02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EYLÜL 2003 PAZARTESt CUMHURİYET SAYFA ekonomi(g cumhuriyet.com.tr 13 însanları ihmal edilmiş kentte, genç girişimciler örnek bir başarı sergiliyor Çorum 'Anitta'nınLaneti'ni kınyor Başarı öyküleh Ihracata koşanlar ÇORUM'DAN DOCAN CÖMLEK MARKASI: BIL'S 1947 yılında küçük bir manifatura dükkânından bugün dünyanın seçkın markalanna gömlek üretimi yapan dev bir tesise uzanan yolun öyküsü ilginç. Boğaziçi Üniversıtesi'nden mezun olduktan sonra doğup büyüdüğü kent olan Çorum'a dönen Setman BilaL, 1992'de kurduğu Bilsar"ı kısa bir sürede dünyanın sayılı gömlek üreticileri arasına sokmayı başarmış. Bir yandan kendi yarattıgı Bil s ve Bi markalan ile dünya pazarlanna giren Bilsar, bir yandan da Itaryan tasanmlı Brooksfield ve Amerikan Arrovv markalan ıçin lisans altmda üretim yapıyor. Ispanyollann ünlü Zara mağazalan için de üretim yapan Bilsar, Çorum'da önemli bir bölümü kadın olmak üzere 600 kışiye istihdam sağlıyor. 1.5 milyon adet üretiminin yüzde 90'ını ihraç ediyor. Kurumsallaşmayı başarmış örnek bir aile şirketi olan Bilsar, bütün Türldye'nin yaşadığı ekonomik krizden verimin nasıl artabileceğini öğrenerek ve bunu başararak çıkmış. Üstelik özel koleksıyon. marka ve pazarlama kavramım daha da oturtmuş. TUĞLADAN VİTRİFİYE İHRACATINA Çorum'un geleneksel tuğla-kiremit üretimi ile fazla yol kat edilemeyeceğini anlayıp aile bireylerini ikna ederek vitrifıye seramik kulvanna atlayan genç bir girişimci Erdem Çenesiz 1994 yılında 10 kişi ile 600 metrekare bir alanda yılda yalmzca 100 parça banyo malzemesi ile faaliyete başlayan Ece Seramik, bugün 20 bin metrekare bir fabrikada 200 çalışanı ile üretim yapıyor. Kapasitesini ise 2500 parçaya çıkartmayı başarmış. Üretiminin yüzde 35'ini ihraç ediyor. Başta Kanada, Kuzey Afrika, Rusya olmak üzere 20 ülkeye banyo malzemesi satıyor. Ece Seramik de bir aile şirketi. Çenesiz'in verdiği bilgıye göre vıtrifiye çamur kullanarak geliştirdikleri teknik sonucu Avustralya'dan bile sipariş almaya başlarruşlar. ÖZLEM YÜZAK ÇORUM- Kim bilır belki de "Anit- ta'nın Laneti" 4 bin yıl öncesinin Hi- tit Imparatorluğu'nu ve ona başkent- lik yapan Hattuşa'yı değil de, aynı topraklar üzerine kurulu yakın tarihi- mizin Çorum'unu etkilemiştir. însan, Yazılıkaya ve Boğazkale'de (Hattuşa) MÖ 2000"lere ait kahntıla- n gezip, o dönemde ne denli müthiş bir altyapının, arşiv sisteminin, ulus- lararası ticaretin, hukuk devriminin • Geçmişte Hitit uygarlığına ev sahipliği yapan, günümüzde genç girişimcilerin başanlanna şahit olan kenti leblebisi ile tanımak Çorum'a büyük haksızlık. var olduğunu öğrenince, üstelik bu ri olan Çorum için ciddi haksızlık. bilginin hemen ardından, şimdiki Bo- ğazkale halkının 4 bin yıl öncenın Hattuşası'nın künklerinden su taşıya- cak kadar kötü koşullara sahip oldu- ğuna şahit olunca böyle düşünmeden edemiyor. Yalmzca leblebisi ile tanınmak yer- yüzünün en eski yerleşimlerinden bi- Son dönemde, genç girişimcileri- nin, örnek başanlara imza atarak uluslararası pazarlarda ciddi ataklar yaptığı Çorum, diğer birçok Anado- lu kentinin yaşadığı sorunlardan he- nüz kendini soyutlayabilmiş değil. Garanti Bankası'nın gelenekselleş- tirdiği "Anadohı SohbederTnin Ço- rum'da düzenlenen 11 'incisinin di- ğerlerinden farkı, Hitit tarihine sahip çıkmanın kente ve çevresine önemli katkılar sağlayacağının vurgulanma- sı oldu. Hitit tarihi ile yakından ilgilenen hatta "Anitta'nın Laneti" isimli kita- bı kaleme alan eski Hazine Müsteşa- n, Garanti Bankası Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi MahfıEğümez. ken- disini bundan bir süre önce fahri hem- şireleri ilan eden Çorumlulara 4 bin yıl öncesinin dev uygarhğım, günü- müze göndermeler yaparak anlattı. Slyasller tarlhe llgislz Eğilmez'in anlartıklanndan kredili alışverişin, yüksek faizin, rüşvetin hatta döviz kurlan ve konsolidasyo- nun MÖ 2000'lerin Anadolusu'nda da var olduğunu öğrendik. UNES- CO'nun "Dûnya Miras Listesi''nde yer alan Hattuşa ve Hitit uygarlığı ne yazık ki topraklann bugünkü sahiple- ri tarafından tam olarak benimsenmiş değilJapon Prensi Mikasa'nın heryıl ziyaret ettiği, Almanya Cumhurbaş- kam'nınbilegeldığı Hattuşa veyöre- sindeki kazı çalışmalan ve tarihi ka- lıntılar, Türldye'den bugüne kadar ne bir Cumhurbaşkanının ne de Başba- kanın ilgisini çekebilmiş. Özel sektör de kayıtsız kalmış. Oysa geleneksel aile şirketlerinin kabuklannı kırarak yavaş yavaş kent. hatta ülke dışına taşmaya başladıkla- n böyle bir dönemde tarihe ve kültür turizmine sahip çıkılması Çorum'a önemli katkılar sağlayacak. Görünen o ki bugünün, geçmişin uygarlıklanndan alacağı çok ders var. Mahfi Eğilmez'in kıtabında bahsetti- ği Hititlerin bilinen ilk kralı Anit- ta'nın yıllarca sahibi olmanın hayali- ni kurduğu, ele geçirdiğinde ise düş- lediği gibi zengin ve ganımetlerle do- lu olmadığını görüp lanetleyerek, ya- karak, terk ettiği Hattuşa, daha sonra- ki krallar döneminde, yaklaşık 1000 yıllık bir dönemde müthiş bir uygar- lığa ev sahipliği yapmış. Hititlerin, tanm, ticaret ve haraç üzerine kurduğu ekonomi bugünle benzer özellikler gösteriyor Hattuşa'da rüşvetm belgesi tableüer 4000 yıl önce Anadolu ile Asur arasında büyük bir ticaret vardı. Asurlular, kalay ve tekstil ürünleri- ni Anadolu'ya satıyor, karşılığında Hititlerden altın, gümüş, babr ve hububat alıyorlardı. Bazı yıllarda havalar kurak gittiği için, Anadolu halkı Asurlu tüc- carlardan kredili alışveriş yapıyordu. Borcun yıllık faizi yüzde 180'lere varabiliyordu. Yani Anadolulu yüksek faize 4000 yıldır alışık. Geceleri Anadolu'da konaklamak zorunda olan Asurlu tüccarlar konaklama vergisi ödememek ıçin muhafizlara rüşvet verirlerdi. Asurlu bir tüccarın ar- kadaşına nasıl rüşvet verileceğiru anlattığı tablet ise rüşvetin ve vergi kaçırmanın 4000 yıllık belgesi. Kredili alışveriş yapan Anadolu halkı bir sonraki yıl- da da havalar kurak gittiğinde borcunu ödeyemiyor, ailesinden birini Asurlu tüccara köle olarak vermek zorunda kalıyordu. Kuraklığın birkaç yıl sürmesi durumunda sıra kansıru köle olarak vermeye gelin- ce isyan ediyor ve kent kralına başvuruyordu. Kral- lann borçlann silinmesine ilişkin fermanlan Ana- dolu'nun konsolidasyona 4000 yıldır alışık olduğu- nun göstergesi. Alacaklannın siİinmesıne çok kızan Asurlu tüccarlarkimi zaman Anadolu'ya girip kral- lara hadlerini bildirmeye kalksa da bu her zaman mümkün olmuyordu. Bunun üzerine Asurlu tüccarlar kredili satışlarda muteber tüccarlann kefılliğini aramaya başladılar. Kültepe ve Hattuşa Karumu'nda (çarşı) bulunan tab- letlerde kefalet hükümleri yer alıyor. Demek ki ban- kacılann şahsı kefaleti 4000 yıldır var. 4000 yıl ön- ce Hititlerin, tanm, ticaret, zanaat ve haraç üzenne kurduğu ekonominin bugün de benzer özellikler göstermediğıni söylememek mümkün değil. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA erginyfntr.net Dünya Ticaret örgütü'nün Meksi- ka'daki Cancun kentinde yapılan 146 ülkenin BakanlarToplantısı bü- yük bir başarısızlıkla bitti. The Eco- nomist'in, azgelişmiş ülkeleri adeta ağzından köpüklersaçaraksuçladı- ğına bakılırsa (20/09) ortada, vahim bir durum var. Gerçekten de DTÖ'nün, Seattle'dan dört yıl sonra bu kez de Cancun'da uğradığı ba- şarısızlığı, bir taraftan, küreselleş- me sürecinin sonuyla, diğer taraf- tan yaklaşmakta olan yeni ekono- mik ve siyasi fırtınalarla ilişkilendir- mek olanaklı. Birilerlnln gözü açıldı mı? Dünya Bankası'na göre, DTÖ'nün, 2001 'de başlayan Doha Raundu eğer tamamlanabilirse, 2015 yılına kadar dünya ekonomisi- nin toplam gelirine 500 milyar dolar eklenecek, bunun yüzde 6O'ı da yoksul ülkelere gidecekti. Geçen 15 yılın deneyimlerinin yanına, saygın ekonomistlerin, serbestleştirmeyle ekonomik büyüme arasındaki ilişki- yi sorgulayan çalışmalarını, nısan ayında bizzat IMF tarafindan aynı konuda yayımlanan raporları koyan azgelişmiş ülkelerin ise bu boş va- atlere karnı toktu: "önce gelişmiş ülkeler, dış ticaret uyguladıklar ko- rumaları kaldırsınlar, 500 milyar do- larlık küresel tanm piyasasında, Kendi üreticilerine her yıl verdikleri 300 milyar dolarlık desteği (Al Ah- ram Weekly 15/09) kaldırsınlar on- dan sonra" diyortardı. Gelişmiş ülkelerin ise dış ticaret- erini daha fazla dışa açmaya niyet- eri olmadığı gibi, azgelişmiş ülkele- rin devletlerinin ekonornileri üzerin- deki egemenliklerini, ÇUŞ'ler lehine •ümüyle ortadan kaldırmak için ye- ıi ayrıcalıklar talep etmekte ısrar Kİiyortardı. ABD, Avrupa Birliği ve iaponya ile gelişmekte olan ülke- erden oluşan G 23 grubu bu zemin- ie karşı karşıya geldiler. G 23 gru- )u gelişmiş ülkelerin baskılarına bo- Küreselleşme Yine Karaya Oturduyun eğmeyince Cancun zirvesi çök- tü. KüreselleşmenlT sonu Aslında gelişmekte olan ülkele- rin gözleri 1997 Asya kriziyle açıl- maya başladı. Arjantin herkesi tü- müyle uyandırdı. önce sermaye hareketlerinin denetlenmesi ge- rektiği konusunda bir konsensüs oluştu. Geçen aylarda IMF ve The Economist gibi geçmişte serbestleşmenin en hararetli sa- vunuculan, ağız değiştirerek bü- yüme ile serbestleşme arasında bir ilişki bulunmadığını ve krizlere neden olan sermaye hareketleri- nin denetlenmesinin gerekli olabi- leceğini kabul ettiler (Cumh: Glo- balpolitikültür, 09/04) Sermaye hesaplarındaki ser- bestleştirme küreselleşme süreci- nin dört motorundan biriydi. Bu motor aksarsa küreselleşme, di- ğer üç motorla (uluslararası tica- retin serbestleşmeye devam et- mesi: ÇUŞ'lerin azgelişmiş ülke- lerin pıyasalarındayeni imtiyazlar elde etmeye devam etmesi - "MAI- programı/S\ngapur günde- mi"-; gelişmiş ülkelerin, ABD liderli- ğinde, IMF ve Dünya Bankası yo- luyla gelişmekte olan ülkelerin üze- rinde kurdukları denetimin sürmesi) uçmak zorunda kalacaktı. Cancun toplantısının çökmesi di- ğer üç motorun da durmak üzere ol- duğunu gösteriyor. Birincisi, dünya pazarının, DTÖ aracılığıyla, çok ta- raflı olarak serbestleştirilmesi ve bütünleştirilmesi süreci, DTÖ dışın- da yapılan ikili ticaret anlaşmaları- na bırakıyor (Financial Times. 15/09). ABD, Avrupa ve Japonya kendi pazarlanndaki korumaları kal- dırmaya yanaşmıyorlar. Toplam 500 milyar dolarlık küresel tarım piya- sasında gelişmiş ülkeler kendi üre- ticilerine 300 milyar dolar destek veriyor, gelişmekte olan ülkelerde tarımı yıkıyorlar. Amerika pamuk üreticilerine yılda 3 milyar dolar des- tek sağlıyor; sanayicileri de koru- mak istiyorlar. Ulusal Imalatçılar Birliği 2000 yı- lından bu yana 2.3 milyon işin kay- bolduğundan, ABD'nin sanayide "kritik kütleyi" kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğundan, savun- ma bakanlığı Teknoloji Danışma Ko- misyonu çok fazla sanayi kapasite- siyle entelektüel sermayenin ülke dışına gitmiş olmasından yakınıyor (Prudenbear, M. Auerback, 16/09). Japonya pirinç üreticilerine verdiği desteği koruyor, AB tarımı- nı korumaya devam ediyor. Bu ortamda, güçlü gelişmiş ülke- lerle, örneğin ABD'yle zayıf azgeliş- miş ülkeler arasında, üçüncü taraf- ları dışlayarak yapılan ikıli anlaşma- lar, siyasi tavizleri de beraberinde getiriyor (Financial Times). Ikincisi, CUŞ şirketlerin imtiyazlannı geliştir- meyi amaçlayan "Singapur günde- minin" artık çok taraflı kabul edil- mesinin olanağı yok. Büyük dev- letler bu konuları ikili anlaşmalarla çözmeye çahşacaklar. Üstelik, son yıllarda, Asya bölgesinde Tayland, Çin, Filipinler gibi ülkelerde iç ta- lebe dayalı bir ekonomik model oluşturma eğilimi de güçleniyor, ÇUŞ'lerin ayncalıklan giderek da- ha çok sorgulanıyor, hatta serma- ye hareketleri denetlenmeye baş- lanıyor (Singapur, Business Ti- mes, 19/09). Financial Times'e göre DTÖ toplantısının çökmesi, Dubai'de başlayan IMF-Dünya Bankası toplantısına da yansıyor: . IMF Genel Müdürü Köhler, Çin'e j yönelik revalüasyon baskısı kam- panyasına katılmayacaklarını açıklarken ABD, IMF içinde kendi oy oranını etkileyecek tüm reform- lara karşı olduğunu vurguluyor (19/09). Üçüncüsü ABD, Avrupa ve Japonya tüm çabalarına rağ- men G 23 grubunu dağrtamıyoriar. C 25 Grubu Cancun toplantısının batmasına neden olan G 23 grubunun, 1970'lerde, kısa bir sürede çöken "Yeni Uluslararası Düzen" oluşu- mu anımsanarak uzun ömürlü olma- yacağı düşünülebilir. Ama bu, iki dö- nem arasındaki farkları göze alma- yan bir yaklaşım olur. En azından bu kez, gündemde borç krizi gibi geliş- mekte olan ülkeleri teslim alacak bir konjonktür yok, IMF'nin bundan sonra, güçlenmesi değil zayıflama- sı bekleniyor. 1970'lerde sermaye hareketlerinde serbestleşme, geniş- leme sürecinin, neoliberalizmin ilk kalp atışları duyulurken bugün, ar- kamızda mali krizlerin deneyi, aşırı kapasite sorunu, köpüklerin patia- masıyla merkez ülkelerde sıkışmış bir mali sermaye var. O zaman so- ğuk savaş vardı, şimdi, yeni bir je- opolitik altında Batı'yla gelişmekte olan ülkeler arasındaki siyasi bağ zayıflıyor. Üstelik, G 23 grubunun öndertiği- ni Brezirya, Hindistan, Güney Af- rika ve Çin gibi kendi bölgelerinde ekonomik, siyasi çekim merkezleri olmaya başlamış, bölgesel hege- monya adayları yapıyor. Çin ve Hin- distan'ın nükleer silahları, Brezilya ve Güney Afrika'nın ihmal edilemez birsilah sanayisi var. Brezilya, Latin Amerika'da Mercosur üzerinden ABD'ye karşı bir ticari blok oluştur- maya çabalıyor. Çin ve Brezilya, Cancun'da olduğu gibi, kısa dö- nemde kendi çıkarlarına uygun ol- masa bile uzun dönemli hegemon- ya hesaplarıyla sık sık yoksul ülke- leri destekliyoriar. Güney Afrika, böl- gesel ilişkilerde artık belirleyicilik ka- zanmış, Hindistan da Batı Asya'da stratejik bir oyuncu haline gelmiş ül- keler. Tüm bu gözlemleri bir araya ko- yarsak, küreselleşmenin motorlan aksamaya başlarken gelişmiş (em- peryalist) ülkelerin ikili anlaşmalar- la gelişmekte olan ülkelerin piyasa- larını paylaşma sürecini hızlandır- dıklarını, buna karşılık, ÇUŞ'lerin azgelişmiş ülkelerdeki imtiyazları- nın giderek sorgulandığını, yerel şir- ketlerden yana yeniden düzenlen- meye, ABD ve küreselleşme karşıtı bir ulusalcılığın, hatta yerel hege- monyacı güçlerin şekillenmeye başladığını görürüz. Tarih, küresel- leşme dönemleri kapanırken mer- kez ülkelerin mali, ticari piyasalar- da, yatırım alanlarında karşılaştıkla- n sıkışmalan aşma çabalarının, in- sanlığı büyük çalkantılara sürükle- diğini gösteriyor. Ve bu süreçte ken- dini koruyamayan azgelişmiş ülke- lerin de yok olduğunu... ANKARAPAZARI YAKUP KEPENEK Bilim ve... Üniversiteleraçılıyor. Üniversitelerin, eğitim, araş- tırma ve toplumsai hizmet gibi asıl işlevlerinin on- lara sağlanan olanaklarla birlikte doğru bir değer- lendirmesini yapıyor muyuz? Temel sorunlann tartışılması yapılmıyor; YÖK Ya- sa Tasansı tartışmaları sürece damgasını vuruyor. Sonuçta yükseköğretim bir yana bırakılıyor; top- lum aylardır, hükümet ile üniversite yöneticilerinin bilek güreşini ya da horoz dövüşünü seyrediyor. Ve yanlış yapılıyor. • • • İlk yanlışı hükümet yaptı; yükseköğretim sorunu- nun bir bütün olarak ele alınması, irdelenmesi ve so- nuçta, yasa çıkanlması da dahil, gerekli önlemlerin alınması gerekirdi; böyle yapılmıyor... Yükseköğre- timin, yalmzca yönetim yönünün; evet tek başına yönetim yapısının yeniden düzenlenmesi için yasal düzenleme isteniyor; üniversite sorunu yönetim so- runuyla eşitleniyor; ona indirgeniyor. Yönetimin hü- kümet tarafindan saptanması, vazgeçilmez bir tek amaç konumuna yükseltiliyor. Böyle olunca da hü- kümetin yasal düzenleme uğraşısının, üniversitele- rin daha özgüriükçü ve bilimsel bir ortama kavuş- masına değil, kadrolaşmavedüşünsel biçimlendir- me amacına yönelik olduğu görüşü yaygınlık kaza- nıyor. Zaman, boşuna harcanıyor. • • • Oysa bu konuda yapılabilecek çok şey vardı. Hü- kümet, iç ve dış yeni gelişmeleri, koşullan ve gele- ceğe yönelik beklentileri, başta üniversitelerin ken- dileri olmak üzere, toplumun tüm ilgili kesimlerinin etkin katılımıyla tartışmaya açar ve çözüm önerile- ri geliştirilmesine yönelebilirdi. Bilim ve teknolojinin hızla geliştiği ve yaşamın her alanını kapsadığı; bilgi toplumuna geçişin tartışıldı- ğı; ulusal yenilik sistemlerinin uygulama alanı bul- duğu ve bunlann sonucu olarak, yalnız üretim ya- pılannın değil, toplumsai, kültürel ve sıyasal alan- lann da niteliksel bir dönüşüm geçirdiği bir dönem- den geçiliyor. Böyle bir küresel ortamda, Türkiye'nin yükseköğ- retimi bu kadar dar kapsamlı; bu ölçüde küçük ve buna isterseniz ilkel deyin, dürtü ve etkenlerle ele alınmamalıydı. Ülkelerin üniversite sistemleri değişim geçiriyor. özellikle, bilimsel özerkliğin sakınılıp korunması ile üniversite-üretici işbirtiğinin birlikte nasıl işleyeceği konusu yoğun tartışmalara neden oluyor; genel ola- rak eğitimin özel olarak dayükseköğretimin fınans- manı, ülkeden ülkeye çok büyük değişiklikler gös- teriyor; yükseköğretimin, eğitim sisteminin diğer bi- rimleriyle ilişkisinde yeni yaklaşımlar geliştiriltyor; her ülke, ekonomik ve toplumsai koşullanna, ken- di insan gücü gereksinimlerine bağlı olarak yükse- köğretimi programlıyor; bireyin yaratıcı yetenekle- rini en üst düzeyde geliştirmek için uğraş veriyor; bunu toplumsai birikim sayıyor vb. * • • Ikinci yanlışı YÖK ve üniversite yönetimleri yap- tı. YÖK ve üniversiteler, öncelikle kendi eksiklerini ve koşullannı, sürekli olarak, kamuoyu ile paylaş- malıydı. örneğin, üniversitelerin altyapı alanındaki durumları; öğretim üyesi yetiştırilmesi konusunda neler yapıldığı; üniversitelerin işlevlerinin her birini ne ölçüde yerine getirdikleri üzerine değeriendirme- ler; yükseköğretimin ülkenin araştırma-gelişme ça- balan içindeki yeri; üniversite çalışanlannın ve üni- versiteyi bitirenlerin iş bulma koşullan; bilimsel ya- yınlan ve bu alanlardaki gelişmeleri, kamuoyu ile paylaşmalıydı. Bunlar yapılmayınca, üniversite yö- netimleri güçsüz kalıyor. Bu ikili yanlıştan kurtuluşun yolu yine üniversite- lerden geçmektedir. YÖK ve üniversite yönetimle- n, hiç zaman yitirmeden, yükseköğretim alanında- ki çalışmalarını; bu alandaki gelişmeleri, artısıyla, eksisiyle değeriendirecek bir çalışmayı hiç zaman yitirmeden yapmalıdır. YÖK ve üniversite yönetimleri, önce kendilerini tam bir yansızlıkla, bilimsel kurallara uygun olarak araştırmalı ve topluma her an bilgi verecek bir sü- reci yaşama geçirmelidir. YÖK ve üniversite yöne- timleri öncelikle kendi kaynaklannı harekete geçir- melidir; kendi bilim insanları, yardımcı ve idari per- sonelini ve öğrencilerinı, bir iç değeriendirme süre- cine sokabilmelidir. Ancak böyle bir iç bütünleşme- dir ki üniversitelerin kurumlaşmasını ve kendi iç di- namikleriyle topluma hizmet vermesini sağlayabi- lir. Böyle bir tutum üniversite yönetimlerini gereksiz dış destek arayışlanndan da uzak tutacaktır. Yeni ders yılında, gerek hükümetin gerekse de YÖK ve üniversitelerin görev ve sorumluluklarını daha bilimsel bir yaklaşımla yerine getirmeleri top- lumun ortak istemi olmalıdır. [email protected] Pompa üretiminde dünya 2.si Danimarkalı dev Türkiye sulannda GÜLŞAH KARADAĞ KOPENHAG-Dün- yanın ikinci büyük pompa üreticisi Dani- markalı Grundfos, Tür- kiye 'deki satış bölümü- nü büyütmeyi amaçlı- yor. Grundfos Grup Baş- kan Yardımcısı Soren O. Sorenson, Türki cumhuriyetlere yönelik ihracatlannı Türki- ye'den gerçekleştirme- yi planladıklannı söy- ledi. Bölgeye yönelik pazarlama merkezinin Avusturya'da bulundu- ğunu belirten Soren- son, Türkiye 'yi kültü- rel ve coğrafi avantaj- lan nedeniyle tercih et- tiklerini anlattı. Adalar ülkesi Dani- marka'nın tanm ağır- lıkh yükseltisiz topra- ğında, su pompalarına duyulan ihtiyacın bü- yütüp geliştirdiği Grundfos finnası, bu- gün dünya çapında 11 bin 383 kişi istihdam ediyor. îlk altı ayda kârını 28.6 Euro'dan 50.5 milyon Euro'ya çıkaran şirketin küre- sel durgunluğa karşın büyümesini ise Soren- son dört temel noktay- la anlatıyor: "Kazan- cın yüzde 4.2'sinin ar- ge için avnlması, kaü- teli nıal üretimryle ve- rikn güven, tamamen kendi alanında uz- manlaşmış firma yapı- sının korunması (Gurndfos'un sadece kendisine hizmet ver- mek üzere kurduğu bir finans ve sigorta şirketi var) ve şirketin kânnın yüzde 90'ının üretime geri dön- dürülmesi."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle