12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 OCAK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DIŞ HABERLER dishab?cumhuriyet.com.tr 11 2005, AB’nin ‘kara yılı’ Brüksel, 2006’yı daha az hasarla atlatmak için daha çok çaba harcamak zorunda kalacak BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Liberalizm, Muhafazakârlık ve İslam Üçgenindeki AKP AKP iktidarı Batı’nın ‘‘yeni muhafazakârlarını’’ örnek almaya çalışıyor. Batı kapitalizminin ‘‘liberalizm ideolojisi’’ ile örtüşen biçimde liberal iktisat politikası uyguluyor. Batı’nın yaptığı gibi ‘‘yeni muhafazakâr yaklaşımı’’ öne çıkarıyor. Batı’da Hıristiyanlık, kapitalizm, piyasa düzeni ve sömürgecilik üzerine inşa edilmiş bir ‘‘toplumsallık’’ var. AKP , bunu Türkiye’ye uydurmak istiyor. Bireyci değil ama bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı, ancak bireyin ‘‘cemaat içinde eritildiği’’ bir yaklaşım söz konusu. AKP’nin bireyselliği ‘‘biçimsel’’ kalıyor. AKP’nin, Batı’nın yeni muhafazakârları ile çelişen çok önemli yanları var: 1) Batı kapitalizmi (ve muhafazakârlığı) kapitalizmin kazanan tarafında bulunuyor. AKP (ve Türkiye) ise iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri olarak ‘‘kaybeden tarafta’’ yer alıyor. 1) Batı ülkelerinde din (Hıristiyanlık) bütünleştirici ve birleştirici bir işlevsellik içinde bulunuyor. Hatta, ulusal politikaların bir parçası olarak kullanılıyor. Daha da açtığınız zaman, Batı sömürgeciliğinin bütünleştirici bir öğesi oluyor. İslamcı siyaset Türkiye’de ise Cumhuriyetle, ulusal değerlerle, Atatürk ilkeleri ve ulusalcı politikalarla karşı karşıya geliyor. Daha doğrusu, getiriliyor. İslam, ‘‘esas birleştirici öğe’’ gibi görülüyor. 3) Batı’da yeni muhafazakârlık, ‘‘şirketler oligarşisine’’ dayanıyor. Batı kapitalizminin küresel egemenliğine katkı sağlıyor. Şirketler ve toplumsal çıkarlar arasında bütünleşme var(*). Bu da esas itibarıyla, küresel sömürünün bir sonucu. Bu yüzden mikro ve makro çıkarlar Batı’da örtüşüyor. Çünkü kapitalizmin kazanan tarafında yer alıyorlar. Türkiye’de ise bunun aksine bir işleyiş var. AKP hükümetinin dışa tamamen açık, liberal ve dış odaklara (AB, IMF, tekeller) bağımlı politikaları sonucu, toplumsal yarar yerine, zarar meydana geliyor. Bunun sayısal sonuçlarını dış ticaret açıklarında, dış borç artışlarında ve istihdamda görüyoruz. ? Genişlemeden bütçeye kadar pek çok sorunla boğuşan Avrupa Birliği için geçen yıl çok parlak geçmedi. AB Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’daki halkoylamalarında reddedilmesi birlik için büyük darde oldu. aynı Almanya’da bu oran 2005 yılı başında yüzde 58 idi. Gerileme eğilimi korkutuyor. AB Anayasa Taslağı’nın reddinde, Türkiye kozunu oynayan sağın etkili olduğu biliniyor. Bu konudaki tartışmaların halk üzerindeki olumsuz etkisini, Türkiye karşıtlığı ile çözmeye çalışan Avrupalı muhafazakârlar, Türkiye’nin üyeliğinden geri adım atmakta kararlı. AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Avusturya Başbakanı Schüssel’in, Balkanlar’ın en kısa sürede AB’ye entegrasyonu için görüş belirtirken ? Anayasanın iki ülkede birden reddedilmesinin geçici bir tepki olmadığını son ‘‘Eurobarometer’’ verileri de gösterdi. Fransızların yüzde 67’si, Hollandalıların da yüzde 62’si ortak bir Avrupa Anayasası’ndan yana görüş belirtiyor. parça etmeyi hedefleyen ‘‘yönerge’’, halkları tedirgin eden en önemli gerekçeydi. Bunu fark eden Brüksel yönetiminin, halkoylamalarındaki ‘‘hayır’’ ile birlikte, bu yönergeyi şimdilik kaydıyla çekmeceye kaldırması anlamlı bulundu. Bu arada, 2007 başında AB dönem başkanlığını üstlenecek olan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in reddedilen ‘‘anayasa projesi’’ni yeniden gündeme getirmesi, kimseyi şaşırtmayacak. Ancak sadece makyaj niteliğindeki bazı düzeltmeler için görüş belirtilmesine rağmen AB üst yönetimi, bu taslaktaki neoliberal zihniyetin ortadan kaldırılmasından yana değil. Avrupa ekonomisinde her gün yaşanan gerçeklerin, anayasa metninden çıkarılması mantıklı da olmayacak. ‘‘Açık bir piyasa ekonomisini’’ zorunlu hale getiren, piyasaların liberalleştirilmesine yani kamuya ait tüm alanlarda özelleştirme atağına ağırlık veren taslak metni, silahlanma ve ordulaşmayı, kısaca militarizmi de zorunlu hale getiriyor. Berlin başta olmak üzere, Paris ve Londra’nın da bu hedeflerden vazgeçmeye niyeti bulunmuyor. FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Geride bıraktığımız 2005, Avrupa Birliği (AB) tarihine ‘‘kara yıl’’ olarak geçti. Üretim maliyetlerinde düşüşü ve işgücü verimliliğinde artışı hedefleyen, bunun için insan faktörünü kolayca geri plana itebilen neoliberal zihniyetin doğrudan ürünü niteliğindeki ‘‘AB Anayasa Taslağı’’, Fransa ve Hollanda’daki halkoylamalarında reddedilip İngiltere’de de onay süreci askıya alınınca, zaferle taçlanacağı düşünülen yıl, mayıs ayından itibaren bir çıkmaza girdi. AB’nin 2006’yı daha az hasarla atlatması için çalışmalar ise şimdiden başladı. Türkiye’nin üyeliğine olumsuz baktığını gizlemeyen Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel, AB Dönem Başkanı olarak, Ankara’yı tıkanmanın sorumlusu sayan tutumunu sürdürdü. Avrupa sağı, ‘‘Anayasa Taslağı’’nın reddedilmesini, halktaki Türkiye korkusuna bağlıyor. Ankara’nın üyeliğini bir başka bahara bırakması, ‘‘kara yılın yaratıcılarından sayılan Türkiye’ye kapıların kapandığı’’ mesajını AB yurttaşlarına vermeyi amaçlıyordu. Yönergeye tepkiler... AB’deki hizmetler sektörünü liberalleştirme başlığı altında, neredeyse tamamen özelleştirmekte kararlı ‘‘Bolkestein Yönergesi’’ne tepkilerin ise sonu gelmiyor. Kitle ulaşımı ve eğitim kurumları başta olmak üzere bu alandaki kamu hizmetlerini param ‘Avrupa sistemi’ ‘‘Kara yıl’’ın son ayındaki AB doruk toplantısında, 20072013 dönemi mali planı yoğun tartışmalardan sonra zorlukla onaylandı. Böylece ‘‘Avrupa sistemi’’nin hâlâ geçerliliğini koruduğu dünyaya ilan edilebildi. Mali doruğun başarısızlıkla sonuçlanması, AB’nin altından kalkamayacağı bir darbe olabilirdi. Ancak AB Anayasa Taslağı’nın iki ülkede birden reddedilmesinin geçici bir tepki olmadığını, son ‘‘Eurobarometer’’ verileri de gösterdi. Buna göre, Fransızların yüzde 67’si, Hollandalıların da yüzde 62’si ‘‘ortak bir Avrupa Anayasası’’ndan yana görüş belirtiyor. Halkoylamalarından baharla birlikte çıkan ‘‘hayır’’ sonucuyla birleştirildiğinde, halkların Avrupa düşmanı olduğu için değil, neoliberal hoyratlıkların ve militarizmin ‘‘anayasal değerler’’ haline getirilmesinden korktuğu için taslağa geçit vermediği yorumlarının haklı bir yanı olduğu görüldü. Ayrıca Avrupa halklarının, AB kurum ve mekanizmalarının artan oranda bürokratik bir karmaşaya dönüşmesine ve kamu denetiminden bu yolla uzak tutulmasına karşı çıktığı da saptandı. AKP, toplumsallık ve toplumcu görüşler İslamın, liberal politikaların ve muhafazakârlığın birlikte ele alınması, Batı’dan apayrı sonuçlar yaratıyor. Toplumculuğun cemaatlere (ve tarikatlara) dayandırılması, ‘‘halkçı ve ulusalcı öğelerle çatışmaya’’ yol açıyor. Birinde inançlar ve dini esaslar öne çıkar; diğerinde ise sınıfsal çıkarlar dayanak noktasını oluşturur. Akla değil inanca; sınıfsal çıkarlara değil, İslami kurallara göre uygulama ve değerlendirmeler görülüyor. İslamcı toplumsallık halkçı olamadığı gibi sınıfsal demokrasinin de önünü kesiyor. İslamcı, liberal, muhafazakâr üçgeni içine sıkıştırılmış bir Türkiye’de, bütünleştirici değil, ayırıcı ve çözüştürücü dinamikler işlemeye başlıyor. Güney Amerika’da ‘‘AKP modelinin’’ 1990’lı yıllarda çökmesi sonucu yeni bir hareket başladı. ‘‘Katolik, liberal, yeni muhafazakâr’’ modeli felaketle sonuçlandı. ABD, bugün AKP’nin uyguladığı modeli faşist yöntemlerle Güney Amerika ülkelerine kabul ettirmişti. Ancak başlayan ve hızla gelişen yeni hareket halkçı, ulusalcı ve antiemperyalist bir kimliğe sahiptir ve başarıyla ilerlemektedir. Buna karşılık bugün AKP’nin uyguladığı politikalar liberal, ‘‘yeni muhafazakâr’’ ve İslamcı bir kimliği içeriyor. Bu modelin başarısızlığını sadece Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar değil, dün, Latin Amerika ülkelerinde gösterdiler. *) Dünyada ve Türkiye’de Büyük Sermaye, Der Yay., 2004. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Liman işçileri grevde Avrupa Birliği ülkelerinin büyük bölümünde liman işçileri önceki gün greve gitti. Almanya’nın Hamburg kentinde de liman işçileri AB’nin ‘‘Liman Paketi 2’’ adlı yeni Liman Hizmetleri Kararnamesi’ni protesto etmek için iş bıraktı. Yeni düzenleme, bir limana yanaşan geminin personelinin yük indirme ve boşaltmadan da sorumlu olmasını öngörüyor. Yani, liman işçilerinin işi gemi personeline yaptırılacak. Böylece liman işçilerinin sayısı ve yapılan yatırımlar azalacak. Sendikalar, paketin onaylanması durumunda işçi haklarının yok edileceğini, ücretlerin düşeceğini, kitlesel işten atmaların hızlanacağını da belirtiyor. (Fotoğraf: AFP) Halk istemez oldu Nitekim ekim ve kasım aylarındaki ‘‘Eurobarometer’’, kamuoyu yoklamalarında, AB’nin genişleme öncesindeki 15 üyesinde yaşayan halkın sadece yarısının (yüzde 50) AB üyeliğini ‘‘iyi bir şey olarak’’ değerlendirdiğini gösterdi. 2005 yılı başında bu üyelik iradesi yüzde 54’tü. Hatta AB üyeliği isteyenlerin oranı Avusturya’da yüzde 32, İngiltere’de yüzde 34’te kaldı. Bu rakam Almanya’da yüzde 53. Ama Asıl çıngar paradan çıkıyor A B başkentlerinde ‘‘Anayasa Taslağı’’ konusunda bulunmayan görüş ayrılığının, mali planlamada ulusal çıkarlar arasında ortaya çıkması ilgi topladı. Aralık 2005’teki dorukta, 20072013 bütçesi için yoğun bir çekişme yaşandı, görüş birliği ise ancak üç uzlaşma önerisinden sonra sağlanabildi. 863 milyar Avro’luk bütçeyi onaylayan 25 üye, İngiliz indiriminde de 10.5 milyar Avro’luk bir tasarruf için oy kullandı. Fakat 2008’de tüm mali planlamanın denetlenip iyice gözden geçirilmesi bekleniyor. İngiltere, bütçenin daha düşük tutulmasından yanayken tarım sübvansiyonlarından en çok yararlanan ülke Fransa, direniş gösterdi. Yine de 2008 yılında bu bütçede ciddi bir revizyona ihtimal verilmiyor. Çıkar çatışmaları... AB üyeleri arasındaki çıkar sürtüşmeleri, en çok Doğu Avrupa ülkelerini güç durumda bıraktı. Örneğin Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti, pazarlarını açarken bekledikleri parasal desteği bulamadılar. Yeni 10 üyenin, 2005 yılı sonundaki doruk toplantısında, beklediklerinden yüzde 10 daha az bir destek alabilecekleri ortaya çıktı. Özellikle yapısal fonlar kesintiye uğradı. Ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlı duruma düşen bölgelerin teşviki amacıyla kurulan bu fonların tırpanlanması, AB’nin zaten az gelişmiş yeni üyelerini kötü vuracak. Kendi iç pazarlarını yabancı ve güçlü sermaye kuruluşlarına ardına kadar açan bu ülkeleri çok güç bir dönemin beklediği genel kabul görüyor. Karşılıksız pazar açılımı, Doğu Avrupalı AB ülkelerinde ağır sosyal sorunları tetikleyebilir ve bu açıdan 2006 yılının 2005 yılındaki karartıyı geride bırakabileceğinden de korkuluyor. GUANTANAMO’DAKİ TUTSAK Merkel, Kurnaz için devrede Dış Haberler Servisi Almanya Başbakanı Angela Merkel, ABD’nin Küba’daki Guantanamo üssünde alıkonan terör zanlısı Murat Kurnaz’ın serbest bırakılması için girişimde bulunacak. Bugün başkent Washington’da ABD Başkanı George Bush ile bir araya gelecek olan Merkel’in, Guantanamo konusunu da gündeme getirmesi bekleniyor. Merkel’in ziyareti Irak savaşı yüzünden bozulan BerlinWashington ilişkilerini düzeltmeyi hedefliyor. İki lider, İran’ın nükleer programı, Rusya ile Ukrayna arasındaki doğalgaz krizi, Irak ve Afganistan gibi konuları ele alacaklar. Merkel geçen hafta Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, Bush’la görüşmesinde Guantanamo üssünün kapatılmasını da gündeme getireceğini belirterek üsteki tutsaklara kötü davranılmasından dolayı Bush’u eleştirmişti. Kurnaz’ın avukatı Berhard Docke, Deutschlandfunk radyosuna yaptığı açıklamada, Merkel’in insani nedenlerden dolayı Kurnaz için girişimde bulunacağını kendisine yazılı olarak bildirdiğini söyledi. Almanya’da hükümet değişikliğinden sonra bu konuda gelişme olduğunu ifade eden Docke, Merkel’den konuyla ilgilenmesi yönünde daha önce istekte bulunduğunu belirtti. Murat Kurnaz’ın annesi Rabiya Kurnaz da N24 özel televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ‘‘Merkel’den iyi ve güzel haberler bekliyorum’’ dedi. Sokak harekete geçti Pek çok Avrupa Birliği ülkesi 2005 yılında büyük çaplı protestolara, grevlere, eylemlere sahne oldu A B’nin ikinci motor ülkesi sayılan Fransa, 2005’te büyük toplumsal olaylara sahne oldu. Grevler, en son 1995 yılının son iki ayında ülkedeki yaşamı bu boyutlarda felce uğratmıştı. 2005 yılında, hükümetin neoliberal inadı, sosyal güvenlik sisteminde yeni kesintiler ve özelleştirmeler, büyük cepheleşmelere yol açtı. Elektrik devi EdF’nin özelleştirilmesi çalışanları sokağa döktü. Üretim kesildi, yer yer şalterler indirildi. Kamuya ait demiryolu şirketi SNCF’de 3 bin 600 kişiye çıkış verileceği haberi ve yeni özelleştirmelerin elinin kulağında olduğu duyulunca 170 bine yakın demiryolu çalışanı 6 kez greve gitti. Sendikacılar gemi kaçırdı Korsika’ya yolcu taşıyan denizyolu şirketi SNCM’nin özelleştirilmesine yönelik planlar ise sadece greve değil, bir şirket gemisinin sendikacılar tarafından kaçırılması ve bunun jandarma güçlerinin özel bir ha Fransa varoşlarının başkaldırdığı 27 Ekim ile 17 Kasım 2005 arasında, 8 bin 700 otomobil ve 300 bina ateşe verildi. (Fotoğraf: AP) rekâtıyla ‘‘kurtarılması’’na da neden oldu. Hükümetin sosyal politikasını protesto için sendikalar 3 kez genel greve gittiler. Ancak Fransa varoşlarının ekim ve kasım aylarındaki başkaldırısı yılı ‘‘kara’’ olarak damgalamayı kaçınılmazlaştırdı. 27 Ekim ile 17 Kasım 2005 arasında, 8 bin 700 otomobil ve 300 bina ateşe verildi. 4 bin 740 kişi gözaltına alındı. Olaylar polisten kaçan iki yabancı kökenli gencin ölmesiyle başladı. Mutlu azınlık AB içindeki Arap veya Afrika kökenli mutsuzlar, kısaca ‘‘göçmenler’’, çocukları aracılığıyla ruh hallerini sokaklarda dile getirmiş oldular. Yunanistan’da da sokak hareketliydi. Sağcı hükümetin art arda çıkardığı yasalar, çalışanların kazanımlarını ellerinden almaya başlayıp özellikle sağlık ve eğitimde büyük kesintilere gidilince, geçen yıl Yunanis tan’da sürekli grevler veya protesto gösterileri yaşandı. Emekliler de Atina’da her ay gösteriler düzenleyerek durumlarına dikkat çektiler. Okul ve üniversitelerdeki boykotlarla grevler, öğrenim yılını iyice kısalttı. Devlet bankalarında çalışan memura işletme düzeyindeki hastalık kasalarını korumak için bir aya yakın iş bıraktılar. Bu protestoya diğer sektör çalışanlarından da destek gelince, haziran ayında bir genel grev yaşandı. İtalya’da, yığınsal gösterilerle Başbakan Silvio Berlusconi politikaları protesto edildi. 25 Kasım’da milyonlarca İtalyan, Roma’nın bütçe planlarını genel grevle reddetti. Kitle ulaşımı felce uğratıldı. Sendikalar 25 Kasım’da kamu çalışanlarının yüzde 80’iyle yüz binlerce işçinin de genel greve katıldığını bildirdiler. Berlusconi ise iktidara geldiği 2001 yılından bu yana yaşadığı beşinci genel greve rağmen ‘‘Bu gösterilerin bir yararı yok’’ demeyi sürdürdü. ‘Oğlum suçsuz’ Oğlunun arada kaldığını belirten Rabiya Kurnaz, ‘‘Alman makamları, Türk vatandaşı olduğu için, Türk makamları da Almanya’da doğduğu için bir şey yapmadıklarını ifade ediyorlar. Murat, avukatları aracılığıyla suçsuz olduğunu söyledi. Benim gözümde Murat suçsuz’’ dedi. Ailesi Bremen’de yaşayan Kurnaz, 2002 yılı başında Amerikan askerleri tarafından Pakistan’da tutuklanmış ve Küba’ya gönderilmişti. CUMHURİYET 11 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle