ haberlerinden bir gün sonra, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in ‘‘Kredi kartına devlet affı mümkün değil. Bu, iki özel şahıs arasındaki alacak gibi bir konu. Devletin kendi alacakları ile ilgili bir konu değil’’, diyerek bir umutla; kredi kartlarının faizlerinde hukuka uygun düzenleme bekleyen binlerce kişiyi umutsuzluğa uğratmıştır. Yine basında yer alan haberlere göre; 29 milyon kredi kartı sahibi var ve bunlardan 200 bini borç ödeme sorunu yaşamaktadır. Sorunun boyutları; zaman zaman intiharlara, soyguna başvurmalara, ailelerin yıkılmasına, insanların ruh ve beden sağlıklarını yitirmelerine vs. gibi büyük yıkımlara yol açabilmektedir. Sorunu yaşayan insan sayısı hiç de küçümsenebilecek ka dar az değil. 200 bin insan... Bu insanları bir de aileleri ve etkileşim içinde oldukları insanlarla birlikte düşünmek lazım: Yaklaşık bir milyon insan, kredi kartı faizinden zarar görmektedir. Sorun, kredi kartı borcuna uygulanan faiz oranıdır. Enflasyonun yaklaşık yüzde 8 olduğu bir ülkede bankalar kredi kartlarına aylık yüzde 7 ila yüzde 8 oranında faiz uygulamak tadır. Örneğin maaş gününe göre ödeme gününü ayarlayan işçi, maaşını zamanında alamazsa yapmış olduğu aylık harcamaya yüzde 7 faiz ödemek durumunda. Bankalar alacaklarına bileşik faiz uyguladıklarından herhangi bir nedenle borcunu ödeyemeyen tüketici, bir yıl sonra borcuna yüzde 200’ün üstünde bir faiz ödemek durumunda. Enflasyon yüzde 8’in altında, bankaların aldığı faiz yüzde 200’ün üstünde. Başbakan Yardımcısı da ‘‘Kart borcuna devlet affı mümkün değil’’ diyor. Bu durum, hiçbir biçimiyle kabul edilemeyecek hukuksuzluktur. Devlet, ortak gereksinimlerin karşılanması için örgütlenmiş sosyal bir birliktir. Devletin iç egemenliği, ülke sınırları içinde bütün sosyal ve siyasal gruplara karşı olan üstünlüğünü ifade eder. Ortak gereksinimleri sağlamak için kamu gücünü kullanmaya yetkili ve görevli olan devlet, bir kesimin değil toplumun bütününün çıkarlarını gözetmekle görevlidir. Sosyal hukuk devleti, bunu gerektirir. Türkiye Cumhuriyeti, anayasamızın 2. maddesinde; demokratik sosyal hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Bu maddenin değiştirilmesi, teklif dahi edilemez. Sosyal hukuk devletinde devletin, sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sos yal ve ekonomik hayata etkin el atması, zorunludur. Anayasayla tanınan hak ve özgürlüklerin korunması, devletin görevidir. Sosyal hukuk devleti, bu yönüyle 19. yüzyıl devlet anlayışından ayrılır. Sosyal olmayan devlet anlayışında; devletin görevi, iç ve dış savunma ile sınırlı tutulmakta ve devletin ekonomik yaşama el atması, zararlı kabul edilmekteydi. Sosyal hukuk devletinde devlet, ekonomik hayata el atarken mutlak bir sosyal ekonomik eşitlik anlayışı ile değil, nispi bir fırsat eşitliği anlayışı ile hareket etmek zorundadır. Servet eşitsizliğini arttırmak değil, azaltmakla görevli ve herkese insan haysiyetine yakışır asgari bir yaşam düzeyi sağlamak ve bireyin yaşamını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu bağlamda; Sayın Başbakan Yardımcısı’nın ‘‘kredi kartı borcuna devlet müdahale edemez. Bu, iki şahıs arasındaki alacak gibidir’’ savı, doğru değildir. Tam tersi devlet, anayasamızda tarif edilen sosyal hukuk devleti gereği; müdahale etmekle görevlidir. Çünkü; bir yanda küçük bir borcunu ödeyemediği için yılda yüzde 200’ün üstünde bir faiz ödemek zorunda kalan dar gelirli yurttaş, öte yanda devasa ekonomik gücüne güç katan banka var. Bu açık türesizliğe el atmayan hükümet, görevini yapmıyor demektir. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Bayramda Dolu Dolu Bir Gazete Bayram, hafta sonları ile birleşince uzun bir tatil sürecine girdik. Yurttaşların 9 günlük dinlencesi biz habercileri düşündürmekte. Önceki yıllarda bayram günleri gazeteler çıkmaz, gazeteciler de bu tatil olanağından bir ölçüde yararlanırlardı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin çıkardığı Bayram Gazetesi, medya patronlarının arasındaki anlaşmazlık sonucu uzun bir süredir yayımlanmıyor. Bu nedenle bayram günleri gazeteler, televizyonlar kendi gündemlerini yaratma çabasındalar. Cumhuriyet, her zaman olduğu gibi haberleri ile dikkat çekmeyi sürdürecek. Bayram süresince ele alacağımız dosyaları okurlarımıza sunacağız. Doğalgaz krizi ile ortaya çıkan enerji sorununu masaya yatırıp alternatif kaynakların durumunu sorgulayacağız. Televizyon kanallarında arkası gelmeyen dizilerin yarattığı sektörü mercek altına alıp, yaratılan sanal dünyanın perde arkasını aralayacağız. Almanya’da yaygın biçimde yaşanan Türkiye’den evlilik ya da akraba evliliklerinin drama dönüşen öykülerini yazı dizisi olarak aktaracağız. Bunun dışında son günlerin en çok gündeme gelen ülkesi İran gerçeğini rakamlarla stratejik açıdan ele alacağız... U Çevre Eğitimi İçin ‘Yeşil Kutu’ Ertuğrul CEYLAN Hukukçu ve Eğitimci Geçen haftanın özeti Avrupa Ekoloji Kongresi’nden kısa bir süre önce, 28 Eylül’de Ankara’da yine çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili sessiz sedasız bir toplantı vardı. Bu toplantıyı düzenleyenler çevreyi koruma savaşımını eğitim yoluyla ve öğrenciler vasıtasıyla topluma benimsetme yolunu tercih etmişlerdi. Gerçekten bu, Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma için öğrenci, öğretmen ve toplumun diğer katmanlarının çevre bilincini arttırmak amacına yönelik etkin bir projeyi anlatan ‘‘Yeşil Kutu’’ adı altında yapılan ilk toplantıydı. Projenin sahibi, merkezi Budapeşte’de, Ankara’da da Türkiye Ofisi bulunan Bölgesel Çevre Merkezi (REC) idi. Söz konusu proje daha önce Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da gerçekleştirilmişti. Halen Rusya, Arnavutluk ve Azerbaycan’da hazırlık çalışmalarının yürütüldüğü bildiriliyor. Proje sorumluları Türkiye’deki uygulamayı 1 Ocak 2005 ile 31 Aralık 2007 tarihleri arasında tamamlamayı planlamışlardır. Yeşil Kutu Projesi’nin hedef kitlesi 1014 yaş arası öğrencilere eğitim veren farklı disiplinlerden oluşmuş öğretmenlerdir. Yeşil Kutu’da çevre koruması ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili beş bölümde açıklanan 22 ana başlık bulunuyor: Çevre katmanları: Hava, su, toprak ve biyolojik çeşitlilik. Çevreye tehditler: Kentleşme, gürültü, atık ve kimyasallar. İnsan etkinlikleri: Enerji, ulaşım, endüstri, tarım, ormancılık ve turizm. Küresel konular: İklim değişikliği, ozon tükenmesi, asitleşme, denizleri etkileyen olaylar. Değerler: Tüketim toplumunda etik ve değerler, insan sağlığı ve çevre, vatandaş hakları ve dünyanın geleceğinden duyulan sorumluluk. Bu konular Yeşil Kutu’da öğretmen kitabı, CDROM, filmler ve video klipleri olarak sunulmaktadır. Yeşil Kutu Projesiyle Türkiye’de yaklaşık 200.000 öğrencinin tanışması planlanmaktadır. Bunu sağlamak için de Yeşil Kutu’daki bilgi malzemesinin nasıl kullanılması gerektiği 1600 öğretmen tarafından öğrencilere iletilecektir. Bu alanda yetiştirilen öğretmenlerin öğrencilerine verecekleri mesaj hava, su, toprak gibi çevrenin ana elemanlarının kentleşme, gürültü, atık ve kimyasallar gibi tehditler ve baskılar altında bulunduğunu göstermek olacaktır. Öğrencilerle tartışılacak en önemli konulardan biri de çevre koruması ile ekonomik gelişme arasında tercih yaparken yaşanacak çelişki olacaktır. Ulusal medyanın dışında dünya basınının da ilgisini çeken kuş gribi salgını, Türkiye gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Olayın ciddiyetine karşın, kırsal bölgedeki yurttaşlarımızın bilgilendirilmemesi, yasakların zamanında alınmaması ve dosyaların Ankara’da ‘sumenaltı’ edilmesi, bu hastalığın boyutlarını genişleten gelişmelerdi. Özellikle aralık ayının son günlerinde baş gösteren hastalığın, ‘‘soğuk algınlığı’’ olarak kabul edilmek istenmesi, belki de bugün ölümle pençeleşen küçü(3 OCAK SALI) cük bedenlerin yaşam umutlarını kırdı. ??? 2 Ocak Salı günkü gazetemizin 1. sayfasındaki, ‘‘Doğu’da kuş 4 OCAK ÇARŞAMBA) gribi korkusu’’ haberi, olayın boyutlarını ortaya koydu. Ağrı, Van, Doğubeyazıt gibi merkezlerde yüzlerce kişi hastaneye koştu. İşte o (5 OCAK PERŞEMBE) günlerde yetkililerin, ‘‘bilinmeyen bir virüs’’ açıklaması gerçek bir skandaldı, çünkü bu duyuru hastalığa karşı alınacak önlemleri 24 saat geciktirdi. Karan(6 OCAK CUMA) tina uygulaması zamanında başlatılamadı, zaten maddi zorluk içindeki kimi yurttaşımız kümeslerindeki hayvanlara hiçbir önlem al(7 OCAK CUMARTESİ) madan yaklaştı, kimi hasta hayvanı kesti yedi, kimi ise ‘bana bir şey olmaz’ mantığıyla gelişmeleri izledi. Ve bu süreçte hastalar arasındaki (8 OCAK PAZAR) Koçyiğit kardeşlerin birer gün arayla yaşamlarını yitirmesi, olayın gerçek boyutunu açığa çıkardı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ ‘‘Ölüm nedeni kuş gribi’’ açıklamasını yaptığında ise tarih 4 Ocak 2006’yı gösteriyordu. Yine o günlerde kuş gribinin ilacı olarak adlandırılan Tamiflu adlı antibiyotiğin ölümlerin yaşandığı Van’a 2 gün gecikmeyle ulaşması da Sağlık Bakanlığı’nın gafları arasında yer aldı. ??? Yeni yılın ilk 7 gününde Cumhuriyet, kuş gribinin yanı sıra özel haberleriyle de ön plana çıktı. Ankara’dan Özgen Acar’ın, ‘‘Rusya’nın silahı gaz’’ başlıklı yazısında RusyaUkrayna arasındaki doğalgaz krizinin yakın bir gelecekte gaz’a bağımlı Türkiye’yi de etkileyeceği gerçeğine dikkat çekmesi, gözden kaçmaması gereken bir konuydu. Çarşamba günkü 1. sayfa manşetimizde yer alan ‘‘Kömür unutuldu’’ haberi de Türkiye’nin öz kaynaklarını kullanmayıp dışa ne denli bağımlı kaldığını gözler önüne serdi. Sivil toplum örgütleri, ‘en büyük tehlike’ olarak değerlendirdikleri dışa bağımlılığın, alternatif enerji kaynakları yaratılarak önüne geçileceğini belirttiler. ??? Cumhuriyet’in farkının ortaya çıktığı bir başka gelişme ise ABD’nin İran çemberini daraltmasıydı. Gazetemiz, ABD’nin, İran üzerinde oynamak istediği oyunu 15 gün önceki, ‘‘Sırada İran var’’ haberi ile kamuoyuna duyurmuştu. Ve aradan günler geçtikten sonra AnkaraWashington arasındaki İran trafiği, Alman ve İsrail basınınca gündeme getirildi. ??? Yeni yılın ilk haftasında spor sayfaları da hareketliydi. Eski Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un yasağının kalkacağı haberi, Anayasa Mahkemesi’nin kararından 1 gün önce sütunlarımızda yer buldu. Antalya’daki 2. yarı hazırlıkları, Efes Kupası’nda 2 Türk takımı Beşiktaş’la Galatasaray’ın Alman rakiplerini eleyip finale kalışları sevindirici gelişmelerdi. Efes Pilsen maçı için İspanya’ya giden arkadaşımız Veysel Balkaya’nın dünyanın bir numaralı kulübü haline gelen Barcelona’yı anlatan yazısı ve Ronaldinho ile yaptığı üç dakikalık söyleşisi, abartısız ama önemli bir gazetecilik başarısıydı. İyi bayramlar... K asım ayında Kuşadası’nda yapılan 10. Avrupa Ekoloji Kongresi’ne katılan 42 ülkeden 400’e yakın bilim adamının şu uyarıyı yaptıklarını Cumhuriyet gazetesinin 9 Kasım 2005 tarihli sayısında görüyoruz: ‘‘Çevre hemen cezalandırmaz, uyarır. Ama cezalandırdığı zaman çok geç olabilir.’’ ‘‘Gelişmiş’’ olarak nitelendirilen ülkelerin çevre sorununa daha duyarsız kaldığını anımsatan uzmanlar, örneğin ABD’nin hâlâ iklim değişikliğini önlemeyi amaçlayan Kyoto Protokolü’nu imzadan kaçındığını belirtmişlerdir. Kongrede konuşan Avrupa Ekoloji Federasyonu (EEF) Başkanı Prof. Dr. Enckell, dünyada insan nüfusunun çoğalması ve küresel ısınma nedeniyle yağmur ormanlarının hızla yok olması sonucunda dünyanın en geniş ve değerli alanlarının, kıyıların, denizlerin, sulak alanla rın kirlendiğini, balıkçılığın hızla tükendiğini vurgulamış; Kongre Başkanı Prof. Dr. Ümit Erdem de küresel ısınma sonucunda buzulların erimesiyle sadece seller değil, buzulların altından çıkan topraklardan sızan metan gazının atmosferi kirletmesinin de sera etkisini arttıracağını ve sürekli yaşanan bu döngünün dünyanın düzenini ciddi biçimde olumsuz etkileyeceğini söylemektedirler. Korkutucu bu tablo karşısında toplumlar ne yapabilirler? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle