17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 TEMMUZ 2004 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA JVLJJLiJ. LJ M\ [email protected] 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCİ Prof. Dr. Oktay Belli, yaşamını ve arkeologluğunu Doğu Anadolu'va adamış bir bilim insanı... Türkiye'de ilk kez bir 'kasabada' tarihle bilimi buluşturdu ve ardından kitaplaştırdı... (Solda, Bayazıt Kalesi yamaçlarında eski Doğubayazıt - sağda, tshak Paşa Sarayı...) Doğubayazıt'ta 2003 yılında yapılan tarihi sempozyum tüm yönleriyle belgelendi... 'GüneşinDoğduğu ^r'in kitabıHenüz bir yıl geçmedi Doğu- bayazıt takı tarihsel buluşmanın üzerinden... Türkiye'nin en doğu ucunda, "Güneşin Anadolu'va doğduğu" yerde, bölgeden ve ül- keden bilim insanlan, uzmanlar, yerel ve merkezi yönetim temsil- cileri ile duyarlı yöre aydınlan, 13-14 Eylül 2003 tarihlerinde unutulmaz 'Doğubayazıt Sem- pozyumu'nu yaşamışlardı... Doğubayazıt Kaymakamı Nu- rullah Çakır'ın öncü çabalan ve ev sahipliğiyle gerçekleşen sem- pozyuma ÇEKÜL Vakfı, Erzu- rum Atatürk Üniversitesi, tstan- bul Üniversitesi ve Van 100. Yıl Üniversitesi'nin Doğu Anado- Iu'ya gönül vermiş temsilcileri eşsiz katkılarda bulunmuşlardı. Istanbul Üniversitesi'nde oluştur- duğu enstitüyle 30 yılı aşkın za- mandır bölgenin tarihini araştıran Prof. Dr. Oktay Belli de Türki- ye'de ilk kez bir 'ilçede' gerçek- leşen böylesi bir bilimsel bera- berliğin önde gelen emektan ol- muştu... Geçenlerde, işte o güzelliğin yeniden anımsandığı alçakgönül- lü bir toplantı yapıldı. 8 Temmuz 2004 günü ÇEKÜL'ün Istanbul, Tarlabaşı'ndaki binasında düzen- lenen 'tanıtım'da, editörlüğünü yine Oktay Belh'nin üstlendiği 'Güneşin Doğduğu Yer; Doğu- bayazıt Sempozyumu' kıtabının yayımlanması kutlandı. 'Alçakgönüllü' diyorum; çün- kü masalardaki kitabın muhte- şemliği o denli büyüleyiciydi ki, böylesi bir yayını kim yaparsa yapsın, basın toplantısını en geniş katılımla ve en parlak törenlerle düzenler, mekân olarak da tarihi bir Beyoğlu binasının 40 m2 lik holünü değil, belki de en lüks otellerin saray yavrusu salonlan- nı seçerdi. ÇEKÜL'de bir araya gelenler, kitabın basımına kaynak sağlayan Doğubayazıtlı Selahattin Baya- zıt'ın içten- ^ ^ ^ — likli katkılan- na teşekkür ederlerken bu ilçenin tarih- sel derinliğine yakışır bir içerik ve dü- zenlemenin de yaratıcısı ^ — olan Oktay Belli'ye "lyi ki varsınız" dedi- ler. Sınır ötesl' sınır Kentl Yıllar önce tran'a yaptığımız bir seyahat nedeniyle Doğubaya- zıt'taki konaklamamızda, notla- nma "sınır ötesi bir sınır kenti" yazmıştım. Sınınn ötelerini de kucaklayan, hem etkileri, hem de etkilenmeleriyle "sınır tanıma- yan" coğrafyalarla buluşan bir sı- nu- kenti olmak, kolay değil... Ağrı'yı gururla seyreden bir ts- hakpaşa Sarayı, bir Bayazıt Ka- lesi ve tarihin diğer armağanlan- nı bir bütün olarak görebilen göz- ler, Doğubayazıt 'ın herhangi bir uygarlık merkezi olmadığını, ma- yasındaki "insan aklı ve duygu dfinyasının" da binyıllanna damgasını vurduğunu fark eder- ler... Örneğin, özellikle düşünce ve yaşamın buluşmasında, yine bu bölgenin felsefe tarihinde çok önemli yeri olan Ahmed-i Ha- • Bugün Avrupa'da da hangi müzeye giderseniz gidin, o müzeyi Anadolu aydınlatıyor. Çünkü Avrupa kendi batısına baktığında, uçsuz bucaksız okyanusu gördü, doğuya baktığında ise yaratıcılık ve akıl deryasının en zengin hazinesiyle dopdolu Anadolu'yu izledi... ni'yi anlatan bildiriyi okuyun. Cizre'de yaşarken Memuzin adlı eserini yazdığı 1700'lerin Ana- dolu dünyasını da anımsadığınız- da, Hani'deki insan ayırmayan sevginin ve hümanizmanın öyle- si bir "kandil ışığı çağında" bi- le bu coğrafyadan Avrupa'daki aydınlanmaya doğru nasıl yayıl- dığını göreceksiniz... Sempozyumda 'Güneşin Doğ- duğu Yer' tanımlaması da ne ka- dar heyecan yaratmıştı? Aslında, denebilir ki her yer, bir bakıma kendi batısındaki her yer için güneşin doğduğu yerdi... A- ma, eğer güneşin doğduğu bir y- er, şafağın söktüğü ufkun daha ötesinden gelen kültürleri ve uy- garlıklan da taşıyan bir 'tan ye- ri' gibiyse, işte orası 'her açıdan' güneşin doğduğu yer değil miy- di? Dahası, bir de örneğin tran'dan baktığımız zaman, Doğubayazıt bu kez de 'güneşin battığT yer- di. Ama bu nasıl bir güneşin bat- tığı yer ki tarih boyunca 'güneşi- — ^ — — ^ — ^ — ni' hıç yi- tirmemiş- ti? Çünkü Anadolu, hemen tüm Asya ve hatta Afrika "™—^^—•^—•^ coğrafyası açısından, tarihin en büyük 'Ba- tı uygarhğı'... Denebilir ki, tüm Doğu dünyası için; 'güneşin bat- madığı batı'da yaşıyoruz; ama farkında mıyız?... Kendllerlni' göremeyen Batıcılar Bütün bir uygarhklar tarihi bo- yunca geçerli olan bu evrensel gerçek, ne yazık ki son yüzyıhn ardından tersine bir tavnn, tersi- ne bir duruşun doğmasını da ön- leyemedi... Güneşin ufukta kaybolup gitti- ği yerde, örneğin tarihi 200 yılı geçmeyen bir Amerika'da, 'çağ- daş uygarlık' söylemiyle 'derin- liksiz büyümeyi' arayanlanmız var... Bugün Avrupa'da da hangi mü- zeye giderseniz gidin, o müzeyi Anadolu aydınlatıyor. Çünkü Av- rupa kendi batısına baktığında, uçsuz bucaksız okyanusu gördü, doğuya baktığında ise yaratıcılık ve akıl deryasının en zengin ha- zinesiyle dopdolu Anadolu'yu izledi... tşte bütün bunlar, Doğubayazıt Sempozyumu'nda da şu soruyu gündeme getirmişti. Peki, biz bu eşsiz 'ayrıcalığımızı' neden önemsemedik? Dünya 'Anadolu hayranı' iken biz neden bu hazi- nemizin varlığını yeterince kav- rayabilmiş değiliz? Evet... Tanh ve arkeoloji sem- pozyumlannı hep üniversiteler- de yaptık. Hep akademik toplan- tılarda tartıştık. Ama böyle bir gözden ırak, gönlü tarih dolu bir kentte, hatta bir 'kasabada', uy- garlık ve sanat tarihinin beşiği olan topraklarda. yine uygarlık ve sanat sempozyumlan hemen hiç yapmadık. Doğubayazıt kitabı, bu eksikli- ğimizi ilk kez 'gidermenin' ta- rihsel önderliğini de belgeliyor. Okumakla yetinmemek, bilim ta- rihimizin müzesine de koyarak 'kuşaktan kuşağa kutsamak' gerekiyor... Zamandan başka mülkümüz olmadı... SUREYYA BERFE 1964-65. Yeni Ufuklar-Çan Yayınlan'nın Çemberlitaş'ta "sade ve vakur" bir yeri vardı (Günyol Plaza). Üniversite öğrencisiydik. Mustafa Öneş'le kitap dağıtıyorduk. Size de uğruyorduk bazen. Dergiden ve kitaplardan hangıleri yok? Hemen bir paket yapıp veriyordunuz. Yalnız bize değil, herkese. Beş kumş almadan, üstelemelere rağmen almadan. Nasıl şaşırmıştım... Yine o yıllarda Sirkeci, Büyük Postane'nin ilerisinde, şimdiki Akbank'ın önünde işportacılık yapıyor. gömlek satnordum. Tanesi on liraydı. Geldiniz ve iddiasız renkleri olan bir gömlek beğendiniz. Ne yaptım ne ettiysem parasım vermek istediniz, engel olamadım, gömleklerin arasına sıkıştınp gıttiniz. Nası! şaşırmıştım... llkkıtabım Gün Ola... (19t>9) yayımlandığında göklere çıkardınız. Çevrenizdekilere ya hediye etnnız ya da aldırdınız. Nasıl şajiımıştım... Yıllar sonra Bostancı'daki nuyhanelerden birinde adım O beş sözcüklük gerçeği eski - yeni bütün kitaplanmm birinci sayfasına, size ithaf edilmiş olarak koyacağım, Vedat Bey. geçmiş ve siz övgüyle söz etmişsiniz benden. Babam da başka bir masada votka içiyormuş. Sizi tanımıyor. "Tipini tarif et" dedim, etti. Sizsiniz. "Adı Vedat mıydı?" dedim. "Evet evet Vedat'tı. Mütercimmiş galiba" dedi. Nasıl şaşırmıştım... Epeyce önce bir dergide sizinle yapılan bir konuşmada "Değerli şair Süreyya Berfe'nin 'Hiçbir mülküm yok. Zamandan başka' şiiri yaşamımın özetidir" demiştiniz! O beş sözcüklük saptamayı, itirafı kim sizin kadar anlar, değerli kılardı? Sanki siz yazmış gibi söz ediyordunuz. Nasıl şaşırmıştım... O beş sözcüklük gerçeği eski-yeni bütün kitaplanmın birinci sayfasına, size ıthaf edilmiş olarak koyacağım. Mülksüzlüğün dayanıklı paçavralardan yapılmış bayrağı dalgalansın dursun, yıpransın varsın.Zaman-zamane simsarlarının elinden kurtarabildiğimiz kadanyla bize, bizim gibilere yeter de artar bile. Gözünüz arkada kalmasın. Var olun, Vedat Bey. Latin Amerika müziğini, yeni tınılar ve titreşim- lerle birleşriren Mercadonegro, Avrupa'nın yıldızı en fazla parlayan Larin topluJuğu. 13 kişilik genç ve dinaroik ekip, Giovanni Hidalgo, Jimmy Bosch. Jos'e Al- berto El Ca- nario'nun başını çektiği Europe- ÎVew York Salsa A1I Stars tasarısının da belkemiğini oluşturuyor Festivalde bu akşam 4 ayn yerde 4 topluluk sahneye çıkacak Cazın büyüsüyle dansKültür Ser\isi -11. Uluslararası Istanbul Gaz Fes- tivali kapsamında bugün; saat 22.00'de Esma Sultan Yalısı'nda Mundo Latino Dans Grubu Mercadoneg- ro, saat 23.00'te Babylon'da Doctor L, saat 18.00'de Lünonlu Bahçe'de Flat Five ve saat 18.00'de Kadı- köy Vapur Iskelesi'nde Funk Off cazseverlerle bu- luşacak. Miranda, Leonardo Govin, Luis Aballe, Eduar- do Dudu Penz, Carlos Minoso, Rodrigo Rodrigu- ez, Carlos Irraragorri, Amik Guerra, Alejandro Paneta, Miguel Castillo, Cesar Correa, Giancar- lo Ciminelli ve Armando Miranda'nın Avrupa'da bir araya gelmesiyle kurulan Mercadonegro, Latin Amerika müziğini, yeni tınılar ve titreşimlerle birleş- tiriyor. Avrupa'nın yıldızı en fazla parlayan Latin topluluğu haline gelen Mercadonegro 13 kişilik genç Bosch, Jose Alberto EI Canario'nun başını çektiği Europe-New York Salsa All Stars tasarısının da belkemiğini oluşturuyor. Topluluk, salsanın sıcak ri- timleriyle coşku dolu bir konser verirken aynı za- manda Mundo Latino Dans Grubu muhteşem bir sal- sa gösterisi sunacak. Asıl adı Liam Farrel olan Doctor L, Fransız mü- zik sahnesinde onlarca tasannın içinde yer almış bir yapımcı. Abstract hip-hop'a dayanan altyapısını Af- ro-beat, elektronik caz ve dub'la zenginleştiren Doc- tor L, Fransa'nın en yaratıcı ve yenilikçi yapımcıla- nndan biri olarak kabul ediliyor. Burcu Özbak, Adem Gülşen, Emre Tankal, Ser- taç Tunguç, Emre Günaydın'dan oluşan Flat Five, hard bop'tan funk'a kadar çeşitli tarzlar arasında ge- zinirken caz standartlan kadar modern caz parçala- ODAK NOKTASI AHMET CEMAL liyatro Eğitimi, Güncellik ve 'liyatrosuz' Oyuncular (4) Tiyatro oyuncusunun tiyatro insanı olabilmesi için, sadece oyunculuğu bilmesi yeterli midir? Üç haftadır sürdürdüğüm konunun özü, buydu. Çıkış noktası olarak da, ülkemizde tiyatro eğitimi veren kummlann, son yıllarda giderek artan ölçüde, oyun- culuk üzerinde yoğunlaşmasının sakıncalarını al- mıştım. Konuyu -şimdilik- noktalayacağım bu son bö- lümde, William Shakespeare'in 'Hamlet'l ileoyun- culuk arasındakı olası ılışkileri örnek almak ıstiyo- rum. Polonyalı tiyatro düşünürü Jan Kott, "Çağ- daşımız Shakespeare" adlı eserinin "Yüzyıl Ortası- nın Hamlet'i" bölümünün hemen başında şöyle der: "...Oynanabilecek olan, sadece bir Hamlet'tir, yani bu süper oyunda var olan Hamlet'lerden yal- nızca biridir. Dolayısıyla bu, her zaman Shakespe- are'inkinden daha yoksul bir Hamlet olacaktır, ama öteyandan oynanan, zamanımızla daha birzengin- leştirilmiş bir Hamlet olabilir; hayır, olabilir değil, böyle olmakzorundadır... Her Shakespeare sahne- lemesinde Shakespeare'den ne kadar ve bizden ne kadar bulunduğunu sorgulamak gereklidir..." Böylece 'Hamlet'ln ancak güncel kılınabildiği, ya- ni hangi bugün'de oynanıyorsa, o bugün'ü de ya- kalayabildiği ve üstlenebildiği ölçüde biranlam ta- şıyabileceğini belirten Jan Kott'a göre, Shakespe- are, bu eserinde rollerı sadece yazmıştır, ama da- ğıtmamıştır; rol dağıtımını yapmak, oyunun oynan- dığı zamana düşen bir görevdir Her zaman, kendi Hamlet'ini bulacak ve rol dağıtımını da ona göre ya- pacaktır. 'Hamlet'm yazılışından günümüze kadar aradan geçen yüzyıllar boyunca düşüncenin gelişimi, in- sanoğlunu -olumlu ya da olumsuz- çok farklı nok- talara taşıdı. Bu bağlamda, eskiden beri insanlığın yabancısı olmadığı kavram ve konumlarda da bü- yük değişimler yaşandı. Bu değişimleri göz önün- de bulundurmaksızın ve bu değişimlerin bugün'ü nasıl biçimlemış olduğuna dikkat etmeksizin, 'Hamlet'l ya da herhangi bir klasik eseri bugün ile zenginleştirebilmek, dolayısıyla da bugünün insa- nına ulaştırabilmek neredeyse olanaksızdır. örne- ğin 'Hamlet'ie Ofelya'nın deliliği, Hamlet'in ise de- lirme olasılığı hep tartışılagelen noktalar arasında yeralmıştır. Günümüzde psikolojinin ve psikiyatri- nin içerdiği tartışmalar, konuyu gerek Hamlet, ge- rekse Ofelya açısından salt deli olup olmama so- rusunun çok ötesine taşımaktadır. 1960'larda, In- giltere'de, Ingilız Ronald Laing ve Iskoç asıllı Da- vid Coopertarafından temellerı atılan 'Antipsikiyat- ri', örneğin şizofrenınin genelde bir hastalık değil, fakat kişisel nitelikte bir siyasi eylem ya da ailenin ve toplumun baskı aygıtlanna gösterilen tepkisel bir sendrom olduğunu savunmuştur. Hatta Dr. Cooper, bu konuda savını epey ileri götürerek şöyle demiş- tir: "Şizofreni, ailenin ve toplumun hastalığıdır. Bü- tün deliler, siyasi amaçla başkaldırmayı seçmiş bi- reylerdir; her çılgınlık anı siyasi bir göstehdir." Bu görüşler, 20. yüzyılda normal ile anormal, delilik ile akıllılık arasındaki çizginin ne denli tartışılır konu- ma geldiğinin kanıtlarıdır. Konunun burada bizi ılgilendiren yanı ise şudur: Bugünkü bir 'Hamlet' sahnelemesinde, delilik Hamlet ve Ofelya açısından ele alınırken, psikiyat- ri alanında bu ve benzeri tartışmalar hiç yaşanma- mışçasına, sadece deli olup olmama noktasından yolaçıkmak, 'Hamlet'l bugünlezenginleştirmekgi- bı bir amacı gerçekleştirebilecek midir? Oyunun akışı boyunca tüıiü baskılar altında bunalan Ofel- ya'nın 'deliliğini' baskı aygıtlarına gösterilen tepki- sel bir sendrom sayabilme olasılığı da yok mudur? Ünlü tiradında: "...Bilinç böyle korkak ediyorhepi- mizi: I Düşüncenin soluk ışığı bulandınyor I Yürek- ten gelenin doğal rengini..." diye yakınan Ham- let'in hep yakınılagelen eylemsizliği ve tepkisizliği, bilince bir tepki diye yorumlandığında ne olur? Ve son soru: Bütün bunlan bilmek ve tartışmak görevi, sadece yönetmene mi düşer? Bu konular- da kendini de araştırmacı saymayan bir oyuncu, neyi oynayabilir? Araştırmacı oyuncunun yetişmedıği ve yetıştiril- mediği bir iklimde tiyatronun hiçbir yere gideme- yeceğini artık bilmek zorundayız! e-posta: ahmetcemalfa superonline.com acem20(5 hotmail.com En sevilen masal Sindepella' • Kültür Servisi - 'UGI sinemalar zinciri' taranndan 1200 çocuk arasında yapılan ankette 'Sinderella' yüzde 36 oy alarak birinci oldu. Ankette ikinci sırayı 'Uyuyan GüzeF, üçüncülüğü ise 'Hansel ve GreteF kazandı. Anketi düzenleyen UCI'nın sözcüsü Lıanne Butterfield, klasik masallann her dönemde ilgi çektiğini ve 300 yıl önce yazılmış olsa da bir masalın bugünün dünyasıyla bağlannın sürdüğünü belırtti. 17. yüzyıl yazarlanndan Charles Perrault, Sinderella'nm yaratıcısı olarak anılsa da Çin edebiyatında, başlangıcı tÖ 850T ye kadar uzanan benzer öyküler bulmak mürnkün. Carlo di Palma öldü • Kültür Servisi - Italyan görüntü yönetmeni Carlo di Palma 79 yaşında öldü. 9 Temmuz'da ölen ve pazartesi günü toprağa verilen Palma, doktorlann ve sözcünün basına yaptığı açıklamaya göre, bir süredir birden fazla hastalıkla mücadele ediyordu. 'Açılann Adamı' olarak tanınan Palma, birçok önemli filme görüntü yönetmenliğini yaptı. Ağır çekimler, kanlı sahneler, dolambaçlı sonlar ve kim olduğu anlaşılmayan karakterler de Palma tarzının önemli öğeleri. 'The Red Desert Kırmızı ÇöF (1964), 'Blow Up' (1966) bunlardan bazılan. Michalengelo Antonioni, Bernardo Bertolucci, Roberto Rosellini, Ettore Scola gibi Italyan yönetmenlerin yanı sıra Palma, 1980'lerde, 'Hannah ve Kız Kardeşleri'. 'Radyo Günleri' gibi birçok filmuıde Woody
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle