12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 OCAK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Masalların gücü adına! Yüzüklerin Efendisi’nden sonra Batı’da yıllarca çocukların hayal gücünü tetiklemiş bir başka klasik daha sinemaya aktarıldı: ‘Narnia Günlükleri’ Kültür Servisi Son dönemin dünya sinemasında, özellikle Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter serisi türünden, gişeye yönelik, uzun soluklu, destansı ve fantastik üstünyapımların yol açtığı, genelde iyiyle kötünün epik boyutlardaki ölümüne kapışmasını hikâye eden, iddialı ve gözalıcı popüler filmlerle yükselen bezirgânca yaklaşım ve anlayışın yeni bir uzantısı niteliğindeki Narnia Günlükleri, bugün gösterime giriyor. Bayram sonu haftasına denk gelen ve yediden yetmişe her yaştan ve zevkten seyirciye hitap eden Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve DolapThe Cronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe, 2. Dünya Savaşı’nda, Alman hava kuvvetlerinin bomba yağdırdığı İngiltere’de, yakınları tarafından ateş altındaki Londra’dan kırsal kesime, uzak akraba bir profesörün evine gönderilen dört kardeşin, Peter, Susan, Edmund ve Lucy Pevensie’nin (William Moseley, Anna Popplewell, Skander Keynes ve Georgie Henley) hikâyesini anlatıyor. Beyaz cadıya karşı verilen mücadele KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Duru Bir Göle Bakar Gibi Geçen yılın son yazısında, 80. yaşını kutladığımız Arif Damar’ın ‘‘Açık İşte’’ adlı şiirine yer vermiştik. Nasıl olduysa (yetiştirme telaşındandır), son kıtasını yazmamışız. Bu güzel şiiri bütünlüğüne kavuşturmak boynumuzun borcu. Kaldığı yerden devam edelim: ... ‘‘Hem akrabamızdan utanır olduk Hem şilepleri yok diye utanır olduk Yanlış mı eksilmedik mi ayışığı kararmadı mı Vurduk baltayı parçaladık Kendimize kıydık açık işte Çocuklukta kapılar açık işte Açık açık işte Duru bir göle bakar gibi eğilin bakın’’ ??? adeta kötülüğün cisimleşmiş hali diyebileceğimiz Beyaz Cadı’ya karşı verdikleri heyecanlı serüvenlerle dolu, zorlu mücadeleyi aktarıyor perdeye. Görkemli ve masalsı sahneler N Günün birinde profesörün antikalarla dolu evinde saklambaç oynarken tesadüfen bulup girdikleri sihirli bir dolapta, büyüleyici ve baştan çıkarıcı bir dünyayla karşılaşan dört kardeş, su, orman perilerinin, konuşan hayvanların ve çeşitli mitolojik yaratıkların yaşadığı, masal âleminden farksız, Narnia arnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap 2. Dünya Savaşı’nda, Alman hava kuvvetlerinin bomba yağdırdığı İngiltere’de, yakınları tarafından ateş altındaki Londra’dan kırsal kesime, uzak akraba bir profesörün evine gönderilen dört kardeşin, Peter, Susan, Edmund ve Lucy Pevensie’nin hikâyesini anlatıyor. ya, sürekli soğuğa mahkum edilmiştir Narnia. Savaş kâbusundan kurtulan Pavensie kardeşlerin, her türlü hayat belirtisinin karlarla kaplandığı, neşesiz, mutsuz, soğuk ve beyaz Narnia’da, mistik bilge Aslan’ın (Liam Neeson seslendiriyor) destek ve yardımlarıyla, iyi yürekli her canlıyı buzdan heykellere çeviren, denen paralel bir evrene ayak basarlar. Bu soğuk, renksiz âlemin egemeni olan Beyaz Cadı Jadis (Tilda Swinton) tarafından, nicedir sonu gelmez bir kış mevsimini yaşama Cinler, periler, devler, konuşan hayvanlar ve çeşitli yaratıklardan geçilmeyen, sihirli, masalsı bir âlemi gözler önüne seren Narnia Günlükleri, Walt DisneyWalden Media ortaklığı yapımı ve kuşkusuz yeni yılın en iddialı stüdyo yapımlarından biri. Hemen hemen her türde eser vermesine karşın öncelikle edebiyat, felsefe ve din konusundaki akademik eserleriyle tanınan ve Yüzüklerin Efendisi’nin yazarı J.R.R.Tolkien’e de esin kaynağı olan İngiliz yazar C.S. Lewis’in (18981963), 195056 arasında yayımladığı ve dünyanın en popüler çocuk kitaplarından biri sayılan, yedi ciltlik Narnia Günlükleri’nden sinemaya uyarlanan bu film, bariz bir görsel efekt becerisinin öne çıktığı birtakım görkemli ve masalsı sahnelerle sürerek 2.5 saatlik, ilgisiz kalınamayacak bir fantastik epik seyirliğe dönüşüyor. Yönetmen koltuğundaysa, şimdiye kadar bir sürü Hollywood yapımında görsel efektçi olarak çalışmış ve son dönemin en önemli animasyonlarından Shrek’le yönetmenliğe başarılı bir başlangıç yapan, tıpkı Peter Jackson gibi Yeni Zelandalı Andrew Adamson var. Yeni başlayanlar... Yeni başlayanlar... Gerçek Dedikodu (Rumor has it) İZLEYİCİ GÖZÜYLE... ‘Keloğlan Karaprens’e Karşı’ filminin yönetmeni Tayfun Güneyer: ‘‘Bu ticari bir formül filmi’’. Çok yerinde bir tanımlama. Yeterince açık ve net. ‘Ticari formül filmi’. Bugün başlayan yeni filmlerin ikincisi, Amerikan sinemasının özellikle komedi ve romantik komedi türlerinde uzmanlaşmış yönetmenlerinden Rob Reiner’in, Shirley MacLaine, Kevin Costner, Kathy Bates gibi eskimiş ünlülerle Jennifer Aniston, Mena Suvari, Mark Ruffalo gibi yeni kuşak oyuncuları bir araya getirdiği Rumor has itGerçek Dedikodu’su. Gerçek Dedikodu’nun, Mike Nichols’un yıllar önce bizde Aşk Mevsimi adıyla gösterilmiş, 1967 yapımı klasiği The Graduate filminin SimonGarfunkel ikilisinin ünlü şarkısıyla özdeşleşmiş ünlü Bayan Robinson’uyla ilişkilendirilen senaryosu, ‘Matchstick Men’,‘Ocean’s Eleven’ gibi bazı ilginç son dönem filmlerinin senaristi Ted Griffin’in imzasını taşıyor. Gazeteciliği, New York Times’ın ölüm ilanlarını yazmaktan öteye geçememiş, Sarah Huttinger (Jennifer Aniston), erkek arkadaşıyla (Mark Ruffalo) evlenmeyi kabul etmiş ama evlilik öncesi sendromundan mustarip bir New Yorklu genç bayan. Sarah, ailede evlilik öncesi korkuyu yaşayanın sadece kendisi olmadığını, ölmüş annesinin de 30 yıl kadar önce Sarah’ın babasıyla evlenmezden önce başka bir adama kaçtığını anneannesinden (Shirley MacLaine) öğrenince bu adamın (Kevin Costner) izini sürmeye koyuluyor ve vaktiyle anneannesinin bile bu adamın çekiciliğine kapıldığını filan öğreniyor. Alışılmış deyişle hoşça vakit geçirmek için bire bir Gerçek Dedikodu, oyuncu kadrosuyla da ilgi çekecek, eğlenceli bir romantik komedi. ERDAL ATABEK Eğlencelik, avuncalık filmler Sinema salonları Türk filmleri ile dolup taşıyor. ‘Babam ve Oğlum’ ile başlayan rüzgâr, ‘Organize İşler’ ile bir kez daha yelkenleri şişirdi. Bayramla birlikte iki film daha ‘Hababam Sınıfı Üçbuçuk’ ile ‘Keloğlan Karaprens’e Karşı’ filmleri bu rüzgâra katıldı. Yüz ile dört yüz arasında değişen sayıda salonda oynayan filmler seyirci rekorları kırmada birbiri ile yarışıyor. İnsanın göğsünü kabartacak başarılar derken birden duralıyoruz ve bu filmlerin ‘ne amaçla yapıldığı’ gibi bir soru insanın aklına takılıyor. Bu soruya ‘Keloğlan Karaprens’e Karşı’ filminin yönetmeni Tayfun Güneyer, açık bir yanıt veriyor: ‘‘Bu ticari bir formül filmi’’. Çok yerinde bir tanımlama. Yeterince açık ve net. ‘Ticari formül filmi’. ‘Ticari formül filmleri’ Geçmiş yılların yaz aylarının açık hava sinemalarına gidilirken leblebi çekirdek, fındık fıstık türü yiyecekler ‘eğlencelik, avuncalık’ söz leriyle satılırdı. Sinemaya girenler de bunları alır, bir yandan film seyreder bir yandan da çıtır çıtır bu eğlencelikleri, avuncalıkları yiyerek zamanlarını hoşça geçirirlerdi. Şimdi salonlardaki filmler ‘eğlencelik, avuncalık’ olmaya başladı. Hemen belirteyim ki ‘Babam ve Oğlum’ bu türün dışında tutulması gereken ‘iyi bir yapım’dır. Bunu daha önce yazmıştım. ‘Organize İşler’ de, hiçbir konuyu derinlemesine işlemediği halde seyri hoş, oyunculuk düzeyi yüksek filmler arasındadır. Ama şu son iki film, ‘Hababam Sınıfı Üçbuçuk’ ile ‘Keloğlan Karaprens’e Karşı’ filmleri, gişe hasılatına yönelik ‘ticari formül filmleri’ arasına girer. ‘‘Bu filmler sanat filmi olma iddiası taşımıyor’’ diyerek seyircinin eğlenmesine, avunmasına yönelik filmler yapmak günümüzdeki ‘‘boş vermişim dünyaya’’ anlayışının yansımasıdır. İnsana bir şey katmayan, görüşüne, düşüncesine, duygularına yeni bir değer kazandırmayan ürünlerin ‘eğKültür Servisi Anadolu İncelemeleri Derneği’nin düzenlediği ‘Türk Edebiyatı Paneli’nin ikincisi 21 Ocak’ta Atina’da yapılacak.‘Çağdaş Türk Edebiyatında Rumlar’ başlıklı panelde, Herküs Millas ‘Türk Edebiyatında Olumlu Rum İmajı’ konulu açılış konuşması yapacak. Ayrıca panelde, Alkmini Diamantopulu ‘Denizci Zeyyad Selimoğlu ve açık ufuk’, Andreas Kastrisios ‘Heybeliadalı Nejat Güler’, Despina Papuçoğlu ise ‘Can Yücel, lencelik, avuncalık nesneler’den farksız oluşları aslında büyük bir kayıptır. Gerçekten çok iyi sanatçıların oynadığı, para, zaman, emek, araç gereç olarak çok şeyin harcandığı bir ürünün, insanlara hiçbir şey katmayan eğlencelik olması ‘Aman canım, böylesi de olsun, ne varmış ki’ denmemesi gereken bir israftır. Geçen cumartesi akşamı ATV’de Mehmet Ali Erbil’in, programında, kendi filmini eleştiren Atilla Dorsay’ı dinleyici ve izleyicilerine şikâyet etmesi ise tek sözcük ile ‘ayıp’tır. Üstün sanat yeteneğini salt eğlendirme amaçlı kullanıp para kazanmaya bakan Mehmet Ali Erbil, yakışıksız sözlerle yakındığı Atilla Dorsay’ı anlayarak okusa, kendisi için daha yararlı olurdu. Elbette sahnelerde de, beyaz perdede de, beyaz camda da her oyuna ve her role yer vardır. Ama kendisine sanatçı diyen herkes de eleştiriye açık olmalıdır. Bu bayram da böyle eğlenerek, avunarak geçip gidiyor işte. Türk Edebiyatının Uzlaşmaz Boemi’ başlıklı konuşmalar yapacaklar. Buket Uzuner’in konuşmacı olarak katılacağı bu panelde ‘İstanbullu Dr. Yannis Seferis’in Portresi’ni ele alacak. Tanos Zarangalis ‘Günümüzdeki Türk edebiyatında Rumlar’, Rıdvan Akar ‘İstanbul Rumlarının ve gayrimüslimlerin romanesk hayatı’ Pinelopi Stathi ‘Aşkın Samatyası Selanik’te kaldı’ başlıklı konuşmalar da yapacaklar. Arif Damar’ın dediği gibi, duru bir göle bakar gibi bakmalıyız geçmişimize. Son günlerde sık sık yapmaya çalışıyoruz bunu. Dün gene dostlarla bir aradaydık; Sevgili Onat Kutlar’ın mezarı başında. Filiz Kutlar, Hüseyin Baş, Hülya ve Ali Uçansu, Zeki Ökten, Rutkay Aziz, Metin Deniz, Demir Özlü... Akşam, Ece’de andık Onat’ı. Zeynep Oral, Işıl Kasapoğlu, Atilla Dorsay, Ergin Ertem, Seçkin Yaşar, Ersin Salman gibi dostlarla. Keşke Salih Ecer ve Zeynep Avcı da yurtdışında olmayıp aramıza katılabilselerdi. Ve tabii, Duygu Asena ile Nevzat Şenol (bu iki değerli sanatçı dostumun en kısa sürede sağlıklarına kavuşmalarını diliyorum)... Eski dostlar bir araya gelince ne yapılır, elbette ortak anılardan söz edilir ve giderek eksildiğimizden (Yanlış değil Arif Damar, eksiliyoruz, hem de büyük bir hızla). Eksiliyoruz, çünkü gidenlerin yerini dolduracak kimseler gelmiyor. Yeni kuşakların idealleri çok farklı (Peki, suç hep başkalarının mı? Vurup baltayı parçalamadık mı? Kendimize kıymadık mı?) Onat’ı anarken aramızda olmayan başka dostları anımsamamak elde mi? Tıpkı Onat gibi bir eylem adamı olan Aziz Nesin, tiyatromuzun ve yazınımızın büyük ustası Haldun Taner (Onların da 90. yaşını kutladık 2005’te), geçenlerde 10. ölüm yıldönümünde andığımız Aziz Çalışlar, en verimli çağlarında aramızdan ayrılan Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya, Mehmet Ulusoy ve başkaları... Acaba, bizim kuşak da gittikten sonra onları anımsayan çıkacak mı? Onat’ın en önemli özelliklerinden biri, kendini pazarlamaktan her zaman geri durmasıydı. Ama, başkalarına sahip çıkma noktasında, kimse onun eline su dökemezdi. Sanatın hangi dalında bir yetenek pırıltısı görse, hemen kaleme sarılır, onu tanıtmak için çabalardı. Bugün yaşasaydı, neler düşünürdü bugünün sanatçıları hakkında acaba? Herhalde, para da benim olsun, şöhret de deyip eleştirmenlere saldıran günümüzün şöhretlerine prim vermezdi. Ve eminim, başkalarının yaptığı gibi onlarla polemiğe girmek yerine sessiz kalmayı seçerdi. Çünkü çok iyi bilirdi ki, olumsuz yazılardan bile reklam değeri çıkartır bu açıkgözler. Ben Onat’a yeni yıl hediyesi olarak iyi şeylerden söz etmek istiyorum bugün. Onu mutlu edecek şeylerden... Türkiye’nin geleceğini aydınlatan sanatçılardan... Giderek eksiliyoruz dediysem, bütün bütüne tükenmedik elbette. Yaşar Kemal’den Leyla Erbil’e, Gülten Akın’dan Dağlarca’ya, Tahsin Yücel’den İlhan Berk’e, Çetin Altan’dan Ara Güler’e nice usta yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Hasan Ali Toptaş, A. Oktay Anar, Aslı Erdoğan, Murathan Mungan, Küçük İskender, Ece Temelkuran gibi isimleri yanlarına katarak (Bir de, Yıldırım Türker’den söz etmeliyim Onat’a. Onun ‘Aile Albümleri’ni okuyabilse kimbilir nasıl mutlu olurdu). Ülkemizi dünyaya taşıyan sanatçılar arasında, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk gibi iki yazarımızın yanı sıra sinemacılar ve müzisyenlerin adından sıkça söz edilir oldu son yıllarda. Fatih Akın, Ferzan Özpetek , Kutluğ Ataman, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz (bu listeye her yıl yeni sinemacılar ekleniyor; Onat bu günleri görseydi nasıl da mutlu olurdu). Müzikte de durum farklı değil. Fazıl Say, Kudsi Erguner, İdil Biret, Şefika Kutluer, Pekinel kardeşler, Hüseyin Sermet, Toros Can, Kerem Görsev, Aydın Esen gibi usta müzisyenler Türkiye’den çok dünyada tanınıyor. Pop müzikte Sezen Aksu, Nilüfer, halk müziğinde Arif Sağ, Edip Akbayram, Sabahat Akkiraz hâlâ aşılamadı ama yanlarında Aylin Aslım, Şebnem Ferah, Baba Zula, Mor ve Ötesi gibi genç rockcılar, Kardeş Türküler gibi halk müziğimize yeni açılımlar kazandıran topluluklar var. Tiyatro alanında, yaşanan tüm sıkıntılara karşın direnen ustalar (Kenterler, Dostlar, Ortaoyuncular, AST) ve önemli işler gerçekleştiren genç gruplar var: Mahir Günşıray’ın ‘Tiyatro Oyunevi’, Haluk Bilginer’in ‘Oyun Atölyesi’, Işıl Kasapoğlu’nun ‘Semaver Kumpanya’sı, Nesrin Kazankaya’nın ‘Tiyatro Pera’sı... ve Şahika Tekant, Emre Koyuncuoğlu gibi deneysel tiyatro alanında uluslararası başarılara imza atan yönetmenlerimiz... Plastik sanatlar alanına gelince, geçen yılın en başarılı sergisi hiç kuşkusuz Mehmet Güleryüz sergisiydi. Diğer önemli sergiler ise artık aramızda olmayan ustalara aitti: İlhan Koman’ın, Cemal Tollu’nun ve Fikret Mualla’nın retrospektifleri... Picasso ve Dubuffet sergilerine ve sermayenin sanat alanındaki yatırımlarına da gelecek hafta değiniriz. vecdisayar?yahoo.com K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I 2. Türk Edebiyatı paneli Atina’da yapılacak CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle