Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2005 SALI
14 JVU-Lil. LJ JV kultur@cumhuriyet.com.tr
TİYATRO DÜNYASINDAN DtKMEN GÜRÜN
Okyanus'un karşı yakasındanTerry Johnson, Broadway sah-
nelerinde uzun süre afişlerde ka-
lan bir yazar. Düş gücü ve zekâ sah-
ne üzerinde akıcı bır yorum ve kıv-
rak oyuncularla buluşunca seyir-
cinin nabzını yakalamak hiç de
zorolmuyor. DostiarTiyatrosu'nda
oynamakta olan 'Buluşma' bu ni-
teliklerle örtüşen bır çalışma. John-
son'un özelliklerinden biri, oyun-
larında kurduğu ilişkilerı hayal ve
gerçek arasında gidip gelerek bes-
lemesi. Kurguladığı ortamlan, olay-
lan sürpriz buluşmalar-ayrılma-
larla zenginleştiriyor. Bunu yapar-
ken yer yer komedi unsurundan
yararlanıyor. Filiz Ofluoğlu'nun
Türkçe'ye çevirdiği ve Dostlar Ti-
yatrosu repertuvarında uzun süre
kalacağa benzeyen 'Buluşma'da
yazar, bir döneme damgasını vur-
muş olan bir bilim adamını, film
yıldızını, efsane bir sporcuyu ve fa-
şist birpolitikacıyı New York'ta bir
otel odasında, heyecan dozunu ko-
medi dozuyla dengeleyerek bir
araya getiriyor. Bu kişiler; Albert
Einstein (Genco Erkal), Marilyn
Monroe (Dolunay Soysert), Joe
Dı'Maggio (Erdem Akakçe) ve
Senatör McCarthy (Ali Uyandı-
ran).
ilglnç bir 'buluşma'
Oyun, 1950'li yıllarda geçiyor.
1953, Kore Savaşı'nın bittiği ve
Amerika'da komünizm korkusunun
daha da körüklendiği yıl. 1954,
Albert Einstein'in 75 yaşına girdi-
ği ve Princeton'da düzenlenen
'Akademik Özgürlüğün Anlamı'
konulu sempozyuma çeşitli ne-
denlerlekatılmadığı/katılamadığı
yıl. 1954, aynı zamanda Marilyn
Monroe ve Joe Di Maggio gibı iki
büyük ve ünlü 'Amerikalı'nın bo-
şandıkları yıl da. 'Buluşma', böy-
lesine hassas bır zaman dilımini ve
hassas bır ortamı ele almış olma-
sına karşın bir dönem eleştirisi de-
ğil. Kuşkusuz, o yılların politık at-
mosferine senatör McCarthy ka-
nalıyla göndermeler yapılıyor ama,
bunlar kısa ve yüzeysel dokunuş-
lar olmaktan öteye geçmiyor. Za-
ten yazann temel amacı da bu yön-
de belirlenmiyor. Terry Johnson,
bir düş-gerçek bütünleşmesi için-
de, yaşamda yolları kesişmeyen
bu insanları (Einstein ve
McCarthy'nin dolaylı da olsa 'Ame-
rikan Karşıtı Faaliyetleri İzlenıe
Konıitesi' nedeniyle bir kesişme
yaşadıklannı biliyoruz) buluştu-
ruyor ve seyirciyi bu ilginç orta-
mın içine çekıyor. Bırınci bölünı-
den ikinci bölüme geçişte gözlem-
lenen kurgusal zaaflara karşın oyun
zevkle ızlenıyor. Bunda tabii ki;
özellikle zekı, alçakgönüllü, ra-
hat, yüreği pırpır eden, çocuk ruh-
lu ama o denli de inatçı Albert
Einstein'da Genco Erkal, Marilyn
Monroe gibı iddialı bir rolde abar-
tıya kaçmayan ölçülü, zarif oyun-
culuğunun yanı sıra güzelliğiyle de
sahneyi dolduran üolunay Soy-
sert ve güçlü, duyarlı, sevecen, bı-
raz da kendinden fazlasıyla emin
Joe Dı Maggio'da Erdem Akak-
çe'nin payları büyük. Ali Uyandı-
ran, tabii kı sevilecek bir rol değil
ama, McCarthy rolüne pek ısına-
mamış gibi geldi bana. Bu arada,
Sadık Kızılağaç'ın özellikle Ma-
rilyn Monroe ile özdeşleşen be-
yaz kostümü çok hoş.
Terry Johnson; bırbırinden çok
farklı alanlarda üstünlükleri tar-
tışma götiirmeyen erkekleri ken-
dine âşık eden ve onlara âşık olan
efsanevi Marilyn Monroe; Yankee
baseball takımının ve tabii ki Ame-
Â. nsan ilişkileri
ve insanın yalnızlığı
üzerine kurulu iki
farklı bakış: 'Buluşma'
(üstte) ve 'Salıncakta
tki Kişi' (yanda).
rika'nın idolü olan ve boşandıktan
sonra bile Manlyn Monroe'yu sev-
meye devam eden büyük sporcu Joe
Di Maggio; bir mektubunda "ye-
niden genç olsaydun asla bir bilim
adamı değil muslukçu veya işpor-
tacı olur özgürlüğün tadını çıkar-
tırdım" diyen Albert Einstein'ı
karşı karşıya getiriyor. Onlan, oluş-
turduğu yalnızlar üçgeninin köşe
taşları olarak belirliyor... Buluş-
ma hayal ürünü olsa da bu süreç-
te üçü'de konumları gereği yaşa-
mak zorunda bırakıldıklan üst kim-
liklerinden sıyrılarak alt kimlik-
leriyle kalıyor ve bu iki kimlik ara-
sındaki çelişkiyi ortaya koyuyor-
lar. McCarthy ıse bu çelişkiyi ya-
şayamayan, yakalayamayan kışi
olarak üçgenı kıramayan kişi.
Salıncakta iki Klşl'
Hakan Alüner'in rejisi, Sevgi
Sanlı'nın çevirisi ve Figen Soy-
sal'ın sahne tasarımıyla Tiyatro
Kedi'de oynayan 'Salıncakta İki
Kişi'William Gibson'un 1958de
yazdığı bir oyun. O yıl, Anne Banc-
roft ve Henri Fonda baş rolleri
paylaşıyorlar. Yazıldıktan kısa bir
süre sonra da Broadvvay'e taşını-
yor oyun. Genç ve yakışıklı, ama
işinde başansız ve evli olan ve de
tutucu Nebraska'dan New York'a
gelen avukat Jerry Ryan ıle, hayat-
la ve kentle tek başına mücadele
eden mesleğinde (dansçı) ıstediğı
noktaya asla erişemeyeceğıni bi-
len, kaybetmeye koşullu Gitta Mos-
ca'nın ılışkilen pek çok dile çev-
rıliyor 1960'h yıllarda. Bizde de
1959-60 sezonunda Karaca Tiyat-
ro'sunda Muhsin Ertuğrul'un yo-
rumu ıle Yıldız Kenter ve Müşflk
Kenter tarafından oynanıyor ve
çok iyi eleştiriler alıyor. Daha son-
ra, 1990-91 sezonunda İstanbul
Devlet Tiyatrosu'nda Işık Yener-
su ve Can Gürzap'tan yine aynı
zevkle izledik 'Salıncakta tki Ki-
şi'yi. Bu arada, 1962'de Robert
Mitchum ve Shirley McLaine'in
baş rolleri paylaştığı filmi de bi-
zim kuşak kolay unutmayacaktır.
Oyunun, yıllar ıçınde popüler-
liğini yıtirmemesıne yol açan özel-
hk, bir aşk hikâyesi olmanın öte-
sınde, yalnızlık, iletişimsızlik,
mutsuzluk, çaresizlık gibi duy-
gularla, endişelerle beslenmesi.
Yaşadıkları dünyalarda kaybol-
muş, başarıyı yakalayamamış,
umutlarını yitirmiş onca insan-
dan ikısıdir Jerry ve Gitta. Ko-
şulların bir bıçımde buluşturdu-
ğu bu iki kişınin, bir erkeğin ve
bır kadının birbirlerine tutunma is-
tekleri, mutluluğu birbirlerinde
arama çabaları ve bu zor süreçte
dengeyi korumak ıçin verdikleri
uğraşlar ve sonuçta yapılan seçi-
min getirdikleri-götürdükleri...
Yaşamların kabahklarla çevrelen-
mış olarak köşelere sıkıştığı gü-
nümüzde karşılıklı anlayışa, pay-
laşıma ve tabii kı sevgiye, saygı-
ya yer açılmalı ıçimızde, dışımız-
da, çevremizde bir yerlerde...
'Salıncakta İki Kişi'de bu kez
rolleri Nurseli tdiz ve yine Can
Gürzap üstlenmiş. lkisi de dene-
yimli sanatçılar. Yazarın belirle-
diğı yaş sınırlamasının dışına ta-
şan bir rahatlıkla işliyorlar ilişkı-
ler ağını. Böyle olunca da, kadın
ve erkek arasındaki dostluk, pay-
laşım, özverı, aşk gibi duygular,
duyarlılıklar 'genç' tanımının sı-
nırlarını kırıyor, kaldırıyor ve ib-
re rahatlıkla 40'lann, 50'lerin öte-
sine geçiyor...
Ömer Muz'un 'Zamanda... bir iz...' sergisi 4 Mart'a dek Atatürk Kültür Merkezi'nde
IstanlnıTa suhıboya bakısı, ———ı w «3NENA ÇALİDİS
'Bir varmışız / Hiç yokmuşuz gibiyiz /
geliriz, geçeriz / sonra da göçeriz / Göçer-
ken de zamanda bir iz olarak / kalnıak
isteriz' dizeleriyle anlatıyor ressam Ömer
Muz 'insanın var olma çabasının yolcu-
luğunu' sergisinin katoloğunda...
Genelde Istanbul'u rcsimlemeyi seven
sanatçının bu sergısınde son çalışmaları
olan figüratif ve nü yapıtlar da yer alıyor.
Salt görünüm ressamı olarak anılmak is-
temediğini belirten Muz, "Sergi kavra-
mına yeni bir doku eklemem gerekiyordu,
bu nedenle konulann çcşitliliğini arhrmak
ve renklendirmek için fıgüratif ve nü resim-
lere yer verdim" diyor.
Bundan sonraki çalışmalarında da tstan-
bul'un olacağını söyleyen Muz'un atölye-
si Bahariye'de, evi ıse bir başka tarihi do-
kulu semt olan Çamlıca'da... Durum böyle
olunca da vapurlar, Haliç ve Lstanbul'un
dar sokakları sanatçının rcsimlerinde önem-
li bır rol oynuyor ister ıstemez.
Dokusal aşınmadan tuvale yansıyan
lstanbul'un yaşamında önemli bır yerı
olduğunu her fırsatta dile getıren Ömer
Muz, lstanbul'un son 20 yıl içinde yaşadı-
ğı dokusal aşınmayı tuvaline aktarmaktan
kendisini alıkoyamıyor. "Busergimdeİstan-
bul'u gerçekten simgeleyen yapıtlar var ve
bunlar bu kenti en iyi anlatan resimler. Dün-
yanın en güzel kenti dedikleri yıllarda, İstan-
bul bence Doğu ile Balı'nın ortak kültürü-
nün kesişme noktasını oluşturuyordu. Bu-
gün, belki hâlâ aynı kültürcl kimliği koru-
yor ama dokusal kimlik açısından baktıgı-
nızda nıimari doku açısından önemli bir
değer kaybuıa uğradı.' Ömer Muz, sulubo-
1
alt görünüm ressamı
olarak anılmak
istemediğini belirtiyor
Ömer Muz... Bundan
sonraki çalışmalannda da
lstanbul'un olacağını
söyleyen Muz'un atölyesi
Bahariye'de, evi ise bir
başka tarihi dokulu semt
olan Çamlıca'da... Durum
böyle olunca da vapurlar,
Haliç ve lstanbul'un dar
sokaklan sanatçının
resimlerinde önemli bir
rol oynuyor ister istemez.
te»*\
ya çalışan bır sanatçı. Bu sergısınde ılk kez
bıryağlıboya işinı sergilıyor. "Özellikle yağ-
lıboya resimlerim hakkında insanlardan tep-
ki alıııak istiyorum. Bu sergiye simgesel ola-
rak böyle bir yapıt koydum" diyor sanatçı.
'Bu ülkede sanatçı olmanın zorluklan'nı
süreklı yaşayan Muz, "Türkiye'de bence en
zor iş sanatçı olmak. Sanatçıhğı bir işkolu
olarak görmek baştan yapılan bir yanlış.
Çünkü sanat her şeyden önce, bir iş değil,
bir uğraştır. Türkiye'de sanatçı olmanın fa-
turası bence çok ağır. Sanatçı olarak popü-
ler bir kimlik taşımıyorsanız ve arkanızda
biri yoksa maalesef başarınızı çok fazla or-
taya çıkaramryorsunuz. Bütün dünyada sa-
natçılar nıenajerler ve küratörlerle çahşır.
Türkiye'de küratörlük son yıllarda sorgu-
lanan bir kurıım. Altyapısı çok iyi oluşma-
dan küratörlüğe sıcak bakmıyorum. Türki-
ye'de sanat henüz sektörel bir kimlik ka-
zanmış değil. Sanat derken sadece resim ala-
nından söz ediyorum."
Cörselllğe bir yorum
Kendı dılıni kendı bakış açısını saglamak...
Ömer Muz kendı resmini tanımlarken "Çok
yalın ve sade" diyor demesine ama bir konu-
ya da açıklık getiriyor: "Resmiminçokdüzbir
dili var. Bir anlanıda 'gördüğünü yapan res-
sam' da denebilir. Belki çok klasik bir tanıın-
lama resim için, ama ben buna katılnuyorum.
Her şeyden önce suhıboya bir yorum işi. Sulu-
boyada gördüğünüz şeyi su ve boya ilişkisini çok
iyi harmaıılayarak, çok clenetinıli bir şekilde ve
kendi içinde bir disiplin oluşturarak yapnıak
bence çok ciddi bir iş. Su, boya ve renklere ege-
men olabilmek, bence, kendi içinde zoriuk la-
şıyan bir teknik istiyor. O yüzden ister istemez
suya ve boyaya egemen olurken kendi içinde gör-
seÜiğe bir yorum getiriyorsun."
1977 yılından 9O'lı yıllann başına kadar
medya kuruluşlarında karikatür, afiş ve kitap
tasarımlan yapan Muz 2003 yılında Cumhu-
riyetın 80. Kuruluş Yıldönümü kapsamında
Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle New York'ta
bır sergi açtı.
Bahariye'dekı atölyesınde suluboya kursla-
n veren sanatçının bır sonraki sergisi nisan ayın-
da İMKB Sanat Galensi'nde açılacak.
(0 216 449 93 05)
YAZIODASI
SELİM tLERİ
İstanbul'da Okuduğum
Bazı Kitaplar (4)
Eniştem Dr. Talat Akdağ, çok gençliğinden beri
kitaba enikonu düşkünmüş. Teyzemle evlendikten son-
ra, eniştemın kitaplığı benim için yepyeni bir dönem
oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, klasikler, modern
edebiyat, eniştemin kitaplığında beni bekliyordu!
Teyzemle eniştemin ilk evleri, Moda'da, Pasifik
Pastanesi'nin üst katıydı. Eşya yeniydi. Yarı kitaplık
yarı büfe dolap da yeniydi. Ama bakanlık klasikleri
biraz sararmış beyaz, cıddi kapaklarıyla möbleye ya-
şanmışlığın anlamını katardı.
Klasikler arasında hiç bilmediğim, o güne kadar ad-
larını işitmedığim nice eser, nice yazar iştahımı ka-
bartıp dururdu.
Önce Jane Austen'ları yürütmüştüm. "Okuyun-
ca getiririm" derdim enişteme.
Az önce içeriye, küçük odadaki kitaplığa bakındım.
Evet, Gurur ve Aşk oradaydı, iki cilt, Beria Okan'ın
çevirisi, doğumumdan bir yıl sonra yayımlanmış.
VValter Scott demiş ki:
"Miss Austen'ın bu güzel romanını bir defa daha
ve hatta üçüncü defa okuyun. Bu genç bayan gün-
lük hayatta karşılaşılan şahıslann meşgalelerini ve kay-
gılarını tasvirde bence eşsiz, harikulade bir kabili-
yet göstermiştir."
Ne tuhaf: Yürüttüğüm Gurur ve Aşk'ı bugüne ka-
dar okumadım.
Ama Emma'yı Teşvikiye'deki evde, yalnız başıma
yaşamaya başladıktan sonra okuduğumu anımsı-
yorum. Altın Kitaplar'ın yayınıydı.
Eniştem, okur okumaz getiririm denılmiş kitapla-
rın bir daha geri gelmeyeceğıni herhalde biliyordu.
Fakat hep hoş gördü.
Yine ondan Deniz Feneri'ni almıştım. Denız Fene-
ri'ni de uzun süre okuyamamıştım. Bir gün okuyun-
ca, Virginia Woolf'a çılgıncasına âşık oldum. Naci-
ye Akseki Öncül'ün inceliklerle örülü çevirisini de
anmak isterim.
Deniz Feneri, diyebilirim ki, benim için, tek başına
bir 'roman okulu'ydu.
Abuk sabuk sorarlar: Issız adaya gitseniz, hangi
kitapları yanınıza alırsınız? Deniz Feneri, öyle sanı-
yorum ki, bana yeter.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Yaz Yağmuru da eniş-
temin kitaplığından. Yaz Yağmuru'nu kendi kitabım-
mış gibi alıp, bu kez enişteme haber vermeye bile
gerek duymayarak eve götürmüştüm.
Doğrudan doğruya "Yaz Yağmuru" hıkâyesinde ta-
kılıp kalıyordum. Bazı sahneler kitabı kapadığımda
gözümün önünde canlanırdı. Bazı sesleri -hikâyenin
başlangıcında dınen yağmur sesi-, müziği -De-
bussy'ninki olmalı- işitebıliyordum. Hatta, Sabri'nin
âşık olduğu kadını tanır gibiydim: Bizimkine benze-
meyen bir dünyada yaşıyor olması, kestane renkli iri
gözleri, daima gülümseyen hali gözümün önüne ge-
liyordu.
Ama "Yaz Yağmuru" bundan sonra susar ve ken-
di içine kapanır, özünü saklardı.
Sabri'nin evi nerdeydi? Genç kadın, Bağlarba-
şı'ndaki akrabasından çıkıp, Beylerbeyi'ndeki birar-
kadaşına uğramak isterken yaz yağmuruna yakala-
nıyordu. Ev o taraflarda bir yerde olmalı. Tam hatır-
layamıyorum.
Ama "Komşu"nun bahçesini unutmadım. Genç ka-
dın orayı görmek ister ve Sabri'yle birlikte bahçeye
girerler. Burada bir havuz kalıntısı vardır. Demek, ls-
tanbul'un ev bahçeleri, köşk bahçeleri daha o zaman-
lar harap düşmüş.
Havuz silme çürümüş yaprakla doluydu. Hemen
yanı başında nar ağacı! Nar ağacının henüz ham
meyveleri yaz yağmuruyla yıkanmış, damlacıklarla ışıl-
tılıydı.
Zaten "Yaz Yağmuru"nda İstanbul pitoreski şura-
ya buraya serpiştirilmiş, hep canlı, hep bellekte de-
rin iz bırakan ayrıntılarda belirir. "Yaz Yağmuru"nu ilk
fırsatta yeniden okumalıyım, kitaptaki öteki hikâye-
leri de...
öneriler:
Kitap / Şakağına Daya Beni, Deniz Durukan, Yasak-
meyve Yayınları, 2005. ("aşkın paslı bir çivi gibi I çi-
ziyor yüzümü")
liyatro Emek Odülleri verildi
• Kültür Servisi - Eskışehir Sanat Derneğı, Prof.
Dr. Sevda Şener, yazar Turgut Özakman ve
Büyükşehır Belediye Başkanı Yılmaz
Büyükerşen'e, Tiyatro Emek Ödülü verdi. Sanat
Derneği Başkanı Şahabettın Tosuner, Büyükşehir
Beledıyesi Kültür ve Sanat Sarayı'nda düzenlenen
törende, Eskişehir'de tiyatronun 1956'dan 1966'ya
kadar çok güzel yıllar yaşadığını söyledi. Yaklaşık
50 yıl önce lıse öğrencisıyken tiyatroya emek
vermeye başlayan Yılmaz Büyükerşen'in bugün
belediye başkanı olduğunu ifade eden Tosuner,
Esbşehir'ın üç sahnesiyle bir tiyatro kenti
olduğunu belirtti.
Yörük kültürü müzede
• FETHİYE (AA) - Muğla'nın Fethıye ilçesinde
yaşayan tunzmci Enver Yalçın, yıllardır çevreden
topladığı ve Yörük kültürünü yansıtan
malzemelen sergılemek için müze kuruyor.
Yalçın, her geçen gün unutulmaya yüz tutmuş
Yörük kültürünün tekrar yaşatılrnası, geleceğe
taşınması ve turizme kazandırılması için, müze
kurma çalışmalanna başladığını bildirdı. Yıllardır
köylerden ve çevre illerden Yörük kültürüyle ılgıli
toplam 500 parça antik eşya topladığını belirten
Yalçın, müzeyi, ilçeye bağlı Kargı Köyü'nde
bulunan 'Yalçın Apart'ın bahçesıne kuracağını
söyledi.
Cevdet Kudret Odülleri
• Kültür Servisi - Beş ayn dalda dönüşümlü
olarak verılmekte olan 'Cevdet Kudret Edebiyat
Ödülü'nün bu yılki konusu 'Öykü Ödül'e Eylül
2004- Ağustos 2005 tarıhlerı arasında basılmış
kitaplar aday olabilecek. Sadık Aslankara, Konur
Ertop, Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, ve
Osman Şahin'den oluşan Seçıci Kurul, karannı
ekim ayı ortasında açıklayacak ve kazanan yazara
ödülü TÜYAP Kitap Fuan' nda yapılacak bir
törenle verilecektir. Aday kitapların en geç 1 Eylül
2004 tarihine kadar 6 nüsha olarak, yazarın kısa
özgeçmişi ve adaylık başvurusu ile birlikte
'Cevdet Kudret Edebiyat Odülleri, Amiral Fahri
Engin Sok., Vaizoğlu Apt., No: 8/5, Rumelihisan,
İstanbul' adresıne gönderilmesı gerekmekte.