14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2004 ÇARŞAMBA 14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr Müzelerin arka dünyası KAYAÖZSEZGİN Farklı kökenlerden ve kültür düzeylerinden gelen insanlann, müze karşısındaki tavırlan değişiktir. Sanat tannçalan "Muse"lerin tapınağı olarak bilinen müzeler, sıradan insanın gözünde, ölmüş insanlann kemik yığınından farksızdır. Böyle kişiler, girmek zorunda kaldıklan müze ortamından bir an önce kaçıp kurtulmak isterken bakışlan sanatla aydınlanmış olanlar için müze, kolay çıkılacak mekânlar değildir. Müze kulvarlannda dolaşanlann yüzlerine ve farkında olmaksızın dışa vurduklan davranışlanna bakarak onlann hangi türden müze gezicilen olduklannı görmek mümkündür bir bakıma. Belki de insanlan, katbsız tavırlannın apansızlığı içinde yakalayabileceğimiz tek yer müzelerdir. Gerard Rondeau'nun "Bakışın Mekânlarında" adlı sergisi, Fransız Kültür Merkezi Galerisi'nde DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇt Küresel saldırganlığın kültürel alanda neredeyse bütün dünyayi teslım aldığını düşünürken ortaya çtkıveren beklenmedik ürünler, çaplannın çok ötesinde büyük umut dalgalan yaratıyor. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak adlıfilmininCannes Film FestivalPnöe kazandığı büyük ödül, böylesi umut verici gelişmelerin dünyanın başka yeıierinde de heyecanla karşılandığının bir göstergesi değil mi? Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak... Yönetmenin bu üç filminde de, yaşadığımız dünyanın yamyamca para ve alışveriş düzeninden uzakta yaşayan insanlann sradan öykülen anlatlıya. Yönetmen yalnızca kendinin bildiği ve anlatabildığı bir dünyayı, o dünyanın insanlannı, ilişkilerini, doğasını yansıtıyor perdeye. Bunu yaparken bir ucu Çehov'a, bir ucu Tarfcovski'ye uzanan geçmiş edebiyat ve sinemanın birikimlerine de yaslanıyor. Sanatı sanat yapan öğeleri unutmadan çalışıyor. Nuri Bilge Ceylan, sinemamız için tek bir örnek olarak kalır sanırken, şimdi de ilk uzun metrajlı filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak gösterime giren Ahmet Uluçay'la karşı karşıyayız. Ahmet Uluçay, kişi olarak Nuri Bilge Ceylan'dan da daha özel bir örnek. Doğru dürüst bir öğrenim görmemiş, 'ilkokul mezunu yönetmen' olarak tanınıyor. Ulkemızde sinema endustrisının merkezi olan Istanbul'da oturmuyor. İlk filminde de akla gelebilecek ilk konuyu, çocukluğunu çekmiş. Yaz aylannda köylerinden kasabaya (Kütanya'nın Tavşanlı ilçesi) çıraklık yapmaya gelen 14 yaşlanndaki iki çocuğun sinema tutkulan, aşk, arkadaşlık, ustaçırak ilişkileri... Pekı bu kendi halindefilminşu sıralarda sinemalarda oynayan öteki filmlerden farkı ne? Egemen yaşama kültürüne karşı duruş. Amerikan biçimi hayatın ve kültürün dışında da başka hayatlann, yaşama biçimlerinin olabileceği. Kütahya'nın Tavşanlı ilçesındeki bir köy çocuğunun hayatnın da, öteki hayatlar kadar önemli olabileceği. Çocukiuk da, sinema tutkusu da sinema sanatırun en çok işlediği konular. Ama yönetmenin özgün kişiliği ve hayata bakjşı işin içine girince, kolayca daha önce yapılmış nice filmin etkisine giriverecek bir konu, hiç yalpalamadan, özenti denebilecek etkilenmelere kapılmadan kendi özgünlüğünü korumayı başanyor. Kasabanın ev ve sokaklan, köyün uçsuz bucaksız bozkırdüzlüğü, kışilerinin gerceMiği,filminbütünlüğünde katkı yapan onemlı oğeler. Istasyon ve demiryollan ise bir tür başka dünyalara gıden yollar,filminkahramanlanm da, mekânlannı da bızlere yaklaştıran sımgeler. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak'ın Avrupa'nın iki film festivalinde ödül kazanması, Istanbul Film Festivali'nde en iyi film seçilmesi, bir anlamda yeryüzünün dört bir yanında egemen anlayışın dışına çıkan yapıtlara olan açlığın da bir göstergesi. Tek tip olmaya direnen insanlık, bu baskıya Türidye'de, Iran'öa, Hindistan'da, Latin Amerika'da ya da /spanya'da, kendi insanlannı, kültürierini, değerierini yansıtan, yücelten sanatçılann ürünleriyle karşı çıkıyor. Bunca yerel bir ürün, nasıl oluyor da bütün insanlara seslenebilen evrensel özellıkler taşıyabiliyor? Sanat yaprtlannı sanat yaprtı kılan öğelerden bın de, içerdikleri aynntı zenginlığıdir. Bir yapıt ne denli özgün, benzersiz, ince aynntılaria örülurse, o oranda kendi olur, başkaJanndan aynlır. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak da bunu başarıyor. Kütahya'nın bir kasabasından bulunup çıkanlmış aynntılar, onu dünyanın dört köşesinde insanal, begenilir, benimsenir kılıyor. Doğrusu, Yılmaz Güney'den sonra, çoğu sinema yönetmenimizin Batılı ustalara öykünüp altından kalkamadıklan temalara saplanıp kaldıklan ürünler vermeleri, sinemamızdan umudu kesme noktasına getırmişti beni. Nuri Bilge Ceylan'ın Çanakkate'nin Yenice ilçesinden, Ahmet Uluçay'ın Tavşanh'dan sinemamıza yaptıkian aşının yeni umut filizlerini çoğaltmasını dilerim. turgay a fisekci.com Umut Bakarken bakılmak Otuzu aşkın müzede ve Fransa'daki Müzeler Birliği'nin düzenlediği Grand Palais'deki sergilerde, 1990'dan bu yana, insan gruplan salkım saçak salonlan dolaşırken ya da müze objeleri salonlara taşınıp yerleştirilirken objektifine takılan ilginç görüntüleri tespit eden Franstz fotoğrafçısı Gerard Rondeau da böyle "apansız" anlan yakalamış siyahbeyaz karelerinde. Çelişkilerin yakalanmasında bu fotoğraf tekniği, renkli fotoğrafa oranla kuşkusuz daha çarpıcı sonuçlar verir. Sessizliğin soluk ahp verdiği müze salonlannda, sözgelişi, görevli tarafindan standa yerleştirilen bir heykel, duvardaki yerine konulmak üzere olan bir tablo, vinçle bahçeye indirilen arkeolojik bir yapıt, tam da o anda, insanın yüzünde tebessüm uyandıracak ve "intimate portrait" deyimini haklı gösterecek bir görüntü çizebilir. Ya da, gezici gruplara açıklamalarda bulunurken farkında olmadan "sıra dışı" bir beden efekti sergileyen kadın uzmanın • Otuzu aşkın müzede ve Fransa'daki Müzeler Birliği'nin düzenlediği Grand Palais'deki sergilerde, 1990'dan bu yana, insan gruplan salkım saçak salonlan dolaşırken ya da müze objeleri salonlara taşınıp yerleştirilirken objektifine takılan ilginç görüntüleri tespit eden Fransız fotoğrafçısı Gerard Rondeau da böyle "apansız" anlan yakalamış siyahbeyaz karelerinde. davranışuıdaki gariplik, duvardaki tabloya dalgın gözlerle bakarken kim bilir aklından neler geçen merakh izleyicı, onun kendisine bakışı gibi, tablodaki ya da heykeldeki figürün de izleyiciyle göz göze gelişindeki "rastiannsalhk^fotoğrafçının saptadığı görüntüde, kültürel bir gösterge olarak ne kadar da anlamlıdır... Işte Gerard Rondeau'yu müze salonlanna çeken, müzenin kendisinden çok "bakış mekânı" olarak içerdiği bu türden ılgınç karşılaşmalardır. Rainer Maria Rilke, 7 Ekim 1907 tarihli bir mektubunda, sergilerde meraklı bakışlarla gidip gelen kişileri, duvarlardaki resimlerden çok daha ilginç bulduğunu yazarken Rondeau'nun gözüne takılan görüntülerin benzerlenyle karşılaşmış olmalıydı. Foucault'nun deyimiyle, resimlerin yer aldığı bir müze ya da sergi mekânı, ilk bakışta basit bir mekândır; orada bir tabloyla karşı karşıya bulunmaktan ve tabloya hayranlık duymaktan öte bir şey söz konusu değildir. Orada bakışlar, kimi zaman resimlerdeki kişilerin bakışlanyla çakışabılir. Karmaşık bir belirsizlik, değişim ve onun da ötesinde, sıvışıp kaçma arzusu egemendirçevrede. Ressam, kendini o anda izleyeni görmez, ama onun işlediği konu içinde, biz kendimizi buluruz bir şekilde. Orada biz, bir "başkası"yız, aynca kendimizden başkası da değilizdir. Berger'e bakarsanız, aslında "görünür" olan kendimizi buluruz sanat müzelennde. Belki de gizli veya açık bıçımde, dışandan bakıldığında yüzümüze yansıyan müze korkusu bundandır. Bütün dönemlerin kardeşçe bir arada yaşadığı müzeler, oralan izleyenın gözünde, tarihsel zamanlan daraltıp küçülten gızemlı mekânlar olduğundan, izleyicı üzerinde bir anda paniğe yol açarlar. Acaba, örneğin Roland Barthes ı da müze kapılanndan uzak tutan duygunun arkasında böyle bir açmaz mı vardı? hem biraz korkulan, hem de merak ve heyecan uyandırmaktan gen kalmayan mekânlar olduğunu, Rondeau'nun çektıği fotoğraflar yeterince doğruluyor. Aralannda Paul Valery'nin de bulunduğu birçok yazar ve sanatçı, müzelerdeki gizemli "atmosfer"den sık sık söz açmışlarsa bunda müze mekânlannı gezen insan coğrafyasındaki farklılığın, dolayısıyla ilguıçliğın önemli bir payı vardır elbet. Doğrudan sanat dünyasını konu alan fotoğraflanyla, bu arada ressam Paul Rebeyroöe üzerine yaptığı bir filmle de tanınan Gerard Rondeau'nun sergisi birçok ülkeden sonra ılk kez ülkemizde açılıyor. Müze mekânında insan ve insanın gözünde müze mekânı olarak da özetleyebileceğımız bu sergi, müze kavramının sık sık gündeme geldiği şu sıralarda, ilginç çağnşımlar da uyandınyor. (Sergi, 4 Aralık'a kadar görülebilir. Tel.:0212 334 87 40) Müzelerdekl glzll yaşam Michd Ldris, bıraz daha ileri gıdiyor, müzenin bazı "kayıp" köşelerinde, gizli kösnücül bir tiyatronun gizlenmiş olabileceğini ileri sürüyor; orada kuşkulandıncı bu *karanhk" ve öylece donup kalmışlık buluyor. Rondeau, gezıp dolaştığı müze salonlannda görüntü avcılığına çıkarken Leiris' in sözünü ethğı bu donup kalmışhğı ısrarla kovalıyor, bulduğu yerde de deklanşöre basarak kendi deyımiyle "farksız olanın eşiğmde" gezinirken yakaladığı "insani" durumu fotoğraf karelerine koyuyor. Gene kendi deyimiyle, sanat yapıtlannın, onlara bakan izleyicinin baîaşındaki "öteki" yaşamını deşifre ediyor. Herkesin kolayca saptayabileceği ya da görebileceği bir "yaşam" değil bu kuşkusuz. Müzelerin Cem Mumcu'nun Okuyan Us Yayınlan'ndan çıkan 'Makber' adlı romanı, hamam rahim benzetisi üzerine kurulu Itısatım sığmchğı HmanLar... en metni planlamaktan yana değilim. Planlanmış metinlerden ortaya sahici şeyler çıkmıyor. Şu aralar şunu yazsam, şöyle bir kahraman yaratsam iyi olur türünden düşüncelerle hiçbir zaman ilgim olmadı. Ben yazarken yaratıyorum. Bana anlatılan bir şeyi romanıma sokamıyorum. Birinin yaşadığı bir hayatı yazmak bana göre yaratılmış geliyor.' NENAÇALİDİS Hepimiz CemMumcu'dan 'Binbir İnsan Masallan' tasansının devamını beklerken, o karşımıza 'Makber' (Okuyan Us Yayınlan) romanıyla çıktı. Mumcu bu kez anne rahmiyle hamam arasındaki bağı irdeliyor irdelemesine, ama insamn içini acıtarak. İnsanın, geçmişi, bugünü ve yaşadığı anla hiç korkmadan hesaplaşmasını sağlıyor. 'Makber', 'Binbir İnsan Masallan' tasanmzdan bağımsız bir çalışnıa... CEM MUMCU Evet. Ben roman yazmak için 'Makber'i yazmadım. Yazdığım metnin ilk bölümünü unutmuştum ve bir yıl sonra bu metin önüme çıktığında onu çok sevdim. Metni bir an önce bitirmek istiyordum fakat bir türlü bitmiyordu, farklı yerlerden uçlar vermeye başladı ve kendi kendıne romana dönüştü. 'Yetermce FransC bulunmadı • LONDRA (BBQ JeanPıerre Jeunet'nin son filmi 'A Very Long Engagement', Fransızca çekilen bir Fransız öyküsü ve farklı tartışmalarla gündemde. Film olumlu eleştiriler alsa da mahkemece 'yeterince Fransız' bulunmadı ve aralannda Cannes'ın da olduğu ulusal ve uluslararası Fransız film festivallerinde yanşamayacağına karar verildi. Gerekçe, filmin yapunına destek veren fırmalardan birinin Warner Bros Stüdyolan olması. Jeunet ise filmin Fransa'da, Fransız bir teknik ekip ve oyuncularla çekildiğini hanrlattı. Filmde, yönetmenin 'Amelie'siyle büyük ün kazanan Audrey Tautou da başrollerden birinde yer ahyor. Kadınlar hamamında çocuk Romanuı geçtiği yer çok ilginç. Sizin hamamla nasıl bir bağinız var? MUMCU Gerçekten de yazdığım metnin mekânınm neden hamam olduğunu hâlâ bilmiyorum. Kitabın yazım süreci içinde hamamla hiçbir ilişkim ohnadı. Daha derine, çocukluğuma indiğimde annemin beni kadınlar hamamına götürdüğünü hatırladun. Anneme neden beni hamama götürdüğünü sorduğumda, aldığım cevap "1leride yapamayacağuı ne var diye düşündüm ve bunu v apamayacağını bildiğim için seni hamama götürdüm" olmuştu. En nihayetinde babamın öldüğü yer de kaplıcaya yaİandı. Hamam bir şekilde hayatıma girmiş. Çocukluğumda hamamla ilgili şöyle bir anım var. Çocuktum... Erzurum'dayız... Annem sandığını açıp içinden göbek bağımı çıkanp bana, bunu üniversiteye atmamız lazım dedi. Sonra da bana, burada üniversite yok, Doğu Sineması'na giderken yol üstünde olan medreseye at demişti. Ben de gidip oraya attım. Bir gün babam bizi sinemaya götürürken, anne ben göbek bağımı buraya attım dedim, babam da dönüp burası medrese değil, hamam demişti. Romanda insamn içini acıtan şeylerle karşılaşıyoruz. Yazarken okuru neden acıtmak istediniz, yazarken kendinizi de acıtünıznn? MUMCUDoğrusu, ben sadece bu acıtmalara veya acunaya fırsat veriyorum diyebilirim. Kitabı yazarken benim de canım çok acıdı, hatta ağladığım da oldu. Hayat K Ü L T Ü R İ Ç İ Z İ K KAMIL MASARACI hem çok güzel, hem de çok acılı bir şey. Bir tarafı görmezden gelmenin de anlamı yok, çünkü görmezden geldiğin taraf da seni fazla mutlu etmiyor. Aksine, bir tarafimızı geliştiren bir şey. Nietzsche'nin bir sözü var; "Bir şey bizi öldürmüyorsamuhakkak büyütür." Ben metni planlamaktan yana değilim. Planlanmış metinlerden ortaya sahici şeyler çıkmıyor. Şu aralar şunu yazsam, şöyle bir kahraman yaratsam iyi olur türünden düşüncelerle hiçbir zaman ilgim olmadı. Ben yazarken yaratıyorum. Bana anlatılan bir şeyi romanıma sokamıyorum. Bırınin yaşadığı bir hayatı yazmak bana göre yaratılmış geliyor. dım. Soyundukça ortaya çıkan metin daha çıplak çıkmaya başladı. Korktuğu şeylerle yüzleşmeye başlıyor insan. Annerahminin hamama ne kadar çok benzediğini, yazarken fark ettim. Suyla ilişkimde de çok benzer bir deneyimim var. Kitapta Muharrem'in kişiliğine sızmış bana dair bazı işaretler var. Dolayısıyla benimle birlikte anne kavramı da çıkmış oldu. Hamamdaki su, buhar, kubbe ve sıcaklık. O buharlı dünya içine kendini bırakırsan anne rahmine çok benzediğini görürsün. Annma duygusu var. Aynca, hamam kafa yapıcı, uyuşturucu gibi bir şey. Kitabı bitirdikten sonra, bir sabah çok erken bir saatte Beyazıt'ta bulunan Gedikpaşa Hamamı'na gittim. Saat sabahınbeşiydı. Hamamın kapısını çaldığımda iki tellak benı karşıladı. Yıkanmak istediğimi söyledim. Bomboş bir hamama girdim; o ses, o Ölümede. doğumada çok yakın Hamam ve anne rahmi arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? MUMCU Insanın kendi bireysel tarihiyle de ilgili bir şey. Annemle ilişkimde son bir iki yıldır cıddi değışimler yaşadım. Hesaplaştıkça içimi daha çok soymaya başla buğu bambaşka bir şey. Hamam ölüme de, doğuma da çok yakın bir yer. Büyülü bir ortam. lnayet Hanım ve Muharem karakterlerine baküğımızda inanç konusu üstündeld farkh etküerini görebihyoruz» MUMCU Hem birbirimizi, hem de ötekini dışardan görme halimiz var. Hep söylediğim şey, kötü bizden başlıyor. Hepimizin içinde bir ölü, bir deli var diyen Cem Mumcu, şimdi de hepimizin içinde bir ölü, bir deli, bir de iblis var, diyor. En büyüğü bende vardır. Onu fark ettiğim an, ancak onu ehlileştirebilirim. Aynı inancın iki farklı görüntüsü var kitapta. Biri "Siz benim iyilik >"apmama vesileoldunuz" diyebilirken, aynı inançla diğeri başka bir şey yapabiliyor. Bu bütün inançlar, bilim ve düşünce için de geçerli. Benzer bir şekilde kötü çocukluktan gelmiş iki insan var: înayet ve Muharrem. Fakat gittikleri yollar çok farklı. Kitapta inançla ilgili, DoğuBatı ikiliği var. Bu ikilik, kendi irademizin bizi nereye yöneltebileceği ve geçmişimizden ne kadar bağımsız olup özgürleşebileceğimizle ilgili. Hep o ikilikler üzerinden meseleler çıktı. ^
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle